RAND'ın Amerikan stratejisini özetleyen raporu: "ABD'nin Müslüman müttefikleri"

RAND'ın Amerikan stratejisini özetleyen raporu: "ABD'nin Müslüman müttefikleri"

"Liberal Batılı gelenekte anlaşıldığı şekliyle, demokrasiye bağlılık, ılımlı Müslümanları belirlemede anahtar konudur."

ABD ordusu ve siyasi erki için araştırmalar yapan RAND Corporation'ın en bilinen raporlarından biri, "Ilımlı İslam" mefhumuna dair rapordur.

Angel Rabasa, Cheryl Benard, Lowell H. Schwartz ve Peter Sickle'ın Rand Corporation bünyesinde hazırladığı Building Moderate Muslim Networks (Ilımlı Müslüman Ağları İnşa Etmek) adlı 2007 tarihli rapor, benzerlerinden farklı olarak tüm İslâm coğrafyasında gerçekleştirilmek istenen daha kapsamlı bir proje için hazırlanmıştır.

RAND, hazırladığı raporlar ile ABD siyasetinin belirlenmesinde önemli bir yol gösterici olmuştur.

Rapora dair hazırlanan özet metnin İngilizce aslı Abdullah Said Özcan, Ahmet Cihad Şendur, Bünyamin Dinç ve Talha Sezgin tarafından Mepa News için tercüme edildi.

*

İslâm dünyasında ılımlı ağlar inşa etmek için yol haritası

Amerika’nın ılımlı Müslümanlar arasında ağ kurma çabalarının kritik olan yönü ana partnerleri ve muhatapları tespit etmektir. Böyle bir tespit, Amerika’nın kendi kamu politikalarını ve iletişim politikalarını şekillendirmesinde de kritik bir öneme sahiptir. Potansiyel müttefikleri düşmanlardan ayırmanın zorlukları, ılımlı Müslümanları desteklemeye çalışan Batılı hükümetler ve organizasyonlar açısından büyük bir problem oluşturuyor. Rand Corporation’ın yaptığı çalışmalar arasında Cheryl Benard’nın Civil Democratic Islam raporu ve Angel Rabasa’nın The Muslim World After 9/11 raporu İslâm dünyasındaki ideolojik eğilimleri tespit etmek için bir çerçeve oluşturmaya başladı. Bu eğilimleri tespit etmek Amerika’nın ve onun müttefiklerinin en verimli bir şekilde demokrasiyi ve istikrarı teşvik etmesi ve bunun yanında aşırı-şiddet örgütlerinin toplumsal etkileriyle savaşabilmesi için önemlidir.

Tüm dünyada Müslümanlar ciddi anlamda birbirlerinden farklılaşıyorlar. Bu farklılıklar, sadece dini görüşlerdeki farklılıkları değil, bunun yanında politik ve sosyal yönelimlerdeki farklılıkları da kapsıyor. Bizim temel farklılıklar olarak gördüğümüz konular şunlardır: “İktidar” kavramı, şeriatın önceliği ve bunun karşısında diğer hukuksal bilgi kaynaklarının önceliği, insan hakları üzerindeki görüşler (özellikle kadın hakları ve azınlık hakları), politik veya dini gündemleri ileriye taşımak için şiddeti destekleme, meşrulaştırma veya tolere etme mevzusu üzerindeki görüşler. Bu temel ayrılık noktalarında İslâm dünyası içerisindeki kişilerin veya grupların almış oldukları tavırlar, demokrasi ve çoğulculuğa bağlılık açısından yapılan sınıflandırmalarda daha doğru sonuçlara ulaşmaya imkân tanıyor. 

Ilımlı Müslümanların özellikleri

Bu çalışmanın amacı doğrultusunda, ılımlı Müslümanları, demokratik kültürün temel ölçülerini benimseyen kişiler olarak tanımlıyoruz. Bu temel ölçüler, demokrasiye ve uluslar arası arenada kabul edilen insan haklarına (cinsiyet eşitliği ve ibadet hakkı da dâhil) destek olmayı, farklılıklara saygı göstermeyi, hukukun tarafsız [nonsecterian] (bir dine ve mezhebe bağlı olmayan) kaynaklarını kabul etmeyi ve bunun yanında terörün ve diğer gayrı meşru şiddet çeşitlerinin karşısında olmayı içerir.

Demokrasi

Liberal Batılı gelenekte anlaşıldığı şekliyle, demokrasiye bağlılık, ılımlı Müslümanları belirlemede anahtar konudur. Bu gelenekte siyasal meşruluk, özgür ve demokratik seçimler yoluyla ifade edilen halkın iradesinden kaynaklanır. Bazı ılımlı Müslümanlar, Batı’daki demokratik değerlerin evrensel olduğu ve bu değerlerin belli bir kültürel ve dini bağlama şartlanmamış olduğu görüşündedir. Fakat diğer bazı ılımlı Müslümanlar, İslâm dünyasında demokrasinin İslâmî geleneğe ve metinlere dayanmak zorunda olduğu görüşündedir. Onlar, İslâmî metinleri demokratik değerleri destekleyen bir bağlama yerleştirmek ve demokrasinin kutsal kitaptaki kaynaklarını bulmak istemektedirler. Kuran’da da emredildiği gibi, Müslümanlar kolektif işlerini istişare (şura) yoluyla halletmelidirler. Her iki durumda da önemli olan sonuçlardır. İster Batılı değerlerden ister Kur’an’dan kaynaklanmış olsun, siyasal bir düşüncenin demokratik olarak düşünülebilmesi için tartışmasız bir biçimde çoğulculuğu ve uluslararası arenada kabul edilen insan haklarını desteklemesi gerekmektedir.

Demokrasiyi desteklemek demek, İslâm devletinin kavramlarına karşı olmak anlamına gelir. Özellikle demokrasi ve İslâm devleti arasındaki bu zıtlığa İran’daki siyasal iktidarın kendi kendini tayin eden bir din adamı eliti tarafından yönetilmesi örnek gösterilebilir.  Ilımlı Müslümanlar hiç kimsenin Tanrı adına konuşamayacağı görüşündedir. Bunun yerine toplumsal mutabakat (icmâ) vardır. İcmâ, toplumdaki bireylerin özgürce fikrini beyan etmesi yoluyla meydana gelir ve her hangi bir konuda Tanrı’nın iradesinin ne olduğu icmâ ile anlaşılır. On iki imam Şii İslâm anlayışında, imamın yokluğunda ilahi yaptırım eksik olarak görüldüğünden siyasal otoriteye karşı temkinli bir Şii dinginciliğin/sakinciliğinin uzun bir geleneği vardır. Bu gelenek İran’da ve İran rejiminin nüfuzunun olduğu diğer yerlerde Humeyni’nin fikirleriyle altüst olmuştur; ancak, bu algı Irak’ta ve demokratik gelişme için potansiyel bir taban olma özelliğine sahip diğer başka yerlerde devam ediyor. 

Hukukun tarafsız (nonsecterian) kaynakları kabulü

Hukuk sistemleri Batı’daki sistemlere dayanan ülkelerdeki (Müslüman dünyadaki ülkelerin çoğunluğu) ılımlı Müslümanlarla radikal İslamcıların arasını ayıran çizgi şeriatın uygulanmasının gerekli olup olmamasıdır. Şeriatın muhafazakâr yorumcuları, demokrasi ve uluslararası geçerliliği olan insan haklarıyla uyumlu değildir, çünkü Sudanlı liberal entelektüel Abdullah en-Naim’in işaret ettiği gibi, erkekler ve kadınlar, inançlılar ve inançsızlar şeriata göre eşit haklara sahip değillerdir. Dahası, İslâm hukukundaki görüşlerin çeşitliliğinden dolayı, şeriat ilkelerinin hukuk olarak yürürlüğe konulması, iktidarda olanların, bazı görüşleri diğerlerine tercih ederek ve böylece inananların ve diğerlerinin seçme özgürlüğünü inkâr ederek kendi siyasi iradelerini uygulaması anlamına gelmektedir.

Kadın haklarına saygı ve dini azınlıklar

Ilımlı Müslümanlar feministlere karşı olumlu bir tavır içindedirler ve bunun yanında dini çoğulculuğa ve inançlar arası diyaloğa açıktırlar. Örneğin, ılımlı Müslümanlar, bugünün dünyasında etkili olan koşulların, Hz. Muhammed’in yaşadığı dönemdeki koşullardan farklı olduğu gerekçesiyle, kadının ailede ve toplumdaki konumuyla ilgili Kur’an’da ve Sünnet’te yer alan ayrımcı emirlerin (mesela kızın mirasının erkeğinkinin yarısı olması), yeniden yorumlanması gerektiğini söylerler. Ilımlılar kadınların eğitime ve sağlık hizmetlerine ulaşma ve siyasi makamlara gelme hakkı da dâhil siyasal sürece tam katılım hakkını da savunur. Benzer şekilde ılımlılar, gayrimüslimlerin Müslümanlarla eşit vatandaşlık statüsüne sahip olmasını ve onların hukuki haklarını savunurlar.

Terör ve gayrimeşru şiddete muhalefet

Ilımlı Müslümanlar, diğer dini geleneklerin taraftarları gibi, adil bir savaş tasavvuruna sahiptir. The Federación Española de Entidades Religiosas Islámicas (FEERI), [İspanya İslam Dini Unsurları Federasyonu]‘nın başkanı Mansur Escudero’e göre İslâm’ın şiddet tasarlamadığını söylemek yanlış olacaktır. İslâm için önemli olan şiddet kullanımını düzenleyen ahlaki ilkeleri belirlemektir: Ne tür şiddet meşrudur ve hangileri meşru değildir? Şiddetin nasıl ve ne şekilde uygulamaya koyulacağı onun yasallığını belirleyen en önemli ölçüttür. Sivillere karşı şiddet ve intihar eylemleri, yani terörizm, meşru değildir. Savunma amaçlı şiddet kullanmak ancak saldırganlara karşı Müslümanları korumak için meşrudur. Meşru şiddet, ihtiyaç ölçüsünde minimum kuvvet kullanmak, savaşmayanların hayatlarına saygı göstermek ve pusu ve suikastlardan kaçınmak gibi normatif sınırlara saygılı olmalıdır.

Demokratikleşmek için gerekli olan kriterleri uygulama

Yukarıda ortaya koyulan ifadelerden şöyle bir sonuç çıkartılabilir: Şuan Mısır’daki Müslüman Kardeşler örneğinde olduğu gibi, hükümet kurmanın aracı olarak seçimlerin taraftarı olmak, bir grubun kendisini demokratik ilan etmesi için yeterli değildir. Bunun yanında ifade, örgütlenme ve dini özgürlüklere (dindar olmama özgürlüğü de buna dahildir) saygı da önemlidir.  Biz bu kriterleri, The Muslim World After 9/11 isimli raporumuzda ‘demokratik politik sürecin altyapısı’ olarak isimlendirdik. Bu nedenle, bir grubun ya da hareketin bu ılımlılık özelliklerini karşılayıp karşılamadığını belirlemek için onun dünya görüşünün tamamlanmış bir resmi gereklidir. Bu resim şu sorulara verilen cevaplardan ortaya çıkabilir:

•Bu grup (veya birey) şiddeti destekliyor mu ya da görmezden geliyor mu? Eğer şimdi şiddete destek vermiyor ve göz yummuyorsa da, geçmişte olanları destekleyip görmezden geldi mi?

•Demokrasiyi destekliyor mu? Eğer destekliyorsa, demokrasiyi geniş anlamda insan hakları açısından ele alıp tanımlayabilir mi?

•Uluslararası alanda tanımlanan insan haklarını destekliyor mu?

•Herhangi bir istisna yapıyor mu (mesela din özgürlüğüyle alakalı)? 

•Din değiştirmenin bir kişisel hak olduğunu düşünüyor mu?

•Devletin, şeriatın önerdiği ceza hukuku hükümlerini uygulaması gerektiğine inanıyor mu?

•Devletin, şeriatın önerdiği medeni hukuk hükümlerini uygulaması gerektiğine inanıyor mu? Ya da medeni hukuk konularında seküler bir hukuk sistemi altında hüküm verilmesini tercih edenler için şerî olmayan seçenekler olması gerektiğine inanıyor mu?

•Dini azınlık mensuplarının, Müslümanlar gibi aynı haklara sahip olması gerektiğine inanıyor mu?

•Dini bir azınlık mensubunun, Müslüman nüfusun çoğunlukta olduğu bir ülkede yüksek bir siyasi makamda görev alabileceğini düşünüyor mu?

•Dini azınlıkların, Müslüman nüfusun çoğunlukta olduğu ülkelerde kendi inançlarını yerine getirmek için kurumlar (kiliseler ve sinagoglar) kurma ve çalıştırma hakkı olduğunu düşünüyor mu?

•Tarafsız (bir dine ve mezhebe bağlı olmayan) hukuki ilkelere dayanan bir hukuk sistemini kabul eder mi?

Aynı zamanda, ideolojinin ötesinde bu grupların diğer politik aktörlerle ilişkilerini ve bu ilişkilerin etki ve sonuçlarını sorgulamamız gereklidir. Mesela onlar politik arenada radikallerle aynı cephede yer alıyorlar mı? Onlar finanse ediliyorlar mı veya radikal kurumları destekliyorlar mı?

Potansiyel partnerler

Aşırı İslamcılıkla mücadele edebilmek için Amerika’nın ve Batı’nın İslâm dünyası içerisinde işbirliği yapabileceği üç ana ideolojik eğilim var: Sekülerler, liberal Müslümanlar, ılımlı gelenekselciler (Sûfileri de ihtiva ediyor).

Sekülerler

Çok çeşitli görünüşleri olan sekülerizm, modern Müslüman devletlerin ekserisinin şekillendiği yıllarda, politik elitler arasında hâkim olan din ile devletin ilişkisini tanımlayan yaygın bir kavramsallaştırmaydı. Fakat son zamanlarda sekülerizm kavramı bulunduğu zemini adım adım kaybetti. Bu durum, bir ölçüde son otuz yılda İslâm dünyasının büyük bir bölümündeki gerçekleşen İslamî dirilişten, bir ölçüde de özellikle Arap dünyasında sekülerizm kavramının Batı’da hâkim olan liberal demokrasi modeliyle değil de başarısız otoriter politik sistemlerle ilişkilendirilmesinden kaynaklandı. Bu yüzden İslâm’ın seküler alternatifleri teşvik edilirken bir ayrım yapmak önemlidir. İslâm dünyasında sekülerler üç kategoride toplanıyor: liberal sekülerler, anti-clericalists (İslâm’ın politik müdahalesine karşı olanlar) ve aşırı sekülerler (Dine ait herhangi bir sembolün toplumda olmasını istemeyenler).

Liberal sekülerler, demokratik toplum içerisinde seküler hukuku ve kurumları destekliyorlar. Onlar, Batı-tipi sivil din anlayışının özünü şekillendiren, liberal ve sosyal-demokratik değerleri savunuyor ve bunun yanında politik ve dini alanların ayrılmasını istiyorlar. Fakat tüm bunlarla birlikte dinin kendisine veya toplumdaki varlığına herhangi bir karşıtlıkları söz konusu değil.  Liberal seküler değerler Batı’nın politik değerleriyle sıkı irtibat içerisindedir. Bununla birlikte Liberal seküler gruplar İslam dünyasında azınlıktır, denebilir. Fakat bizim seküler Müslümanlara yönelik çalışmamız, genel kanının aksine, sekülerlerin, İslâm dünyasında hiçte yeni ve ihmal edilebilir bir olgu olmadığını gösteriyor. 

Başka bir diğer seküler ekol ise Kemalist bakış açısında ve Fransız geleneğinde var olan laikliğe (laiceté) daha yakındır. Her ne kadar Sünni İslâm’da bir ruhban sınıfı olmasa da bu tip bir ekolü tanımlayacak daha iyi bir terim olmadığı için “anti-clericalists” (İslâm’ın politik müdahalesine karşı olanlar) kavramını kullanacağız. Bu ekol gün geçtikçe zayıflamasına rağmen hala Türkiye’de hâkimdir. - Devlet agresif bir şekilde sekülerliğini muhafaza eder. Okullarda ve kamusal alanlarda dinin açıktan ifşasını yasaklar.- Fransa, Tunus, Singapur, Türkiye gibi ülkelerde başörtüsü üzerine verilen mücadeleler, laik devlet ile dindarlığı temsil eden simgeler arasındaki çatışmalara işaret eder.

Üçüncü seküler ekol aşırı sekülerizmdir. Baas Partisi yanlıları, Cemal Abdul Nasır yanlıları, neo-komünistler ve çeşitli otoriter rejim savunucuları bu seküler kategoriye dâhildirler. Teorik olarak bu otoriter sekülerizmin İslâm’a düşmanlığı söz konusu olsa da bu tür rejimlerin liderleri çıkarlarına uygun düştüğü zaman İslâmî eylem ve söylemleri kullanabiliyorlar. Mesela kendi iktidarının son yıllarında Saddam Hüseyin’in İslâmcılarla işbirliği yaptığı biliniyor. Açıkçası bu kategorideki bireyler ve gruplar İngiltere ve Batı demokratları için uygun birer partner olmayacaktır. 

Liberal Müslümanlar

Liberal Müslümanlar, tıpkı Avrupalı hıristiyan demokratlar gibi sekülerlerden politik ideolojileri bakımından ayrılıyorlar. Fakat yine de onlar Batı tarzı demokrasi ve çoğulculuğu savunuyorlar. Liberal Müslümanlar farklı İslâmî geleneklerden gelebilirler. Mesela onlar, İslâm’ın özüyle modern dünyayı uyum içerisinde bir araya getirmeye çalışan modernistler olabileceği gibi Endonezya’nın liberal Müslüman aktivisti Ulil Abshar Abdallah ve onun liberal Müslüman çevreleri gibi gelenekselci arka plana da sahip olabilirler. 

Liberal Müslümanların kendi aralarında ortak paylaştığı değerler İslâm’la demokrasinin, çoğulculuğun, insan haklarının ve bireysel özgürlüklerin birbirleriyle tutarlı olduğudur. 

Liberal İslâm isimlendirmesi bizim temel prensiplerimizi ifade eder; Mutezilenin insanın özgürlüğü doktrinine göre İslâm “bireysel özgürlük”ü vurgular ve aynı zamanda sağlıksız ve baskıcı hegomonyaya karşı sosyo-politik yapının özgürlüğünü savunur. İslâm kelimesinin başına gelen “Liberal” sıfatı iki manaya geliyor: Özgür olma ve özgürleşme. Bizler, “İslâm kelimesinin başına başka hiçbir sıfat gelemez.” argümanını kabul edenlerin inandığı İslâm’a inanmıyoruz. İslâm’ın herhangi bir sıfat almaması imkânsız olan bir şey. Çünkü İslâm yorumcunun ihtiyaçlarına göre birçok farklı şekilde yorumlanabilen bir şey.  Biz bu yorumlardan birini seçiyoruz ve bundan dolayı İslâm’ın başına “liberal” sıfatını getirmeyi tercih ediyoruz. (Liberal Islam Network, “About Liberal Islam Network,” Web page, n.d. )

Liberal Müslümanlar ‘İslâm Devleti’ kavramına tam anlamıyla karşıdırlar. Ünlü Endonezyalı Modernist ve Muhammadiyah kurumunun eski başkanı Ahmad Syafii Maarif Kur’an’da tek bir tane bile devlet örgütlenmesine işaret eden ayetin olmadığını ifade ediyor. 

Liberal Müslümanlar, İslâmî demokrasinin köklerinin, Kur’an’a ait olan ve Müslümanların eşitlikçi bir politik sisteme inanç duymasını sağlayan “şura” kavramından neşet ettiğinin bilincindeler. Bu görüşe göre, İslâmî hükümet, demokratik bir yapıya sahip olmalıdır. Dolayısıyla, İslâmî yönetim herhangi bir krala veya padişaha ait olamaz. Aksi takdirde, Syafii Maarif’e göre, demokratik sistemi benimsemeyen bir iktidar İslami öğretilerden büyük oranda sapmış olacaktır. Bu ifadelerden şu sonucu varmak zor olmayacaktır: Suudi Hükümetinin anayasası Kur’an olsa dahi İslami olmaktan oldukça uzaktır.

Liberal Müslüman Modernist anlayıştaki tutarlı bir görüş de şeriatın, kendi ortaya çıktığı dönemin bir ürünü olduğudur. Mesela fiziksel cezalar artık tarihsel bağlamından kopmuş durumda dolayısıyla bir modernizasyona ihtiyacı var. Islam and Liberty: The Historical Misunderstanding (İslam ve Özgürlük: Tarihsel Yanlış Anlama) kitabında, ünlü Tunuslu modernist düşünür Mohammed Charfi’ye göre, Emeviler ve Abbasiler döneminde yönetim, İslam şeriatı alimleri ve politikacıların arasında ittifakı öne alan bir bağlama evrildi.

Yasalar her ne kadar dini referans alsa da yöneticilerin politik ihtiyaçlarına göre yazılmıştır. Bu dönemlerde Devlet teorisi otoriter rejim üzerine kuruldu. Kadınlar yasalar karşısında eşit değillerdi ve bu yasal sistem fiziksel cezaları da ifa ediyordu. Charfi’nin demesine göre bu tip durumlar her yerde vardı: ‘‘Başkaları değişir fakat biz değişmeyiz.’’

Ilımlı gelenekselciler ve Sûfiler

Büyük bir olasılıkla Müslümanların çoğunu gelenekselciler ve sûfiler oluşturuyor. Onlar genellikle inançlarını ve geleneklerini koruyan muhafazakar niteliklere sahip müslümanlardır. Abdurahman Wahid, 1400 senelik İslami geleneğin ve maneviyatın (spirituality) köktenci/radikal ideolojiye karşı olduğunu ifade ediyor. Bu gelenekler evliyalara hürmeti, bu evliyaların türbelerinde duaların edilmesini ve Vahhabilere karşı olan diğer pratikleri ihtiva ediyor. Onlar kutsal kitaplarını İslam’ın ilk dönemlerinde oluşmuş mezheplerin öğretilerini temele alarak yorumluyorlar. Onlar Selefîlerin ve Modernistlerin yaptığı gibi Kuran’ın ve Sünnet’in (Peygamberin gelenekleri) dolaysız yorumlarıyla uğraşmazlar. Çoğu gelenekselci kendi dini pratiklerinde sûfizmin bazı unsurlarını barındırır. İslami mistisizm geleneği, ilahi olanın, duygusal ve kişisel tecrübesine odaklanır.

Doğrudan doğruya bu çalışmanın ilgisi, Selefîlerin ve Vahhabilerin, Gelenekselci ve Sûfilerin amansız düşmanı olduğu üzerinde toplanıyor. Her ne zaman radikal İslamcı hareketler iktidarı eline geçirdiyse, Sûfilerin ve gelenekselcilerin pratiklerini baskılamaya çalışmışlardır. -Suudi Arabistan’daki meşhur türbe yıkımları- Selefî ve Vahhabiler tarafından baskı altına alınmalarından dolayı, Gelenekselciler ve Sûfiler, ortak zemin oluşturulduğu ölçüde, Batı’nın doğal müttefikleridir.

Biz Sûfiler ve Gelenekselcilerle partnerlik imkanını araştırmaya başladığımız zaman aklımızda tutmamız gereken nokta, bu başlık altında topladığımız grupların çok çeşitli olacağıdır. Bosna, Suriye, İran, Kazakistan ve Endonezya gibi ülkelerde sûfi meşrep İslami gruplar bölgesel ve dağınık bir şekilde varlıklarını sürdürüyorlar.  Bunun yanında, Arnavut toprakları, Fas, Endonezya, Hindistan ve Türkiye gibi diğer ülkelerde sûfizm, disiplinli ve organize edilmiş bir yapıdadır. Bazı durumlarda sûfiler, radikal eğilimler sergileyip militan grupları destekleseler de, genellikle Sûfi gruplar, radikal/ılımlı ayrımında ılımlı tarafta pozisyon alıyorlar. Bazı sûfi hareketler, azimli bir şekilde ılımlı karakterini korumaktadırlar. Mesela Lübnan’daki the Jam’iyyat al- Mashari’ al-Khayriyya al-Islamiyya Ahbash [İslami hayırseverlik topluluğu] ılımlılığı ve hoşgörüyü vurguluyor. Ayrıca politik aktivizme ve şiddet kullanımına da karşı olduğunu beyan ediyor.

Türk dini lider Fethullah Gülen, ‘ılımlı modern Sûfi İslam’ formunu toplumda teşvik ediyor. Gülen İslami kaidelerin yasallaşmasına karşıdır. O, İslam’ın çoğu düzenlemesinin insanın özel hayatına dair olduğunu ve az bir kısmının devlete yönelik düzenlemeler olduğunu vurguluyor. Ona göre devlet İslami kaideleri yasalaştırmamalıdır. Din özel hayata dair bir şey olduğu için herhangi bir dinin gerekleri bütün topluma empoze edilmemelidir. Gülen, hoşgörü ve dinlerarası diyaloğa (yahudilik ve hristiyanlık) dair fikirlerini ortaya koydu. O iki kez patrik Bartholomeos’u [head of the Greek Orthodox Ecumenical Patriarchate in Istanbul] ve bunun yanında 1998’de Roma’da papayı ziyaret etti. Ayrıca İsrail’den ziyaretçi olarak gelen Baş Haham’ı ağırladı.  

Gülen, İslam ve Demokrasi’nin bağdaşabilirliğini savunuyor. O, bu görüşü hakkında şöyle bir argümanı dile getiriyor: İslam’daki ‘şura' kavramıyla cumhuriyet yönetimi birçok yönden birbiriyle uyum içerisindedir.  Bunun yanı sıra Gülen, İran ve Suudi Arabistan’daki gibi fikirlere, baskı altına alan otoriter rejimlere karşı olduğu ifade ediyor. O, Türk-İslam yorumunun ve tecrübesinin diğer toplumlardakilerden farklılaştığını düşünüyor (özellikle Araplardan). Gülen Anadolu İslam’ıyla alakalı yazılar kaleme almıştır. Ona göre Anadolu İslam’ı hoşgörüyü temele alıyor ve acımasız sınırlandırmaları ve fanatizmi ise dışlıyor. 

İslamcılar partner olmalı mı?

Avrupa ve Amerika’da akademik ve politik çevrelerde ‘İslamcıları ılımlılaştırma projesi kapsamında, bunlar partnerliğe dâhil edilmeli mi yoksa edilmemeli mi?’ sorusu etrafında temel bir tartışma var. Bu argümanın iki yönü var. Fakat bunları belirtmeden önce bizim ‘İslamcılık’ kavramının hangi anlamları ihtiva ettiğini bilmeye ihtiyacımız var. Bir tanımlamaya göre, İslamcılar politik gündemlere sahip Müslümanlardır. Bu ifadeler bir tanımlama için oldukça geniş bir çerçeveyi ihtiva ediyor dolayısıyla kullanışlı değil. Bir başka deyişle, bu tanımlamada bahsi geçen ‘İslamcı’ kavramı, İslam dünyasında politikaya dahil olan herkesi kapsıyor. İkinci ve bu kavramın anlamını daha berraklaştıran bir tanımlamada, İslamcılar devlet egemenliğiyle, dini otoritenin ayrılmasını reddedenler olarak ifade ediliyor. İslamcılar, bir İslami devlet kurma çabasındalar veya en azından devletin, şeriat ölçülerini, kendi koyduğu yasaların dayanağı olarak kabul etmesini istiyorlar. 

İslamcıların da partnerliğe dahil olması lehinde argümanlar ortaya koyanların üç tane atıfta bulunduğu husus var:

•İslamcılar, İslam dünyasındaki (özellikle Arap dünyasında) otoriter rejimlere karşı kitle temelli tek gerçekçi alternatife sahipler.

•İkinci olarak, mesela Mısır’daki Müslüman Kardeşler gibi İslamcı gruplar çoğulcu demokrasiyi destekler bir pozisyona evriliyorlar. (kadın hakları vs.)

•Büyük ihtimalle İslamcılar, potansiyel teröristleri, şiddet kullanmamaları için ikna etme hususunda ana akım alimlerden daha başarılı olacaklardır.

Amr Hamzawy’a göre Mısır gibi ülkelerde, sol eğilimli liberallerde ve ılımlı Müslümanlarda demokratik kurallar, iyi bir yönetim ve yolsuzluk karşıtlığı üzerinden bir ortaklaşma söz konusu. 1990‘dan beri Müslüman Kardeşler teşkilatı topluma ve siyasete dair anlayışlarını sürekli gözden geçiriyor. Onların bu değişimi, İslami devlet hedefini geri çekmelerini ve muhafazakar bir toplum anlayışından daha az muhafazakar olan bir anlayışa evrilmelerini kapsıyor: Mesela kadın hakları konusunda daha modern görüşler var. Fakat Hamzawy şunu da itiraf ediyor: “Müslüman Kardeşlerde bu ilerici düşüncelerin yanında hala bazı problemli fikirler var.” Ilımlı Müslümanlar liberal değiller. Onlar muhafazakar düşüncelere sahipler. Buna rağmen Hamzawy Amerika’nın ılımlı Müslümanlarla temas kurması için bir fırsatın olduğunu söylüyor. Ve bu temas sonucunda bu Müslümanları etkileyebileceğini söylüyor. 

Amerika destekli ve Washington merkezli CSID bu yaklaşımı takip ediyor. CSID İslam dünyasını demokrasiye teşvik etmek için eğitimcileri ve aktivistleri bir araya getirmeyi hedefliyor. Bu kuruluşun partnerleri sekülerler ve ılımlı Müslümanlar. Çünkü bu iki gruptaki bireyler demokrasiye inanıyorlar ve şiddeti reddediyorlar. CSID, bu gruplarla ‘demokrasi’ kavramı etrafında çeşitli tartışmalar düzenliyor. Ve şu konuları tartışıyorlar: Kendi ülkelerinde demokrasinin nasıl uygulanabileceği, anlaşma ve anlaşmazlık alanları ve onların ortak kabul ettiği hususlarda beraber çalışıp çalışamayacakları.

Bazı Avrupalı hükümetler İslamcıları tanımak ve teşvik etmek istiyorlar. Bu bazı durumlarda söz konusu hükümetlerin bilinçli politikalarından çok onların, liberal Müslümanlarla İslamcıları birbirinden ayırt edememelerinden kaynaklanıyor. Mesela, İngiltere’de hükümet tarafından tanınan the Muslim Council of Great Britain İslamcılar tarafından sürdürülüyor. İspanya’da Unión de Comunidades Islámicas de España [İslami Topluluklar Birliği] (UCIDE) - iki federasyondan hükümet tarafından tanınan bir tanesi- İspanya’nın İslami Komisyonu‘nun liderleri Suriye’deki Müslüman Kardeşler ile yakın ilişkilere sahip. Fransa’da the French Council for the Muslim Religion (hükümet tarafından tanınan bir organizasyon)‘nın kontrolü radikaller tarafından ele geçirildi. 2003 yılının Nisan ayında yapılan seçimler, radikallerin kontrolünde bulunan camilerde yapıldı.

İslamcıların bu ılımlılaştırma politikasında partner olarak dahil edilmesinin lehinde serdedilen argümanlar gibi bunun karşısında olanlarda üç tane argüman sıralıyor. 

•İslamcıların demokrasi taraftarı etkili sözlerinin ve nispeten daha ılımlı söylemlerinin stratejik veya taktiksel bir farklılaşma olup olmadığını bilmiyoruz. Din ve devletin ayrımını kabul ederek gerçek İslamcı olmayı bıraktılar mı? Veya onlar basitçe İslam devleti hedefini zayıflatıp daha çekici ve nispeten daha az tartışmalı meseleleri mi vurguluyorlar? Bakış açılarında temel ve gözle görülür bir farklılık olmadan, İslamcıların gücü ele geçirdikten sonra daha radikal gündemlere geçmeyeceğinin garantisi var mı? İran, bu konuda ikaz edici bir örneklik.

•İkinci olarak, eğer İslamcılar kısa vadede terör faaliyetlerinde bulunacak olan cihad potansiyeline sahip insanları bu fikirden caydırırsa, İslamcıların hükümet tarafından resmi olarak tanınması ve desteği, onların güvenilirliğini arttıracaktır ve dinlerini  toplumda daha etkili bir şekilde yayabileceklerdir. Uzun vadede Selefî akımın toplumda yayılmasının toplumsal bedeli çok fazla olacaktır. 

•Üçüncü ve son olarak, Müslüman dünyanın çoğunda liberal ve ılımlı Müslümanların organizasyonel olarak zayıf ve şimdiye kadar önemli destekçilerinin olmamasının itiraf edilmesi mecburiyeti doğsa, batı açısından konuşursak, bu grupların artık desteklenmemesi İslamcıların lehine olacak şekilde onların zayıflığını daha da arttıracaktır. Bu çalışmanın varsayımlarından bir tanesi şudur ki: ‘Liberal ve ılımlı kesimde temel zayıflık organizasyoneldir. Eğer bu organizasyonel zayıflığı giderecek dirençli ağlar kurulursa bu onların mesajını kuvvetlendirecek ve daha çekici hale getirecektir. Ve bu politik alanda, ılımlıların ve liberallerin daha etkili bir şekilde mücadele edebileceği bir zemin oluşturacaktır. 

Bu ifadeler, ılımlı İslamcılarla, Amerika ve onun partnerleri (ılımlı ve liberal Müslümanlar) diyalog içine girmemeli gibi bir anlama gelmiyor. Böyle bir diyalog, iki tarafında alacağı pozisyonunu sağlıklı bir şekilde belirleyebilmesi için yapıcı olabilir. Fakat Amerika ve partnerlerinin,  ılımlı ağ inşası için kapasite oluşturmaya yönelik programları ve bunun için gerekli kaynakları, ılımlı ve liberal Müslüman organizasyonlara yöneltmesi daha iyi bir tavır olur.

Ilımlıları desteklemek

Ne zaman ılımlı Müslümanlara yardım etme konusu açılsa kaygılar hemen artar. Bu kaygıların ortaya çıkarttığı sorulardan bir tanesi şudur: Batının, ılımlı Müslümanlara desteği ılımlılarda herhangi bir güvensizliğe neden olacak mı? Bu gibi sorular, bir çeşit gerçekçi olmayan politik çatışma fikrini yansıtıyor. Çatışma içerisinde, hiçbir silah veya strateji mükemmel değildir. Tam olarak onu çatışma yapan şey de budur. Düşmanlar birbirleriyle yüzleşirler, her iki taraf da diğerinin stratejilerinin ve silahlarının başarısızlıklarını ve sınırlarını keşfetmeye çalışır. Aşırılar risklerle karşı karşıya kalır ve önemli engellere rağmen harekete geçerler. Aynısı ılımlılar için de geçerlidir. Onları Batı’nın kuklaları diye itibarsızlaştırmak için girişimler yapılacak mı? Tabii ki böyle bir propaganda yapılacak, tıpkı aşırıların, İslam’ın radikal ve dışlayıcı yorumunu ve terörist taktikleri kullanmaları sebebiyle yaygın görüşteki birçok Müslüman tarafından lekelenmesi gibi.

Problemin abartılmış olabileceğine dair bazı belirtiler de var. Birkaç tanınmış ılımlı, Amerika’nın desteğini iyi karşıladıklarını açıklamışlardı. Örnek olarak, tutuklanan Mısırlı aktivist Saadeddin İbrahim -en sonunda Amerika’nın müdahaleleriyle serbest bırakıldı- daha sonra almış olduğu desteğin her bir parçası için minnettar kaldığını ifade etti. Aynı şekilde, meşhur yazar Necip Mahfuz etkili bir üslupla şu soruyu sordu: “Amerikalılar bizden demokratik bir yönetime sahip olmamızı istiyorsa bunun nesi yanlış? Bazen menfaatlerimiz örtüşebilir.”

Geniş bir tarihsel bağlama yerleştirildiğinde, bu soruları çözmek daha kolay. Soğuk Savaş örneği hatırlanırsa, muhalifler gerçekte hapsedilmişti, işkenceye uğramıştı ve bazen öldürülmüştü. Koyu Solcular ve Komünistler, muhalifleri casus olarak gördüler. Ya da, günümüz diliyle, onları emperyalistlerin uşakları ve yardakçıları olarak gördüler. Bu ideolojik bir çatışmanın doğasıdır. Birçok Komünist için, kendi ideolojileri, yukarıdan empoze edilmiş bir şey değildi, fakat bunun yanında güvenilir temelleri olan kardeşlik, eşitlik ve adalet gibi fikirleri barındıran bir inanç sistemiydi. Bilimsel sosyalizmle din arasındaki mesafe çok da fazla değil.

Elbette temel sorun, yardımımızı ve desteğimizi muhtemel ortaklarımıza etkili bir şekilde kanalize edip etmeyeceğimiz değil, bunu nasıl yapacağımızdır. Ilımlı Müslümanlara verilen dış destek, İslami ülkelerde son derece hassas bir meseledir. Uluslararası kaynaklardan gelen yardım, yerel şartlara uygun yollarla kanalize edilmeli, mümkün olduğu ölçüde, alıcı ülkelerle hâlihazırda ilişki içerisinde olan devlet dışı organizasyonlara dayanmalıdır. Bazı Güneydoğu Asya ülkelerindeki ortaklarıyla beraber başarılı bir şekilde çalışmış olan Asya Vakfı (The Asia Foundation), yerel insiyatifleri desteklemede dikkatli ve beraber çalıştığı organizasyonlar hususunda seçicidir. Başarının anahtarı, arka planda gerçekleşen dış destek çabalarını korumak için güvenilir ortakları kullanabilmekte.

Partnerler

Bugünün Müslüman dünyası içerisinde, ortak işbirliği gerçekleştirilebilecek potansiyel hedef gruplarını, birtakım kategorilere ayırmak mümkün:

Liberal ve Seküler Müslüman Akademisyenler: Liberaller, üniversitelere, akademi ve araştırma merkezlerine doğru yönelme eğilimindedirler. İslam dünyasının her bir yanında hali hazırda bulunan liberal ve ılımlı entelektüellerin, uluslararası ılımlı Müslüman ağı için temel yapı bloğu gibi, bu akademik sektörde yer alanları da, bu projede aynı öneme sahiptirler.

Genç Ilımlı Vaizler: Radikallerin, fikirlerini yaymadaki başarılarının sebeplerinden birisi de, din propagandası yapmada ve adam bulmada camileri araç olarak kullanmalarıdır. Öte yandan, liberal akademisyenler, camideki insanlarla bu şekilde ilgilenmeye uygun değillerdir. Çünkü alışık oldukları akademik dili, sokaktaki ortalama şahsın diline çevirmekte zorlanırlar. Halkla irtibat noktasında ortaya çıkan bu gerekçelerden dolayı, belli bir halk tabanı olan liberal veya ılımlı Müslüman hareketler,  bilhassa geleceğin dini lideri olacak ılımlı genç vaizlerin aktif katılımını sağlayacak adımlara yönelmelidirler.

Kamu Aktivistleri: Bu inisiyatifin dinamosu, liberal ve ılımlı entelektüellerin geliştirdiği fikirleri yayan kamu aktivistleridir. Fikirlerin çatışmasında, liberal ve ılımlı entellektüeller, genellikle şiddet yanlısı olan aşırılara karşı durarak ciddi şahsi riskler alıyor ve bunun yanında onlara karşı verilen fetvaların ve şiddetli saldırıların kurbanı oluyorlar. Bu yüzden, bu gruplar, uluslararası ağın sağlayabileceği destek ve korumaya en çok muhtaç kişilerdir. Örnek olarak, Endonezya’daki Liberal Müslüman Ağı’ndan aktivistler, İslamcı aşırılığa karşı, toplumsal anlamda dikkatleri çokça üzerlerine toplayan bir duruş ortaya koymuşlardı ve bunun sonuncunda bu aktivistler, İslamcılar tarafından taciz ve tehdit kampanyasına maruz bırakılmışlardı.

Kadın Grupları: Radikal İslam’ın ve şeriatın aşırı yorumlarının yayılmasından dolayı en fazla kayba uğrayanlar, kadınlar ve dini azınlıklardır. Bazı ülkelerde kadınlar, kendi haklarını, radikalliğin yükselen dalgasından korumak için organize oluyorlar. Ve bu sayede gitgide Müslüman ülkelerdeki reformist hareketlerin önemli katılımcıları haline geliyorlar. Kadın haklarını ve bunun yanında istihdam, eğitim, sağlık ve yasal haklar alanındaki fırsatları daha ileriye taşıyabilmek için çeşitli gruplar ve organizasyonlar ortaya çıkmıştır. Dolayısıyla,  kadınların sivil toplum gruplarındaki bu yükselişi, İslam dünyasındaki ılımlı ağ inşası için fırsatlar sağlıyor.

Gazeteciler, Yazarlar ve İletişimciler: İnternet ve hükümetlerin kontrolü dışındaki diğer yeni medya organları eliyle, radikal mesajlar, tüm dünyada Müslüman topluluklara derinden nüfuz etmektedir. Amerika tarafından finanse edilen yayıncılık faaliyetleri, örneğin Radyo Sawa ve el-Hurra televizyonu, toplumsal yerel problemlere ve meselelere eğilme becerisinden yoksundur ve bunun yanında ılımlı yerel medya pazarlarının gelişimini ileriye taşımak için yeterli gayreti göstermiyor. Müslüman medyasındaki radikal trendler için ise durum tam tersi, bu nedenle, web siteleri ve hükümetin kontrolünde olmayan medyanın yanı sıra yerel ılımlı radyo ve televizyon programcılığını da desteklemek son derece önemli olacaktır.

Programa dair öncelikler

Yukarıdaki bahsi geçen partnerlerin, katılımı istenen programlar şu hususlara odaklanmalıdır: Demokratik eğitim, medya, cinsiyet eşitliği, politika savunuculuğu.

Demokratik Eğitim: Az çok hizipçi eğilimli ve gerici dini eğitime, radikal ve muhafazakar medreselerde tevdi edilen politikalara, demokratik ve çoğulcu değerleri yücelten bir müfredatla karşı konulmalıdır. Dinin ve toplumun kesiştiği diğer birçok alanda olduğu gibi, Endonezya, demokratik dini eğitimde liderdir. Devlet İslam Üniversitesi’nin ve Muhammediye kuruluşunun eğitim sistemleri, sivil eğitimi İslami bir içerikle vermek için ders kitapları geliştirmiştir. Bu dersler, üniversitelerdeki bütün öğrenciler için zorunludur.

Bazı Müslüman öğretmenler, her ne kadar ılımlı eğilimde olsalar da, demokratik değerleri İslami öğretilerle belirgin bir şekilde bağdaştırma hususunda yetersizlerdir. Bunun üzerine, ılımlı alimlerin, İslami metin ve geleneklerden, demokratik değerleri destekleyen öğretileri ortaya çıkarmak amacıyla harcadıkları çabalara yardımcı olabilmek adına, Asya Vakfı bir program geliştirmiştir.  Bunun çalışmaların sonuncunda, cinsiyet eşitliğini, çoğulculuğu ve demokrasiyi destekleyen fıkıh (İslami hukuk bilimi) üzerine bir külliyat hazırlanmıştır. Bu metinler ilerlemeci Müslüman düşüncesinin en modern halini ortaya koymaktadır. Ayrıca uluslararası arenada bu metinler için büyük bir talep oluşmuştur.

İslami ve Sosyal Etütler Enstitüsü (LKiS), Nahdlat el-Ulema gibi kurumlar şu düşünceye sahiptir: Özel olarak İslami ekoller oluşturmak yerine, Müslümanlar, bütün kurumların, sosyal adalet ve hoşgörü değerlerini benimseyeceğini garanti etmelidir. LKiS, İslam’ın diğer dinlere üstün oluşunu vurgulayan türde bir İslamiyet’e karşıdır; bunu vurgulamak için LKiS içerisindeki İslam’ı simgeleyen “i” harfi kasten küçük harfle yazılmıştır. LKiS halen Endonezya’daki İslami yatılı okullarda insan hakları çalışmalarına dahil ediliyor.

Bu çalışmanın ortaya koymuş olduğu netice, Endonezya’daki Müslüman demokrasi hareketinin bazı eşsiz özelliklerle uyumlu olarak ortaya çıkmasıdır. Bu özellikler şunlardır: (1) cinsiyet eşitliği için mücadele veren erkek alimler; (2) kitleye yönelik yapılan organizasyonlara dayanan bir köke sahip olmak (Bu tip organizasyonlar şehirde yaşayan sekülerler grupların ulaşamayacağı kadar geniş bir kesime ulaşabilme imkanı tanıyor).

Medya: Müslüman Dünya’nın büyük bir kısmında, bilgi anti-demokratik radikaller ve muhafazakarlar eliyle yayılıyor. Aslına bakılırsa Müslüman bazı ülkelerde ılımlı medya kuruluşu görmek mümkün değil. Fakat ılımlı medya gücü, enformasyon savaşında çok kritik bir araçtır. Mesela, Endonezya örneği, ılımlı medya kuruluşlarıyla önemli bir modeli teşkil etmektedir.

•Liberal Müslüman yayın ağının haftalık “din ve hoşgörü” başlıklı radyo programı, ülke çapındaki kırk radyo istasyonu vasıtasıyla yaklaşık beş milyon dinleyiciye ulaşıyor.

•Vatandaşlık hakları ve eğitimi için bir kuruluş haftalık radyo programı düzenliyor. Bu program Güney Sulawesi’de beş radyo istasyonu vasıtasıyla bir milyon dinleyiciye ulaşıyor.

•Ulusal televizyon kuruluşu TIP, izleyicilere telefonla bağlantı imkanı sağlayan “cinsiyet eşitliği ve İslam” üzerine bir radyo programı düzenliyor ve bu program Jakarta bölgesinde 250.000 izleyiciye ulaşıyor.

•“İslam ve Çoğulculuk” adlı aylık bir televizyon talk show programı Yogyakarta bölgesinde 400.000 izleyiciye ulaşıyor.

Endonezya örneğinde olduğu gibi ılımlı medya kuruluşları, İslami söylemin tabiatını değiştirme hususunda önemli bir etkiye sahip. Tüm bunların yanında, İslamcı medya da, ılımlı medyanın ele aldığı konuları ele almak mecburiyetinde bırakılıyor. Buna kadın haklarının neyi ihtiva ettiği hususu örnek verilebilir. 

Cinsiyet Eşitliği (Gender Equality): İslam dünyasında, “kadın hakları” meselesi, bilgi savaşında önemli bir alanı teşkil ediyor. 2005 yılında Free House raporunda konuyla alakalı şu ifadeler yer alıyor: Ortadoğu kadın haklarıyla erkek hakları arasındaki farkın gözle görülür ve önemli bir sorun olduğu bir yer. Buna karşılık burada kadın hakları eşitliğine karşı bir dirençte söz konusudur. Her halükarda bu mesele Ortadoğu’da oldukça problemli gibi gözüküyor. Bazı kesimler, kadının itaatinin, muhafazakar ve radikal İslam’ın genel yapısının merkezi bir unsuru olduğunu iddia ediyor. Cinsiyet eşitliğinin teşviki, ılımlı İslam’ın güçlenmesi için kritik bir rolü üstleniyor. Hebrew Üniversitesinde “Demokratikleşme ve Kadın Eşitliği” projesinin başında yer alan akademisyen Anat Lapidot-Firilla, kadının statüsü ve topluma katılımı ile demokrasi ve politik istikrar arasında önemli bir ilişkinin olduğunu ifade ediyor. Bugün “kadın grupları”, demokrasinin hayata geçmesinin önemli birer failleri olmasının yanında, toplumsal hareketlerin azaldığı dönemlerde, sivil toplumu inşa eden ve yenilikçi reformların hayata geçmesi için önemli, teşvik edici roller oynayan gruplardır.

Tüm bunların yanında İslam dünyasında kadının güçlenmesine yönelik eğilim karışık bir durum arz ediyor. Bazı Güneydoğu Asya ülkelerinde cinsiyet eşitliğinin gündeme gelmesi hususunda önemli aşamalar kaydedilmiş durumda. Eski Endonezya başbakanı Abdullah Wahid’in eşi Ibu Nuriyah, Kur’anî kavram ve öğütleri tekrardan yorumlamak suretiyle İslam’daki çok eşliliğe karşı bir tavır olarak bazı tefsir çalışmaları yayınladı. O bu konu üzerine yaptığı çalışmalarının nihayetinde şöyle bir sonuca vardı: “Evlilik konusunda, Kuran’ın ideal görüşü tek evliliktir. Kadın, kendi eşini seçerken, herhangi bir şekilde, bir sınırlamaya maruz bırakılmamalıdır.” Bazı alimler evde şiddete karşı kriz merkezleri kurmuşlardır.  Endonezya’nın fetva komitesinin dört üyesi kadındır. Bu üyelerin içinde ünlü Kur’an hafızı Maria Ulfa da var.  Ulfa, kadın meselelerine yönelik fıkıhla alakalı çeşitli ilmi eserler ortaya koydu.  Ayrıca Endonezya’da mahkemelerde kadınlar, hakim olarak görev alabiliyorlar. Ve bunun yanında modernist toplumsal organizasyon Muhammadiyad kadınları merkezi yürütme kurulunda üye olarak kabul ediyor. Cinsiyet eşitliğini İslam dünyasında teşvik eden sivil toplum kuruluşları gün geçtikçe artıyor. Bu sivil toplum kuruluşlarına Endonezya’daki Rahima ve Fahmina ve Malezya’daki İslami Kız Kardeşler kuruluşları örnek gösterilebilir.

İslam dünyasının öbür kesimlerinde gittikçe güçlenen fundementalizm -özellikle İslam şeriatının hem bölgesel hem de ulusal alanda kanunlaşması- toplumdaki kadının yozlaşması için bir tehdit unsuru oluşturuyor. Çoğu İslam ülkesinde kişisel statülere dair (evlilik, boşanma, çocuk velayeti, miras vs.) sivil hukuk söz konusu değildir. Bu gibi yerlerde, İslam hukuku vasıtasıyla kadınlar ayrımcı muamelelere maruz bırakılıyorlar. Söz konusu İslami rejimler demokratik reformları engellediklerinde aslında onlar kadın hakları aktivistlerinin organize olmalarını ve kendi aralarında ağ oluşturmalarını engellemiş oluyorlar. Klinik psikolog ve aynı zamanda Nazareth’teki Women’s Center’da yöneticilik yapan Nabila Espanioly şunları söylüyor: “Kadınlar bir değişim sürecine girmeliler. Ancak bu değişim süreci, onların nasıl ağ kurulacağını ve bunun yanında bağlantı ve dayanışmanın en büyük engeli olan problemlere karşı nasıl tavır alınacağını kavradıklarında gerçekleşmelidir.

Politika Propagandası (Policy Advocacy): İslamcılar politik propaganda olarak davet metodunu (İslam dinini yayma, kelimenin tam anlamıyla ‘çağrı’) kullanıyorlar. Bu metodun amacı, bir bireyin dinini dönüşüme uğratmanın yanında, sosyal ve politik hedeflere ulaşmaktır. Ancak bizim yaptığımız bu ayrım İslamcılar nezdinde ayrıştırılamaz bir bütündür. İslamcılar neredeyse her zaman şeriatın uygulanmasını savunurlar. 

Aynı zamanda, ılımlı, liberal ve seküler Müslümanlar da bir politika propagandası ile iştigal etmeye ihtiyaç duyuyorlar. İslamcıların İslam’ın belli bir yorumunun yasalaşması için mücadele ettikleri yerlerde, ılımlı Müslümanlar ise yasal ayrımcılığa ve hoşgörüsüzlüğe karşı bir mücadele içine giriyorlar. Aslına bakılırsa, kamu çıkarlarının korunmasının lehinde tavır alanlar ve bunun savunuculuğunu yapanlar (insan hakları aktivistleri, yolsuzluk kurulu, think tanks vs.) son zamanlarda İslam dünyasında çoğalıyor. Böylelikle, bu oluşumlar demokratik sivil toplum yapısının gelişmesini hızlandırmaya yardımcı olmak için politik ve yasal alanlar açıyor. 

Bölgesel Genel Bakış (regional focus): Bu çalışma, Avrupa’daki Müslüman topluluklarda, Güneydoğu Asya’daki Müslümanlarda ve Ortadoğu’daki nispeten daha açık toplumlarda gerçekleştirilmesi istenen ağ inşası imkanlarının tespitini merkeze alıyor. Bu bölgelerde, çalışmamızın merkezine aldığımız bahsi geçen hedef, ılımlı Müslümanların kurumlarıyla ve fikirleriyle bu toplumlarda yayılıyor.

Birçok Batı girişimi Ortadoğu’daki Müslümanlar üzerinde yoğunlaşsa da, bize göre Ortadoğu ve kısmen Arap dünyası ılımlı bir ağ ve bazı oluşumlar kurmak için diğer Müslüman bölgelere nazaran daha verimsiz bir zemin sunuyor. Bir başka RAND araştırmasında bahsettiğimiz gibi, 1980 ve 90’larda Latin Amerika, Asya, Doğu Avrupa ve Afrika’nın Güney Sahra tarafları bile güçlü bir demokratik akıma kapılmışken, Arap ülkelerinin çoğu diktatörlüğün, şiddet ve dışlanma politikasının içine batıp kaldı. Radikal ideolojilerin ekseriyetinin Arap topraklarından çıkmış olması ve diğer Müslüman bölgelere yayılması elbette tesadüf değil. Buna göre, Arap Dünyası hiçbir açıdan tek vücut değil. Bunun yanında, bölgedeki demokratikleşme yolunda ilerleyen çalışmalar değişim imkanı sunuyor. Bazı ülkelerde –Morocco, Ürdün ve kimi Körfez ülkelerinde- bazı demokratik unsurlar ilk kez kullanıldı ve İslam’ın hoş görülü yorumu yaygınlaştı. Buna bağlı olarak, genel olarak gelecek vaat etmeyen umutlara rağmen, bu projenin bir parçası, Arap Dünya’sındaki küçük çaplı laik ve liberal grupların kendi aralarında ve bölge dışındaki benzer oluşumlarla bağlantı kurmaları için kullanılmalı. Şii ve Sünni topluluklar arasında süregelen şiddete ve İslamiscı akıma rağmen Irak bu proje dahilinde gözden kaçırılmamalıdır.

Bu yaklaşımı ilerletmek iki yolla mümkün, ilki; güçlü ılımlı Müslüman birlikteliklerinin ve kurumlarının gelişmesinin mümkün olduğu ülkelerde, ılımlı Müslümanlarla birlikte, Ortadoğu’da zuhur eden İslam’ın uç selefî yorumlarına karşı birlikte çalışmak. İkincisi; İslam’ın modern ve herkesçe kabul edilen yorumlarının yaygınlaştırılmasını sağlayacak iletişim kanalları oluşturmak.

Bu iki alandaki başarı, umut verici bir şekilde, önceleri Ortadoğu’da zuhur eden radikal ideolojilerin aydın Müslümanların eliyle daha ılımlı olanlarıyla yer değiştirmesinde daha dengeli bir eşitliğe sebep olacak. Yukarıda dikkat çekildiği üzere, Avrupa’daki Müslüman diasporası bu çalışma için göz önünde bulunan bir örnek.

Avrupadaki Müslümanların, Avrupa devletleriyle bütünleşmelerini öngören tutarsız yaklaşımları, ulusal birlikteliklerine yabancılaşmaları ve son olarak ikinci ve üçüncü nesillerinin arasında artan radikalizmin de dahil olduğu bir yığın sıkıntılara rağmen, bu proje dahilinde diğer dünya Müslümanlarıyla köprü kurmak için birkaç sebepten ötürü anahtar bir role sahiptir. Bu sebepler; Batı toplumuna olan aşinalıkları, Batı’nın demokratik değerlerini tecrübe etmiş olmaları ve farklı topluluklar içinde kendi değerlerini muhafaza edebilmiş olmaları, şeklinde sıralanabilir.

Meşhur Malezyalı entellektüel Chandra Muzaffer Batı da yaşayan Müslüman toplumları İslam’ın içinde değişen etken olarak şöyle tasvir ediyor: “Neden Batı’da? Çünkü Batı’dayken entellektüel olarak mücadele içindesiniz. Yerinizi tanımlamak ve temel kaide ve prensiplerinizi anlamak zorundasınız. Elbette bu tarz bir entellektüel mücadele önemli. Bu tarz bir mücadele insanların etrafında olanlara kayıtsız kaldıkları ve düşüncenin değerini yitirdiği Müslüman toplumlarda gerçekleşmiyor. Böyle bir entellektüel mücadeleyi oralarda bulamazsınız. Orada olan her şey kemikleşmiş. Fakat Batı’da durum farklı. Oradaki insanlar mücadele etmek ve ‘sorulara’ karşı cevap sahibi olmak zorundalar.”

Güneydoğu Asya Müslümanları da üzerinde yoğunlaşılabilecek bir alana sahip. Bölge çoğu zaman İslam söz konusu olduğunda söylem dışında kalsa da, Güneydoğu Asya İslam dünyasında Müslüman yoğunluğu en fazla olan bölgelerden birisi. Endenozya bölgenin en büyük ülkesi olmasının yanı sıra, dünyadaki en kalabalık Müslüman nüfusuna sahip ülkesi de. Bunların yanında, bölgenin birçok kültürel, etnik ve dini çeşitlilikleri içinde barındırması -özellikle Müslüman olmayan önemli toplulukların barınması- açık olarak Güneydoğu Asya’nın pratikte hoşgörülü bir İslam karakterine sahip olmasının altında yatan bir sebep. Güneydoğu Asya Müslümanları diğer kültürel ve dinsel geleneklerle bir arada olmaya alışkın. Bu projeyle uyumlu olarak Güneydoğu Asya’daki ılımlı Müslüman kurumların sıkı birlikteliği muhtemelen diğer Müslüman ülkelerde eşine rastlayamayacağımız bir durum.

Diğer taraftan kültürel farklılıklar Güneydoğu Asya’nın Arap Ortadoğu’sundaki etki alanını genişletmesini güçleştirebilir.

Bölgesel yaklaşımın önündeki engeller

Radikal düşünce akımlarını Arap Dünyası’ndan Arap olmayan diğer Müslüman bölgelere yöneltmek zorlu bir uğraş olacak. Çünkü Arap Dünyası ılımlı fikirleri yayabilecek sivil toplum kuruluşlarının eksikliğini çekiyor. Bunun da sebebi, Arap Dünyası’nın Orta Doğu’nun dışında doğmuş İslam yorumlarına olan kültürel direnişi.

İslam hakkındaki en yenilikçi fikirlerin Arap Dünyası dışında çıkıyor olmasına rağmen Arap menşeli kurumlar İslam ilimlerindeki tepe pozisyonu ellerinde tutuyor. Güneydoğu Asya da bile ilahiyatçıların ve eğitimcilerin temel referans noktaları El-Ezher ve diğer Ortadoğu üniversiteleri. Örneğin El-Ezher’deki Endonezyalı öğrenci sayısı Malezya İslam Üniversitesindeki Endonezyalı öğrenci sayısından fazla.

Avrupa imam yetiştirilebilecek kurumların eksikliğini çekiyor. Avrupalı Müslüman toplumlar Güneydoğu Asya ve Ortadoğu da eğitimini almış imamlara bağlı kalıyor.  Avrupalı Müslüman toplumlar içinde bu imamların birçok olay karşısında sosyal şartları algılamada anlayış eksiklerinin olması bilinen bir gerçek, fakat en nihayetinde Avrupa’daki İslam’ın modern değerlerle uyumunu bozan şey Avrupa’daki bazı Müslüman liderlerin İslamcı bakış açısı.

Arap olmayan bölgelerde yaşanan İslam’ın Arap dünyasına taşınıp taşınamayacağıyla alakalı sorular sorulabilir. Şöyle bir iddiada bulunmak mümkün, Arap ülkeleri dışındaki -mesela Endonezya ve Türkiye- kitle tabanlı Müslüman organizasyonların Ortadoğu’da muadili yok. Aslında, bariz bir şekilde varlığını hissettiren Güneydoğu Asya’daki Müslüman sivil toplum kuruluşları, ki bunlar olmazsa olmaz ‘ılımlaştırma’ unsurlarıdır, Ortadoğu’da mevcut değil.

Ilımlı fikirleri yaymak amacıyla batı ve güneydoğu Asyalı Müslüman entellektüelleri diğer bölge Müslümanlarıyla tanıştırmak ve eserlerini İngilizce ve Arapça’ya çevirmek oldukça önemli. Endonezyalılar eğer düşünceleri Arapça olarak ifade edilirse ‘Arap önyargısı’nın aşılabileceğine inanıyorlar. Hali hazırda Bahasa Endonezyaca’sından İngilizce ve Arapça’ya ufak bir sistematik çeviri mevcut. Güney Karolina menşeli Libforall Vakfı yenilikçi Endonezyalı Müslümanlara kitapların ve makalelerin İngilizce ve Arapça’ya tercümesinde ve internette yayınlanmalarına yardım ediyor.

Yinede Muhammediye Derneği eski başkanı Ahmed Syaffi’nin son kitabı ‘Doğruluk Arayışı’ ve Endonezya’nın başlıca Müslüman kuruluşlarının ‘think tank’ projesi etrafında yayınladığı önemli eserler –mesela ‘Din ve Medeniyet çalışmaları için Muhammediye’nin Merkezi’- Bahasa dilini bilmeyenler için hala okunabilir değil.

Bir diğer pratik zorluksa şu, birçok durumda ılımlı İslam yerel kültüre dayalı ki bu kökünden uzaklaştırılmış ve küreselleştirilmiş Selefi müslümanlığından çok farklı. Mesela, Türkiye’deki kitle tabanlı Gülen hareketi Türkiye’nin kültürel atmosferi dışında yayılması zor olabilecek sûfizmin etkisi altında kalmış ‘Türk Müslümanlığı’nı destekliyor.

Amerikan Müslümanlarının rolü

Bu proje uluslararası ağlar kurmaya odaklı olmakla beraber Amerika’daki Müslüman toplumları kapsamıyor. Yine de, Amerikan kişi ve kurumlarının soğuk savaş döneminde ağ oluşturma uğraşında önemli bir rol oynamaları gibi, Amerikalı Müslümanlar aynı şekilde potansiyel olarak ılımlı Müslümanlarla ilişki kurma konusunda önemli bir role sahip. Amerika kendi içindeki Müslüman toplumları bünyesine katmada diğer Avrupa uluslarından daha başarılı oldu. ABD tarihsel açıdan baktığımızda üst üste gelen göçmen dalgalarını başarılı bir şekilde kendi vatandaşları olarak kabul etmiş bir ülke. Ayrıca, Amerika’daki Müslümanlar yüksek eğitim seviyesine sahip, çoğu üniversite mezunu ve bir Müslümanın yıllık ortalama geliri bir Amerikan vatandaşının yıllık ortalama gelirinden daha fazla. Elbette, Amerikalı Müslüman toplum İslam içindeki küresel bazlı fikir anlaşmazlıklarına karşı bağışıklık kazanabilmiş değil. Diğer Müslüman azınlıklar gibi, bu konu da yurt dışından gelen radikal etkilenmelerle alakalı. Örnek vermek gerekirse, 2005 yılında yapılmış özgür ev çalışması hoşgörüsüz Vahhabi ideolojisinin bir düzine Amerikan camii ve İslam merkezlerinde yayılmaya devam ettiğini belgeledi.

Bununla beraber Amerika’daki Müslümanların büyük çoğunluğu Amerika’nın demokratik ve çoğulcu politik kültürünü yansıtan değerlere sahip. Dolayısıyla, Amerikalı Müslümanlar, gerek kültürel bilgileri gerekse aile ve sosyal ilişkileriyle Müslüman dünyada fikir savaşlarının süregeldiği bugünlerde ana topraklarına önemli bir yol gösterici olabilirler.

Biz, Amerika’daki ılımlı Müslümanları, bu raporun başında tartıştığımız koruma önlemlerinin yanında, ‘ağ oluşturma girişimi’nin asıl unsurları olarak görüyoruz.

twtbanner-001.jpg

İlgili Haberler
Etiketler :
HABERE YORUM KAT
UYARI: Yorumların her türlü cezai ve hukuki sorumluluğu yazan kişiye aittir. Mepa News, yapılan yorumlardan sorumlu değildir. Her bir yorum 600 karakterle (boşluklu) sınırlıdır.
3 Yorum