İslam münazara mevzuu değildir

Cahit Zarifoğlu

Okullarda tertip edilen münazaraları bilirsiniz. Gruplardan biri şunu, diğeri aksini savunur. Neticede mevzuunu iyi savunan münazarayı kazanır.

Hakem heyeti puan verirken, tezlerden doğru olanını seçmek gibi bir gayrete sahip değildir. Münazaradaki tezlerden herhangi biri, herkesce bilinen kesin bir “doğru”, diğeri “yanlış” olabilir. Fakat hakem heyeti evvel emirde grupların meseleyi ele alışlarına, münazara için yaptıkları hazırlıklara, meseleyi ortaya koyuşlarına, ses tonlarına hatta belki de giyim kuşamlarına bile puan verir. Bu tür münazaralarda dikkat edilen hususların bu saydıklarımız olması normaldir. Zira amaç öğrencilerin bir konuyu çeşitli kaynaklardan araştırmayı öğrenmeleri, onu ilkin bir metin halinde kağıda dökmeleri ve nihayet bir kalabalık önünde inandırıcı bir şekilde savunmalarıdır. Bu bilindiği için yalnız hakem heyeti değil, dinleyiciler de dikkatlerini “doğru" olana değil, “iyi savunma yapana” verirler.

İşte şimdi, gerek seçim mitinglerinde, gerek radyo ve televizyonda, çeşitli parti sözcüleri tarafından, çeşitli tezlerin savunulduğuna şahit oluyoruz. Bu insanları dinlerken tavrımız ne olacaktır? Müslümanlar olarak seçimimizi yaparken, konuşmacıların mensup oldukları partiye duyduğumuz sempati veya antipati, onların ses tonları veya giyinişleri etkin olacak mıdır? Yoksa bütün yan tesirlerden kurtularak, adamların söylediklerini, niyetlerini, şimdiye kadar yapıp ettiklerini, yalnız ve yalnız İslâmî açıdan değerlendirerek mi karar vereceğiz?

Görülüyor ki Müslüman, bu konuda da zor bir görev altındadır. Müslümanlar demokrasi ile idare edilen bir ülkede, mecburi olarak parti mücadelesi yapmak durumunda bulunuyorlar. Ama Hıristiyan Batı ülkelerinden alınan bu mücadele şeklinde, kalabalıkların taraf tutmalarında rol oynayan hususlar, birtakım kişilere duyulan sempatiler, birtakım menfaat ilişkileri, birtakım kapılmalar ve hırslar ve madden hâkim durumundaki grupların reklam ve propaganda furyaları ile onlar üzerinde kurdukları psikolojik sultalardır. Partili mücadelenin mahiyeti bu şekilde ortaya konunca, Müslümanın ne kadar dikkatli ve uyanık olması gerektiği ortaya çıkıyor. Düzenin gözbebeği partiler içinde yer alan Müslüman grupların bu dikkat ve uyanıklığı gösteremedikleri, Hıristiyan Batı usulü parti mücadelesi içinde eridikleri ortadadır. Kendilerini bâtılın yoğun propaganda ve reklamına terk etmişlerdir. Reyleriyle meclise soktukları insanların, İslâmî açıdan, zararına bir seçim olduğunu fark edecek ferasetten bile mahrum haldedirler. Üstelik bunu kendilerine hatırlatanlara kin besliyor, yakın dostları bile olsa, İslâmî gayretle hareket eden bu insanları defterden silmekte tereddüt etmiyorlar.

Bâtıl hemen hemen iki asırdır geçerli hale getirilmiştir. Bâtılla hakkın mücadele ettiği ortamda, Müslüman yığınlara neyin “doğru” olduğu unutturularak, neyin çok konuştuğu, daha çok reklam edildiği ve allanıp pullanıp sunulduğu önemsetilmiştir . Sadece televizyondaki seçim konuşmalarına bakarak da, nisbetsizliği anlayabilirsiniz. Hakkın savunucusu olanlar bir kere konuşurken, bâtılın savunucusu olanlar ondan daha fazla, kat kat konuşuyorlar. Acı olan, birçok Müslümanın şuursuzca, bangır bangır bağıran “yanlış”ın arkasından gitmesidir.

İslâmî bakımdan titiz olan herkesi baştacı etmek durumundayız. Müslümanlar nerede olursa olsun bu insanlara muhtaçtır. Onlarda muhalefetten çok bir uyarı niteliğinde olan bir unsuru, sırf bir muhalefet gibi ele alıp, bunun genel olarak “partiler'e duyulan alerjiyle birleştirenler, neticede, isteseler de istemeseler de, şerre hizmet etmiş olurlar.

Müslüman olarak demokrasi tipli partilere, materyalizmin kurumlarına alerjiniz olabilir. Ama “Hakimiyet Allah’ındır” diyen insanlar, sırf bir vasıta olarak gördükleri bir “parti” çatısı altında diye, onlara da anlayışsızlıkla aynı duyguyu beslemeye kalkmak izah edilebilecek gibi değildir. Bu durumu, “bazı İslâm dışı çevreler, bunları da kullanıyor ” diye izah etmeye, umarız hiçbir zaman mecbur kalmayız.

Müslümanlar olarak içinde yaşadığımız rejim belimizi ikiye büküyor. Yarım asırdır sırtımızda çirkin bir kambur taşıyoruz. Yükümüz ağır, sorumluluk duygumuz ise zayıf. Kamburun farkında olmayanlar milyonlarca. Yardımlaşma hissimiz güdükleşmiş. İslâm dünyasının her tarafında Müslümanlar mı katlediliyor, yoksa Mecusiler mi umurumuzda değil. Gafletin kuyusu içinde ilmimizin, ehliyetimizin, memuriyetimizin vasfına bakmadan üzerimize vazife olmayan mevzuların tartışmasına dalmışız. Maişet derdi ise baş meselemiz.

İşte siyasî şuurdan yoksun Müslümanların içinde bulunduğu durum. Rejimin gözde partilerinin arkasından giden bu Müslümanların içinde bulunduğu durum bizim için en büyük problemi teşkil ediyor. Bu insanlar bizim gibi İslâm'a âşıktırlar. Şeriat için canlarını verirler. Fakat rejim onları siyaset konusunda laikleştirmiştir. Yıllar yılı seçimlerini mutlaka şerrin içinden yapmak zorunda bırakılmışlardır. Kafaları demokratik düzenin seçim sistemine şartlanmıştır. Hiçbir zaman İslâm davası güden bir teşkilat önlerine alternatif olarak konmamıştır. Şahsiyetleri adeta ikiye bölünmüştür. İslâm'ı adeta özel olarak yaşarlar ve tavsiye de ederler. Ama takım tutar gibi parti tutarlar. Hayatın her sahasında Şeriat’ın buyurduğu tavrı almak zorunda olduklarını idrak etmek istemezler. Bu insanlar inançları gereği bizimdir.

Bir Değirmendir Bu Dünya, 146-148


Bu yazıda yer alan ifadeler yazarın kendi görüşleridir ve Mepa News'in editöryel politikasını yansıtmayabilir.

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Yorumların her türlü cezai ve hukuki sorumluluğu yazan kişiye aittir. Mepa News, yapılan yorumlardan sorumlu değildir. Her bir yorum 600 karakterle (boşluklu) sınırlıdır.