Netanyahu'nun devrilmesi Siyonizm problemini çözmeyecek

Abed Abou Shhadeh

New York Times'ta kısa bir süre önce yayınlanan uzun bir yazı, okuyuculara Gazze'deki soykırımın uzun bir analizini sunuyor. Yazarlar tarafından ortaya atılan temel iddia, savaşın devamının İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu'nun iktidara tutunmaktaki kişisel çıkarlarına hizmet ettiği yönünde.

Devam eden yolsuzluk davası ve 7 Ekim'deki askeri başarısızlığın ardından siyasi konumunun aldığı ağır darbe göz önünde bulundurulduğunda bu durum özellikle önem kazanıyor. Times'ın makalesine göre, olayların bu şekilde bir araya gelmesi Netanyahu'yu hayatta kalmanın bir yolu olarak savaşı uzatmaya itti.

Ancak liberal Siyonist çevreler arasında popüler olan bu değerlendirme, Gazze'deki felaketi tehlikeli bir şekilde tek bir adamın hırslarına indirgiyor.

İsrail'de sadece Gazze'deki soykırıma değil, tüm bölgedeki saldırılara verilen geniş halk desteğini görmezden geliyor. İsrail'in askeri eylemleri -özellikle Suriye'deki mezhepsel şiddet bağlamında- ancak güç, gözdağı ve toprak genişletme tehdidi yoluyla bölgeye kendi iradesini dayatmaya çalışan emperyal bir gücün eylemleri olarak anlaşılabilir.

Bu değerlendirme daha derin bir soruyu göz ardı ediyor: Gazze'den neredeyse iki yıldır gelen dehşet verici görüntülerden sonra İsrail kamuoyu neden savaşı desteklemeye devam ediyor ve hatta savaşın tırmanmasını talep ediyor?

Bugün İsrail kamuoyundaki söylemin merkezinde savaşın ahlaki olup olmadığı değil, savaşın yükünü kimin taşıması gerektiği sorusu yatıyor. Asıl tartışma, şimdiye kadar askerlik hizmetinden muaf tutulan ve bunun yasayla güvence altına alınmasını isteyen Ultra Ortodoks Yahudilerin askere alınması konusunda yaşanıyor.

Laik ve ulusal-dinci kamuoyu ise savaşın devam etmesi gerektiğini, ancak daha adil bir şekilde devam etmesi gerektiğini varsayarak "fedakarlıkta eşitlik" talep ediyor.

Aşkenaz Ultra Ortodoks partisi Birleşik Tevrat Yahudiliği kısa bir süre önce zorunlu askerlik meselesi nedeniyle hükümetten ayrıldığını açıkladığı. Ancak bu, savaşın kendisine karşı bir protesto değil, daha ziyade savaşta kimin hizmet etmesi gerektiğine dair bir anlaşmazlıktı.

Küresel tepki

Bu değerlendirme, uluslararası tepkilerin arttığı bir döneme denk geliyor. Küresel boykot hareketi akademiye de nüfuz etti ve Uluslararası Sosyoloji Derneği kısa süre önce Gazze soykırımını kınamadığı için İsrail Sosyoloji Derneği ile bağları koparma çağrısında bulundu.

Daha az görünür olmakla birlikte kültürel boykotlar da yükselişte. Siyasi olarak, ABD'nin İsrail'e verdiği destek şimdi her iki partide de açıkça tartışılıyor. Tartışmalar Gazze soykırımına ilişkin etik sorulardan İsrail'in Amerikan siyasetinde sahip olduğu orantısız etkiye ilişkin kaygılara kadar uzanıyor.

Aynı zamanda, yurt dışına seyahat eden sıradan İsrailliler hayatlarında ilk kez küresel eleştirilerle karşılaşıyor. Ancak bu inceleme, düşünmeye sevk etmek yerine pek çok kişiyi daha da derin bir inkara sürüklüyor.

İsrail halkının büyük bir kısmı için sorun Gazze'de yaşananlar değil, hem batı hem de doğu dünyasındaki antisemitizm. Onların gözünde dünya kendilerine karşı dönmüş durumda ve bu nedenle vicdan muhasebesi yapmaya gerek yok.

Gazze'de yaşanan felaket, geniş bir toplumsal mutabakat, bunu meşrulaştıran bir yargı ve Filistinlileri uzun süredir insani vasıflardan soyutlayan bir siyasi kültür tarafından mümkün kılınıyor

Gençliğinin önemli bir bölümünü ABD'de geçirmiş olan Netanyahu, Amerikan siyasetini iyi anlıyor. Gazze savaşının "hedeflerine ulaşmadığını" söylerken sahadaki koşullara değil, anketlerdeki durumuna atıfta bulunuyor. İran'a yönelik son saldırılar, herhangi bir stratejik sonuç üretememesine rağmen, kendisinin onay oranlarını mütevazı bir şekilde artırdı.

Daha da kötüsü, hem Netanyahu'nun müttefikleri hem de sözde muhalefeti, soykırım söylemini ana akım haline gelecek kadar başarılı bir şekilde teşvik etti ve normalleştirdi.

Son anketlere göre Yahudi İsraillilerin yüzde 82'si Gazze nüfusunun tehcirini destekliyor. Diğer ülkeleri bu mültecileri kabul etmeye ikna etme becerisinden yoksun oldukları göz önüne alındığında, Gazze'de fiili bir toplama kampı ortaya çıkıyor.

Bu bağlamda, ateşkes tartışmaları yapısal olarak boş. İsrail Hamas'a ve diğerlerine anlaşmalara uymadığını gösterdi. Ne Gazze'de, ne Lübnan'da, ne de Suriye'de. İsrail diplomasisi temelde askeri güç ve tek taraflı olarak verilen sözleri tutmama becerisi üzerine inşa edilmiş durumda.

Acımasız stratejiler

İsrail kamuoyu Gazze savaşına karşı giderek daha sabırsız hale gelirken, rehinelerin serbest bırakılmasını talep ederken ve İsrail askerleri arasında artan ölü sayısını endişeyle izlerken, kimsenin devletin milyonlarca Filistinliyi Gazze'nin dörtte birinden daha az bir alana hapsetmeyi amaçlayan acımasız stratejilerini sorgulamadığını görmek rahatsız edici.

Giora Eiland'ın zorla yerinden etmenin bir aracı olarak açıkça aç bırakmayı öneren "Generaller Planı"nın yeniden canlandırılması açıkça tartışılıyor.

Ancak Gazze'de yaşanan felaket tek bir kişinin eseri değil. Geniş bir toplumsal mutabakat, bunu meşrulaştıran bir yargı ve uzun süredir Filistinlilerin insanlık dışı gösterilmesine dayanan bir siyasi kültür tarafından mümkün kılınıyor. İşgal altındaki Batı Şeria'da da aynı mantık işliyor: İsrail askerleri, polisi ve yargıçları yerleşimcilerin Filistinlilere yönelik katliamlarını ya görmezden geliyor ya da aktif olarak destekliyor.

Mevcut kriz, İsraillilere bir çıkış yolu sunarak -bazıları tarafından- "İsrail'i kendinden kurtarmaya" yönelik umutsuz bir çabaya işaret ediyor. İsrail'in Netanyahu öncesi duruşuna geri dönmesi umuluyor: Sonu gelmeyen müzakereler, retorik barış süreçleri ve asla gerçekleşmeyecek bir Filistin devleti hayali. Bu yanılsama dünyaya iyi hizmet etti ve Batılı ülkelerin İsrail'in eylemlerini savunurken iki devletli bir çözümün hala uygulanabilir olduğunu iddia etmelerini sağladı.

Ancak demografi ve ideoloji değişti. İsrail geri dönemez.

Gazze'deki yıkımın boyutu Filistin sorununun özünü yeniden ortaya çıkardı: Mülteci kampları kalmadığında, insanları itecek topraklar olmadığında ve onları kabul etmeye istekli ülkeler olmadığında ne olacak? Bu durumda konu -kaçınılmaz olarak- 1948'de sürülen Filistinlilerin geri dönüş hakkına geliyor.

Netanyahu'yu tek başına suçlamak entelektüel açıdan dürüst değildir. Netanyahu bir istisna değil, Filistinlileri her zaman aşağı gören Siyonist mantığın bir ürünüdür.

Bu temel inanç sistemini ele almadan Netanyahu'yu değiştirmek hiçbir şeyi değiştirmeyecektir. Daha az agresif, daha kibar bir lider gelebilir ama yapısal şiddet sadece daha yumuşak bir biçimde devam edecektir.


Middle East Eye'da yayınlanan bu değerlendirme Mepa News okurları için Türkçeleştirilmiştir. Değerlendirmede yer alan ifadeler yazarın kendi görüşleridir ve Mepa News'in editöryel politikasını yansıtmayabilir.

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Yorumların her türlü cezai ve hukuki sorumluluğu yazan kişiye aittir. Mepa News, yapılan yorumlardan sorumlu değildir. Her bir yorum 600 karakterle (boşluklu) sınırlıdır.