İslami Çalışma Dersleri 8: Duruş ve ilişkiler üzerine

Mahmut Cemil İnce

Bu dersle birlikte, İslami mücadelenin nasıl olması gerektiğine, yani pratiğe dair üç ana başlıktan biri olan "duruş ve ilişkiler" konusuna başlamış olacağız.

Bu konu, kendi içinde üç ana meseleye ayrılıyor. İlki ve şu an bahsedeceğimiz kısmı "duruş ve ilişkiler" şeklinde özetlenebilir. Diğer bahsedeceğimiz kısmı ise, "inkılap merkezli ıslahat çalışması". Üçüncüsü ise "İslami sistem hedefli kadro hareketi".

Konuya girmeden önce şu uyarıda bulunmak gerekir: Bu ve benzeri konularda ortaya konulan bu tür tabirlere haddinden fazla mana yüklememeliyiz. Yani bu kavramlar hakikati ve yöntemi idrak etmek için sadece birer araçtır. Bunları sanki değişmez, mukaddes birer şeymiş gibi görmek, bayraklaştırmak doğru olmaz.

Bazı insanlar kendi benimsedikleri, buldukları veya Kur'an'dan ve sünnet temelinde ortaya koydukları tanımlara bazen haddinden fazla anlam yükleyebiliyorlar. Her şeyi bu tanımlar etrafında şekillendirmeye ve herkesi bu tanımlar içine zorla sokmaya çalışıyorlar. Bizim ise burada bir paradigma inşa etmeye çalışırken ortaya koyacağınız tanımlar ve ifadeler, mefhumlar sadece meseleyi daha iyi anlamaya yönelik. Yoksa olmazsa olmaz nitelikte, yeni bir şey keşfetme iddiasında değiller. Örneğin bir kişi aynı konuda konuşurken, "duruş ve ilişkiler" demeyip "akide ve iletişim" diyebilir. Yani burada bizim izah etmeye çalıştığımız şeyleri farklı kavramlar ve farklı paradigmalar üzerinden izah edebilir. Burada ifade edilmeye çalışılan şey fikrin ve yöntemin kendisidir. Bu yüzden, kelimeler meseleyi anlatmak açısından önemli olsa da bunlara ekstra bir ehemmiyet atfedip bunları put edinmemek gerekir.

Duruş ve ilişkiler ne demek?

Evvela, "duruş ve ilişkiler" dediğimizde ne anlatmak istediğimizi açıklığa kavuşturmalıyız. Meseleye doğrudan bir örnekle başlayabiliriz. Pergel metaforu. Bu oldukça sık başvurulan bir metafordur. Yani bir ayak belirli bir noktada sabit dururken diğer ayak olabildiğince geniş bir çember çizer. İşte burada pergelin sağlam olarak dayandığı nokta duruş, diğer ayağıyla açıldığı alan ise ilişkilerdir.

"Duruş ve ilişkiler" meselesini de iki ayrı tanıma bölerek ilerleyebiliriz.

İlk olarak "duruş" ile başlayalım. "Duruş" derken kastımız gerçekten çok boyutlu bir mefhumu ifade etmektir. Yani İslami açıdan, karakter açısından, siyasi açıdan, fikri açıdan vesaire. Duruş mefhumuna bakılabilecek birçok açı vardır. Duruş dediğimiz zaman kastettiğimiz şey, Müslüman bir ferdin tüm hayatında sahip olduğu ilkeler ve tavırlar bütünüdür. Bunun içine akidevi meseleler, fıkhi meseleler, karakter meseleleri, maddi manevi bütün meseleler dahildir. Ve bu açıkçası insanın hayatta tek başına kalsa da başkalarıyla beraber olsa da yaptığı ve yapabileceği şeylerin hepsini içerisine alan bir mefhum.

Nedir duruş? Duruş denilen şey aslında oldukça ufak işlerden çok büyük işlere kadar yansımalara sahiptir. Örneğin, Rasulullah sallallahu aleyhi vesellem'in şu buyruğunu örnek verebiliriz:

"İmanın yetmiş küsur şubesi vardır. Bunların en üstünü 'Lâ ilâhe illâllâh' sözüdür. En alt derecesi ise yoldaki eziyet veren şeyleri kaldırmaktır. Hayâ da imanın bir şubesidir." (Nesâî, Îmân, 16)

Yani bizim Müslümanca duruşumuzun en büyük ve mühim meselesi Allah'tan başka ilah olmadığını idrak etmek ve bu kelime üzerine yaşamak, en küçük meselelerinden biri de yoldaki taş ve diken gibi insanlara eziyet verecek şeyleri kaldırmaktır. Bunların hepsinin toplamı bizim duruşumuzu oluşturacaktır. Yani bizim duruşumuz iman ve onun gerektirdiği şeylerdir. Müslümanca bir yaşayışın nasıl olacağını ifade eden her tür itikadi ve ameli meseledir.

Duruş konusunda ortaya konulabilecek başka noktalar da vardır. En temeli "vela-bera" meselesidir. Yani Müslümanlara dostluk, kafirlere düşmanlık beslemektir. Aidiyetin İslam'a ve İslam ile irtibatlı olan her türden şeye olmasıdır. Keza Müslümanların sırlarını açık etmemek, yalan söylememek, tağutlardan ve batıl hüküm verenlerden beri olmak, zalimlere düşmanlık beslemek şeklinde uzatılabilir. Söylediğimiz gibi, Müslümanca bir karakterle ilgili olan her türden inanç ve her türden davranış bizim duruşumuzu oluşturur.

Duruş, tüm bu meselelerin bütünüdür. Bunlar duruşun fıkhi-İslami yönünü oluşturur. Müslümanca bir karakter açısından da yalan söylememek, insanları aldatmamak, insanların arkasından konuşmamak, insanlara karşı güvenilir olmak gibi noktalar ifade edilebilir.

Bu duruş, dost ve düşman herkes nazarında bizlerin doğru sözlü, emin ve gerçek bir Müslüman örnek olarak yer almamızı sağlayacaktır.

Elbette bu noktada şunu da söylemek gerekiyor. Her insanın sahip olduğu farklı bir karakter var, her insanın hayatının belli bir yönü, geçmişi, geleceği, bugünü var. Bunların hepsi olan şeyler ve zaten olması gereken şeyler. İnsanın hayatının ve İslami sosyal yapıların tekdüze olmaması, farklılıklarla zenginleşmesi için. Her insanın kendi karakterini, kendi bilgi birikimini bu işin içine katması için. Ama bu farklılıkların bizim duruşumuza engel olmasına, bizim duruşumuzu sabote etmesine de izin vermememiz gerekiyor.

Örneğin, her insanın zorluklara karşı gösterdiği refleks farklıdır. Mesela bazı kişiler zorluklar karşısında diğerleri kadar çetin duramazlar. Bunun yanı sıra bazı kişiler aykırı olmaktan hoşlanırlar. Bu yüzden toplumun baskısına ve tepkisine daha rahat karşı koyabilirler. Örnek vermek gerekirse, birçok Müslüman toplumun tavrı sebebiyle, sünnet üzere sakal uzatmaya çekinir. Ancak karakterinde bu özellik bulunan bir Müslüman, sakalını uzatmak ve kadınlarla tokalaşmamak gibi gereklilikleri daha rahat yerine getirebilir. Ancak karakteri bunun tam tersi olan, topluma uyum sağlamak isteyen Müslümanlar da çoktur. Sakalını haddinden fazla kısaltır, uzatmaya çekinir, yanlış gördüğü noktaları eleştirmekten kaçınır, kadınlarla tokalaşır vesaire. Bunlar çok rastlanılan karakter temelli farklılıklardır. Ama burada temel duruşumuzun İslam itikadına ve İslam fıkhına uygun olması şarttır, karakterimiz nasıl olursa olsun. Fıkhı ve itikadı, karakterimizin arkasına atamayız. İslam fıkhı karşı cins ile tokalaşmayı yasaklıyorsa, karşı cinsle tokalaşamayız. Faizi haram kılıyorsa, faizle hiçbir şekilde iş yapamayız. Karakterimiz ne olursa olsun bu noktada bir anlam ifade etmez. Zira haramlar hususunda karakter ayrımı yoktur.

Duruş da esasen kendisini burada belli eder. Misalen, piyasada çok uygun bir faiz imkânı vardır, kendisine Müslüman diyenler dahi faizle kredi alırken, duruş sahibi bir Müslüman ne olursa olsun almaz. Hatta bankaların sattığı eserleri, yayınladığı kitapları bile satın alırken çekinir. Bu onun duruşunun bir gereğidir. Dünya değişse bile o duruşunu değiştirmezse, Allah'ın izniyle onun hayatında hiçbir şey değişmez. Tıpkı Rasulullah sallallahu aleyhi vesellem'in hakkında "ümmetin emini" buyurduğu Ebu Ubeyde bin Cerrah radiyallahu anh gibi.

Ömer radiyallahu anh halife olduğu esnada Şam'ı ziyaret ettiği sırada Şam Valisi Ebu Ubeyde radiyallahu anh'ın evine misafir olur. Evde sadece, Ebu Ubeyde'ye ait kılıç, zırh ve birkaç parça ev eşyası olduğuna tanık olur. Bunun üzerine "biraz eşya edinseydin ya" diyince Ebu Ubeyde "menziline varmak isteyen bir yolcuya bu kadarı yeter" yanıtını verir. Gözleri dolan Ömer radiyallahu anh "Ey Ebu Ubeyde, dünya herkesi değiştirdi, ama seni değiştirmedi." buyurur.

Bu konuya dair anlatılan hoş bir örnek daha vardır. Derler ki, çölde kum tepeleri vardır. Siz bir gece çölde bir yerde yatarsınız. Kum tepesi solunuzdadır. Ancak uyandığınızda bakarsınız ki tüm kum tepelerinin yeri değişmiş. Soldaki sağa, öndeki arkaya gitmiş. Kendinizden şüpheye düşersiniz, acaba yerimi mi değiştirdim dersiniz. Ancak siz yerinizi değiştirmediniz, yerini değiştiren onlardır. Bu hakikaten güzel bir örnek. Allah'ın izniyle bizler bu sağlam duruşumuzu değiştirmezsek, bir Müslüman olarak, İslami mücadelede yer alan bir kişi olarak, Allah'ın izniyle zaman ve zemin değişse de değerimiz değişmeyecektir.

Müslümanca bir karakter

O yüzden bu açıdan, Müslümanın hem İslami hem de insani açıdan kendini yetiştirmesi, fırsatları değerlendirmesi çok önemlidir. Yani burada "karakter" dediğimiz şey çok kıymetlidir.

Karakter meselesi gerçekten çok önemsenmesi gereken bir meseledir. Bu mesele üzerinde ne kadar durulsa azdır. Zira gerçek bir iman ancak Müslümanca inşa edilmiş bir karakter üzerine bina edilebilir. Bir insanın karakterinde büyük zafiyetler varsa imanı ve İslamı da aynı derecede zaafa uğrar. Bu kişi ne kadar İslam'dan bahsederse bahsetsin ne kadar hararetli konuşursa konuşsun, karakter zaafları onun söylediklerinden daha ağır basar. İnsanlar onu konuştuklarıyla değil yaptıklarıyla tanır.

Ben senin dilinden ve elinden emin değilsem, sana sırtımı döndüğümde ne yapacağından emin değilsem, bu nasıl bir Müslümanlık olabilir? Bir insan sırtını döndüğünde ne yapacağından emin olmadığı biriyle bırak yola çıkmayı, yan yana bile duramaz. Mümkün değildir. Bu minvalde Rasulullah sallallahu aleyhi vesellem şöyle buyuruyor:

"Müslüman, Müslümanların elinden ve dilinden zarar görmediği kimsedir. Muhacir de Allah'ın yasakladığı şeyleri terk eden kimsedir." (Müttefekun Aleyh)

Nefis terbiyesi

Bu yüzden duruş çok önemlidir. Müslümanların duruşlarını koruması, karakterlerini inşa etmesi gerekir. Bunun için de nefis terbiyesi şarttır. Çünkü bu karakter zaaflarını törpülemenin ve sağlam bir duruş ortaya koymanın yolu ciddi bir nefis eğitiminden geçer.

Burada mesele günah işleyip işlememek değildir. Günahsız insan yoktur. Mesele, başkalarına musallat olmamak, başkalarına ihanet etmemektir. Bile isteye fısk ve fücur işlememektir. Bu fıskı ve fücuru insanlar içerisinde yaymamaktır.

Keza insanın (farz olsun, sünnet olsun veya mübah olsun) kendi amellerini insanlar önünde paylaşması da bir karakter zafiyetine işaret eder. Bu belki büyük bir haram değildir ama bu insanın nefsi her yaptığını göstermek ister. İşte insan bu tür küçük şeylerle mücadele etmeye başlamalıdır. Yaptığını kendisi ile Allah azze ve celle arasında sır tutmalıdır.

Başka bir örnek: Bir Müslüman kardeşinle oturuyorsun, bakıyorsun üzgün. Belki sana karşı mahcubiyeti var, belki borcu var, belki senden bir konuda çekiniyor. Münakaşaya varacak bir söz söylüyor. Sen kendini geri çekiyorsun, "varsın ben haklı olmayayım, kendimi kötü hissedeyim ama karşımdaki Müslüman kardeşim mahcup olmasın" diyorsun. Bu üstün bir Müslüman karakterinin işaretidir.

Bu, bir insanın nefsiyle olan mücadelesinde çok üst bir seviyeye geldiğini gösterir. Bu bir duruştur. O adam şunun farkına varmıştır: "Benim nefsim, diğer Müslümanların nefsi karşısında ve İslami çalışmaların maslahatının karşısında hiçbir önem ifade etmiyor." Ve bunu idrak etmiş biri, nefsini ikinci plana, üçüncü, beşinci plana atabilir. Hatta nefsini hiç dikkate almaz. Ayaklarının altına alır. Müslüman kardeşlerinin karşısında nefsini öldürmeyi başarabilmiş bir insandır o.

İşte bu yüzden insan, İslami mücadele yolunda nefsini ayaklar altına almayı başarabilmelidir. Bunun için nefsini sürekli ezmelidir. Gerekirse tuvalet temizlemeli, bulaşık yıkamalı, yemek pişirmelidir.

Müslüman birinin İslami mücadele yolunda nefsini ayaklar altına alması, bunu başarabilmesi oldukça büyük bir iştir. Müslümanın duruşuna da doğrudan katkı sağlayacak bir iş.

"İlişkiler" konusuna geçmeden önce, "duruş" mevzusuna atıfla şunu söylemek gerekiyor: Bir insan ne kadar sağlam duruyorsa, kurduğu ilişkilerin faydasını da o nispette görür. Bir insanın bastığı zemin sağlam değilse, inancından emin değilse, özgüveni yoksa, inancına dair iç huzuru eksikse, o zaman ilişkilerini genişletmeye başladıkça ayağı kayar. Yani pergelin sabit ayağı sağlam değilse, diğer ayağı da düzgün bir daire çizemeyecektir.

Bir örnekle anlatayım: Bir dereden karşıya geçiyorsunuz, taşlara basarak ilerliyorsunuz. "Duruş" işte o taşlardır. Sen o taşın ne kadar sağlam olduğunu biliyorsan, o kadar ileriye atlayabilirsin. Ama kaygan bir taşsa, temkinli ilerlersin. O yüzden duruşun iyi olması, bir Müslüman için özgüvenin teminatıdır.

Müslüman olarak şunun farkında olmamız gerekir: "Ben İslam'ın ne olduğunu, mücadelesinin neden yapıldığını biliyorum ve buna iman ettim. Bu yolda mücadele etmeyi hak ettim. Günahım, hatam, yanlışım olabilir, ama ben bu yolun yolcusuyum Allah'ın izniyle. İnandığım şeye de bu yoldaki duruşuma da güveniyorum. Hakkıyla mücadele ediyorum."

İlişkiler meselesi

İlişki kurmaya da işte bu sağlam zeminle başlanır.

İlişkiden kastımız şu: Müslüman fertlerle ve cemaatlerle ve hatta bunun da ötesinde siyasi taraflarla, partilerle, siyasetçilerle, aklınıza kim gelirse her türlü insanla diyalog… Her kesimle ilişki kurmaktan bahsediyorum. Çünkü yeri geldiğinde sapkın kişilerle de sana "kâfir" diyen insanlarla da seküler yapılarla da, hatta komünist ve dinsiz şahıslarla bile iletişim kurman gerekebilir. Burada ilişki derken samimi ilişki veya dostluk kastedilmiyor. Gerektiği için ilişki kurmak kastediliyor. Rasulullah sallallahu aleyhi vesellem'in Medine'de Yahudiler, müşrikler ve diğerleriyle kurduğu ilişkiler gibi.

Farklı fikirlerden, inançlardan insanlarla temas içinde olmalıyız. Mesela bir adam vardır, bilişim teknolojileri konusunda uzmandır. Müslümanlar bu alanda nasıl faaliyet göstermeli diye onunla istişare etmek gerekebilir.

Veya toplumsal anlamda, akademik anlamda, fikri anlamda vesaire öne çıkan, İslami bir şahsiyet olmasa da dikkat çeken, açıkça İslam'a düşmanlık etmeyen birini düşünelim. Bu kişiyle de yeri gelince görüşmek, oturup istişare etmek gerekebilir. Onu yüceltmek ya da fikirlerini benimsemek için değil, ilişki kurmanın mahiyetini daha iyi anlayabilmek için. Belki ondan bir şey öğreniriz, belki onunla tanışıklığımız olur. Belki bir gün şöyle der: "Bunlar aklı başında insanlardı. Onlar hakkında ağır konuşmayayım."

İşte ilişki kurmak budur: İnsanların zihninde bir iz bırakmak. Davet ve tebliğin temelinde de bu vardır. İnsanlarla asgari düzeyde de olsa iletişimde olmalıyız.

Bunu söylerken kastımız, insanlara yüz göz olmak değil. Aksine, bir duruşun, bir hedefin varsa, o duruşunla karşı tarafla doğru bir bağ kurmalısın. Muhatabını incitmeden, aşağılamadan, onu başkalarının eline düşürecek hale getirmeden…

Bugün Afganistan'daki örneği hatırlayalım. Eğer oradaki Müslümanlar, her karşılaştıkları farklı düşüncedeki kişiyi vurup geçselerdi, "siz kafirsiniz, zalimsiniz" deselerdi, belki o insanları öldüreceklerdi. Belki de kâfirlerin safında savaşırken ölecek ve cehenneme gideceklerdi. Ama böyle olmadı. Allah'ın fazlıyla o insanlar kazanıldı.

Nitekim Rasulullah sallallahu aleyhi vesellem Ali radiyallahu anh'a şöyle buyuruyor: "Allah'a yemin ederim ki, senin sayende Allah'ın bir tek kişiye hidayet vermesi senin için kırmızı develerinin olmasından daha hayırlıdır." (Buhari ve Müslim)

Bu çok kıymetli bir şey. O yüzden ilişki önemli. Biz insanların düşmesini, parçalanmasını, yok olmasını istemiyoruz. Onların hidayet bulmasını arzuluyoruz.

Bu doğrultuda, küfür üzere olan yahut günah işleyen birine düşmanlığımız nefsimizden dolayı olmamalı. Onları uyarırken de nefsimizle değil, Allah rızası için hareket etmeliyiz.

İlişki meselesinin bir başka boyutu da şudur: Müslüman bir kişi veya yapı, başka yapılarla temas halinde olmalıdır. Bu İslami yapılar ve cemaatlerle temas halinde olmak gibi, gayri İslami yapılarla belirli seviyede ilişkilerin korunması konusunda da böyledir. Mesela biz nihayetinde gayri İslami de olsa idare edilen bir düzlemde yaşıyoruz. Yaşadığımız yerde bir belediye var, kaymakamlık var, valilik var, bir devlet var, hükümet var, bakanlıklar var… Biz bu şehirde yaşıyorsak, orada faaliyet gösteriyorsak, sokakta aktifsek, bu yapı ve o kurumlarla bir şekilde iletişim içinde olmamız gerekir. Elbette kendi şartlarımızla, kendi İslami duruşumuzla ve taviz vermeden. Tıpkı Rasulullah sallallahu aleyhi vesellem'in yürüttüğü gibi bir siyaset yürüterek.

Burada mesele şudur: İlişkiyi kim yönetecek? Nasıl yönetecek? İpleri kim elinde tutacak?

Eğer biz gizli kapaklı ilişki kurar, ipleri karşı tarafa verirsek, kesinlikle kaybederiz. Ama açık, net, ilkeli bir ilişki kurarsak hem itibar kazanır hem de davamızı doğru temsil etmiş oluruz. Burada iki ayrı uçta da olmamak gerekir.

Yani masada gizli kapaklı ilişkiler kurup, dinin aslı konusunda tavizlerde bulunup ipleri karşı tarafın eline veremeyiz. Bu bir uçtur.

Diğer bir uç ise karşımızdakilere sürekli "siz kafirsiniz, siz kuklasınız" gibi söylemlerde bulunmaktır. Böyle yaparsak yine kendimiz kaybederiz.

Oysa burada dengeli bir yaklaşım sergilemek gerekir.

Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem -haşa- sadece alelade bir mesaj taşıyıcısı değildi. O, her yaptığıyla bizim hem insani, ferdi hem de sosyal bütün yaşantımıza rehber olması için gönderilen bir peygamberdi.

O yüzden biz O'nun ne yaptığına bakacağız. O'nun kurduğu ilişkilere bakacağız. Bu açıdan beş tane örnek vermek ve meseleyi açıklığa kavuşturmak istiyorum. Bu örnekler çoğaltılabilir ancak bu kadarının yeteceğini düşünüyorum.

Birinci örnek, Rasulullah sallallahu aleyhi vesellem'in Mekke'deki daveti döneminden. Kendi ailesi, Ebu Talib ve kendi sülalesinin büyük kısmı müşrik olmasına rağmen rağmen O ne yaptı? Kabileler arası bağlardan ve düşmanlıklardan faydalanarak, kendisine ve Müslümanlara bir konum elde etti. Bu durumu Müslümanların lehine çevirdi. Ebu Talib Müslüman olmasa bile ona "sen kafirsin, müşriksin" gibi ifadelerle saldırmadı. Sadece onu hakka tabi olmaya davet etti.

Böylece ne oldu? Müşrikler Rasulullah sallallahu aleyhi vesellem'i öldürmekten korktular, "kabileler arası bir savaş çıkabilir" diye endişe ettiler. Rasulullah sallallahu aleyhi vesellem İslam davetini o kabileler arası bağın arasına çok güzel bir şekilde entegre edebildi. Bu sayede kendi kabilesi müşrik olmasına rağmen onu korurken, o tebliğe devam etti, İslam mücadelesini yaymaya devam etti.

İkinci örnek, Medine'nin kuşatıldığı Hendek Gazvesi döneminden. Medine'yi kuşatan müşriklerin ittifakını bozmak için Rasulullah sallallahu aleyhi vesellem, Gatafanlılara Medine'nin yıllık hurma mahsulünün üçte biri karşılığında savaştan çekilmelerini teklif etti. Bu noktada görüşmeler yürütüldü, Gatafanlılar ilk olarak mahsulün tamamını istese de daha sonra teklifi kabul ettiler. Rasulullah sallallahu aleyhi vesellem ardından bu görüşmeyi, Evs ve Hazrec kabilelerinin liderleri Sa'd bin Muaz radiyallahu anh ve Sa'd bin Ubade radiyallahu anh ile istişare etti. Onlar bunun Allah azze ve celle'nin emri mi yoksa Rasulullah sallallahu aleyhi vesellem'in görüşü olduğunu mu sorunca, Rasulullah sallallahu aleyhi vesellem bunun kendi görüşü olduğunu söyledi. Bunun üzerine onlar da müşriklere karşı direnebileceklerini ve böyle bir anlaşmaya ihtiyaçları olmadığını belirtti ve anlaşma yapılmadı.

Yani Rasulullah sallallahu aleyhi vesellem burada Müslümanların kuşatmadan kurtulması, Allah azze ve celle'nin kullarının selameti, tevhidin uzun vadedeki maslahatı için bir siyaset yürüttü. Bunu kafirlerin birliğini bozmak ve Müslümanların zaferini sağlamak için yaptı. Ancak dinin aslından bir taviz vermedi.

Üçüncü örnek olması bakımından bir hadisi paylaşmak istiyorum.

Ebu Hureyre radiyallahu anh şöyle söyledi:

Bizler Rasulullah sallallahu aleyhi vesellem'in yanında oturduğumuz bir sırada, bir adam geldi ve:

"Ya Rasulallah! Helak oldum." dedi. Rasulullah sallallahu aleyhi vesellem ona şöyle buyurdu:

"Neyin var?"

O adam:

− "Oruçlu iken kadınımın üzerine vaki oldum (yani onunla ilişkiye girdim)" dedi. Rasulullah sallallahu aleyhi vesellem şöyle buyurdu:

− "Azat edecek bir köle bulabilir misin?"

Adam:

"Hayır." dedi. Rasulullah sallallahu aleyhi vesellem şöyle buyurdu:

"İki ay peş peşe oruç tutabilir misin?"

Adam:

"Hayır." dedi. Rasulullah sallallahu aleyhi vesellem şöyle buyurdu:

− "Atmış fakire yemek yedirme imkânı bulabilir misin?"

Adam:

− "Hayır." dedi.

Ebu Hureyre radiyallahu anh dedi ki:

Rasulullah sallallahu aleyhi vesellem bir süre bekledi. Biz de o hal üzere bekler iken bir ara Rasulullah sallallahu aleyhi vesellem'e içerisi hurma dolu bir kap getirildi. Rasulullah sallallahu aleyhi vesellem şöyle buyurdu:

"O soran kimse nerededir?"

Adam:

"Benim." dedi. Rasulullah sallallahu aleyhi vesellem şöyle buyurdu:

− "Bunu al yoksullara tasadduk et!"

Adam:

"Benden daha yoksul olana mı vereceğim? Ya Rasulallah! Allah'a yemin ederim ki, Medine'de benim ev halkımdan daha yoksul ev halkı yoktur!" dedi. Bu söz üzerine Rasulullah sallallahu aleyhi vesellem dişleri gözükene kadar güldü. Sonra o adama şöyle buyurdu:

− "Onu al ve ehline yedir."

Subhanallah... Rasulullah sallallahu aleyhi vesellem burada ne yapıyor? Ne bu adamı otoriteye küstürüyor ne adamı dine küstürüyor, ne adamı itiyor.

Ne yapıyor? Hep bir yolunu bulup adamı kurtarmaya çalışıyor. Hep bir yolunu bulup ona kolaylık sağlamaya çalışıyor. Ama bunun duruşuna da zarar vermesine izin vermiyor. Bu gerçekten ilişkiler konusunda inanılmaz bir örnek.

Rasulullah sallallahu aleyhi vesellem'in kurduğu ilişkiler konusunda verilebilecek diğer bazı örnekler de var.

Dördüncü örnek olarak, İmam Ahmed'in Beşir bin Hasasiye'den tahric ettiği bir hadis şu şekilde: Beşir bin Hasasiye diyor ki:

"Rasulullah sallallahu aleyhi vesellem'e biat etmek için geldim, bana Allah'tan başka ilah olmadığına ve Muhammed'in O'nun kulu ve rasulü olduğuna şehadet etmemi, namaz kılıp zekât vermemi, haccı yapmamı, Ramazan orucunu tutmamı ve Allah yolunda cihad etmemi şart koştu.

Dedim ki:

− "Ey Allah'ın Rasülü! İki tanesine, cihad ve zekâta gelince vallahi ben onlara güç yetiremem." Bunun üzerine Rasulullah sallallahu aleyhi vesellem elini geri tuttu, salladı ve buyurdu ki:

− "Cihad yok, zekât yok, ne ile cennete gireceksin?"

Dedim ki:

− "O halde sana biat edeyim ey Allah'ın Rasülü." Ve O'na hepsi üzerine biat ettim."

Bu nedir? Bu, Rasulullah sallallahu aleyhi vesellem'in duruşuna ve ilişkilerine dair büyük bir örnektir. Burada Rasulullah sallallahu aleyhi vesellem net bir duruş ortaya koyuyor ve insanlarla o duruş üzerinden bir ilişki kuruyor.

Beşinci örnek ise şu hadiste:

"Talha bin Ubeydullah radiyallahu anh anlatıyor: Saçı başı dağınık bir bedevi Rasulullah sallallahu aleyhi vesellem'e geldi ve sordu:

− "Ya Rasulullah! Yüce Allah bana ne kadar namazı farz kıldı?" Rasulullah sallallahu aleyhi vesellem:

− "Beş vakit namazı farz kıldı, ama istersen bunun yanında nafile namaz da kılabilirsin." karşılığını verdi.

Bedevi:

− "Yüce Allah'ın bana farz kıldığı oruç ne kadardır?" diye sorunca, Rasulullah sallallahu aleyhi vesellem:

− "Ramazan ayını oruçlu geçirmendir; ancak bunun yanında nafile oruç da tutabilirsin." karşılığını verdi.

Bedevi:

− "Yüce Allah'ın bana farz kıldığı zekât ne kadardır?" diye sorunca, Rasulullah sallallahu aleyhi vesellem zekatla birlikte İslam'ın diğer emirlerini ona anlattı.

Sonunda bedevi:

− "Sana Nebiliği ihsan edene yemin olsun ki, nafile olarak bir şey yapmam, ancak bana farz kılınanları da eksiltmem." deyince, Rasulullah sallallahu aleyhi vesellem şöye buyurdu:

− "Babasına andolsun ki dediğini yaparsa cennete girer." (Nesai)

Bakın, yine duruş aynı. Rasulullah sallallahu aleyhi vesellem'in dininde ve dini anlatmasında -haşa- bir değişim yok. Ama iki ayrı kişiyle kurduğu iki ayrı ilişki var, her ilişkide ayrı hassasiyetler var. Herkese gücü, birikimi, tavrı gibi hususlara göre yaklaşıyor. Kolaylaştırıyor, zorlaştırmıyor.

Tıpkı bir hadisinde buyurduğu gibi:

"Kolaylaştırınız, zorlaştırmayınız. Müjdeleyiniz, nefret ettirmeyiniz." (Müttefekun Aleyh)

Rasulullah sallallahu aleyhi vesellem ilişkilerini tam olarak bu dört ilke üzerine kuruyor. Biz de aynı şekilde kurmalıyız. Elbette bu, insanlara "her şeye tamam" diyerek yaklaşmak gerektiği anlamına gelmiyor. Kendisine "ılımlı" diyen bazı kesimler gibi... Bu tarz ilişkiler kurmak değerlerden, İslami şiarlardan, şeriattan, cihaddan taviz vermek demek değil. İnsanlara kendimizi sevdirmek için dinden taviz vermek, sakalımızı kesmek, kadınlarla tokalaşmak demek değil. Bizim böyle bir duruşumuz olamaz.

Biz ne diyoruz? Bizim durduğumuz zemin kaypak değil, gevşek değil, oldukça net. Ne düşündüğümüzü, neye inandığımızı söylemekten sakınmıyoruz. Ama insanlara da "ben böyle düşünüyorum, ne halin varsa gör" demiyoruz. Ne yapıyoruz? Onlarla verimli sonuç getirecek ilişkiler kuruyoruz.

Belki ilişki kurduğumuz bu insanlar tamamen İslam'a iman etmiyorlar. Belki İslam gözüküyor ama tam olarak iman etmiyorlar. Tam anlamıyla kalplerinde net olarak iman yerleşmiyor. Ama ne oluyor? En azından İslam'a düşman olmuyorlar. Bizde bir yakınlık görüyorlar. Kendi tabirleriyle "demek ki şeriatçılar da bilgili, aydın, entelektüel, ağzı laf yapan, iletişim kurabilen insanlar olabiliyormuş" diyorlar. Veya "bu adamların aslında ülkeyi yönetmesi veya bir yere gelmesi o kadar da kötü değilmiş" diyebiliyorlar.

Bunun kötü örneği ne? İslam adına bir şeyler yapıp da İslam'ın çizgisinden sapan, bunun ardından İslam'a laf getiren insanlar. Duruş ve ilişkilerin berbat edilmesi de böyle bir kötülük doğurabiliyor.


Bu değerlendirmede yer alan ifadeler yazarın kendi görüşleridir ve Mepa News'in editöryel politikasını yansıtmayabilir.

Yorum Yap
UYARI: Yorumların her türlü cezai ve hukuki sorumluluğu yazan kişiye aittir. Mepa News, yapılan yorumlardan sorumlu değildir. Her bir yorum 600 karakterle (boşluklu) sınırlıdır.
Yorumlar (1)
Yükleniyor ...
Yükleme hatalı.