Analiz | Gazze'deki savaş bölge siyasetini değiştiriyor mu?

"Bazı güçlü Arap devletleri son savaşın patlak vermesinden bu yana dikkatli diplomatik oyunlar oynuyor."

Devam eden Filistin-İsrail savaşı, Ortadoğu'nun geleceği ve bölgenin küresel güçlerle nasıl bir etkileşim içinde olacağı konusunda ciddi soru işaretlerine yol açtı.

ABD ve bazı Batılı devletler İsrail'e koşulsuz destek verirken, bazı Arap ülkeleri bir yandan halkın öfkesini yatıştırmaya, diğer yandan da kendi çıkarlarını korumaya çalışıyor.

Cumartesi günü Suudi Dışişleri Bakanı Faysal Bin Ferhan, bu ayın başında Riyad'da düzenlenen Arap-İslam Ortak Olağanüstü Zirvesi'nden bir heyetin Gazze'de derhal ateşkes sağlanması için çeşitli dünya başkentlerine gideceğini açıklamıştı.

Bu gezinin ilk durağının Çin olması ve ardından Rusya'nın gelmesi, Arap devletleri arasında Doğu'ya doğru bir kayma olasılığı konusunda soru işaretleri doğurdu.

Bazı güçlü Arap devletleri son savaşın patlak vermesinden bu yana dikkatli diplomatik oyunlar oynuyor.

Son savaş, 7 Ekim'de Hamas öncülüğünde İsrail'in güneyine düzenlenen saldırıda 1.100'den fazla İsraillinin ölmesiyle başladı. İsrail'in Gazze'ye yönelik amansız bombardımanı ve kara işgali 14.500'den fazla Filistinlinin ölümüne ve bölgenin sivil altyapısının önemli bir kısmının tahrip olmasına neden oldu.

Tüm Arap ülkeleri İsrail'in Gazze'deki saldırılarını kınayan açıklamalar yayınlarken, İsrail ile yakın zamanda barış anlaşmaları imzalayan ülkeler büyük ölçüde bu devletle olan yeni ilişkilerini güvence altına almakla ilgileniyor.

ABD'nin arabuluculuğunda 2020'de başlayan İbrahim Anlaşmaları, İsrail'in Birleşik Arap Emirlikleri, Bahreyn, Sudan ve Fas ile diplomatik bağlar kurmasını sağladı. 7 Ekim'den önce Suudi Arabistan ilişkileri normalleştirecek bir sonraki ve tartışmasız en önemli devlet olarak görülüyordu.

Chatham House'un Ortadoğu ve Kuzey Afrika programında yardımcı araştırmacı olan Elham Fahro Middle East Eye'a yaptığı açıklamada, "Suudi Arabistan İsrail ile normalleşme görüşmelerini askıya alarak nispeten güçlü bir duruş sergiledi" dedi.

Fahro, "Ancak İsrail ile halihazırda ilişkileri olan Arap devletleri çoğunlukla bu ilişkileri tehlikeye atmayı reddetti." diye ekledi.

2 Kasım'da Bahreyn parlamentosundan yapılan açıklamada Manama'nın İsrail büyükelçisini geri çağırdığı belirtilirken, medyada yer alan diğer haberler bu iddiayı yalanladı ve ülkenin dışişleri bakanlığından ise hiçbir yorum gelmedi.

Diğer İbrahim Anlaşması imzacılarından benzer bir adım gelmedi. Filistin politika ağı Al-Shabaka'nın ABD politikaları uzmanı Tarık Kenney-Şava, bu göreceli eylemsizliğin Filistinliler için çok da şaşırtıcı olmadığını söylüyor.

MEE'ye konuşan Kenney-Şava, "Filistinlilerin çoğu bölgedeki Arap liderlerin tepkisi ya da tepkisizliği karşısında derin bir hayal kırıklığı yaşıyor" dedi ve ekledi: "Nihayetinde Filistinliler Arap halkının, Arap sokaklarının davalarını derinden desteklediğini biliyor, ancak konuşmayı bilen ama asla adım atmayan liderler tarafından terk edilmiş hissediyorlar."

"Tarihsel birlikten çok uzak"

İbrahim Anlaşmaları'ndan onlarca yıl önce İsrail ile barış anlaşmaları imzaladıkları için eski normalleşme rejimleri olarak bilinen Mısır ve Ürdün'den İsrail'e karşı göreceli bir baskı geldi.

Mısır Cumhurbaşkanı Abdülfettah Sisi Gazze'deki nüfusun Mısır'ın Sina bölgesine göç ettirilmesi planlarına şiddetle karşı olduğunu açıkça ifade etti.

Ancak Kahire, Gazze ile Refah sınır kapısını daha aktif bir şekilde açma konusundaki isteksizliği nedeniyle eleştirilere maruz kalıyor.

Ürdün ise Amman'daki İsrail büyükelçisini sınır dışı etti ve kendi büyükelçisini geri çağırdı. Ayrıca iç baskılar nedeniyle İsrail'le yaptığı su karşılığı enerji anlaşmasından da çekildi.

Bu iki devlet de Gazze ile dayanışma için eylem yapan vatandaşlarını takip edip gözaltına alırken, bir yandan da İsrail'e karşı daha sert tutumlar sergileyerek halkın öfkesini yatıştırmaya çalışıyor.

Kenney-Şava, "Sisi, Kral Abdullah ve Muhammed Bin Salman gibi Arap liderler, normalleşme anlaşmalarından ya da müzakerelerden çekilmekle tehdit etmek gibi İsrail'e baskı yapmak için kullanabilecekleri kozlara sahipler" diyor.

Kenney-Şava, bu devletlerin hala Batılı ülkelerden aldıkları desteği ve faydalandıkları güvenlik ve ekonomik anlaşmaları korumayı tercih ettiklerini de sözlerine ekliyor.

Fahro da aynı fikirde ve Arap devletlerinin tercih ettikleri hareket tarzı konusunda bölünmüş durumda olduklarını söylüyor.

Fahro, "Örneğin 1973'teki petrol ambargosu sırasında bu konudaki tarihi birlikten kesinlikle çok uzaktayız" diyor.

1973 Arap-İsrail savaşı sırasında, Batılı devletlerin İsrail'e verdiği desteğe karşılık olarak, dönemin Suudi Kralı Faysal liderliğindeki Petrol İhraç Eden Ülkeler Örgütü (OPEC), aralarında ABD, Hollanda ve Rodezya'nın da bulunduğu birçok Batılı ülkeye petrol ambargosu uygulamıştı.

Ambargo sırasında tek bir petrol varilinin fiyatı dört katına çıktı ve ABD'de ülke çapında yakıt sıkıntısı yaşandı.

İsrail'in Gazze'deki savaşı Katar'ın arabuluculuğunda sağlanan geçici bir ateşkesle devam ederken, Suudi Arabistan'ın devletlere İsrail'e silah ihracatını durdurma çağrısı yapmasıyla birlikte Arapların ortak tutumu ateşkes talebinden ibaret kaldı.

Ancak uzmanlar, Amerika'nın müttefikine desteğini sürdürmesinin eninde sonunda en yakın Arap liderleri üzerinde bile etkili olabileceğine inanıyor.

Kenney-Şava'ya göre bu durum küresel Doğu-Batı ayrımını biraz daha genişletme potansiyeline sahip.

Kenney-Şava, "Arap halkı ve liderleri, ABD'nin Arap kardeşlerini topluca öldürmeyi ne kadar hevesle desteklediğine tanık oluyorlar ve bu da onları Çin gibi diğer güçlerle ilişkilerini derinleştirmeye itecektir." diyor.

Çin'in bölgede hiçbir şekilde ABD'nin yerini alması beklenmese de, Suudi-İran uzlaşmasına aracılık etmesiyle desteklenen Ortadoğu'daki çatışmalara yönelik nispeten yapıcı yaklaşımı, Çin'in daha önemli bir rol oynamasını sağlayabilir.

Fahro'ya göre "Körfez ülkeleri Rusya ve Çin gibi ülkeleri faydalı ortaklar olarak görüyor.

Fahro, "Doğu'ya yönelmeleri, Washington'un bölgeden çekilme niyetini açıkça ortaya koyduğu bir dönemde, ilişkilerini ABD'nin ötesinde çeşitlendirmeye yönelik daha geniş bir çabanın parçası" diye ekledi.

ABD'nin rakiplerinin alternatif ortaklar olması, Körfez ülkelerinin Washington'un istenmeyen bir yönde hareket etmesi halinde Washington üzerinde daha fazla baskı kurmasını da sağlayabilir.

Ancak bu pozisyonlar Filistin davasına gerçek bir destekten ziyade kişisel çıkarlardan kaynaklanıyor.

Kenney-Şava, Arapların İsrail ve Filistin'e yönelik resmi tutumlarını belirleyen ana etkenin bu olduğunu savunuyor ve ekliyor:

"Arap dünyası, ne pahasına olursa olsun kendi iktidarlarını korumaya kararlı, çıkarcı otokratlar tarafından yönetildiği sürece, Filistinliler onların İsrail'e karşı ciddi bir baskı oluşturmasını beklememelidir."


Middle East Eye için Nader Durgham tarafından kaleme alınan bu haber-analiz Mepa News okurları için Türkçeleştirilmiştir. İçerikte yer alan ifadeler Mepa News'in editöryel politikasını yansıtmayabilir.

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Yorumların her türlü cezai ve hukuki sorumluluğu yazan kişiye aittir. Mepa News, yapılan yorumlardan sorumlu değildir. Her bir yorum 600 karakterle (boşluklu) sınırlıdır.

Haberler Haberleri