İsrail Gazze'deki soykırımı eleştirenlere sansür uyguluyor

Somdeep Sen

Geçtiğimiz ay BBC'nin amiral gemisi Newsnight haber programında yazar ve gazeteci Howard Eric Jacobson, İngiliz kamu yayıncısının Gazze'de Filistinlilerin çektiği acılara ilişkin çok fazla görüntü gösterdiğinden şikayet etti. Jacobson, Filistinlilerin çektiği acıları bu şekilde yayınlayarak BBC'nin "taraf tuttuğunu" ve "olanları görmek acı verici olsa da bunun nedenleri olduğunu" sözlerine ekledi.

Ve bu, bu düşüncenin ilk ifadesi değildi. Birkaç hafta önce, profesyonel ağ platformu LinkedIn'de, sitede "çok fazla İsrail/Filistin paylaşımı" olup olmadığı ve bunun değişmesi gerekip gerekmediği konusunda bir tartışma sürüyordu. Birçok kişi bunun değişmesi gerektiğini söyledi. İnsanların Filistinlilerin açlıktan öldüğünden, bombalandığından ve enkaz altında kaldığından bahsetmeyi bırakmasını istediler.

Jacobson gibi insanların Gazze'de yaşanan büyük acıları kabul etmeleri ama aynı zamanda dünyanın bu konuda daha az şey duymasını talep etmeleri tuhaf görünebilir.

Ancak bu hiç de şaşırtıcı değil. Sansür her zaman soykırımın olmazsa olmaz bir tamamlayıcısı olmuştur.

Gazze'de devam etmekte olan soykırımla birlikte, dünyayı alarma geçirmek isteyenleri susturma çabaları çeşitli biçimler almıştır.

İsrail'in yabancı gazetecilerin soykırımı haber yapmak üzere Gazze'ye serbestçe girmesine izin vermemesi ve halklarına yapılanları dünyaya göstermek için canlarını tehlikeye atan Filistinli gazetecileri hedef alan saldırıları hakkında çok şey söylendi ve yazıldı. Ancak Filistin yerleşim bölgesinden binlerce kilometre uzakta olan gazeteciler bile soykırım hakkında konuşmaya cesaret ettikleri için cezalandırıldılar.

Geçtiğimiz Aralık ayında Avustralya Yayın Kurumu (ABC), İnsan Hakları İzleme Örgütü'nün (HRW) "İsrail'in Gazze'de açlığı bir savaş silahı olarak kullandığını" iddia eden bir paylaşımını yeniden paylaştığı için sunucu Antoinette Lattouf'u işten çıkardı. ABC, o zamandan bu yana Birleşmiş Milletler tarafından da tekrarlanan HRW iddiasını kendisi haber yapmıştı. Ticari bir televizyonda muhabir olarak çalışan ilk Arap-Avustralyalı kadın olan Lattouf, ABC'nin, işe alındığı ilk günden bu yana Filistinlilerin haklarını desteklemesi ve İsrail'i eleştirmesi nedeniyle kendisini "anti-Semitizm ve önyargı" ile suçlayan İsrail yanlısı grupların baskısına boyun eğmesinden korktuğunu söyledi. ABC'ye haksız yere işten çıkarıldığı için dava açtı.

Bu soykırım boyunca, dünyanın dört bir yanında Filistinlilerle dayanışma içinde olmaya çalışan öğretmenler ve üniversite profesörleri de susturuldu. İsrailli bir öğretmen, İsrail ordusunun eylemlerini eleştirdiği için işinden kovuldu, tutuklandı ve hücre hapsine konuldu. Meir Baruchin'in tek "suçu" Hamas'ın İsrail'e saldırısından bir gün sonra Facebook'ta yaptığı şu paylaşımdı:

"Gazze'den korkunç görüntüler geliyor. Bütün aileler yok edildi. Dün yaşananlar nedeniyle bunun haklı olduğunu düşünen herkes arkadaşlıktan çıksın. Herkesten bu çılgınlığı durdurmak için mümkün olan her şeyi yapmasını istiyorum. Şimdi durdurun. Sonra değil, şimdi!"

Bu ayın başlarında Kudüs İbrani Üniversitesi, İsrail vatandaşı bir Filistinli olan Hukuk Profesörü Nadera Shalhoub-Kevorkian'ı, İsrail'in Gazze'ye yönelik savaşını ve genel olarak Siyonizmi eleştirdiği için açığa aldı.

Öğretmenlerin ve üniversite öğretim görevlilerinin susturulması İsrail'le de sınırlı kalmadı. Kasım ayında Amerika Birleşik Devletleri'nde Arizona Üniversitesi (UA) Yardımcı Doçent Rebecca Lopez ve Toplum İrtibat Görevlisi Rebecca Zapien'in görev yerlerini, İsrail'in Gazze'ye yönelik savaşına ilişkin bir sınıf tartışması yaptırdıkları için "geçici olarak değiştirdi". İsrail yanlısı gruplar dersin "önyargılı, antisemitik, bariz bir şekilde yanlış ve terörizmi destekleyici" olduğunu iddia etti. Los Angeles bölgesindeki bir devlet sözleşmeli okulunda görev yapan iki birinci sınıf öğretmeni de "Filistin'deki soykırım" üzerine verdikleri bir dersle ilgili olarak sosyal medyada paylaşımda bulunduktan sonra izne çıkarıldı.

İsrail'de ve İsrail'in Gazze'ye yönelik savaşını destekleyen ülkelerdeki siyasetçiler ve devlet memurları da bu tür sansürden muaf değiller.

Ocak ayında, solcu Hadash-Ta'al partisinden İsrail Knesset üyesi Ofer Cassif, BM Soykırım Sözleşmesi uyarınca İsrail'e karşı açılan davada Güney Afrika'ya katılma niyetini açıkladı. Cassif'in Güney Afrika'nın soykırım davasını destekleme kararına tepki olarak, 85 İsrailli parlamenter onu "vatan hainliği" ile suçladı ve Knesset'ten ihraç edilmesi için bir dilekçe imzaladı.

Dünyanın diğer ucunda, Kanada'da, Ontario Eyalet Parlamentosu üyesi Sarah Jama, Hamas'ın Ekim ayında İsrail'e düzenlediği saldırının hemen ardından yaptığı ve Gazze'de derhal ateşkes sağlanması ve İsrail'in işgal ve apartheid uygulamalarına son vermesi çağrısında bulunduğu açıklama nedeniyle özür dilemek zorunda kaldı. Jama'nın özrü, Ontario Başbakanı Doug Ford'un istifa çağrısının ardından geldi.

ABD'nin Illinois eyaletindeki Evanston kentinin kurumsal performans ve eşitlik müdürü de sosyal medya üzerinden Gazze'deki Filistinlilere yönelik sempatisini dile getirmesinin ardından işten çıkarıldı. Liam Bird Ocak ayında eski işverenine karşı federal bir dava açtı. Davada ayrıca üst düzey şehir yetkililerinin "Kasım ayında Eşitlik ve Güçlendirme Komisyonu'na sunulmadan önce Gazze'de ateşkes çağrısında bulunan bir karar önerisi nedeniyle Bird'e yönelik kamuoyu öfkesini yönettikleri" iddia ediliyor.

İsrail'in Gazze'deki soykırımına karşı çıkan herkesi sansürleme ve sindirme çabaları kuşkusuz üzücüdür, ancak hiçbir şekilde şaşırtıcı değildir. Küresel tarihe bakıldığında, eleştirel seslerin bu şekilde susturulmasının, en az bir asırdan beri kitlesel zulümler ve en kötü zulüm olan soykırım için elverişli bir ortam yaratılmasına yardımcı olduğu görülmektedir.

Slobodan Milosevic'in Yugoslavya Federal Cumhuriyeti'nde, Sırplar tarafından bölgede Arnavutlara, Boşnaklara ve Hırvatlara karşı işlenen vahşete karşı konuşmaya, hatta doğal bir şekilde bahsetmeye cesaret eden tüm bağımsız yayınların yanı sıra televizyon ve radyo istasyonlarını bastırmak ve sansürlemek için çeşitli önlemler uygulandı. 1998 yılında bağımsız gazetelerin beş editörü, yayınlarında Kosova'da öldürülen Arnavutlardan "terörist" yerine "halk" olarak bahsettikleri için "yanlış bilgi yaymakla" suçlandılar.

NATO sonunda zulümlere son vermek için Kosova'yı işgal etmekle tehdit ettiğinde, Sırp hükümeti tüm muhalif sesleri susturma kararlılığını iki katına çıkardı. Miloseviç'in koalisyonunun bir üyesi, "Eğer onların [NATO] uçaklarının hepsini ele geçiremiyorsak, çeşitli Helsinki komiteleri ve Quisling grupları gibi elimizin altındakileri ele geçirebiliriz" dedi. "Yabancı propagandanın hizmetine katıldıkları kanıtlananların [devlet yetkililerinden] iyi bir şey beklememeleri gerektiğini" de sözlerine ekledi.

Baştan sona sansürün karanlık gölgesinin eşlik ettiği Bosna soykırımından yirmi yıl sonra Çin'deki yetkililer, Uygur Özerk Bölgesi'ndeki Uygurları ve diğer Türki Müslümanları hedef alan "Şiddet İçeren Terörizme Karşı Sert Saldırı Kampanyası"nı başlattı. HRW tarafından alıntılanan Çinli bir yetkiliye göre, özerk bölgedeki Müslüman azınlıklara yönelik kampanyanın amacı "soylarını, köklerini, bağlantılarını ve kökenlerini kırmak" idi. İnsan hakları örgütleri, "operasyonun" başlangıcından bu yana bir milyon Türki Müslümanın "siyasi eğitim" kamplarına, gözaltı merkezlerine ve hapishanelere gönderildiğini tahmin ediyor.

Burada da sansür zulme eşlik etti. Yetkililer bölge genelinde interneti aylarca kapattı. Uygur web sitesi kurucularını, yazarlarını ve editörlerini "bölücülük, devlet sırlarını sızdırmak ve yasa dışı gösteri düzenlemek veya devlet güvenliğini tehlikeye atmak" gibi suçlardan hapse attılar. Ayrıca bölgeyi aşırı düzeyde sosyal medya gözetimine tabi tutarak tüm sosyal medya yorumlarının tahminen yüzde 25'ini sildiler. Ülkenin başka yerlerinde de Uygur yanlısı söylemler bastırıldı.

Sansür ve ifade özgürlüğünün bastırılması Nazi Holokost'unun da temel özelliklerindendi. Buna Yahudi edebiyatının yasaklanması ve "ahlaki yenilenme" arayışıyla "Alman olmayan" olarak sınıflandırılan "istenmeyen kitapların" sistematik olarak yakılması da dahildi.

Naziler, görev sürelerinin başlarında Almanya'daki tüm muhalif gazeteleri kapattı ya da ele geçirdi ve en sonuna kadar gazetelerde, radyoda ve haber filmlerinde çıkan (Nazi partisi, Yahudilere karşı politikaları ve genel olarak savaş çabaları hakkında) her haberi kontrol etti. Almanların yabancı radyoları dinlemesi yasaklandı ve ülke ve savaş çabaları hakkında sadece çok sınırlı -ve oldukça sansürlü- bilginin dünyanın geri kalanıyla paylaşılmasına izin verildi. Parti, Alman askerlerinin dünyanın çeşitli cephelerinden evlerine ne yazdıklarını bile kontrol ediyordu. Bu yoğun sansür çabasının sonucu olarak uluslararası toplumun büyük bir çoğunluğu Nazi zulmünün gerçek boyutlarını ve Alman kontrolündeki topraklarda Yahudilerin çektiği acıları İkinci Dünya Savaşı sona erene kadar öğrenemedi.

Şimdi Gazze'de başka bir soykırım yaşanıyor ve sansür bir kez daha rolünü oynuyor. Kameralı telefonlar ve sosyal medya siteleri çağında, soykırımı gerçekleştiren ve kolaylaştıranların Filistinlilerin kendi gerçekliklerini paylaşmalarını ve dünyanın dört bir yanındaki insanların onları desteklemek için seslerini yükseltmelerini engellemelerinin imkansız olduğu kanıtlandı.

İşte tam da bu nedenle Filistin'in yanında duran gazetecileri, akademisyenleri, siyasetçileri ve aktivistleri susturmaya ve sansürlemeye yönelik amansız çabalar var. Bunlar, Gazze'den yürek burkan acı ve ıstırap görüntülerinin ekranlarımıza gelmesini engellemeye yönelik çabalar.

İşte tam da bu nedenle "Filistin" ve "Filistinliler"i her yere -her makaleye, her sanat eserine, her tartışmaya- yerleştirmek hepimizin ortak sorumluluğudur. Bu soykırımı durdurmak için tek şansımız tarihten ders almak ve Filistin hakkında konuşmaya devam etmektir.


Al Jazeera'de yayınlanan bu değerlendirme Mepa News okurları için tercüme edilmiştir. Değerlendirmede yer alan ifadeler yazarın kendi görüşleridir ve Mepa News'in editöryel politikasını yansıtmayabilir.