Türkiye'nin Suriye ve Irak'taki İHA operasyonları

Aaron Stein

Türk devleti 2019’dan bu yana Irak ve Suriye’de PKK’yı hedef aldığı SİHA saldırılarını sıklaştırdı. Türkiye’nin bu husustaki stratejisi anlaşılması gayet kolay bir yaklaşım üzerine kuruludur. Ankara yönetimi, geçmişte elinin ulaşamadığı bölgelerdeki gerek düşük rütbeli kadrodaki isimleri gerekse PKK liderlerini hedef almak amacıyla maliyeti düşük ancak bıraktığı iz büyük olan hava gücünü kullanmaktadır. Türk ordusu tarafından icra edilen bir dizi askeri harekatın ardından devam eden bu SİHA saldırıları PKK ve bağlantılı gruplar üzerindeki baskıyı arttırarak onları Türkiye’nin güneydoğu sınırlarından daha uzak bölgelere itti.

Söz konusu SİHA saldırılarının Türkiye’nin terör karşıtı faaliyetlerinin önemli parçalarından birisi olmaya devam etmesi son derece olasıdır zira ortada Ankara’nın bu saldırılara son vermesini gerektirecek bir vaziyet yoktur. Yine de bu saldırılar neticesinde grubun kabiliyetlerinin bir miktar azaldığına dair kesin işaretler görülüyor olsa dahi PKK’nın tamamen etkisiz hale getirilmesi veya grubun 40 yıllık savaşına son vermesi gibi bir durum yaşanmayacaktır. Sonuç olarak, Türkiye’nin SİHA saldırılarına devam etmesi sebebiyle hem ABD-Türkiye ilişkilerindeki gerilim artacak hem de Washington yönetimi ile Suriye’deki IŞİD karşıtı operasyonlarda birlikte çalıştığı ortakları arasındaki ilişkiler de gerilecektir.

Washington’ın bu saldırıları sonlandırması için Ankara’ya yeteri kadar baskı uygulamayacağı neredeyse kesindir. ABD açısından bakıldığında ortada Kürdistan diye bir devlet olmadığı için Kürtlerle alakalı meseleler, Kürtlerin yaşadığı ülkelerle olan ilişkiler kadar önem arz etmez. Son derece mantıklı ve pratik olan bu yaklaşım, Washington’ın IŞİD’e karşı yürütülen savaşın meydana getirdiği ulusal güvenlik endişelerini tekrarlamakla yetinerek, Ankara’yı devlet dışı bir aktöre tercih etmeyeceği anlamına gelmektedir. Devlet yetkilileri, Türk SİHA saldırılarını ABD durdurabilir mi durduramaz mı veya durdurmalı mı diye boş tartışmalara girmek yerine Orta Doğu genelindeki kötü vaziyetin nasıl idare edileceğine odaklanmalıdır.

Türkiye’nin sonsuz savaşı

Türkiye 1980’li yıllardan bu yanadır PKK ile mücadele etmektedir. İki aktör arasındaki çatışmalar her ne kadar sıkıntıları da olsa o dönem sonuç vaat eden barış sürecinin 2015’in temmuz ayında sona ermesinin ardından tekrar alevlendi. Türkiye’nin kendine has “sonsuz savaşı” hem nüfusun geneli hem de devlet yönetimi nezdinde yüksek seviyede destek görmektedir. Ankara yönetimi bu çerçevede yerli SİHA geliştirilmesini bir öncelik olarak benimsedi. Bu SİHA’lar, Türk askerlerinin almak zorunda kaldığı risklerin azaltılması ve PKK’nın Irak’ın kuzeyi ile Suriye’nin kuzeyindeki iletişim hatlarının vurulması hususlarında sahada son derece değerli olduklarını ispatladı. Kısacası, düşük maliyetli hava gücünün kullanılması hem Türklerin kaynaklarına fazla yük olmadı hem de askerî açıdan son derece olumlu sonuçlar verdi.

Türk SİHA’ların kullanımı yaygınlaştıkça, Ankara’nın Suriye ve Irak’ta icra ettiği sınır ötesi operasyonlarında bu teknoloji ile desteklenen SİHA saldırılarının sayısı da arttı. Bu durum neticesinde PKK’nın Irak’ın doğusundaki geleneksel kalelerindeki Türk varlığı da arttı. Ankara sahip olduğu baskın ekonomik pozisyonu sayesinde Irak’taki en güçlü Kürt siyasi partisi olan ve Erbil’i kontrol eden Kürdistan Demokratik Partisi ile olan ilişkilerini daha da sıkılaştırmayı bildi. Iraklı Kürtlerin genel olarak kendi aralarında birlik olmaktan uzak olması ve KDP’nin Ankara ile kurduğu yakın ilişkiden çıkar sağlaması nedeniyle bölgede icra edilen SİHA saldırıları her ne kadar halk nezdinde belli bir seviyede protesto edilse de Ankara bu saldırılar nedeniyle siyasi açıdan bakıldığında çok da fazla bedel ödememektedir.

PKK ise içine düştüğü duruma, daha geniş alana yayılarak, Irak içlerindeki Türk askeri hedeflerine saldırarak ve Türkiye kontrolü altındaki Suriye topraklarında vekilleri aracılığı ile gerilla faaliyetleri yürüterek cevap verdi. Ankara’ya göre bu taktikler PKK’nın güçsüzlüğünün bir göstergesidir. Örgüt Türkiye sınırları içindeki geleneksel kalelerinden çıkarıldı ve iki taraf arasındaki ana temas hattı artık Irak sınırları içinde yer alan bölgelere kaydı. Ankara’nın içinde bulunduğu bu pozisyon her ne kadar Kürtlerin devlete karşı öfke duymasının ardındaki nedenler ile PKK’nın hala Türk vatandaşı azınlık bir gruba hala çekici gelmesi hususlarında siyasi manada pek bir fayda sağlamasa da yine de avantajlıdır.

Amerikan tutarsızlığı

Türkiye’nin icra ettiği SİHA saldırıları ABD açısından siyasi bir sorun teşkil etmektedir. Washington’ın IŞİD’i mağlup etmek için sahada ortaklık kurduğu Suriye Demokratik Kuvvetleri isimli Suriyeli Kürt milis grubun PKK ile doğrudan bağlantıları mevcut olup bu oluşumun yetkilileri tekrar tekrar Türklerin saldırılarının hedefi olmaktadır. Söz konusu saldırılar ABD kuvvetlerinin sahada bizzat bulunması ve grup ile çalışmasına rağmen gerçekleşmektedir. Türkiye’nin Suriye’deki operasyonları, Washington ile Ankara arasında ülkenin kuzeydoğusunda kalıcı bir varlık oluşturulması hususundaki görüşmelerin başarısızlıkla sonuçlanmasının ardından başladı. Bu süreç sonrasında Ankara 2019’un ekim ayında Barış Pınarı Operasyonu adını verdiği bir işgal harekâtını başlattı. Aynı dönemde, Türkiye’nin mühimmat ve İHA alanlarında elde ettiği teknolojik atılımlara paralel olarak Irak’taki SİHA saldırılarının sıklığı da arttı.

Orta Doğu’da, Washington’ın mutlak kudret sahibi olduğuna ve münasip şekilde ikna edildiğinde bölgedeki ülkelere ne isterse yaptırabileceğine dair gayet yaygın bir yanlış anlaşılma söz konusudur. Bu nedenle Suriyeli Kürt liderler Washington’ın istemesi halinde Türklerin saldırılarını durduracak güce sahip olduğuna ancak siyasilerin bunu yapmamayı tercih ettiğine inanmakta olup bu sebeple Amerikan ordusunun, ABD kuvvetlerinin bölgede varlık göstermesine rağmen birlikte çalıştığı ortak kuvvetlerin saldırı altında kalmasını seyretmek zorunda kaldığı bir durumla baş başa kaldığını düşünmektedir.

Sahadaki bu vaziyet Washington ile Ankara arasında yürürlükte olan “çatışma engelleme” mekanizmalarının önemini gözler önüne sermekle birlikte söz konusu bu mekanizmaların ABD varlığının bulunduğu noktalara yapılacak Türk hava operasyonlarının önceden haber verilmesi haricinde pek de bir işe yaramadığını da göstermektedir. Gerçekten de “çatışma engelleme” faaliyetleri çerçevesinde Washington tarafından kullanılan aygıtlar Türk hava operasyonlarına zeval getirmemektedir. ABD, Suriye hususunda sınır bölgesinin çoğunu Türkiye’ye teslim ederek Ankara yönetimine kendi hedefleri doğrultusunda uçup saldırı düzenleyebileceği sınırları belli bir nevi bir “çatışma engelleme alanı” tahsis etti.

ABD’nin Türkiye’nin Irak Kürdistanı bölgesindeki PKK hedeflerine yönelik saldırılarını destekliyor olması meseleyi bir kat daha karmaşıklaştırmaktadır. Washington, Rakka’ya yapılacak saldırı öncesinde Suriyeli Kürtler ile kurduğu iş birliğini genişletme yönünde aldığı karara Türk tarafından yükselecek itirazları Türkiye’nin Irak’taki hava harekatlarına destek sağlama sözü vererek aşmayı amaçlamıştı. Gelinen noktada Washington sağladığı desteği durdursa dahi bunun etkisi sınırlı kalacaktır zira Türklerin bölgede son birkaç yıldır devamlı artan kabiliyetleri çerçevesinde sahadaki istihbaratın büyük çoğunluğu Ankara tarafından temin edilmektedir.

Türk-Amerikan çatışma engelleme ilişkisi

Basitçe söylemek gerekirse, ABD’nin ne şu anda sahada zuhur eden bu yeni gerçeğe yönelik bir çözümü ne de Türk SİHA saldırıları hususunda açık bir politikası vardır.

ABD ile Türkiye, havadan gözlem noktasında geçmişte sürekli bir iş birliği içinde bulunmuştur. Bu iş birliği geçen yıllar içerisinde karşılıklı güvensizlik sonucu eskidi ve yıprandı. Türk Hava Kuvvetleri yaklaşık 30 yıldır sürekli olarak Irak’ın kuzeyinde operasyonlar icra etmektedir. ABD ile Türkiye arasında bu bölge için geçerli bir çatışma engelleme anlaşması var olup Washington bu anlaşma çerçevesinde Irak hükümetini de sürece dahil ederek süreci yönetmektedir. ABD ordusu yetkilileri ile yaptığım röportajlardan elde ettiğim bilgilere göre kuzey Irak iki taraf arasında bir çizgi ile bölünmüş olup çizginin kuzeyi Türkiye’nin güneyi ise ABD’nin sorumluluğundadır. Kontrol bölgeleri de kendi içinde alt kategorilere (kutulara) ayrılmış olup her kutunun kendine has şifreleri vardır. Bu şifreler sayesinde haritada nereye saldırı icra edileceği tespit edilmekte saldırı öncesi haber verme sistemi sayesinde taraflar böylelikle birbirlerinin nerelerde uçtuğundan haberdar olmaktadır. Bir uçuş öncesi, Ankara yönetimi ABD’ye nerede uçmaya niyeti olduğunu, uçuşun silahlı mı yoksa silahsız mı olacağını ve bir saldırı planı olup olmadığını haber vermektedir. İki taraf arasındaki anlaşma çerçevesinde Türk tarafının yapacağı planlı saldırılar hususunda Amerikan tarafı “mutabık kalmadığını” belirtebilir ancak Türkiye’nin bu durumlarda Washington yönetimini dinleme zorunluluğu bulunmamaktadır.

Bu vaziyete paralel bir şekilde ABD kendisine ait gözlem unsurlarıyla da Türkiye’ye yardım sağlamaktadır. İstihbarat alanındaki bu ilişki Suriye’deki iç savaş döneminde özellikle de ABD’nin 2017 yılında bölgede daha fazla sayıda Reaper SİHA’larını kullanarak ölümcül saldırılar icra etmeye başlamasının ardından güçlenmişti. Ancak, program çerçevesinde görev yapan ABD’li yetkililerin bana anlattıklarına göre Türk tarafı PKK hakkında derlediği hassas içerikli datayı ABD’ye vermeye yanaşmadı, benzer şekilde Amerikan tarafı da bir hava operasyonu icra edilebilmesi için gerekli tüm istihbaratı karşı tarafla paylaşmadı. Washington yönetimi bunun yerine Türk SİHA’larının hedef olduğundan şüphelendiği isimlere son derece yaklaşmasını sağlayacak koordinat ve bilgileri karşı tarafa servis etti ve SİHA’lar kendi kabiliyetleri çerçevesinde bu hedefleri vurdu. Bütün bunlardan anlaşılacağı üzere ABD unsurları çoğu zaman Ankara’nın işine yarayacak nitelikte istihbarat sağlamamaktadır ancak zaman zaman verilen bilgiler neticesinde Türk tarafı çok sayıda hava saldırısı icra etme imkânı elde etmiştir. 2007’de başlayıp, ilişkilerin çalkantıda olduğu bir dönemden geçilmesine rağmen daha sonra genişletilen bu program Türkiye’nin Barış Pınarı harekâtına başlamasının ardından sona erdi.

Yerli Türk SİHA projelerinin filizlenmesiyle birlikte Ankara’nın müdahale menzilinin artması, iki taraf arasındaki programın askıya alınmasından kaynaklanan zorlayıcı faktörleri zayıflattı. Gerçekleştirdiğim röportajlara göre ABD’nin, Türklerin hedef tayin metodolojisi veya tayin edilen hedeflere yönelik saldırıların ne şekilde planlandığı ve icra edildiği hususlarında karşı tarafı pek anlayamadığı anlaşılmaktadır. Sonuç olarak, Ankara artık hem Irak hem de Suriye’de daha önce hiç olmadığı kadar fazla sayıda hedefi ve orta sınıf PKK liderlerini vurmaktadır.

Ankara’nın Suriye’deki çatışma engelleme alanı

ABD ile Türkiye arasında Irak’takine benzer bir çatışma engelleme anlaşması Suriye’de de uygulanmaktadır. Bu anlaşma çerçevesinde Türkiye Tel Afer ile Tel Abyad arasındaki kalan ve 20 km. kadar Suriye içine giren bölgede (kutuda) hem havada hem de karada olmak üzere istediği şekilde faaliyet sürdürmektedir. Türkiye’nin “alanı” ile alakalı anlaşmanın kökü Ankara yönetiminin sürekli olarak Suriye’de ABD kontrolündeki bölgeleri işgal etme tehditleri ve gerilimi tırmandıracak hamleler yapmasına dayanmaktadır. 2019’un ağustos ayında bu söz konusu tehditlerin artık son derece ciddiye binmesiyle ABD, Türk ordusundan kaynaklanan tehdidi idare edebilmek adına bir dizi diplomatik hamlede bulundu. Bu yaklaşım neticesinde merkezi Şanlıurfa’da olmak üzere Birleşik Müşterek Harekât Merkezi ismindeki yapı kuruldu. Bu yapı üzerinden iki ülke askeri personeli müşterek kara ve helikopter devriyelerini beraber koordine etti. Bu diplomatik hamle sonucunda Türk Hava Kuvvetlerinin Suriye üzerinde uçuşlar gerçekleştirmesi kaçınılmaz hale geldiği için Türkiye, Inherent Resolve (Doğal Kararlılık) Operasyonu çerçevesinde icra edilen koalisyon hava saldırıları ile diğer faaliyetlerin kontrolü için devreye sokulan (Air Tasking Order) Hava Görevlendirme Emri mekanizmasına dahil edildi. Türkiye ilk başlarda sadece insansız gözlem platformlarına erişime sahipken daha sonraları müşterek kara devriyelerinin de başlamasıyla mühimmat yüklü Türk F-16’larına sahadaki potansiyel temas durumlarına talep edilmesi halinde müdahale yetkisi verildi.

İki taraf arasındaki bu düzenleme ile bir Türk harekatının önüne geçilemedi. 2019’un ekim ayında başlayan harekât ile Türk ordusu sınırın diğer tarafına geçerek belirli bir bölgeyi kontrol altına aldı. Türk Hava Kuvvetleri gerektiğinde Suriye sınırlarındaki hedefleri vurmak için kendi hava sahasından atışlar yapma seçeneğine sahiptir. Ancak, Ankara’nın Suriye’deki hedeflere yönelik yaptığı atışlarda kullanılan mühimmatlar ateşlendikten sonra genellikle 5-10 dakika içinde hedefe varan tiplerdir. Bu, vurulması için kısa sürede reaksiyon gösterilmesi gereken hedeflerin Türkiye’den yapılacak atışlarla vurulamayacağı, özellikle hareket halindeki hedeflerin imha edilebilmesi için direk hedefin üstünde iken atış yapılması gerektiği anlamına gelmektedir. Bu nedenle, Türkiye, kendisine belirlenen “kutu” içindeki SİHA saldırılarının sayısını büyük oranda arttırdı. Konu bu bölgenin dışına geldiğinde ise işler daha da karmaşık bir hal almaktadır. Mesela, röportaj gerçekleştirdiğim Amerikan Hava Kuvvetleri pilotları, Türkiye’nin başlattığı operasyon sonrasında bölge üzerinde aynı anda hem ABD hem Rusya’ya ait jetler ile Türkiye’ye ait SİHA’ların birbirine tehlike doğuracak kadar yakın görev icra ettiğini ve taraflar arasında o esnada herhangi bir iş birliği veya çatışma engelleme mekanizması bulunmadığını ifade etmektedir. Bu bölgedeki durum şu anda geçmişe nazaran daha istikrarlı halde geldi çünkü ABD, Türkiye’nin kontrolü altındaki bölgenin hava sahasını çok daha az kullanmaya başladı. Rusya ile Türkiye arasında benzer bir çatışma engelleme uygulaması olup olmadığı net bir şekilde belli olmasa da İdlib bölgesinde yaşananlar iki tarafın birbirlerine ait platformları doğrudan hedef almama hususunda bir anlaşma yaptığına işaret etmektedir.

Sürekli baş ağrısı

Türk SİHA’larının SDG yetkililerine yönelik hava saldırıları birçok kesim tarafından protesto edilmekte ve Washington’ın müdahale etmesi için çağrılar yapılmaktadır. Ankara yönetimi açısından bakıldığında ise yaptıkları hava saldırılarının Amerikan-Kürt bağlarına zarar veriyor olması onlar için tamamen olumlu bir vaziyettir. ABD aynı anda bir yandan NATO müttefikine gerçekleştirdiği anti terör operasyonlarında yardım ederken diğer yandan da Ankara’nın düşmanı ile birlikte hareket ederek IŞİD’i mağlup etmeyi hedeflemektedir. Türkiye bu duruma itiraz etmekte olup, Amerika’nın meseleye yaklaşımında gösterdiği tutarsızlığı kendi lehine kullanarak SİHA faaliyetlerine devam etmektedir.

ABD’nin elinde Türkiye’yi durmaya zorlayacak pek fazla koz olmayabilir ancak izlenilen bu parçalı politika göstermektedir ki Washington yönetimi, temas halinde olduğu iki taraf arasında gerilimi azaltmak için yumruğunu masaya vurma noktasında kendi arasında bölünmüş vaziyette olup bu kararı verememektedir. Mesela, Türkiye’ye sağlanan ölümcül istihbarat desteği ile ABD aslında Türklerin SDG’nin yükselişine dair endişelerini gidermeyi amaçlamıştı ancak bu destek neticesinde Türklerin icra ettiği SİHA saldırılarının sayıları arttı. Kendilerini hedef alan saldırılara cevaben Kürtlerin de geri saldırmasıyla şiddet döngüsü yeniden başladı. Bu süreçten çıkılması için izlenilmesi gereken ideal yol tabi ki de barış görüşmelerinin yeniden başlamasıdır. Fakat Washington’ın elinde Türkiye’yi yeni bir barış sürecine zorlamaya yetecek kadar koz yoktur. Bundan daha önemlisi ise halihazırda Türkiye’deki iç siyasi ortamın böyle bir hamle için uygun olmadığı açıktır. Ortadaki bu siyasi gerçekler değişene kadar Türk SİHA saldırıları dikkatli bir şekilde idare edilmesi gereken, ABD’nin bölgedeki çıkarlarına yönelik bir baş ağrısı olmaya devam edecektir.


Aaron Stein tarafınan kaleme alınan ve War on the Rocks'ta yayınlanan bu makale Mepa News okurları için tercüme edilmiştir. Makalede yer alan ifadeler yazarın kendi görüşleridir ve Mepa News'in editöryel politikasını yansıtmayabilir.

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Yorumların her türlü cezai ve hukuki sorumluluğu yazan kişiye aittir. Mepa News, yapılan yorumlardan sorumlu değildir. Her bir yorum 600 karakterle (boşluklu) sınırlıdır.