Gazze'deki yeni Nekbe'nin tanıkları anlatıyor: 'Bilinmeyene doğru yürüdük'

İsrail 7 Ekim'de Gazze Şeridi'ne yönelik başlattığı saldırıyla birlikte Filistinlileri yaşadıkları topraklardan sürüyor.

Gazze Şeridi'nin orta kesimindeki El Megazi mülteci kampında BM tarafından işletilen bir okulun sınıflarından birinde, eski püskü bir döşeğin üzerinde oturan 70 yaşındaki Filistinli kadın Şafa el Dahşan, bitkin ve gözyaşları içinde Gazze şehrinin doğusundaki Askula mahallesindeki evinden ayrılışının üzücü yolculuğunu anlatıyor.

Dahşan ve ailesi, İsrail'in 7 Ekim'de kuşatma altındaki bölgeye yönelik bombardıman başlatmasından bu yana zorla yerinden edilen ve Gazze nüfusunun yaklaşık dörtte üçünü oluşturan 1.7 milyon kişi arasında yer alıyor.

Bu onun Middle East Eye muhabiri Aseel Mousa'ya anlattığı hikayesi:

Savaşın başlangıcından bugüne kadar yaşadıklarımızı kelimelerle anlatmak mümkün değil. Gerçek bir dehşet yaşıyoruz. Daha önce hiç yaşamadığım türden karanlık günler.

İsrail ordusu beni telefonla arayarak bölgemizin bir "savaş bölgesi" olduğunu ve Gazze Şeridi'nin güneyine tahliye edilmemiz gerektiğini bildirdiğinde, sürekli, şiddetli ve dehşet verici bombardımanın ortasında evimizin içinde sıkışıp kalmıştık.

Ben engelli bir kadınım, kocam 80 yaşında ve ikimiz de tekerlekli sandalyeye mahkum durumdayız.

16 Kasım'da İsrail bombardımanı evimizin etrafındaki bölgede yoğunlaştı. Torunlarımın ve kızlarımın ağlamalarını ve çığlıklarını halen duyabiliyorum.

O gece evimizi vurdular.

Üç oğlum vardı ama İsrail ordusu oğlum Muhammed'i öldürdü. Ayrıca altı kızım vardı ama kızım Mona'yı, kocasını ve beni çok seven 20 yaşındaki güzel ve sevgi dolu kızları Ragad'ı da öldürdüler.

Oğlum Ahmed'in eşinin her iki bacağında kırıklar oluştu ve yüzünde üçüncü derece yanıklar meydana geldi. Ahmed onu Şifa Hastanesi'ne götürdü ve orada bacaklarına demir çubuklar yerleştirdiler ve bu onlardan aldığımız son haber oldu.

Saldırının ardından evimizden kaçarak komşumuzun evine gittik ve ertesi sabaha kadar orada kaldık.

Korkunç bir geceydi, 70 yıllık hayatımın en kötü gecesiydi. İsrail ordusu sivillerin evlerini acımasızca bombalıyor, evleri sakinlerinin başlarına yıkıyor ve enkaz haline getiriyordu.

17 Kasım'da eşim, küçük oğlum, onun eşi, yedi çocuğu ve ben yola çıktık. Oğlum, kısa bir yürüyüş mesafesinde arabaların ve eşek arabalarının bulunduğu bir noktaya ulaşana kadar beni ve babasını dönüşümlü olarak sırtında taşıdı.

Daha sonra, Gazze'nin kuzeyinden ve batısından yüz binlerce insanın güneye kaçmak için kullandığı ana güzergah olan Selahaddin caddesine kadar bir arabayla gittik.

Oğlum daha sonra beni ve babasını tekerlekli sandalyelerimizde taşıdı ve İsrail'in sözde "insani koridoru" boyunca yol üzerinde cesetler gördük.

Onlar için ağladım ve şöyle dedim: Bu oğlum Muhammed'in cesedi, bu da kızım Mona'nın cesedi. Burada kızımın kocası yatıyor, şurada da kızı Ragad.

İsrail askerleriyle karşılaştık. Bize nereye gideceğimiz ve yolun hangi tarafında olacağımız konusunda emirler verirken kimliklerimizi gösterdik. Genç erkekleri tutukluyor, bazılarını soyunmaya zorluyorlardı.

Çocuklara ya da yaşlılara karşı ne merhamet ne de saygı vardı. Çoğumuz nereye gittiğimizden emin olmadan bilinmeze doğru yürüdük.

Göç yolculuğu dehşet vericiydi. Bombalanan evlerimizi ve eşyalarımızı Gazze'de bırakarak güneye doğru kaçtık. İsrail, 50 yılı aşkın süredir yaşadığım evimi hatıralarımdan sildi.

Ahmed ve ailesiyle iletişim kuramadım ve İsrail güçlerinin Şifa Hastanesi'ni kuşatması, bombalaması ve baskınından sonra akıbetleri hakkında hiçbir şey bilmiyorum.

Sonunda güneydeki Gazze Vadi'sinin ötesine ulaştık ve hayatımda ilk kez eşeklerin çektiği bir arabaya bindim. Bizi El Megazi kampına götürecek bir araba bile bulamamak utanç vericiydi çünkü İsrail'in kuşatması nedeniyle yakıt bulmak imkansızdı.

El Megazi'deki BM okulundaki durum inanılmaz derecede trajik.

Ciddi bir yiyecek, yatak ve kışa uygun battaniye sıkıntısı var. Geceleri kendimi titrerken buluyorum. Bu barınaktaki beşinci günümüz ve temel yaşam ihtiyaçları yetersiz.

Yaşlı kocam gecesini gündüzünü okul bahçesindeki bir çadırda geçiriyor. İki gün önce şiddetli yağmur yağdı ve çadırlar sular altında kaldı.

Soğuk dayanılmazdı ve yanımızda kışlık kıyafet ya da bizi kışın soğuğundan koruyacak herhangi bir şey getirmemiştik...

Kaynak: Mepa News, Middle East Eye

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Yorumların her türlü cezai ve hukuki sorumluluğu yazan kişiye aittir. Mepa News, yapılan yorumlardan sorumlu değildir. Her bir yorum 600 karakterle (boşluklu) sınırlıdır.

Haberler Haberleri