İyad Kunaybi ve Kanuni Sultan Süleyman savunması

İyad Kunaybi ve Kanuni Sultan Süleyman savunması

"Kitabında Hürrem Sultan’ı kurnaz olarak uzunca tasvir eden Amerikalı Tarihçi Harold Lamb, Halife için ''Öldüğü gün Hristiyanların bayram günlerinden biridir'' diyen kişinin de ta kendisidir."

Kanuni Sultan Süleyman, özellikle son yıllarda hakkında birçok tartışma yürütülen ve tarihi gerçeklere dayanmayan bilgilerle söylentilere konu olan bir Osmanlı padişahı. Ürdünlü din adamı İyad Kunaybi, Kanuni Sultan Süleyman'a dair bu tartışmalarla ilgili yaptığı konuşma, konuya dair farklı bir bakış sunuyor.

*

Başlangıçta şunu söyleyelim kardeşlerim, bizim tarihimizi düşmanlarımızdan öğrenmemiz kabul edilebilir bir şey midir?

Eğer böyle ise eğer, Yahudi ve Hıristiyanların kabul ettikleri Kitab-ı Mukaddes, Allah’ın Peygamberi Süleyman’a iftira ediyor ve 1. Krallar Bölümünde şöyle söylüyor:

“Süleyman yaşlandıkça, karıları onu başka ilahların ardınca yürümek üzere saptırdılar. Böylece Süleyman bütün yüreğini Tanrısı RAB’be adayan babası Davut gibi yaşamadı. Saydalılar’ın tanrıçası Aştoret’e ve Ammonlular’ın iğrenç ilahı Molek’e taptı.”

Allah’ın Peygamberi bundan uzaktır!

Bunu eğer Peygamberliğini itiraf ettikleri ve kendisiyle övündükleri Peygamber Süleyman hakkında söylüyorlarsa, burunlarını toprağa sürten, Alman tarihçi Hammer’in: “Bu Sultan bizim için Salâhaddin Eyyubi’nin kendisinden bile daha tehlikedir” dediği Halife Süleyman hakkında ne demelerini bekliyorsunuz?!

İslam düşmanları Bağdat, Kurtuba, Gırnata, Sevilla, Trablusşam, Kudüs, Ashkelon ve diğer yerlerin kütüphanelerini yakıp, sulara gömdüler. Kitaplarımızı yakıyor, sonra da bizim tarihimizi kendileri yazıyorlar. Bunca şeyden sonra kendi âlimlerimizin ve tarihçilerimizin eserlerinden geride kalanlara yüz çevirmek bize yakışır mı?

Kardeşlerim bizim Halife Süleyman’ı, ondan rahatsız olan düşmanlarımızın kitaplarından ve Atatürk’ün torunları olan laiklerin filmlerinden tanımak yerine, halifeyle çağdaş veya ona dönem olarak yakın bir zamanda yaşamış olan Müslüman âlim ve tarihçilerin kitaplarından tanımamız gerekmez mi?

Halife Süleyman’ın çağdaşı olan tarihçi, fakih Taşköprüzâde, kitabı el-Ikdü’l-Manzûm’da, onu methetmiştir.

Halifeyle çağdaş olan Ahmed b. Yusuf el-Kırmanî de, kitabı Ahbâr ed-Düvel’de onun hakkında şöyle söylüyor: “Halife Süleyman gayreti yüce, âlim, oldukça cesur, uzun boylu, güzel suretli, dört bir tarafta adaleti ve hayrıyla nâm salmış bir kimseydi.”

Yine Halife’nin vefatından sadece 32 yıl sonra doğan, tarihçi fakih İbn İmâd el-Hanbelî de kitabı Şezerâtü’z-Zeheb’de onun hakkında şöyle söyleyenlerden: “Saltanatı 49 sene sürdü. O Allah yolunda gâzi olan, Allah’ın dininin zaferi için mücahid olan bir sultandır.

Yine şunu da söylemiştir: “Ümmet-i Muhammed’in dininin onuncu asırdaki müceddidi idi.”

Haydi, gelin şimdi Halife Süleyman’ın hayatı üzerinde biraz duralım. Bu konuda malumatlarımızın çoğunu da yazar Mahmud Hâfız’ın “Kanuni Sultan Süleyman… İslam’ın en büyük melîki!” başlıklı araştırmasından alacağız.

Halife Süleyman’ın hayatı üzerinde durmamız, Haçlılara ve onların Müslümanların idarecisi konumunda olan taraftarlarına bağlı basının, Kanuni Süleyman imajını zedelemek için neden uğraştığını anlamanızı sağlayacak.

Süleyman, hilafeti babası 1. Selim’in ardından H.926 yılında üstlendi. Yani takriben 500 yıl önce ki o zaman 26 yaşındaydı.

Sonra Avrupa’daki krallara, tıpkı babasının döneminde olduğu gibi onlar için belirlenmiş cizyeyi ödemelerini emreden elçiler gönderdi. Çok geçmeden Macaristan Kralı, Halife’nin elçisini öldürünce Sultan Süleyman öfkeyle ateş püskürerek dedi ki: “İslam Devleti’nin elçisini öldürüyorlar öyle mi?!”

Süleyman’ın gerçek tarihini bilmek bu günkü sistemlerin maslahatına uygun değil. Müslümanlar günümüzde insanların en zayıfı, düşkünü durumundalar. “Kardeş”, “Dost” ülkeler tarafından öldürülüyorlar ve küçük düşürülüyorlar. Devletleri de onların haklarını aramadığı gibi, sultanlar onların lehine birilerine öfkeyle ateş püskürmüyor ve zafere de erişemiyorlar.

Eğer çoban koyunların düşmanı olursa kurt düşmanlarının içinde kınanmaz.

Süleyman’ın hayatına yeniden dönersek, henüz sabah olmadan savaş gemileriyle desteklenmiş muazzam bir ordu hazırlamıştı. Kendisi de bu ordunun başında şu an Sırbistan’ın başkenti olan Belgrad şehrine doğru yönelmişti. Şehri kuşatmış ve 26 Ramazan günü fatih olarak şehre girerek, kalesinden ezanın okunmasını emretmişti.

Bu, çok güçlü bir imparatorluk olan Macaristan üzerine Halife’nin ilk akını idi. Belgrad’ın fethinden sonra, hayatının son demlerinde de Macaristan krallığını tamamen ortadan kaldırdı. Böylece Avrupa ve Rusya krallarının gönlüne Halife’nin heybeti düştü, bir yiğit karşısında olduklarını anladılar. Akabinde Halife’nin fethini tebrik için elçiler gönderdiler ve zelil bir hâle düşmüş olarak kendi elleriyle cizye verdiler.

İbn İmâd el-Hanbelî’nin nitelediği gibi Süleyman kâfirlere karşı izzetli olduğu kadar mü’minlere de merhametli ve şefkatliydi. “Onlar mü’minlere karşı alçak gönüllü, kâfirlere karşı ise güçlü ve onurludurlar.” Hilafet makamına geldiğinde Mısır’da hapis bulunan 600 kişiyi serbest bırakmıştı.

İslam âlemindeki sistemlerin, halifenin bu yönünü anlaması, sonra da onunla kıyas edilmeleri maslahatlarıyla uyuşmaz. Hapishanelerinde çoğunluğunu davetçi ve âlimlerin oluşturduğu siyasi 30 bin tutuklu mevcutken, Prenslerinin Sultan’ın Haremi’ni (Muhteşem Yüzyıl) yayınlayan fesad kanallara sahip olduğu bir ülke onunla kıyaslanabilir mi? Ya da tutukların asitle eritildiği, sonra da oyuncularının Sultan Süleyman ve kumandanlarının sesinin dublajını yaptıkları bir ülkeyle? Ya da Ehl-i Sünnetten olan 4500 kadının tecavüz ve işkenceye maruz kaldığı bir ülkeyle?1 Süleyman ki Safevilerden olan bu cellâtların atalarının şerlerini sona erdirmişti.

Halife Süleyman fetva makamını, hilafet makamından sonra bütünüyle en yüksek makam yapmıştı. En yakınları âlimlerdi, onların başında da “Ebu’s Suud Tefsiri” adlı meşhur tefsirin sahibi olan kıymetli âlim Ebu’s Suud efendi gelir. Ki onun tefsiri halen mahfuz olup, okuduğumuz ve istifade ettiğimiz bir tefsirdir.

Halife, Kur’an ve Sünnetten neşet eden kanunlar oluşturmak için Ebu’s Suud Efendi ile yardımlaştı. İşte adının “Kanuni” olması da buna dayanır. Cebertî de, onu kitabı Acâibu’l Âsâr’da şu şekilde niteliyor: “İslamî şiarları ve Muhammedî Sünneti ikame eder, âlimleri ve ehl-i dini taltif ederdi.”

Evet, Süleyman, kendisine meşruluk sağlayan, onlar eliyle dini, kendi arzu ve şehvetlerine göre belirlediği“saltanat âlimleri” edinmemişti.

Halifenin en çok meşhur olduğu hususlardan birisi de cihad konusundaki yüksek azmidir. Öyle ki hilafetinin alanı o asırdaki otuz devletten daha fazlasını içine almış ve o zaman bilinen üç kıtaya uzanmıştı. Bu sebeple de Osmanlı Hilafeti en büyük devletti, denizler ve okyanuslar onun egemenliği altındaydı.

Muazzam ordularla karşı karşıya geldi ve Allah’ın fazlı ile de onları her alanda bozguna uğrattı. Doğuda Çarlık Rusya’sı ile çarpıştı ve Rusya’nın yarısını hilafetine kattı, Müslüman olan Hint’e karşı Portekizlilerin saldırılarını geri püskürttü.

Batı’da Kuzey Afrika’daki İspanyollarla karşı karşıya geldi ve pek çok ülkeyi onlardan temizledi. Yine Endülüs’ün düşmesinden sonra baskı ve zulümden kaçan on binlerce Müslümanı kurtardı.

Kuzeyde Avrupa’ya girdi ve böylece hilafeti Yugoslavya’nın çoğunu, Macaristan’ı, Polonya’yı, Bulgaristan’ı, Makedonya’yı, Romanya’yı ve Yunanistan’ı içine aldı.

Güneyde ise Portekizlilerin Arap Yarımadası ve Kuzey Afrika’ya karşı hücumlarını geri püskürttü.

Zehirli hançer Rafızi Safevî Devleti, Irak ve İran’da, Ehli Sünnete karşı katliamlar işlemiş ve Haçlılarla ittifak yapmıştı. Bunun üzerine Halife onların üzerine saldırılar düzenledi ve Irak, İran, Azerbaycan ve Kafkasya’yı onlardan temizledi.

Halife’nin vefatından 150 yıl sonra doğan Mahmut b. Said Makdiş, Nüzhetü’l Enzar isimli kitabında diyor ki: “O’ndan daha çok cihad eden, dine yardım eden, melunların hakkından gelmek için mühimmat ve levazımı tam olan, isyankâr, bidatçi ve mülhit kâfirleri bastıran, Ehli Sünnet ve dine yardım eden biri olmadı.”

Şimdi ondan neden nefret ettiklerini anladınız mı?

Halife fethettiği bölgeleri imar açısından da bina etmeye itina gösteriyordu. Öyle ki buna örnek olan Belgrad’ı, tarihçiler, “Balkan’ın Endülüs’ü” diye isimlendirmişlerdi. O vakitte Avrupa ise cehalete boğulmuş ve kilise kendisine ilmi safsataları konusunda muhalif olanları tekfir ediyor ve yakıyordu. “Yeryüzü evrenin merkezi değildir ve kendi etrafında dönmektedir” sözü yüzünden kilisenin zulmettiği Kopernik, Halife Süleyman’ın çağdaşıydı.

Halife, Müslümanların hepsine karşı mesuliyet hissediyordu. Bir Yunan adası olan Rodos’ta Saint Jean de Jerusalem şövalyelerinin güvencesi ile Haçlılar yaşıyordu. Bunlar Hicaz’a giden Müslüman gemilere saldırıyor, erkekleri öldürüyor, kadınların ırzlarına dokunuyorlardı. İşte Halife 6 ay süren kuşatmanın ardından burayı fethetti ve bu şövalyeler dışındaki Hristiyanlara kilise ve dinlerine güvence olarak kaleyi verdi. Aynı dönemde Vatikan Papa’sı ise Martin Luther’in ve Protestanlık mezhebinin çağrısına öldürme, yakma ve işkence ile karşı koyuyordu.

Halife, Yahudilerin Filistin’e yerleşmesini men etmek için de bir kanun çıkarmıştı. İşte Filistin’i satanlar sizin halife hakkındaki bu malumatı bilmenizi istemiyorlar.

Cihadla dolu şerefli bir tarih, fetihler ve Müslümanların güç ve izzetinden sonra Halife, Osmanlı akınlarından korkan Almanya gibi Avrupa ülkelerinin ordularla desteklediği Macaristan’ın fethini tamamlamak istedi. Halife o zaman 74 yaşına ulaşmıştı ve doktoru hastalığı sebebiyle savaşa çıkmamasını tavsiye edince Halife’nin buna cevabı şu oldu: “Allah yolunda gaza ederek ölmeyi istiyorum.” Son olarak Zigetvar şehri fethedildi ve yaklaşık 6 asır süren İmparatorluk çökmüş oldu. Fetih haberi kendisine ulaştığında Halife can çekişiyordu ve “Ölmek şimdi güzeldir” dedi ve Allah ona rahmet etsin, vefat etti.

Müslümanlar vefatı üzerine çok üzüldüler. Hristiyanlara gelince, onların kiliselerinin çanları, cihadın onuncu yüzyıldaki müceddidinden kurtulmalarının sevinci ile çaldı.

Bu, Halife Süleyman’ın (Allah kendisine rahmet etsin) hayatından bir kesit. Bütün bunlardan sonra; Halife’nin vefatından az bir zaman sonra gelmiş ve onu: “Hıyanet ve aldatma bilmez, su-i tabiattan içtinap eder, tuzak ve nifak bilmez, kötü ahlaktan hoşlanmazdı. Bilakis yüreği tertemiz, itikadı sadıktı” sözleriyle niteleyen İbn İmâd el-Hanbeli’nin sözlerini mi tasdik edeceğiz?

Yoksa ondan beş yüzyıl sonra “Sultan’ın Haremini” (Muhteşem Yüzyıl) uydurmak üzere, bize Halife düşmanlarının kitaplarının çöplerini getiren Meral Okay’ı mı tasdik edeceğiz? Ki bu kişi Halife’yi içki tiryakisi, kendisiyle alay eden ve baştan çıkaran kadınların kucağında oynayan, bozuk bir adam olarak gösterirken aynı zamanda Türkiye’de laiklik, Türk evlatlarının çoğunda belirmiş olan İslami ruha karşı, adi bir savaşa giriyor.

İşte bu sırada da, Müslümanın şahsiyeti ve özellikle de Osmanlılar hakkında Avrupalıların resmettiği klişeyi sağlamlaştırmak üzere Atatürk’ün evlatları devreye giriyor. Buna şaşmamak gerek. İşte bunlar Avrupalıların şer ve fesatlarını bastırmıştır.

Halife’nin (Allah rahmet etsin) oğlu Mustafa’yı, Rüstem Paşa ile yardımlaşan eşi Roxalanda ya da Hürrem Sultan’ın ayartması ile öldürdüğü ve Hürrem Sultan’ın kurnazlığı ile padişahı aldattığı sözlerine gelince; ben bu sözleri kanıtlayan herhangi bir dayanak bulabilmek için öncekilerin kitaplarından çok araştırma yaptım ve sonuçta da hiç bir şey bulamadım.

Öyleyse böyle bir durumda bizler, Halife’nin 49 yılı kapsayan güzel hayatını ve adaletini mi tasdik edeceğiz? Yoksa yatak odasında Sultan’ın eşinin ona fısıltısına muttali olduklarını iddia eden Avrupalı yazarları mı?

Kitabında Hürrem Sultan’ı kurnaz olarak uzunca tasvir eden Amerikalı Tarihçi Harold Lamb, Halife için“Öldüğü gün Hristiyanların bayram günlerinden biridir” diyen kişinin de ta kendisidir.

İşte Ehli Kitab’ın Halife Süleyman’a ettiği bu iftira, Süleyman Peygambere attıkları iftiranın aynısıdır. Onun için de “Kadınlar onu ayarttı” demişlerdi.

Mesele dizi meselesi değil. Halife Süleyman’ın şahsı da değil. Mesele hilafetin menşeine karşı olan sistematik savaştır. Mesele Müslümanlara kökleri ve iftihar ettikleri bir tarihleri olmayan, beşeriyet için parazit olduklarını hissettirmek için tarihin karalanması ve akılların yok olmasıdır. Burada kardeşlerime aynı mevzudaki “İşte bizi böyle aldatıyorlar” konuşmama dönmelerini tavsiye ediyorum.

Düşmanlar böyle dizileriyle üç hedefi gerçekleştiriyorlar:

1. Hayâsız sahnelerle gençlerin ahlakını ifsat etme,

2. Gençlerin zihinlerinde tarihlerini çarpıtma,

3. İslami hükümleri uygun bağlamından kopararak ve en çirkin bir surette ortaya koyarak onları bu hükümlerden nefret eder bir duruma getirme.

O halde herhangi bir Müslüman kendisi için, bu diziler yoluyla Osmanlı Devleti ile hesaplaşmak, İslam ve Müslümanlardan intikamlarını almak isteyen bu gibilerin pisliklerine; kalbini, gözünü ve kulağını açmaya razı olabilir mi?"

1 Kunaybi, bu kısımda Suudi Prenslerin sahibi olduğu etkili uydu kanallarının, Türk dizilerini Arapça seslendirip yayınlamalarını kastetmektedir. Bu paragrafta atıfta bulunduğu ülkeler sırayla Suud-i Arabistan, Suriye ve Irak’tır.

Tercüme: Kulliyetu Neva

İlgili Haberler
Etiketler :
HABERE YORUM KAT
UYARI: Yorumların her türlü cezai ve hukuki sorumluluğu yazan kişiye aittir. Mepa News, yapılan yorumlardan sorumlu değildir. Her bir yorum 600 karakterle (boşluklu) sınırlıdır.
2 Yorum