İslami çalışmalara ilişkin derslerimizde yönteme ilişkin en temel kısım, inkılap merkezli ıslahat çalışması meselesi.
Konuya ilk olarak inkılap ve ıslahat kavramlarını kısaca tanımlayarak başlayabiliriz. İnkılap değişimi, dönüşümü, biçim ve hal değiştirmeyi, bir halden diğer hale geçişi ifade eden bir kavramdır. Sosyal ve siyasal meselelere dair köklü, esasi değişimleri ifade eder. Islahat ise esasen bir şeyi düzeltmek, ıslah etmek, halini düzene koymak, iyileştirmek demektir.
Bu kavramların İslami çalışmalar bakımından içerdiği anlamlar da benzerdir. İnkılap ile kasıt batıl düzenlerin hak düzen ile değişmesidir. Siyasi düzenler, sosyal düzenler, eğitim düzenleri, ahlak düzenleri, iktisadi düzenler... İnsanın aklına gelebilecek herhangi bir düzenin değişmesi ve yerine yenisinin gelmesi kast edilir. Islahat ile kastedilen ise insanın ve yaşayışının düzenlenmesi, İslam'ın esaslarına göre tashih edilmesi, güzelleştirilmesi, Allah azze ve celle'nin buyruklarına uygun bir hale sokulmasıdır.
"İnkılap merkezli ıslahat çalışması" ifadesi ise, asıl hedefi inkılap olan, yani mevcut batıl düzenleri değiştirmek olan bir ıslahat çalışması yapılmasıdır. Yani insanın, ailenin, mahallenin, toplumun, devletin, dünyanın İslam daveti yoluyla ıslah edilmesi, bunun da köklü bir düzen değişikliği hedefine uygun olan yol, yöntem ve zihniyetle yürütülmesidir.
İnkılap merkezlilik ne demektir?
Söylediğimiz üzere, dünya üzerinde şu anda maalesef Allah azze ve celle'nin hükümlerine de insanın fıtratına da tamamen ters bir düzen bulunuyor. Bu düzen, insanı hem uhrevi olarak hem dünyevi olarak ifsad ediyor. Bu ifsadın neticesi olarak da yeryüzündeki tüm yaşayış bozuluyor. Bu özellikle İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra galip devletlerin nihai hâlini verdiği dünya sistemi eliyle yürütülüyor. Bu sistem, kendi çıkarlarından başka bir şey düşünmeyen şeytani odakların başında bulunduğu, insanı ifsad ederek yönetilir hale getirmeyi hedefleyen bir sistem.
İnsana sürekli haz peşinde olmayı ve kapitalist tüketim ahlakını dayatan, eşcinsellik gibi sapkınlıkların reklamını yapan, Müslümanları katledip bunu meşru gösteren bir sistem. Öyle ki bu sistem İslam ile ve İslam şeriatının tatbikiyle açık bir savaş halinde. Ancak söz konusu olan Haçlıların ve Siyonistlerin zulümleri olduğu zaman, bunlara karşı mahcup kınamalarla yetiniyor.
Maalesef dünya üzerindeki devletlerin, siyasi oluşumların, ideolojilerin tamamına yakını bu küresel küfür sistemine göbekten bağlı veya entegre durumdalar.
İşte bizim inkılap dediğimiz mevzu burada başlıyor. Bizler bu düzeni, bu zihniyeti ve uzantılarını yıkarak İslami bir düzeni kurmayı, insan yaşayışını Allah azze ve celle'nin vahyine göre tanzim etmeyi maksat ediniyoruz. İnkılap merkezli olmak hayatın her alanında işte bu düşünceyi kendine rehber edinmektir. Beşeri küfür düzenlerinin ortadan kaldırılarak İslami düzenlerin oluşturulmasına odaklanmaktadır.
Mevcut küresel düzen
Mevcut küresel küfür düzeni Avrupa merkezli olarak ortaya çıktı. Bir yandan doğrudan askeri güç, diğer yandan da kapitalist sermayeyi kullanarak, dünyanın farklı farklı yerlerinde kendisini egemen kıldı. Avrupa'da krallıkları ve kilisenin düzenini yıkarak egemen oldu. Çin ve Rusya'da komünizmi saf dışı bırakarak kendisine uymaya mecbur bıraktı. Afrika'da, Avustralya'da, Kuzey ve Güney Amerika'da geleneksel bağları, kabilevi bağları, yerel dinleri yıktı ve bunun üzerine kendini inşa etti. İslam alemini işgal ederek İslam şeriatına dayalı hayat düzenini kamusal alandan uzaklaştırdı. Tüm bunlar arasında halen direnme kabiliyetini koruyan ve küresel düzene meydan okumayı başarabilen tek düzen aslında İslami düzen. Bu da bizi içerisinde bulunduğumuz noktanın önemini kavramaya itiyor.
Batılı güçler bu zihniyeti, bu küfür düzenini cebren, güç kullanarak dünyaya dayattı. Organize olarak şiddet uygulama konusundaki etkinlikleri, ayrıca hiçbir değer yargısının kendilerini sınırlamayacağına olan inançları onları bu noktaya getirebildi. "Geçmişte kalan" herhangi bir değer yargısının artık insanı bağlamayacağını söylediler ve buna göre hareket ederek, tek değer yargısının çıkar ve güç olduğu algısı üzerinden yeni bir sistem oluşturdular.
Dünyada daha önce görülmemiş şeyler yaptılar. Kızılderililer gibi milyonlarca insanı katlettiler. 1490-1700 yılları arasında Kuzey Amerika, Güney Amerika, Karayipler, Pasifik ve çevre bölgelerde yaşayan insan nüfusunun yüzde 90'ından fazlasını öldürdüler. Bu 100 milyonu aşkın bir nüfus anlamına geliyor. Bunların çoğu "Kızılderililer" tabir edilen kimselerdi. Ayrıca Afrika ve Asya'da 100 milyon civarında insanı topluca köleleştirdiler. Bu dönemde Afrika'da yaşayan her 10 insandan 8'inin köleleştirildiği belirtilir. Bunlar çalıştırılmak üzere Amerika gibi uzak bölgelere götürüldü. Çoğusu balık gibi istiflendikleri gemilerde öldüler. Yani o dönem mevcut dünya nüfusunun üçte birini öldüren veya köleleştiren, geri kalanların ise topraklarını istila eden bir güçten bahsediyoruz.
Amerika'daki yerlilere yönelik katliamlar istila sonrasında da devam etti. Biliyorsunuz, halen daha Kanada'daki kilise bahçelerinden toplu çocuk mezarları çıkıyor. Bunlar, Kızılderililerden zorla alınıp kilise okullarına yerleştirilen ve resmen ölüme mahkum edilen çocuklar.
Batılılar hiçbir değer tanımayarak bir sistem inşa ettiler ve halen de tanımıyorlar. Ve dünyada da bu şekilde bir insan tipi, bu şekilde biz zihniyet oluşturdular. Zevkleri peşine düşen, sorgulamadan üreten, sorgulamadan tüketen, lüks içine batan, maddeden başkasını düşünmeyen, hayvani bir insan modeli...
Neden inkılap?
Bizler inkılap dediğimizde aslında tam olarak bu düzeni değiştirmeyi hedef alıyoruz. Hiçbir ilkesi, hiçbir kutsalı, hiçbir ahlakı, insana yönelik hiçbir manevi düşüncesi olmayan, sürekli tüketmeyi, yok etmeyi, hazzı önceleyen bu sistem, insanın dünya ve ahiret saadetinin en büyük düşmanıdır. İnsanın dünya ve ahirette saadete sahip olabilmesi için bu düzenin ortadan kalkması ve bir İslami düzenin gelmesi lazımdır. Bu ancak mevcut düzenin yok edilmesi suretiyle bu mümkün olabilir. Çünkü bu düzen durdukça, bizler insanları ıslah etmeye çalışırken bu düzen onları çok daha büyük bir hızla ifsad ediyor. Ve ifsad etmek ıslah etmekten daha kolaydır.
Rasulullah sallallahu aleyh vesellem, Mekke ve Medine'deki muhteşem mücadelesinde asla tavizkar olmadı. Asla sisteme dahil olmayı, küfrün önderleriyle uzlaşmayı düşünmedi. Bilakis bu küfür düzenini değiştirmeyi, yok etmeyi, yerine İslam'ı saf ve duru haliyle egemen kılmaya gayret etti. Nübüvveti boyunca bu yolda sebatla yürüdü.
Bu, esasen inkılap merkezlilik dediğimiz şeyin temelidir. Biz Müslümanlar hiçbir zaman mevcut sistemden razı olmak, mevcut sisteme entegre olmak, mevcut sistemin imkanlarına kanıp sistemin bir parçası olmak veya bu sistemi "içeriden değiştirmek" gibi yalanlara kapılmamalıyız.
Çünkü beşeri küfür sistemlerinin temel meselesi, kendisini ana referans kaynağı ve herkesin ortak kabulü haline getirmektir. Kendine muhalif olanları dahi kendine bağlı hale getirmek, muhalefeti sistem içerisinde yaptırmaktır. Muhaliflerine dahi kendisini kabul ettirmektir. Bugün baktığımız zaman bu beşeri sistemlerin olduğu ülkelerde sağcılar da, solcular da, muhafazakarlar da, komünistler de, İslamcılar da hepsi düzene dahildir. Hepsi "demokratik değerlere saygı", "halkın egemenliğine saygı", "laikliğe saygı", "sandıktan çıkana saygı" gibi söylemlere sahip çıkıyor. Neden? Çünkü sistem onlara bunu telkin ediyor. Onlar da bu sistemi bir meşruiyet sebebi, bir varlık sebebi olarak kabul ediyor.
Oysa bizler için bir şeyin meşru veya gayrimeşru oluşunun kaynağı nedir?
Bizatihi Allah azze ve celle'nin hükümleridir. Bize göre bir şeyin meşru olması da olmaması da bu temel üzerinde şekillenir. Mesela sırf seçimle geldi diye biz bir yönetimi meşru kabul edemeyiz. Şayet bu sistem Allah'ın hükümlerine savaş açmışsa, Allah'ın hükümlerini tanımıyor ya da uygulamıyorsa, bize göre o yönetim meşru değildir. Ama "meşruiyet" denildiği zaman, zihniyeti bugünün dünyasına göre şekillenmiş kimseler "seçim kazanmayı", "sandıktan çıkmayı", "demokratik usullere göre belirlenmeyi" algılar. Ancak bizler inanıyoruz ki, isterse bir halkın her bir ferdi, yani yüzde 100'ü dahi bir kişiye yöneticiye vermiş olsun, eğer o yönetici Allah'ın hükümlerini uygulamıyorsa, bu yönetici bize göre meşru değildir.
İnkılap nedir?
İnkılap demekle maksadımız aslında mevcut batıl düzenlerin ve İslam'a uygun düzenlerle değiştirilmesidir.
Elbette bu değişim İslami olmak zorundadır ve bizlere göre, İslami olmayan hiçbir yönetim meşru kabul edilemez. Çok şerli bir sistemin yerine daha az şerli bir sistemin gelmesi elbette memnun edici bir şeydir, fakat bu bizim kendisiyle yetineceğimiz ve meşru kabul edebileceğimiz bir değişim olamaz.
Bu gerçeği kabul etmekle birlikte biz, dünyanın diğer bölgelerinde mevcut batıl ve Batılı rejimlerin, sistemlerin, düşüncelerin yıkılıp yerlerine daha tabii ve daha insani sistemlerin gelmesini de Müslümanlar olarak destekleriz. Örneğin, biz Çin'de insanı ezen, yok eden, sömüren, tamamen maneviyattan uzaklaştıran, onu kullanan komünist sistemin yıkılmasını ve yerine daha adil, daha insani olacak bir sistemin gelmesini elbette isteriz ve destekleriz. Bunu yaparken, yıkılan sistemi de yerine gelen sistemi de meşru kabul etmemeye dikkat ederiz. Ayrıca sistem değişimlerinin İslam'a ve Müslümanlara maslahatlarını da değerlendirir ve böyle hareket ederiz. Bizim için en önemli olan şey İslam'ın ve Müslümanların maslahatlarıdır.
Peki inkılap, yani sistemin değişimi nasıl mümkün olabilir? Sağlıklı bir sistem değişiminin geniş kapsamlı vesileleri vardır ve bunların tamamı güç ve gücün kullanımı üzerinden şekillenir.
Düşünür Jacques Mallet du Pan şöyle söylüyor:
"Özü bakımından ihtilal iktidarın el değiştirmesidir. İktidar devleti koruma gücünü veya kendini koruma cesaretini kaybetmişse ihtilal kopar."
Müslümanlar mevcut düzenleri değiştirmek için vesilelere ihtiyaç duyar. Siyasi, sosyal, fikri, askeri, iktisadi, eğitimsel, dini vd. güç elde etmek bunun vesileleridir. Bizlerin zihninde yerleşmiş olan bir yanılgı, iktidarı ve otoriteyi siyasi iktidar ve otoriteden ibaret görmek. Oysaki bu iktidarın sadece bir parçası ve sistemi değiştirebilmek için bunun çok daha fazlası gerekiyor. Sadece siyaseti ele geçirerek bir değişim yapabileceğini sanmak da siyasetle hiçbir şekilde ilgilenmeden bir değişim yapabileceğini sanmak kadar hatalı.
Burada bizlerin ortada buluştuğumuz fikir ise şu: Biz deriz ki, Müslümanlar olarak Allah'ın izin verdiği, helal kıldığı her alanda bir iktidar, bir güç oluşturma çabası içerisinde olmalıyız. Yani Müslümanların medya organları, yayınevleri olmalı. Müslümanların televizyon kanalları, internet kanalları olmalı. Müslümanlar oyun üretmeli. Müslümanlar animasyon üretmeli. Müslümanlar fikir üretmeli. Müslümanlar çay ocağı işletmeli. Müslümanlar mahallenin belli başlı yerlerinde oturmalı. Müslümanların caiz olan ölçülerde tiyatro okulları olmalı. Müslümanların caiz olan ölçülerde spor kulüpleri olmalı. Müslümanlar siyasetin içerisinde olmalı, demokratik küfür sisteminin siyasetinin değil, insan yönetme anlamına gelen siyasetin.
Bunların hepsi iktidar vesileleridir. Biz bugün iktidar vesilelerine sahip olursak, toplumun vereceği refleksleri, bunların dozajını ve yönünü biz belirleriz. Başkaları bu iktidar vesilelerine sahip olursa onlar belirler.
Bugün Türkiye'de popülizm geçer akçe olduğu için popülist odaklar söylem iktidarını ele geçiriyor. Siyasi iktidar kim olursa olsun, tüm bürokrasiyi elinde tutsa bile sistemin tamamını değil, sadece bir parçasını kontrol etmiş oluyor. Çünkü kültürel, sosyal vd. alanlarda bir güce sahip olmuyor. Örneğin bugün Türkiye'de tiyatrocuların büyük kısmı yakını sol görüşlü insanlar. Ve insanların geneli bunları istese de istemese de takip ediyor, hatta bazıları bunların görüşlerine değer veriyor. Bu insanlar her yerde görünüyor, görüşleri soruluyor. Çünkü tiyatro kültürel bir iktidar vasıtası.
Elbette bu, bazı kişilerin anladığı gibi, caiz olmayan hatta bazen küfür sınırına giren işlerin yapılması gerektiği gibi bir anlama gelmez. Zira Müslüman, Allah'ın emir ve yasaklarıyla sınırlıdır. Nihayetinde Allah azze ve celle, hiçbir Müslümandan İslami egemenliği tesis etmek için haram olan bir ameli yapmasını istemez, bunu zorunlu kılmaz.
Müslümanların ahvali
Bu konuda değinilmesi gereken bir diğer konu şu: Müslümanlar aslında bu şeyleri yapmıyor değiller, yapıyorlar. Çevremize baktığımızda birçok insan bahsettiğimiz benzer konumlarda bulunuyor. Ama maalesef Müslümanlar, daha önce bahsettiğimiz duruş ve ilişki mevzusunda gerekli birikimine sahip olmadığı için bulunduğu ortama şekil vermek yerine, zamanla bulunduğu ortamın şeklini alıyor. Zamanla da inkılap merkezli olmadığı için, yani düzenin değişmesi diye bir derdi olmadığı için, düzen onu değiştirmeye başlıyor.
Mesela Müslüman tiyatrocular yok mu? Var. Müslüman öğretmenler, doktorlar, mühendisler, avukatlar vesaire yok mu? Var, hem de çok fazla. Ama maalesef bu kimseler inkılap merkezli olmadığı için, duruş ve ilişkiler hususunu idrak edemediği için bulunduğu kabın, bulunduğu ortamın şeklini alıyor. Ve zamanla, insan çok uzun süre rol yapamayacağı için, yaşadığı o hayatı, o tarzı, o düşünceyi benimsemeye başlıyor. Değişmeye başlıyor, başkası olmaya başlıyor.
O yüzden bir Müslümanın inkılap merkezli, yani düzenin değişmesi merkezli olması elzem, hayati bir şeydir. Baktığı her noktada bozuklukları fark edip değiştirmeye odaklanmalı, İslami bir duruş ortaya koymalıdır. Örneğin bir insan eğer bulunduğu yerdeki gidişata inkılap merkezli bakarsa, buradaki olumsuzlukları ve hataları dile getirip düzeltmeye çalışır. Ama böyle bir düşüncesi yoksa "çok fazla kurcalamayayım, bana zarar gelmesin" diye düşünür. İslam alametlerini göstermekten de uzaklaşır. İnkılap merkezli olmadığı için, sistemi inkılap dışındaki şeylerle, "içeriden" değiştirebileceğime inandığı için sistem onu değiştirmeye başlar.
Bu noktada sistem derken sadece siyasi rejimler aklımıza gelmemeli. Örneğin Osmanlı'da siyasi rejim değişmeden önce, laik-demokratik düşünceler oluşmaya başlamadan önce sosyal ve kültürel durum değişti. İktisadi sistem değişti. İki-üç asırda toplum değişti, hayat değişti, dünya değişti, zihniyet değişti. Bu insanlara sirayet etti. Tüm yazarlar, fikir adamları, aydınlar buna göre şekillendi. Ve nihayetinde bir inkılap oldu. Mustafa Kemal'in inkılapları da bu değişimin son halkasıydı. Değişim zaten asırlar boyunca oluşmuş ve geriye sadece siyasi rejimi değiştirmek kalmıştı.
Müslümanlar da benzer şekilde inkılap merkezli düşünerek bu değişimleri hayata geçirmek zorunda. Küfrün bozduğu her şeyi yeniden inşa, yeniden imar etmek zorunda.
Mesele yalnızca mevcut düzenlerin değişmesinden ibaret değildir, bunlar yerine İslami bir düzenin gelmesi, buna öncelik verilmesi, bu fikrin hayatın özüne oturtulmasıdır. İnsan bu düşünceyle yaşamalı, bu niyetle uyuyup, bu niyetle uyanmalıdır. Elbette bu sistemli ve şuurlu bir şekilde yapılmalıdır. Bu mesele Müslüman olmanın, insan olmanın bir parçasıdır.
Bunu tıpkı şuna benzetebiliriz: Fıtratı bozulmamış, karakteri bozulmamış bir insan, pislik kokan bir yerde oturmaktan rahatsız olur. Dağınık bir yerde durmaktan daralır, huzursuz olur. Neden? Çünkü insanın tabiatında güzellik vardır, nizam vardır, intizam vardır. İnsan kötü kokunun kaynağını bulup onu ortadan kaldırmak, orayı iyi bir yer haline getirmek ister. Çünkü insandır. Çünkü böyle yaratılmıştır. Fıtratı düzgünse iyiye, güzele ve ferahlığa meyyaldir.
Mevcut küresel küfür düzenini sıradan insanlar kurdu. Bu şerri ve şeytanlığı yapanlar da olağanüstü insanlar değildi. Onlar, şeytanın dostlarıydı. Biz ise Allah azze ve celle'nin dostları olduğumuzu söylüyoruz. Mevcut düzeni onlar şeytanla birlikte kurduysa, Allah'ın izniyle biz de rahmani düzeni elimizden geldiği ölçüde kuracağız. Bunu başarmak inşallah, Allah'ın yardımıyla, bizlerin elindedir.
Bu değerlendirmede yer alan ifadeler yazarın kendi görüşleridir ve Mepa News'in editöryel politikasını yansıtmayabilir.