Afganistan'da savaşı kaybettik. Artık kabul edin!

Stephen Walt

Afganistan son zamanlarda haber bültenlerindeki öncelikli yerine geri döndü, ancak yorumcuların çoğu büyük resmi göremiyor. Son haftalarda, ABD ve Taliban’ın  ABD’nin ülkedeki muharip güçlerinin çoğunu geri çekmesini sağlayacak bir barış anlaşmasına yaklaşmakta olduklarını öne süren bir dizi makale yayınlandı.

Bu söylentiler, kendi görev süresince savaşı kazanamayan ancak haleflerinin denemeye devam etmesini istemekten de geri kalmayan emekli Orgeneral David Petraeus gibileri harekete geçirdi ve Amerika’nın en uzun savaşının devam etmesini ve halen zafer kazanabileceği fikrini diğer şahinlere de kabul ettirdi.

Bu kervana katılan bir sonraki kişi ise Başkan Trump oldu. Başka bir yüksek profilli fotoğraf çekimi için istekli olan narsist başkan, Taliban liderlerini Camp David'e davet etmek ve orada barış anlaşmasını taçlandırmak için bir plan yaptı.

Bazı haberlere göre, Trump sonunda bu kötü fikirden vazgeçmeye ikna oldu ve Beyaz Saray'ın bu husustaki yaşadığı değişim bu hafta başında alınan Ulusal Güvenlik Danışmanı John Bolton'ı kovma kararına katkıda bulunmuş olabilir.

Aslında gündemi meşgul eden tüm bu konular büyük resmi perdelemekte. Barış konusunda, bölgede kalacak kuvvetlerin miktarı ve yaklaşan Afganistan seçimleri hakkında bir ton boş laf edebiliriz ancak şu bir gerçek ki ABD bu savaşı kaybetti. İSter Talibanla yürütülen görüşmeler konusunda olsun, isterse ABD’de konu hakkındaki dinamikler hakkında olsun yapılan tartışmalar 18 yıllık savaşın, yitirilen binlerce yaşamın ve milyarlarca dolarlık büyük bir servetin heba edilmesinin ardından yaşanan büyük bir stratejik başarısızlığı örtecek olan incir yaprağının boyu veya şekli ile ilgili olmaktan ileri gidemeyecektir.

Açıkçası, Afganistan hezimeti her ne kadar dile getirilmese de askeri bir yenilgi değil.Taliban, ABD ordusunu büyük çapta bir silahlı çatışma ile ortadan kaldırmadı ya da ordunun çökmesine neden olmadı.

Bunun yerine, Clausewitzian anlamında bir yenilgi yaşattı. 18 yıllık savaş ve “ulus inşası” çabaları ABD liderlerinin (hem Cumhuriyetçiler hem de Demokratlar) kendileri için koydukları politik hedeflerin gerçekleşmesine imkan sağlayamadı.

Sebep ise oldukça basit: Afganistan’ın kaderi asla 7.000 mil uzaktan gelen yabancılar tarafından belirlenmedi.

"Yabancı müdahaleye karşı derin bir antipatiye sahipler"

Bazılarımızın yıllardır işaret ettiği gibi, başarılı bir kontrgerilla ve ulus oluşturma kampanyası için şartlar Afganistan'da neredeyse hiç oluşmadı. Ülke izole, fakir, dağlık ve birçok farklı etnik gruplara ayrılmış vaziyette. Demokrasi geleneğine, uzun bir yerel özerkliğe sahip olmayan bir geçmişe ve yabancı müdahaleye karşı derin bir antipatiye sahipler.

Kabil'deki merkezi hükümet aksi iddia edilemez şekilde yozlaşmış ve bu hususta hiç bir gelişme kaydedilememiştir. Ülkeye milyarlarca dolarlık yardım parası dökmek bu sorunun daha da derinleşmesine neden olmu durumda. Ordusu ve güvenlik güçleri, uzun zamandır süregelen çabalarına rağmen etkisiz kalmaya devam etti.

Taliban, komşu ülke Pakistan'da önemli etki alanlarına sahipti ve gerektiğinde geri çekilebileceği, maliyetlerini sınırlayabileceği ve bekleyebileceği İslamabad'tan (bu tür yardım sağlamak için kendi nedenleri vardı) destek aldı.

Son olarak, hem Trump’ın hem de eski ABD Başkanı Barack Obama’nın ülkenin El Kaide için güvenli bir alan olması iddiası, özellikle Usame bin Ladin’in ölmesi ve terörist grubun çözülmesi ve diğer birçok ülkeye dağılması ile inandırıcılığını yitirdi.

Tabii ki, sorunun temeli, Birleşik Devletler'in bundan çok, çok farklı bir ülkede denediği büyük çaplı sosyal mühendislik türünün muazzam zorluğudur.Afganistan'ı modern, Batı tarzı bir demokrasiye dönüştürmeye çalışmak olağanüstü bir kibir eylemiydi ve dahası ABD liderleri kendilerini bunu çabucak başarabileceklerine inandırmışlardı.Başka bir toplumun kurumlarını ve kültürünü yeniden düzenlemek, kaçınılmaz olarak, kızgınlık ve istenmeyen sonuçlar doğurur ve bu komplikasyonlar askeri güç gibi kaba bir araç kullanıldığında ve akşamdan sabaha netice almak gibi hedefleriniz olduğunda daha da katlanır.

"Savaşmak ve yönetmek iki farklı faaliyettir"

Savaşmak ve yönetmek iki farklı faaliyettir ve bir şeyleri büyük bir başarı ile havaya uçurma kabiliyeti, zemindeki siyasi durumları şekillendirme konusunda size benzer bir kapasite sağlamaz.Ulusal Güvenlik Eski Danışmanı Ben Rhodes'in bir zamanlar kabul ettiği gibi, “[Amerikan] ordusu muazzam işler yapabilir. Savaşları kazanabilir ve çatışmaları dengeleyebilir. Ancak ordu, politik bir kültür yaratamaz veya bir toplum kuramaz.” Ne yazık ki, ABD liderlerinin ordudan tam olarak istedikleri şey hep bu oldu.

Bunların hepsi uzun bir süredir - on yıldan daha uzun bir süredir açıkça bilinmekteydi. Örneğin, 2009'da şunu yazdım:

“Ne kadar çok asker gönderir ve Afganistan'daki meselelere ne kadar çok müdahale edersek, o kadar çok yabancı işgalciye benzeriz ve karşılaşacağımız direniş de o kadar fazla olur. Bu sebepten ABD namına bir zafer beklemenin çok az nedeni var ”.

2011'de şunu yazdım: “Gerçek şu ki, ABD ve müttefikleri Irak'taki savaşı kaybetti ve Afganistan'daki savaşı da kaybedecek. Orada şöyle demiştim: “Kaybetmek” kelimesi ile askeri güçlerimizi geri çekerken temel politik hedeflerimize ulaşmamış olmayı ve hatta genel stratejik pozisyonumuzu daha da zayıflatmış hale gelmesini kastediyorum.”

Bunun nereye gittiğini görmekten hiç zevk almıyorum ve kastım “size söylemiştim” diyebilmek değildir. Aksine, mesele şu ki, bunu anlamak o kadar da zor değildi ve işin içindeki birçok insan bu sorunu benden bile önce anlamıştı.

Fakat ne eski ABD Başkanı George W. Bush, Obama, ne de Trump, elini taşın altına koyarak Amerikalılara kötü haberi vermeyi ve rotayı değiştirmeyi istemedi ya da buna cesaret edemedi.

ABD neden daha erken rota değiştirmedi?

Sebeplerden biri, zengin ve güçlü bir ülke olduğu için çok fazla acı hissetmeden uzun süre aptal ve pahalı şeyler yapabiliyor olması.

Bir diğeri ordudaki komutanların yenilgiyi kabul etmekten hoşlanmamaları, ki bu çoğu zaman takdire şayan bir özelliktir, ancak böyle bir durumda değil.Kısmen ülke şu anda tamamen gönüllü bir kuvvete güveniyor ve hizmet etmeyi seçen erkekler ve kadınlar, ülkenin şikayette bulunma taahhüdündeki fedakarlıklarını üstlenmek istiyorlar.

Başka bir neden ise komuta kademesindeki pek çok komutanın başkomutana gerekli olmayan bir görev aldıklarını ve makul bir maliyetle bunu başaramadıklarını itiraf etmek yerine başarı vaat etmeleridir.

Hiç kimse bu durumdan memnun olmamalı

Ancak Amerikalılar, daha önce böyle olaylar esnasında yaşadıkları hallere hazırlıklı olmak isteyebilirler. Amerika Birleşik Devletleri güçlü, son derece şanslı ve faziletlidir.

Vatandaşları ve tüm insanlık için birden fazla kez harika şeyler yapan bir ülkedir. Ancak ne mükemmel ne de kadiri mutlaktır ki tarihi çok sayıda hata ve hayal kırıklığı içerir.

Örneğin 1812 Savaşı, Washington'u işgal eden ve Beyaz Saray'a ateş açan kötü niyetli bir girişimdi. Sivil Savaş sonrası yeniden yapılanmanın üzücü kaderi ABD'ye, askeri işgal yoluyla toplumları yeniden inşa etmenin en iyi ihtimalle şanssız bir iş olduğunu öğretmiş olabilir. ABD’nin Rusya İç Savaşı’ndaki müdahalesi de başarısız oldu, Kore Savaşı çıkmazla sonuçlandı ve Andrew Bacevich’in bize hatırlattığı gibi Vietnam’daki savaş da rezil bir başarısızlıktı.

Afganistan'daki yenilginin, ordumuzu mutlak mağlup haline getirmesi beklenmemeli; bunun yerine ülkenin askeri güçlerini nerede ve ne amaçla verdiğine dair daha akıllıca kararlar verilmesine yardımcı olmalı.

Hiçbir ülkenin, ne kadar güçlü gözüktüğü ve hedeflerine ne kadar erdemli veya iyi niyetli olduğuna bakmaksızın girdiği tüm savaşları kazanması beklenemez. Fakat nihayetinde, büyük milletler yanlış adımlarından öğrenmeye çalışmalı ve gelecekte onlardan kaçınmak için elinden geleni yapmalıdır.

Bariz bir sonuç: Yüksek sesle ve defalarca yanlış işler yapan insanlardan dış politika tavsiyesi alma. Bu bağlamda, John Bolton’un Beyaz Saray’dan ayrılması, doğru yönde bir adım olarak görülebilir.

Stephen Walt'ın Foreign Policy'de yayınlanan bu yazısı Mepa News okurları için tercüme edilmiştir.

Analizde yer alan görüş ve ifadeler yazara aittir ve Mepa News'in editöryel politikasını yansıtmayabilir.