Uluslararası ilişkilerde yeni pusula aile politikaları mı?

Gladden Pappin

Nüfus politikası uzun zamandır uluslararası düzeyde tartışılsa da, aile politikası tipik olarak bir iç politika meselesi olarak görülmüştür. Ancak bu alanın -ulusal mevzuatı aile yaşamını teşvik etmeye ve savunmaya yönlendirmenin bir yolu- uluslararası ilişkilerde giderek artan şekilde bir ilgi çeken alternatif bir değer temeli sağladığı açık hale gelmektedir. Gerçekten de, toplumlarını güçlendirmek isteyen ülkeler arasında aile politikası konusunda sessiz bir uzlaşının unsurları oluşmaya başlamıştır.

Ulusal bir çıkar olarak aile politikası

Son yıllarda ülkelerdeki demografik zorlukları yönetmek için iki alternatif yaklaşım ortaya çıkmıştır. Yaklaşımlardan biri, insanların serbest dolaşımını genel bir kazan-kazan olarak öne çıkarmaktadır: 2010 tarihli bir New York Times raporunda belirtildiği gibi "zengin, yaşlanan ülkelerin işçilere ihtiyacı vardır" ve "yoksul ülkelerdeki insanların ise işe ihtiyacı vardır". Ancak birkaç ülke, ulusal hükümetlerin ülke içi nüfus artışını teşvik ettiği ve yeteneklerin elde tutulmasını desteklediği diğer bir yaklaşım olan aile politikasını izlemeye başlamıştır.

Aile politikası genellikle uluslararası ilişkilerin bir konusu olarak görülmemiştir. Çağdaş uluslararası kurumlar, özellikle Pekin Deklarasyonu ve İstanbul Sözleşmesi gibi uluslararası normlar aracılığıyla, büyük ölçüde liberal bir cinsel özgürlük anlayışını geliştirmeye yönelmiştir. Biden yönetimi, "ABD diplomasisi ve dış yardım yoluyla" LGBTQ konularına küresel öncelik verdiğini açıklamış ve AB kurumları da aynı şeyi yapmıştır.

Aile yaşamındaki gelişmeler de son yıllarda aynı değişimi yansıtmaktadır. Yirminci yüzyılın ikinci yarısında küresel doğum oranları düşerken endüstriyel kapasiteye ilişkin beklentiler artmıştır. Özellikle doğum kontrol vasıtalarının kullanımının teşvik edilmesi yoluyla nüfus artışını yönetmeye yönelik uluslararası çabalar yaygınlaşmıştır. Soğuk Savaş'ın ardından küresel tartışmaların teması, sınırlardan cam tavanlara, evlilik ve aile normlarına kadar uluslararası bariyerleri yıkmaya doğru kaymıştır.

Geriye dönüp bakıldığında, 1990 sonrası uzlaşının dış politikasına demografik bir tez yerleştirdiği açıktır: Yumuşak bir sosyal liberalizm rejimi altında küresel hareketlilik tezi. Schengen Bölgesi'nin ortaya çıkışıyla birlikte Avrupa, serbest ticaret alanlarının ve ortak ekonomik bölgelerin insanların serbest dolaşımına nasıl yol açabileceğine dair bir model haline gelmiştir. Artık her şeyin nerede üretildiği önemli değildir. Klasik aile yapıları da aynı şekilde kısıtlayıcı olarak görülmektedir.

Ancak geleneksel aile uluslararası tartışmalara geri dönmüştür. İlk olarak, Charles Goodhart ve Manoj Pradhan gibi ekonomistler düşük doğum oranlarına sahip toplumların yaşlanan toplumlar olduğuna dikkat çekmiştir. Yaşlanan toplumlar endüstriyel olarak katılaşma ve kuşaklar arası gerilimler yaşama eğilimindedir. Sanayinin tıbbi bakıma kayması gerekir ve ekonomiler enflasyona eğilimli hale gelebilir. Yine de aile oluşumundaki düşüşler, bazı dindar alt gruplar dışında, tüm sanayi toplumlarında yaygın görünmektedir. Bu nedenle, aile hayatını destekleyici tedbirler uluslararası söylemde geniş bir şekilde dikkate alınmalıdır.

İkinci olarak, aile oluşumunu teşvik eden değerler artık doğal karşılanmamaktadır. Batı toplumları ailenin klasik tanımından giderek uzaklaşmıştır. Batılı hükümetler ve popüler kültür de ailenin klasik tanımından ziyade alternatif yaşam tarzlarını savunmaya ve hatta bunlara methiyeler düzmeye daha fazla önem verir hale gelmiştir.

Demografik sorunların uluslararası ilişkilerin de merkezinde yer aldığı her geçen yıl daha da netleşmektedir. New York Times'ın bu yaz yayınladığı bir rapor "2050 yılına kadar 65 yaş ve üzeri insanların Doğu Asya ve Avrupa'nın bazı bölgelerinde nüfusun neredeyse yüzde 40'ını oluşturacağı" gerçeğinin altını çizmiştir. Bu yaşlanan toplumlarda çalışma çağındaki nüfus azalacak ve "en dengeli iş gücü çoğunlukla Güney ve Güneydoğu Asya, Afrika ve Orta Doğu'da olacaktır." Bu değişimin jeopolitik ve jeoekonomik sonuçları daha yeni yeni öngörülmeye başlanmıştır.

Bu gibi raporlar ışığında, geçtiğimiz yaz Avrupa Konseyi toplantısında devlet başkanları, özellikle demografik güç ile ekonomik rekabet gücü arasındaki ilişkiye atıfta bulunarak Avrupa Komisyonu'ndan bir "Demografik Araç Kutusu" geliştirmesini talep etmiştir. Bunun nedeni oldukça basittir: Dünyanın dört bir yanındaki hükümetler, demografik zorlukların geleneksel aile yapıları üzerinde daha fazla baskı oluşturarak ya da kitlesel göçü daha fazla teşvik ederek çözülemeyeceğini hem tek tek hem de topluca fark etmeye başlamıştır.

İşte bu bağlamda, son yıllarda "aile politikası" demografik zorlukları yönetmeye yönelik ulusal odaklı bir yaklaşım olarak ortaya çıkmıştır. Benim görüşüme göre aile politikası üç temel üzerine bina edilmiştir:

1) Aile ile bağlantılı ve aile yaşamını teşvik eden bir devlet destek sistemi

2) Toplumun işleyişinin ayrılmaz bir parçası olarak geleneksel ailenin korunması ve teşvik edilmesi

3) Kitlesel göçün reddedilmesi ve sınırların bütünlüğüne ve göçe yönelik düzenli bir yaklaşıma vurgu yapılması.

Bu üç unsur birlikte ailenin toplum içindeki rolünü güçlendirmeyi amaçlanmaktadır.

Tüm büyük ekonomik yapılar, yaşam tercihleri etrafındaki teşvikleri değiştirme yeteneğine sahiptir ve bunu yapmak üzere tasarlanmıştır. Devlet desteği ve refah sistemleri aile yapılarına bağlı olmadığında, sistemin kendisi babaların yerini almaya başlayabilir. Bu durumu, 2015'ten bu yana inşa edilen aile destek sisteminin, aile kurma seçimini alternatifine göre mali açıdan daha faydalı hale getirmek üzere tasarlandığı Macaristan ile karşılaştırın. Anneler çocuklarının doğumundan sonra uzun bir süre boyunca maaşlarının tamamını almaktadır, ebeveynler yuva kurma masraflarını karşılamak için büyük kredi ve hibelere başvurabilmektedir ve aile kurmayı teşvik etmek için çeşitli başka mali teşvikler de mevcuttur. Bu politikalar paketi yabancıların da dikkatini çekmiştir: Yakın zamanda tamamlanan Beşinci Budapeşte Demografi Zirvesi'nde İtalya, Bulgaristan, Sırbistan, Tanzanya, Kazakistan, Türkiye, Katar, Bahreyn, Tunus ve Ekvador hükümetleri resmi olarak temsil edilmiştir. Son yıllarda ABD eski Başkan Yardımcısı Mike Pence'in yanı sıra Çekya, Slovakya, Slovenya, Romanya ve Letonya'dan ve başka yerlerden resmi temsilciler de katılmıştır. Polonya hükümeti de son yıllarda aile destek politikalarını uygulamaya koymuştur.

Aile politikasının uluslararası etkileri

Aile politikası şu anda ulusal düzeyde yürütülüyor olsa da, aile politikasının her bir unsurunun potansiyel uluslararası yansımaları vardır. Bu nedenle alternatif bir uluslararası konsensüsün tüm unsurlarına sahiptir. Ancak mevcut uluslararası yapılar güçlü sınır politikalarına karşı yöneldiklerinden ve insan hakları kurumlarını yerel aile yanlısı politikalara karşı yorumladıklarından, bu olgu tam olarak uluslararası görünürlüğe ulaşmamıştır.

Küresel jeopolitik düzen, bu doğrultuda aile politikasını teşvik edecek uluslararası mekanizmaların ortaya çıkmasına izin verecek şekilde değişecek mi? 1990'lar sonrası küresel düzen, Amerikan liderliğindeki askeri güvenlik, ekonomik fırsatlar (serbest ticaret olanaklarının genişletilmesi yoluyla) ve sürekli genişleyen insan haklarının liberal bir yorumundan oluşan tek bir paket üzerine inşa edilmiştir. Ancak Batı dışı ekonomik örgütlerin yükselişi ve cinsel yaşam tarzları konusunda Batı'nın giderek daha agresif bir yaklaşım sergilemesiyle birlikte "çok yönlü" bir dış politika için teşvikler artmaktadır. Bu ortamda devletler, diğer açılardan farklılık gösterseler bile, istikrarlı aile yaşamının desteklenmesine ilişkin iyi uygulamaları paylaşmak için daha güçlü bir ortak gerekçeye sahiptir.

Gerçek şu ki, birçok devletin benzer zorluklarla karşı karşıya olduğu göz önüne alındığında, bir ülkenin demografik politikalarının genel bütünü artık uluslararası bağlamda büyük önem taşımaktadır. Ancak Avrupa Birliği'nin bir "Demografik Araç Seti" oluşturmasını beklemeye gerek yoktur zira aile politikasının temel unsurları zaten mevcuttur. Bunlara dünyanın farklı bölgelerinde farklı açılardan ihtiyaç duyulmaktadır.

Avrupa'da 2015'ten bu yana yaşanan kitlesel göçün ardından sosyal uyum artmamıştır, bu süreçte güçlü aile yaşamının temel unsurları gerilemeye devam etmiştir. Yüzyılın başından bu yana gayrimeşru birliktelik oranları yaklaşık yüzde 70 artmış, öyle ki Avrupa'daki doğumların yüzde 42'si artık evlilik dışı gerçekleşmektedir. 2015'te göç krizinin doruğa ulaştığı dönemde AB liderleri, üç milyon göçmenin gelişinin Avrupa'ya ekonomik fayda sağlayacağını kendinden emin bir şekilde öngörmüştür. Oysa Avrupa ekonomisi şu anda son yıllarda hiç olmadığı kadar katılaşmış görünmektedir.

Göçmenleri elden geçirme ve asimile etme konusunda uzun bir geçmişe ve göçle ilgili iyi gelişmiş kurumlara sahip olan Amerika Birleşik Devletleri, göç yoluyla nüfus artışını sürdürmüş olsa da, her yıl milyonlarca kişinin sınırı geçtiği mevcut koşullar sürdürülemez görünmektedir. Aynı zamanda, Amerikan aileleri üzerindeki kültürel ve ekonomik baskılar, aile hayatını gençler için daha az cazip hale getirmiştir.

Güney Afrika, Hindistan ya da Filipinler gibi çalışma çağındaki nüfusta yakında dünyaya liderlik edecek yükselen ülkeler arasında bile aile politikası, güçlü bir sosyal yapıyı korumak ve yaşlanan Batı toplumlarının yolunu izlemekten kaçınmak için gerekli olacaktır.

1990'lar sonrası küresel düzenin "paketi" çözülmeye başladığına göre, sosyal olarak liberal aile yapılarına yönelik tutumlar açısından dünyanın daha liberal değil, daha kutuplaşmış hale gelmesi şaşırtıcı değildir. Batılı toplumlar yirminci yüzyıl normlarının ötesine geçerek diplomatik kanallar aracılığıyla bile olsa alternatif yaşam tarzlarını teşvik etme konusunda daha agresif hale gelirken, bazı hükümetler sessizce daha şüpheci hale gelmiştir. Orta ve Doğu Avrupa, Orta Doğu, Orta Asya ve Latin Amerika'daki birçok ülke Çin yatırımlarından faydalanırken, Batı tarafından sadece temel kültürel değerlerini değiştirme baskısı hissetmektedir.

Demografik politikanın dış politika haline gelmesi, mevcut küresel düzenin merkezinde tanımlanan "değerlerin" birçok küresel aktör tarafından bu düzeni güçlendirmek için yetersiz görüldüğünün de bir işaretidir. Batı'nın tam entegre küresel piyasalardan geri adım atmaya çalışmasıyla -jeopolitik rakiplerine yaptırım uygulaması ve Çin ile ticarette "risk azaltması"- Batı paketinin "değerler" kısmını kabul etme nedenleri de azalmaya başlamıştır. Ülkeler, demografik konumlarının artan nüfusu karşılamak için ekonomik kalkınmaya, azalan nüfusu kurtarmak için mali teşviklere ve bununla bağlantılı olarak geleneksel aile yapıları için diğer kültürel ve yasal destek türlerine ihtiyaç duyup duymadığını değerlendirmek zorunda kalacaktır.

Aile politikasının uluslararası boyutuna ilişkin en ilginç soru, bunun "değerlere dayalı" bir uluslararası politika için yeni bir unsur oluşturup oluşturamayacağıdır. Sağlam aile yaşamına yönelik kamuoyu desteği, aksi takdirde ayrışacak olan ülkeleri bir araya getirmek için yeterli midir? Kaynaklar ve topraklar üzerindeki çatışmanın uluslararası ilişkileri tanımladığı klasik jeopolitik açısından bakıldığında cevap "hayır"dır. Güçlü demografiye sahip ülkeler arasında sayısız savaş ve çatışma meydana gelmiştir.

Ancak uluslararası ilişkilerde istikrarlı bir aile yaşamına artık "verili" gözüyle bakılamaz. Modern toplumlarda aile yaşamı sadece sosyal güç, ekonomik büyüme ve askeri hazırlık için varsayılan bir girdi değildir. Aynı zamanda elverişli kültür, koruyucu mevzuat ve sağlam politikanın bir çıktısıdır. Küresel piyasalar hala son derece entegre olmuşken, bir bölgede demografinin sürekli olarak çökmesi -yaşlanma, aile çöküşü veya kitlesel göç yoluyla- başka bir bölgede anında sorunlara neden olabilir. Ve eğer bir ülkenin ekonomisi demografik gerileme nedeniyle daha da katılaşmış hale gelirse, bir ihracat pazarı veya sanayi sağlayıcısı olarak değerinin de düşmesi muhtemeldir.

Son olarak, güçlü ve değerlere odaklı bir aile politikasının esnek ya da daha pragmatik çıkarlara dayalı bir dış politika ile birlikte yürütülebilmesinin bir başka nedeni daha vardır: Güçlü bir aile politikası ekonomik büyümeyi mümkün kılar ve genel güveni artırır, bu da dış politikada daha fazla manevra alanı sağlar. Güçlü bir ulusal kültüre ve büyüyen ailelere sahip bir ülkenin, ekonomik alışveriş ve ortaklıkların bunu zayıflatacağından korkmasına gerek yoktur.

Uluslararası ilişkilerin temel bir unsuru olarak aile politikasını destekleyen yeni bir konsensüs nasıl ortaya çıkabilir? Mevcut uluslararası kurumlar açısından bakıldığında durum oldukça zorlu görünebilir. Ancak küresel kurumlar da şu anda bir dönüm noktasındadır. BRICS+ gibi yeni ekonomik düzenlerin ortaya çıkmasıyla birlikte, nihayetinde bunlardan inşa edilecek kurumlara hangi değerlerin ekleneceği henüz belli değildir. Yine de değerlerin uluslararası kurumlara beklenmedik şekillerde geri dönmesi son derece muhtemeldir. Ülkeler yaklaşmakta olan birçok demografik zorlukla karşı karşıya kaldıkça, iyi politika uygulamalarını ortaya koyacakları yeni platformlar oluşturmaları için güçlü teşvikler olacaktır. Bu arada, Soğuk Savaş sonrası uluslararası politikanın sıkı bağı muhtemelen daha da dağılmış olacaktır. O an geldiğinde, dikkatlerin aile politikasına yönelmesi şaşırtıcı olmayacaktır. Önümüzdeki on yıllarda aile politikası sadece ülke içindeki demografik sorunlara bir cevap değil, işleyen bir küresel düzenin temel bir parçası olacaktır.


Gladden Pappin tarafından kaleme alınan ve National Interest'te yayınlanan bu değerlendirme Mepa News okurları için tercüme edilmiştir. Değerlendirmede yer alan ifadeler yazarın kendi görüşleridir ve Mepa News'in editöryel politikasını yansıtmayabilir.

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Yorumların her türlü cezai ve hukuki sorumluluğu yazan kişiye aittir. Mepa News, yapılan yorumlardan sorumlu değildir. Her bir yorum 600 karakterle (boşluklu) sınırlıdır.