Katar saldırısı ABD'nin yalnızca İsrail'i koruyacağını gösterdi

Ernest Khoury

Salı günü öğleden sonra İsrail'in Katar'a yönelik saldırısı karşısında şoka uğrayanlar, bir an durup düşündüklerinde ve İsrail'in mevcut aşırı sağcı yönetimi altında hiçbir sınır tanımayan bir savaş makinesi olduğunu gördüklerinde şaşkınlıklarının hızla azaldığını fark etmiş olmalılar. ABD tarafından her türlü saldırıyı başlatması, her türlü suçu işlemesi ve her türlü toprağı işgal etmesi için kendisine mutlak bir dokunulmazlık verilmiştir.

İki yıl önce Gazze'deki soykırımın başlamasından bu yana pek çok kişinin uyardığı şey, -bölgenin bir “İsrail nüfuz alanına” dönüşmekte olduğu ve Araplar İsrail'in ilerleyişini durdurmak için ellerinden gelen ciddi tedbirleri (Siyonist devlete savaş açmak dışında ki bu hiçbir zaman bir seçenek olarak görülmedi) uygulayarak hızlı hareket etmedikleri sürece bunun devam edeceği- beklenenden daha hızlı bir şekilde gerçekleşiyor.

İsrail, Filistin'i ve Filistinlileri tamamen yok etmenin yanı sıra Lübnan, Suriye, İran ve Yemen'e savaş açıyor, bölgenin dört bir yanında toprak işgal ediyor ve “Büyük İsrail”i yeniden diriltme projesini açıkça ilan ediyor.

İsrail'in bombaları söz konusu olduğunda ne Tunus ne de Katar güvende olduğunu kanıtlayabilmiştir. Tek bir günde, 8 Eylül Salı günü, İsrail beş Arap ülkesini vurdu: Filistin, Suriye, Lübnan, Tunus ve Katar. Saldırılarını aylardır olduğu gibi Yemen'e de genişletmiş olsaydı bu sayı daha da artabilirdi.

İsrail yönetiminin Katar'a olan nefreti bir sır değil, bu da sürpriz unsurunu azaltması ve Katar'ın hazırlığını güçlendirmesi gereken bir başka faktör. İsrail'in kibri 31 Ağustos'ta Genelkurmay Başkanı Eyal Zamir'in ordusunun Hamas'ın lider kadrosunu yurtdışında ortadan kaldırma niyetini açıkça ilan etmesine kadar vardı ki bu açıklama Netanyahu'nun medya sözcüleri tarafından derhal (doğru bir şekilde) yorumlandı ve “yurtdışında” ifadesi “Katar'da” ifadesiyle değiştirildi.

Ancak Doha'ya yapılan saldırının şokunu hafifletebilecek tüm bu faktörler, bazılarına uzun zamandır güvence veren belirleyici bir unsurla dengelendi: ABD'nin Körfez ülkelerine verdiği güvenlik garantisi. On yıllardır iki taraf arasındaki ilişki bu garanti üzerine, daha doğrusu 1979 İran Devrimi'nden bu yana ABD'nin Körfez ülkelerini sözde “İran tehdidine” karşı koruma vaadi üzerine inşa edildi.

Bu temelde bölgede devasa ABD askeri üsleri kuruldu, Körfez ülkelerinden trilyonlarca dolar ABD ekonomisine yatırıldı, Washington Körfez ordularının silahlandırılmasını tekeline aldı ve bölgesel başkentlerin siyasi rolleri ABD politikasıyla uyumlu hale getirildi.

İsrail'in sınır tanımayan vahşeti ve Katar'daki Hamas liderliğini hedef alma tehdidini açıkça dile getirmesi karşısında Katar yönetiminin ABD'nin bu sözde güvenlik garantisine gerçekten inanıp inanmadığı ise belirsiz.

Dahası, Salı günü Doha'nın bombalanmasının ardından yapılan açıklamalarda, beyanlarda ve sızıntılarda ortaya çıkanlar, İsrail'in en azından Salı sabahı ABD'yi Katar'ı vurma niyetinden haberdar ettiğini doğrulamaktadır. Bizzat Başkan Donald Trump, Steve Witkoff'un bunu Katarlılara ilettiğini söyledi. Ancak Katar Dışişleri Bakanlığı'na göre bu bilgi ancak füzeler Doha'daki evlerin üzerine yağmaya başladığında kendilerine ulaştı.

Katar Başbakanı ve Dışişleri Bakanı Muhammed bin Abdurrahman Al Sani Salı akşamı yaptığı açıklamada bu bilgilendirmenin saldırılardan tam on dakika sonra yapıldığını açıklayarak Trump'ın ve diğer ABD'li yetkililerin Washington'un Doha'yı İsrail'in planlarından saldırıdan önce haberdar ettiği yönündeki iddialarını yalanladı.

Netanyahu ve bakanlarının Trump'ı Salı günkü hava saldırılarının sorumluluğundan muaf tutma telaşı ve kararın ve uygulamanın tamamen İsrail'in sorumluluğunda olduğu yönündeki ısrarı sadece medya tüketimi için bir retorik olarak görülmelidir.

İsrail'in, pek çok kişinin hayal ettiği geleneksel anlamda ABD'nin bir astı gibi hareket etmediği doğrudur. Ancak, İsrail'in Katar gibi bir ABD müttefikini bombalaması gibi hassas bir konuda, İsrail'in hava saldırıları başlatma kararının bildirilmesi üzerine ABD'nin tarafsız kalması, esasen saldırganlığın zımnen onaylandığı anlamına gelir. Trump'ın resmi bir açıklama ya da basın toplantısı yerine sahibi olduğu sosyal medya platformu Truth Social'da paylaştığı birkaç kelimeyle ifade ettiği rahatsızlığı bunu azaltmıyor.

Beyaz Saray Basın Sözcüsü Karoline Leavitt'in Trump'ın saldırıların faydalı olduğuna inanmadığını ifade eden açıklamasına gelince; bu açıklama, Hamas liderliğinin hedef alınmasının “barış için bir fırsat anlamına gelebilecek” “değerli bir hedef” olarak tanımlandığı açıklamanın geri kalanıyla çelişmektedir.

Eğer Trump Netanyahu'nun bu saldırıyı gerçekleştirmesini gerçekten engellemek isteseydi, tıpkı İran'a karşı savaşın devam etmesini engellediği ve İsrail jetlerini, 12 günlük savaşın son günü olan 24 Haziran 2025'te bombardımanı sürdürmeye çalışırken bile üslerine geri dönmeye zorladığı zaman olduğu gibi onu durdurabilirdi.

İsrail'in Washington Büyükelçisi Yechiel Leiter'in Çarşamba günü Fox News'e (Trump ve yönetiminin gözde ABD kanalı) İsrail'in Doha saldırısı sırasında herhangi bir hedefi ıskalaması halinde bir dahaki sefere vuracağını söylemekten çekinmemesi, ABD yönetiminin Salı günkü saldırıda ya suç ortağı olduğunun, ya bunu kabul ettiğinin ya da en azından “değerli bir hedef” olarak gördüğü şey adına buna göz yummaktan mutlu olduğunun bir başka kanıtıdır.

"İsrail dışında kimse güvende değil"

Bu açıdan bakıldığında, Trump'ın günler önce ateşkes önerisini sadece Hamas liderlerini bir araya getirerek İsrail'in onları topluca ortadan kaldırmasını sağlamak için bir hile olarak ortaya attığını öne süren sızıntılar mantıklı ve son derece makul görünüyor. Özellikle de İsrail'in İran'a karşı savaşı 13 Haziran 2025'te başladığında, yani tam da Witkoff'un heyeti ile İran Dışişleri Bakanı Abbas Arakçi'nin heyeti arasında Maskat'ta önemli bir toplantının planlandığı gün aynı hileye başvurduğu düşünüldüğünde.

ABD'nin İsrail'in Katar'ı bombalamasında işbirliği yapıp yapmadığı, buna göz yumup yummadığı ya da sadece bundan haberdar olup olmadığı gerçekten önemli değil. Tüm bu senaryolar aynı sonuca götürüyor: En azından Donald Trump döneminde İsrail dışında dünyadaki hiçbir ülke için ABD'nin güvenlik garantisi ve askeri koruma şemsiyesi yok.

Bu sonuç, İkinci Dünya Savaşı'nın sona ermesinden, ardından İran Devrimi'nden ve daha sonra Saddam Hüseyin rejiminin yıkılmasından ve 11 Eylül olaylarından bu yana izlenenlerden tamamen farklı bölgesel politikaların ilerletilmesi için bir başlangıç noktası ve fırsat olarak hizmet edebilir.


Al-Araby Al-Jadeed'de yayınlanan bu değerlendirme Mepa News okurları için Türkçeleştirilmiştir. Değerlendirmede yer alan ifadeler yazarın kendi görüşleridir ve Mepa News'in editöryel politikasını yansıtmayabilir.

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Yorumların her türlü cezai ve hukuki sorumluluğu yazan kişiye aittir. Mepa News, yapılan yorumlardan sorumlu değildir. Her bir yorum 600 karakterle (boşluklu) sınırlıdır.