İsrail Filistinli mahkumlara işkence etmeye ne zaman son verecek?

Zarefah Baroud

15 Haziran 2016 tarihinde İsrail güçleri, Hıristiyan bir yardım kuruluşu olan World Vision International (WVI) Gazze Şubesi Müdürü Muhammed el-Halebi'yi tutukladı. Muhammed, yardım kuruluşuna ait kalkınma fonlarından Gazze’deki silahlı gruplara milyonlarca dolar aktardığı iddiasıyla suçlanıyordu. Ancak hem World Vision hem de Avustralya hükümeti tarafından yürütülen soruşturmalarda, fonların yasa dışı kullanıldığına dair bir kanıt bulunamadı.

Elde edilen sonuçların negatif bir yanı olmamasına rağmen Muhammed günlerce sorguya ve birtakım işkencelere maruz bırakıldı. Babası Halil el Halebi oğlunun tutukluk zamanlarında karşılaştığı işkencelere değindi. Halil, İsrail istihbarat yetkililerinin oğlunun kafasına bir torba geçirip onu uzun müddet tavanda asılı halde bıraktığını söyledi.

Öte yandan Muhammed’in sık sık kendisini darp eden yetkililer tarafından uykudan mahrum bırakıldığını belirten Halil, özellikle Muhammed’in kasık bölgelerinin hedef alındığını ve nefesi kesilinceye kadar boğma işlemine tabii tutulduğunu ifade etti. Halil “Bazen onu küçük bir odaya yerleştirip, kulaklarını işitme zorluğu çeksin diye ona yüksek sesle müzik dinletiyorlardı. Yazları onu çırılçıplak soyup, üzerine sıcak hava üflüyorlardı. Kışları da yine aynı şekilde soyup, vücuduna soğuk hava üflüyorlardı.” dedi.

5 yıldan fazla işkence gördü

Beş yıldan fazla bir süre Muhammed İsrail tutuklusu olarak hapishanelerde işkence gördü.

İsrail’deki Filistinli mahkumlar için bu tarz muameleler oldukça yaygın durumda. İşkenceye ve Diğer Zalimane, Gayriinsani veya Küçültücü Muamele veya Cezaya Karşı Birleşmiş Milletler Sözleşmesi (UNCAT) kanunun 37. yıldönümünde, uluslararası toplum İsrail’in Filistinli mahkumlar üzerinde sistematik bir biçimde uyguladığı işkencelere son vermesini talep etmelidir.

Sözleşme, Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nun 10 Aralık 1984 tarih ve 39/46 sayılı kararıyla kabul edilmiş ve 26 Haziran 1987 tarihinde yürürlüğe girmişti. 3 Ekim 1991 yılında ise İsrail sözleşmeyi kabul ettiğini açıklamıştı. Uluslararası Af Örgütü ve İnsan Hakları İzleme Örgütü gibi insan hakları kuruluşları tarafından da işkence dahil birtakım hak ihlalleri gerçekleştirmekle suçlanan İsrail’in sözleşmeye olan imzası belki şaşırtıcı görülebilir.

Ancak 1999 yılına kadar işkence, İsrail’de, bilhassa ‘güvenlik’ endişeleri iddiasıyla gözaltına alınan Filistinlilerden itiraf elde etmenin yasal bir yolu olarak varsayılıyordu. İsrail Yüksek Mahkemesi bu durumu usulsüz ve kanuna aykırı bir tutum olarak ele almasına karşın, İsrail başsavcısı, yetkililerin “özel prosedürler” kullansalar bile himaye edileceklerinin taahhüdünü verdi. Yetkililerin Filistin mahkumları üzerinde uyguladığı işkencelerin göz ardı edilmesi ülkede “özel prosedürlerin” sürmesine olanak tanıdı. Bu prosedürlerden en dikkat çekeni “saatli bomba[1]” denilen senaryoydu. Uluslararası Af Örgütü’nün açıklamasına göre Shin Bet görevlileri ‘saatli bomba’ senaryosuyla yüzlerce Filistinliye işkence yaptı.

Sözleşmede aleni olarak herhangi bir koşulda işkencenin haklı gösterilmesine karşı çıkılmasına rağmen İsrailli yetkililerin rutin uygulamaları bir yaptırımla karşılaşmaksızın devam etmekle kalmadı, ayrıca UNCAT sözleşmesinin 2. maddesini doğrudan ihlal etti. 2. Maddenin 2. fıkrasında; “Savaş hali ya da savaş tehdidi, iç siyasal istikrarsızlık yahut herhangi bir başka kamusal tehlike hali gibi her ne olursa olsun hiçbir istisnai durum, işkenceyi haklı göstermek üzere ileri sürülemez.” açıklaması bulunması bunu kanıtlıyor. Diğer yandan İsrail, sözleşmeleri ihlal eden uygulamaları sebebiyle Birleşmiş Milletler İşkenceye Karşı Komite tarafından çok kez eleştiri yağmuruna tutuldu.

İsrail hukukunun neyi işkence olarak varsaydığını dört dörtlük tanımlamaması, İsrail’i UNCAT'ın işkence tanımına karşı sorumluluklarından muaf tutmuyor.

Sözleşmeye göre “işkence” terimi şu şekilde tanımlanıyor:

“Bir kişi üzerinde kasıtlı biçimde uygulanan ve o kişiden ya da üçüncü bir kişiden bilgi edinmek yahut itiraf elde etmek; o kişinin ya da üçüncü bir kişinin gerçekleştirdiği yahut gerçekleştirdiğinden şüphelenilen eylemden ötürü onu cezalandırmak ya da o kişiyi ya da üçüncü kişiyi korkutmak yahut yıldırmak/sindirmek için; ya da ayırımcılığın her hangi bir türüne dayanan herhangi bir nedenle, bir kamu görevlisi ya da resmi sıfatla hareket eden bir başka kimse tarafından bizzat yahut bu kimselerin teşviki ya da rızası yahut da bu eyle mi onaylaması suretiyle yapılan ve gerek fiziksel gerekse manevi/zihinsel ağır acı ve ıstırap veren her hangi bir eylemdir. Bu, kanuna uygun yaptırımların sadece uygulanmasından doğan (ya da) bu yaptırımların kendisinde var olan yahut arızi biçimde oluşan acı ve ıstırabı içermez.”

İsrail'in işkenceleri

İsrailli yetkililerin sorgulamalar sırasında veya gözaltı sürecinde genellikle Filistinlilere uyguladıkları alışılagelmiş fiziksel ve zihinsel işkence biçimleri arasında ters kelepçeleme, stres pozisyonlarında tutma, uykudan alıkoyma yer alıyor. Ayrıca İsrail hapishane personellerinin Filistinli kadınlara yönelik tecavüz tehditleri, fiili tecavüz ve cinsel saldırı gerçekleştirdiklerine ilişkin raporlar ve tanık ifadeleri bulunuyor. Eski tutukluların ifadelerine göre yetkililer, diğer mahkumlara yapılan işkenceleri izlemeye zorluyor ve böylece herkesi sorgulamalara rıza göstermeye ikna etmeye çalışıyorlar. Hatta zaman zaman sorgulamayı kabul etmeyen tutukluların aile üyelerine gözaltı ve işkence ile tehdit edildikleri biliniyor.

Filistinli çocuklara yönelik fiziksel ve zihinsel istismar da oldukça rahatsız edici boyutlarda. Dünya Çocuklarını Savunma – Filistin (DCIP) örgütü 1 Ocak 2014 ile 31 Aralık 2019 tarihleri arasında tutuklu 752 çocuktan yazılı ifade topladı. İfadelerde çocukların gözaltında oldukları sırada yüzde 95'inin el ve ayaklarının kelepçelendiği, yüzde 72'sinin fiziksel şiddete yüzde 21'inin ise stres pozisyonlarına maruz kaldığı ve yüzde 18'inin iki veya daha fazla gün hücre hapsinde tutulduğu ortaya koyuldu.

İsrail Savunma Bakanlığı'nın, Filistinli çocuk ve yetişkin tutukluların savunuculuğunu yapmalarını bir suç haline getirmeye yönelik acımasız çabası neticesinde, 22 Ekim tarihinde DCIP ve diğer 5 insan hakları grubu "terörist" ilan edildi.

Güvenlik kisvesi altında işkence

Bu ihlallerin çoğuna, İsrail'in güvenlik mahkumları ve ceza mahkumları arasında ayrım yapması ve neyin bir "güvenlik" tehdidi olarak değerlendirileceğine dair geniş sınırları gerekçe gösteriliyor. Sonuç olarak bu, İsrail’in devlet güvenliğine yönelik tehditleri etkisiz hale getirme kisvesi altında işkence uygulamasına olanak tanıyor. Bilhassa, “güvenlik” ihlalleri olarak tanımlanan suçlar, çocukların taş atma eylemleriyle bağdaştırılıyor. Bu suç da çocukları mahkumiyete düşürüyor.

İnsan Hakları İzleme Örgütü tarafından yayımlanan bir rapora göre, İsrailli yetkililer, 1967'den bu yana suçlama veya yargılama olmaksızın gizli kanıtlara dayalı olarak yüz binlerce Filistinliyi 'güvenlik suçlusu' şeklinde tanımlayarak idari gözaltında tuttu.

Güvenlik suçlularının gözaltı süreçlerinde belirli haklardan kısıtlanması ve muaf tutulması sebebiyle İsrailli yetkililer film ve ses kaydı olmaksızın sorgulamaları gerçekleştirdi, bu da memurların davalarda hesap vermelerinin önünde büyük bir engel oldu.

Memurların hesap vermeleri imkansıza yakın gözükse de, ABD’de, sorgulamaların adil gerçekleşmesi konusunda İsrail’i sorumlu tutacak mekanizmalar ortaya koyulmasına yönelik yasal çaba girişimlerine gidildi. Bunlardan bir tanesi Kongre Üyesi Betty McCollum'un HR 2590 tasarısı, yani İsrail Askeri İşgal Yasası Altında Yaşamını Sürdüren Filistinli Çocukların ve Ailelerin Haklarının Savunulması. HR 2590 tasarısı,  İsrail’deki tutuklamaların askeri mahkeme vasıtasıyla ele alınması konusunu gündeme getiriyor ve bu adaletsiz sistem altında sistematik biçimde gerçekleşen insan hakları ihlallerini çözmede destek olmayı amaçlıyor.

Uluslararası toplum BM İşkenceye Karşı Sözleşme'nin yıldönümünde toplanırken, aynı zamanda Muhammed El-Halabi gibi birçok Filistinliye işkence gerçekleştiren ve BM’de hesap verme sorumluluğundan defalarca uzak duran bir ülkeyi de dile getirmelidir.

[1] Editörün notu: Saatli bomba senaryosu, işkenceyle elde edilecek bilginin hayati önemde olduğu varsayımında, şüpheliye işkence uygulanıp uygulanmaması sorununun etiğine dair bir tartışmadır. Ayrıntılı bilgi için bkz. "Saatli Bomba Senaryosu ve Geliştirilmiş Sorgu Teknikleri: İşkence Yasağının Mutlak Niteliği Işığında Bir Değerlendirme, Berke Özenç"


Zarefah Baroud tarafından kaleme alınan ve El Cezire'de yayınlanan bu değerlendirme Mepa News okurları için tercüme edilmiştir. Değerlendirmede yer alan ifadeler yazarın kendi görüşleridir ve Mepa News'in editöryel politikasını yansıtmayabilir.

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Yorumların her türlü cezai ve hukuki sorumluluğu yazan kişiye aittir. Mepa News, yapılan yorumlardan sorumlu değildir. Her bir yorum 600 karakterle (boşluklu) sınırlıdır.