Bu yazıyı, gündemdeki bazı meselelerin aklımda bıraktığı izlere dair notlarımı kısaca paylaşmak için kaleme alıyorum.
İsmine ister Batı diyelim, ister daha iktisadi bir tabirle "Küresel Kuzey", ister Avrupa, ister ABD... Ben bu satırlarda daha anlaşılır olması için "ABD" ve "Batı" şeklinde ifade etmek istiyorum. Batı, dünyanın geri kalanını, özellikle İslam dünyasını anlamak için geçmişten bu yana büyük çabalar sarf etti. Oryantalizm meselesi bu çaba üzerinde yükselmişti. Zamanla şahsi oryantalistler yerini oryantalizm kurumlarına bıraktı. Bugün ABD ve Batı, İslam alemini anlamak için milyarlarca dolar harcıyor. Akademik kurumlar, araştırma kuruluşları, üniversiteler, burslar, yüksek lisanslar, doktoralar, istihbarat çalışmaları, yerli ve yabancı neo-oryantalistler... Bunlara hayatımızın her alanında rastlıyoruz. Velhasıl bunların hepsi ciddi bir bütçeye tekabül ediyor.
Amaç, çıkarlarına daha kolay ulaşabilmek için dünyayı tanımak. Özellikle ABD İkinci Dünya Savaşı'nın ardından, hususen Soğuk Savaş ve sonrasında bu iş için büyük çaba harcadı. İslam dünyasına yönelik stratejilerini bu eksende geliştirdi. Yaşanan süreci çoğumuz biliyoruz. Büyüklerimiz ve bizzat kendimiz bu stratejilere birinci elden, şöyle ya da böyle tanıklık ettik. Zaman geçtikte bu stratejiler değişti ve çeşitlendi. Farklı formlara büründü, kendisine yeni düşmanlar, yeni dostlar, yeni ortaklar, yeni rakipler keşfetti. Müslümanları dörde, sekize, ona ayırdı. Farklı kategoriler türetti, farklı kalıplar ortaya çıkardı, bunları özellikle istihbarat teşkilatları aracılığıyla verimli bir şekilde uyguladı. Tüm bunların tafsilatına girmeye şimdilik gerek yok.
Asıl mesele, 2010'lar ve sonrasına dair.
Kanaatime göre, Arap Baharı süreci ile birlikte ABD'nin İslam alemine yönelik politikasında, siz diyin Ortadoğu politikasında, önemli kırılmalar yaşandı. Zaten bu kadar yatırım yapılan bir sahada yaşanan bu denli derin kırılmaların Amerikan politikasını etkilememesi beklenemezdi. Bu nedenle, ABD'nin Ortadoğu'daki faaliyetlerini sadece klasik yaklaşımlarla okumamak gerekiyor. Benim düşünceme göre ABD, Arap Baharı sürecindeki devrimler ve karşı devrimler devam ederken, Ortadoğu'daki dikta rejimlerine inatçı bir şekilde yatırım yapmanın sürdürülmesi oldukça zor bir strateji olduğu sonucuna vardı.
Zira bu rejimler, uzun soluklu bir stratejinin gerektirdiği en büyük unsur olan istikrardan yoksun durumdalar. İktisadi olarak dış yardıma bağımlılar. İç sömürü üzerine kurulmuş durumdalar. Tüm bunlar ne anlama geliyor? Bu rejimlerin sürekli olarak bir kaos, belirsizlik ve problem üreteceği anlamına geliyor. Öyle ki, örneğin Mısır'da patlak verecek bir halk hareketi ve belki bir iç çatışma, ABD ve Batı'nın istemediği yapıların iktidara gelmesiyle neticelenebilir. Bu açıdan, uzun vadeli stratejiler kurulabilmesi için, daha öngörülebilir ve daha stabil ülkeler oluşturulması gerekir. Bu oluşturulma süreci sadece dış politika bağlamında değildir. İç gruplar, insanların yaşam tarzı, kapitalist düşüncenin ve lüks tüketimin benimsenmesi, ideolojik sabitelerin terk edilmesi gibi dahili düzenlemeler de bu cinstendir.
Bu minvalde ABD'nin, Mısır ve Ürdün gibi ülkelerde sürekli protestolar, istikrarsızlık ve belirsizlikle neticelenecek yönetimler istemediğini düşünüyorum. Bundan ziyade istenilen şey kanaatimce kapitalist küresel düzene entegre, demokratik kurumları kökleşen, başta İsrail olmak üzere çevresiyle uyum içerisinde olan ülkeler oluşturulmasıdır. Bu bağlamda bölgesel iş birliği, ortak kalkınma, bölgesel güvenlik ve refah gibi kavramların ön plana çıkartılmasıdır. Aslında bu gibi bir yaklaşımın çeşitli türlerini daha önce Türkiye'de ve Suudi Arabistan'da gördük.
Hülasa, ilerleyen dönemde bölgede yaşanacak değişimler hususunda daha dikkatli olunmalı. Belki yarın Sisi'nin veya Kral Abdullah'ın liderliğinin sorgulandığı, hatta 2011'de Mısır'da yaşananlar gibi askeri darbelerle karşı karşıya kaldıkları süreçleri yaşayacağız. Tüm bunlar, yukarıda anlatmaya çalıştığım paralelde de göz önüne alınması gereken süreçler olacak.
Çok bilinmeyenli dönemlerden geçiyoruz, günlerin neler getireceğini eğer yaşarsak göreceğiz.
Bu değerlendirmede yer alan ifadeler yazarın kendi görüşleridir ve Mepa News'in editöryel politikasını yansıtmayabilir.