Cihadi harekete bir bakış - 9: 1979 yılı, bir çağın miladı

İsmail Bahadır

Tarih yazılırken ve tarihten günümüze uzanan olgular değerlendirilirken genellikle belirli bir süreci "dönüm noktası" yahut "milat" olarak vermek genel bir alışkanlıktır. Her ne kadar hiçbir olgu belirli bir senede birdenbire ortaya çıkamayacak da olsa, bir seneyi o olgu için milat kabul etmek, meselenin anlaşılması yolunda önemli bir yöntem olarak kabul edilebilir.

Cihadi akım değerlendirilirken de 1979 yılından bir "dönüm noktası" olarak söz etmek yerinde olacaktır. Tüm İslam alemini derinden etkileyen olaylara sahne olan bu yıl, senelerdir gelişmekte olan cihadi akımın olgunlaşması sürecinde ciddi bir basamaktır. 1979 yılında yaşanan gelişmeler İslam alemini, İslami hareketleri, Müslüman kanaat önderlerini, ulemayı, fikir adamlarını ve bunların da ötesinde halk kitlelerini tahmin edilemez noktalara götürecektir.

1979'da yaşanan ve birer dönüm noktası niteliği arz eden olayları genel olarak şu şekilde sıralamak mümkündür:

11 Şubat 1979: İran Devrimi
26 Mart 1979: Mısır-İsrail Barış Anlaşması
20 Kasım 1979: Kabe Baskını
24 Aralık 1979: Sovyetler Birliği'nin Afganistan'ı İşgali

Bu yıl içerisinde Irak'tan Suriye'ye, Batı Sahra'dan Afrika Boynuzu'na dek İslam dünyasında birçok farklı olay daha yaşanmakla beraber, cihadi akımın doğduğu yeni bir çağın miladı olma özelliğini 1979 yılına kazandıran büyük hadiseler bunlardır.

1979'a gelindiğinde İslam alemi, yazı dizimizin önceki bölümlerinde değerlendirdiğimiz üzere, bir dönüşüm ve hazırlık evresindedir. 1979'a gelindiğinde İslam aleminin birçok bölgesinde İslami hareketler güçlenme aşamasındadır, Entelektüel ve pratik dönüşümler, öne çıkan liderler ve bölgesel gelişmeler İslami-cihadi hareketleri belirli bir noktaya, patlamanın eşiğine kadar getirmiştir.

1979 yılında yaşanan hadiselere ve cihadi akım bakımından neticelerine genel hatlarıyla göz attıktan sonra sonuç kısmıyla yazı dizimizin bu bölümünü de tamamlayacağız:

İran Devrimi

İran'da 1979 yılında yaşanan devrim Şii din adamları öncülüğünde ve Şah karşıtı kesimlerin ortaklığı neticesinde realiteye dönüşmüştür. İran her ne kadar Şii olduğu için İslam aleminden ayrışıyor olsa da bu dönemde İran Devrimi'nin İslam alemini derinden etkilediği aşikardır.

İslam aleminde kurulu rejimlerin halklara karşı pozisyonları, onları baskı altına almaları, dış ülkelerle iş birliği içerisine giderek halkı bastırmaları alışıldık bir durumdur. İran'daki devrim ise İslam aleminde, söz konusu rejimlerinin yıkılabileceğine, bunlar yerine halk kitlelerinin iktidara farklı kesimleri taşıyabileceğine dair bir inanç ortaya çıkarmıştır.

Elbette İran'daki devrimin faillerinin Şii olması, bu devrimin etkisini ve diğer halklara ilham olma durumunu azaltmıştır. Fakat şunu belirtmekte fayda vardır ki Şii siyasi hareketlerin aleyhindeki Ehl-i Sünnet farkındalığı bu dönemde günümüzdeki kadar yüksek değildir. Ayrıca İran devriminin tabiatının doğrudan Şii inancı ekseninde şekillenmediğine, Sünni ve Şiiler arasında vahdet arzusuna dayandığına dair bir düşünce de o yıllarda İslam alemini etkilemiştir.

Sonuç olarak İran Devrimi, 1979 yılının hemen başında, İslam aleminde onlarca yıldır süren uyanış evrelerinin ilk neticelerinden biri olarak görülmüş, "İslam inkılabı" düşüncesinin işaret fişeği olarak addedilmiştir. İlerleyen yıllarda bu hayallerin gerçekleşmediği, İran'da tesis edilen Şii rejiminin muhtevası aşikar oldukça anlaşılır hale gelecektir. Ancak 1979 yılında bu gelişme bugünden oldukça farklı okunmuş, kitleleri etkilemiştir.

Mısır-İsrail Barış Anlaşması

1979 yılında İslam alemi bakımından en önemli gelişmelerden biri de şüphesiz, Arap aleminin lokomotifi niteliğindeki Mısır'ın İsrail ile barışmasıdır. 1978 yılında ABD'deki görüşmeler neticesinde Camp David Antlaşması olarak da bilinen bir ön anlaşmaya varan iki ülke, 1979 yılında resmen barış anlaşması imzalamıştır. Böylece Mısır, Arap  aleminde İsrail ile ilişki kuran ilk devlet olmuştur. Bu döneme kadar İsrail'e karşı savaşlarda Mısır ordusunun başı çektiği göz önüne alındığında; İslam alemi içerisindeki iktisadi, siyasi, fikri ve dini açıdan en önemli ülkelerden olan Mısır'ın bu hamlesinin neticeleri anlaşılabilecektir.

Bir süre sonra Mısır lideri Enver Sedat'ın İsrail'e giderek İsrail meclisinde bir konuşma yapması, tüm bu sürecin üzerine tuz biber ekmiştir. Bu "açılım" süreci nihayetinde 1981 yılında Enver Sedat'ın canına mal olacak, uzun süre hiçbir Arap lider İsrail ile uzlaşacak cesareti bulamayacaktır.

Mısır-İsrail barışı birçok yönden İslam alemini etkilemiştir. 1979 yılından sonra artık hiçbir Arap devleti İsrail ile fiilen savaşa girecek bir güç ve potansiyeli kendisinde bulamamış, Arapların en büyük ülkesi olan Mısır da artık bu politikayı terk etmiş ve ABD'ye hızla yaklaşmaya başlamıştır. Mısır rejimi ise içeride ciddi bir kriz yaşamaya başlamış, İslami-cihadi hareketlerin kendisine karşı bakışı daha da sertleşmiştir. Cihadi akımın, İsrail ile barışarak "ihanetini tescilleyen" Mısır rejimini devirmeye yönelik iradesi artmış, eylemleri daha şiddetli bir hal almıştır. Bu eksende cezaevleri daha fazla cihadi ile doldurulmuş, cihadi akım daha hızlı büyümüştür. Filistin'in ve İslam topraklarının silahlı mücadele ile kurtarılması seçeneğinin artık devlet dışı kesimlerce gerçekleştirilmesi gereken hedefler olduğu düşüncesi güçlenmiştir.

Kabe Baskını

Hararetli gelişmelere sahne olan 1979 yılı bitmeye yaklaşsa da Kasım ayında yaşanan bir diğer olay, İslam alemi için tansiyon dolu sürecin sona ermediğini göstermiştir.

1979 yılının 20 Kasım'ında gerçekleştirilen Kabe Baskını, her açıdan İslam alemi için trajik ve kritik neticeler doğurmuştur. Baskının ayrıntılarını öğrenmek için herhangi bir tarihi içerik okunabilir. Bu noktada biz baskının sebeplerini, sonuçlarını ve bunların doğurduğu düşünceleri incelemeye çalışacağız.

İlk olarak bu baskının ve Kabe'de kan dökülmesinin, İslam aleminde zaten gergin ve ayaklanmış bir vaziyetteki kitleleri nasıl etkilediğini anlamak pek de zor değildir. Kabe'nin kana bulanması birçok Müslüman için trajik, kaotik ve dehşet verici bir duygu durumuna sebebiyet vermiştir.

Bunun yanı sıra, birçok Müslüman tarafından ABD ile olan ilişkileri ve statükocu duruşu sebebiyle eleştirilen Suudi Hanedanı'nın yıkılmasına yönelik düşünce de bu baskınla birlikte daha görünür bir vaziyet almıştır. Baskın sırasında Suudi yönetiminin Fransız ve Amerikan askerleri Mescid-i Haram içerisine sokması, ayrıca baskını tertip edenlere yönelik muameledeki sertlik, Müslüman kitlelerce Suudi yönetiminin "ihanetine" yönelik bir delil olarak görülmüştür. Kabe Baskını'nın Suudi Arabistan içinde ve dışında İslami hareketlerin ve cihadi akımın hassasiyetlerini artırdığını, Müslümanları içerisinde bulundukları kriz sürecini fark etmeye sevk ettiğini söylemek mümkündür.

Yine bu hamleyle beraber cihadi akımın mensuplarının Suudi Arabistan gibi devletler için bir risk barındırdığı ve tehdit haline geldiği görülmüştür. İlerleyen yıllarda birçok devlet cihadi akıma mensup kişilerin "Afganistan'a giderek öldürülmesine" bu sebeple razı gelecektir.

İslam aleminde hicri 1400 yılı, yani yeni yüzyıl böyle bir olayla başlamış, bu kriz tüm İslam coğrafyalarına dalga dalga yayılmıştır.

Sovyetler Birliği'nin Afganistan'ı İşgali

1979 yılı sona ererken, bir süredir beklenen bir gelişme vuku bulmuş, Sovyetler Birliği Afganistan'ı işgal etmiştir. Bu gelişme esasen farklı olaylarla mayalanan 1979 yılının patlama noktası niteliğindedir. 24 Aralık 1979 tarihinde Afganistan'ı işgal eden Sovyet güçleri ülkede komünist idareye karşı savaşan Müslüman Afgan gruplara karşı savaşa dahil olmuştur. Bu durum genel olarak dünyada hususen de tüm İslam aleminde, Sovyetlerce ihraç edilen komünizme karşı mücadelenin nihai halkası olacaktır.

Belirtmemiz gerekir ki bu yıllarda ABD ve Batı'nın İslam alemine yönelik açık tehdidi henüz 1990'lı yıllarda olduğu kadar belirginleşmemiştir. Bu sebeple İslam aleminde aktif tehdit olarak daha ziyade Sovyetler Birliği'nin askeri gücü ve komünizm ihracı görülmektedir. ABD ve Batı'nın etkisi ise daha çok ideolojik-teorik boyutlarda kalan bir iktisadi, kültürel ve fikri işgal olarak görülmektedir.

"İslam düşmanı komünizm" tehdidi 1970'lerin başlarından itibaren Afganistan'ı etkilemiş, burada komünist rejime karşı Afgan Müslümanların lokal direnişi halihazırda başlamıştır. 1979 yılındaki işgal ise sadece Afgan Müslümanlara değil tüm İslam alemindeki hareketlere ve cihadi akıma, Müslümanları tehdit eden Sovyet rejimiyle fiilen mücadele etme fırsatı vermiştir. Bu açıdan tüm İslam alemi Afgan halkına yardım için seferber olmuş, maddi yardımlar toplanmış, on binlerce gönüllü genç Sovyet işgalcilere karşı savaşmak üzere Afganistan'a akın etmiştir. Mısır, Suudi Arabistan, Yemen, Türkiye, Keşmir, Filipinler, Cezayir, Somali... İslam aleminden akla gelebilecek neredeyse her ülkeden Afganistan'a giden gönüllüler, cihadi akımın geleceğine dair önemli bir zemin oluşturacaktır.

Afganistan'da böyle bir zemin oluşması, son yıllarda özellikle Mısır, Biladuş'ş Şam, Arap Yarımadası gibi bölgelerde rejimlerinin ciddi baskısı altında olan cihadi akım mensuplarına bir çıkış kapısı da açmıştır. Birçok İslami hareket-cihadi akım müntesibi, baskılardan kurtulmayı da amaçlayarak soluğu Afgan topraklarında almıştır. Elbette bu durum ilerleyen süreçleri oluşturacak olan temel bir çekirdeği oluşturan ana etkenlerden olmuştur.

Sonuç

1979 yılını cihadi akımın doğuşunda bir milat olarak ele almak kanaatimce yanlış olmayacaktır. Bu yılda yaşanan gelişmelerin bölgesel ve küresel etkilerinin yanı sıra Müslüman kitlelerin, İslami hareketlerin ve cihadi akımların zihin dünyasında yol açtıkları da muazzam boyutlardadır.

1980'den itibaren cihadileri artık daha açık bir savaş, daha aktif bir mücadele beklemektedir. Afganistan Savaşı ile birlikte cihadi akımın aktif savaş tecrübesi de başlamıştır. Mısır, Suudi Arabistan ve İran'daki gelişmeler İslam aleminin geçtiği uyanış süreçlerinin Müslümanları yeni bir döneme götürdüğünü açıkla deklare eden işaretlerdir.

Yazı dizimizin bir sonraki bölümünde, bu döneme dair en büyük şüphe ve eleştirilerin sebebi olan konuya, ABD meselesine eğilmeye çalışacağız. ABD'nin bu süreçte, yani cihadi akımın erken döneminde aldığı pozisyonu, bunun sebeplerini ve neticelerini inceleyeceğiz.


Bu değerlendirmede yer alan ifadeler yazarın kendi görüşleridir ve Mepa News'in editöryel politikasını yansıtmayabilir.

Yorum Yap
UYARI: Yorumların her türlü cezai ve hukuki sorumluluğu yazan kişiye aittir. Mepa News, yapılan yorumlardan sorumlu değildir. Her bir yorum 600 karakterle (boşluklu) sınırlıdır.
Yorumlar (1)
Yükleniyor ...
Yükleme hatalı.