9 Eylül günü öğleden sonra İsrail'e ait F-35 savaş uçakları, Katar'ın başkenti Doha'da saldırılar gerçekleştirdi.
Yaklaşık 15 savaş uçağı İsrail'den kalkarak ve bölge ülkelerinin hava sahasını kullanarak Doha'daki Hamas'a ait merkezi bombaladı.
Saldırıyla Körfez ülkelerinin diğer Arap ülkelerine kıyasla içerisinde yaşadığı fiili "dokunulmazlık" durumu ortadan kalkmış oldu. Katar gibi bir ülkenin, üstelik gündüz vakti hedef alınması, birçok kişinin şaşkınlık yaşamasına yol açtı.
Elbette İsrail'in bölge ülkelerine yönelik saldırılarına şiddetle karşı durulması gerekiyor. Ancak burada dikkatimi çeken bir husus, saldırının sanki Katar'ın "Müslümanlara yönelik sarsılmaz desteğinin bedelini ödediği" gibi bir yaklaşımla karşılanması oldu.
Bu saldırı bende ise "Katar'ın ABD ve küresel sistemle olan ilişkisinin bedelini ödediği" şeklinde yankı buldu. Katar uzun yıllardır ABD'nin İslam alemindeki en büyük üssü olan El Udeyd Hava Üssü'ne ev sahipliği yapıyor. Hatta bu üssün birçok masrafı bizzat Katar kraliyet ailesinin kasasından karşılanıyor. Yani Müslümanlara ait doğal kaynaklar üzerinden elde edilen parayla.
Bu üs yıllardır, başta Afganistan ve Irak olmak üzere, İslam alemine yönelik korkunç Amerikan katliamları için kullanıldı. ABD, Katar'ın hediye ettiği bu stratejik üssü büyük bir memnuniyetle, Müslüman öldürmek için kullandı. Tüm bu katliamlar karşısında Katar'ın pozisyonu ise ABD'ye daha fazla dostluk göstermek oldu. Katil ABD'nin cani başkanı Donald Trump'a geçtiğimiz aylardaki ziyareti sırasında 400 milyon dolarlık özel bir uçak hediye edilmesi gibi...
Küçük bir araştırma yapıldığında, Katar'ın Doha'daki Hamas ofisine ev sahipliği yapmayı ABD ile 2012 yılında vardığı bir mutabakat doğrultusunda kabul ettiğini görmek mümkün. ABD'nin bu talebi, Hamas ile İsrail arasındaki müzakerelerde Katar'ın bir kanal olarak kullanılmasını amaçlıyordu. İlerleyen dönemde Katar, uluslararası müzakereler için bir merkez olma özelliğini sürdürdü.
Yani Katar, sözde "Müslümanlara destek olmanın" değil, ABD ile yıllardır geliştirdiği ilişki modelinin bedelini ödüyor. Geçmiş yıllarda başkasını ısırmasına yardım ettiği Amerikan yılanı bu kez kendisini ısırmış oldu. Bu bizlere iyi bir ders veriyor: Yılanlarla dostluk etme.
***
Müslüman kesimler içerisinde, İsrail sorununa çözüm bulma konusunda ortaya atılan düşüncelerde, İslam alemindeki rejimlerin genellikle bu çözümden istisna tutulduğuna şahitlik ediyoruz. Hatta bazı kesimler bu rejimlere sorunun değil çözümün bir parçası gibi davranıyor.
Açıkça belirtmek gerekiyor ki bu rejimler çözümün değil, sorunun bir parçası. Söz konusu rejimlerin tamamı, merkezinde İsrail'in yer aldığı mevcut küresel sistem içerisinde birer rol oynamak üzere kurgulanmış durumdalar. Rejimlerin başına geçen isimler zaman zaman değişse de kendilerine biçilen rolün dışına pek fazla çıkmıyorlar.
Bir düşünün. Körfez bölgesinde Katar, Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) ve Suudi Arabistan gibi bir üçgenden söz ediyoruz. Bu üç ülke adeta "iyi-kötü-çirkin" rolünü yerine getiriyor. Hepsi bir şekilde kendilerine biçilen rolleri oynuyor. İslam alemiyle siyasi-sosyal-diplomatik bir ilişki kurulacağı zaman Katar devreye giriyor. Gizli kapaklı ve kirli işler yürütüleceği zaman BAE işi üzerine alıyor. Bölgedeki siyasi ağırlık ve genel liderlik için ise Suudi Arabistan'a başvuruluyor. Bu üç devlet, kötü babalarına kendilerini sevdirmek için canhıraş çalışan üç çocuk gibi davranıyor. İslam ümmetine ait yer altı kaynaklarından elde edilen gelirleri ABD ve İngiliz sermayesine akıtmak, bu gayretin en önemli kısmını oluşturuyor.
"Ellerinden başka bir şey gelmez" denildiğini duyar gibiyim. Fakat ben, Gazze'de gencecik çocukların İslam adına bedel ödediği bir vasatta, statükoya iman edenler haricinde, dünya üzerindeki her insanın elinden çok şey geleceğini düşünüyorum.
Filistin'deki İsrail işgalini çözmek için öncelikle İslam alemindeki küresel sistem işgalini çözmemiz gerekiyor. Bunun çözümü, İslam aleminde, maddi-manevi tüm sınırları ve zihniyeti işgalciler tarafından tesis edilen bu gibi rejimlere sempati beslemekten geçemez. Bunu iyi anlamamız gerekiyor.
1990'ların başında Amerikan askerleri "Saddam işgaline karşı savaşma" bahanesiyle Arap Yarımadası'nı istila ederken, yüz binlerce Amerikan askeri mukaddes toprakları çiğnerken onlarla omuz omuza savaşanlar, onları bu topraklara buyur edenler kimlerdi? Suudi Arabistan, Katar, BAE, Bahreyn gibi taraflardı. Bu rejimler çağın İslam düşmanlarının en büyüğü olan Amerikan ordusunun, İslam'ın kalbi olan bu mukaddes beldelere girmesine izin verdiler. Burada daimi bir varlık edinmesini sağladılar. İslam aleminde fiili Amerikan işgali sürecini başlattılar ve bunu sürdürdüler. Kendilerinin kapı araladığı bu girdap bugün kendilerini de yutmaya başladı. Arap rejimleri belli ki Amerika'nın sadece masum Afgan, Iraklı ve Filistinli bebekleri öldüreceğini, kendilerini ise sağ salim bırakacağını zannediyordu. Fakat öyle olmadı.
***
Katar başta olmak üzere, İslam alemindeki yangın karşısında lüks ve refah içerisinde yaşayan rejimler, dünkü saldırı üzerine durup düşünmeli. Yıllardır razı etmek için ellerinden gelen her şeyi yaptıkları ABD'nin nasıl olup da kendilerini hiç düşünmeden İsrail'in önüne attığını görmeli.
ABD ile dostluk kurmak, üslerini Amerikan askerlerine açmak, küresel sisteme entegre olmak, çağdaş küfür zihniyetinin rükünlerini benimsemek hiçbir Müslümanın aklından bile geçirmemesi gereken şeylerdir. Bunlar "mecburiyet" adı altında meşrulaştırılamaz. Bugün "mecburiyet" adı altında zalimlerle beraber Müslümanların kanını akıtmayı helal görenler, yarın aynı zalimlerin kendilerine de musallat olacağını unutmamalı.
"Zulmedenlere de sakın meyletmeyin. Sonra size de ateş dokunur. Sizin Allah'tan başka dostunuz yoktur. Sonra size yardım da edilmez." (Hud, 113)
Bu değerlendirme yer alan ifadeler yazarın kendi görüşleridir ve Mepa News'in editöryel politikasını yansıtmayabilir.