Analiz | Rusya'nın Ukrayna işgali ABD-Avrupa ilişkilerini nasıl krize soktu?

Analiz | Rusya'nın Ukrayna işgali ABD-Avrupa ilişkilerini nasıl krize soktu?

"Şubat 2022'de Rusya'nın Ukrayna'yı işgali bu fikri sorgulatmaktan daha fazlasını yaptı. Söz konusu fikrin neredeyse tamamen boş olduğunu ortaya çıkardı."

ABD ile Avrupa arasındaki ilişkiler onlarca yıldır tartışmalara konu olmaya devam ediyor.

Özellikle 2000 sonrasında taraflar arasındaki bağımlılığa ve Avrupa'nın liderliğine dair tartışmalar hızla artmaya başladı.

Rusya'nın 2022 yılında Ukrayna'yı işgali bu tartışmaları farklı bir boyuta ulaştırdı.

Jeremy Shapiro ve Jana Puglierin, War on the Rocks'ta yayınlanan analizlerinde, 2022 sonrasında ABD ile Avrupa arasındaki ilişkileri değerlendirdi. Analiz Mepa News okurları için Türkçeleştirildi.


Ukrayna'ya Leopard 2 tanklarının gönderilmesi konusu 2022'nin sonlarında aylarca Alman ve Avrupa siyasetini çalkantılı hale getirdi. Amerika Birleşik Devletleri ve Avrupa, Rusya ile olan savaşında Ukrayna'yı topluca desteklemeyi taahhüt etmişti. Ukrayna Batılı tanklara ihtiyacı olduğunu söylüyordu ve Alman yapımı Leopardlar bu ihtiyaca en uygun tanklardı. Ancak Rusya ile gerilimin tırmanmasından endişe eden Berlin'deki hükümet ilk adımı atmayı reddetti. Almanya Başbakanı Olaf Scholz, "Biz her zaman müttefiklerimiz ve dostlarımızla birlikte hareket ederiz," diye ısrar etti. "Asla yalnız hareket etmeyiz."

İşin ilginç yanı, kimsenin Almanya'dan tek başına hareket etmesini istememesiydi. Ocak 2023 itibariyle İngiltere, Challenger ana muharebe tanklarından 14 tanesini Ukrayna'ya göndereceğini açıklamıştı. Polonya ve Finlandiya hükümetleri, diğer müttefiklerle birlikte Leopard 2 tanklarını tedarik etmeye hazır olduklarının sinyalini vermişti. Avrupa Parlamentosu Ekim 2022'de bu konuda bir Avrupa Birliği girişimi lehinde oy kullanmıştı. ABD, Fransa ve Almanya'nın bizzat kendisi, Ukrayna'ya zırhlı muharebe araçları gönderme taahhüdünde bulunmuşlardı ki bu muharebe sistemleri sıradan bir insanın tanklardan ayırt edemeyeceği silahlardır.

Ancak Almanya Şansölyesi Olaf Scholz için "yalnız" kelimesinin çok özel bir anlamı vardı. Almanya, Amerika Birleşik Devletleri de kendi ana muharebe tankı olan M1 Abrams'ı göndermediği sürece Ukrayna'ya Leopard 2 tanklarını göndermek istemiyordu. Diğer ortakların tank göndermesi ya da ABD'nin başka silahlar göndermesi yeterli değildi. Almanya, yabancılarla dolu bir odada korkmuş bir çocuk gibi, Sam amcası elinden tutmadığı sürece kendini yalnız hissediyordu.

Müttefiklerin birliği adına Biden yönetimi sonunda devreye girdi ve Ukrayna'ya Abrams tankları sağlamayı kabul etti. Artık "yalnız" olmayan Alman hükümeti, Leopard tanklarının Ukrayna'ya ihracatını ve transferini onayladı. ABD liderliği bir kez daha müttefikler arası bir anlaşmazlığı çözmek için gerekli olduğunu kanıtlamış oldu.

Bu olay Atlantik ittifakı hakkında Ukrayna'ya hangi silah sisteminin gönderileceği meselesinden çok daha temel soruları gündeme getiriyor. Avrupa'nın en güçlü ülkesinin lideri neden ABD ile birlikte hareket etmediği sürece yalnız ve savunmasız olduğuna inanıyor? Avrupa kıtasında bir savaş yaşanırken neden müttefikler arası küçük anlaşmazlıkları çözmek için bile ABD liderliği gerekli olmaya devam ediyor? Birkaç yıl önce Donald Trump'ın Beyaz Saray'a girmesiyle şaşkına dönen Avrupa hükümetleri, kendi kaderlerinin kontrolünü dikkati dağılmış ve siyasi olarak güvenilmez bir Amerika'nın elinden almaya hazır görünüyordu. Ancak bir sonraki kriz geldiğinde, hem ABD hem de Avrupa hükümetleri eski ittifak liderliği modeline geri döndüler.

Bunun ilk nedeni elbette Rusya'nın Ukrayna'yı işgaliydi. Ancak, Avrupa Dış İlişkiler Konseyi için hazırladığımız yakın tarihli bir raporda açıkladığımız gibi, daha derinde yatan cevap transatlantik ilişkilerin yapısında ve AB üye ülkeleri arasındaki iç bölünmelerde yatmaktadır. Sonuç olarak Avrupalılar, koruma karşılığında dış politikadaki bağımsızlıklarının büyük bir kısmını Washington'a feda ettikleri bir kendi kendini vasal haline getirme sürecine girmişlerdir. Washington'da bazıları zayıf ve uyumlu bir Avrupa Birliği'ni alkışlayabilir, ancak vasal haline gelmiş bir Avrupa ve dengesiz bir transatlantik ilişki, Atlantik'in iki yakasının da çıkarlarına hizmet etmez. ABD'nin önümüzdeki jeopolitik mücadelelerde güçlü bir Avrupalı ortağa ihtiyacı olacaktır.

Avrupa'nın Amerikanlaşması

Şimdi uzak bir geçmiş gibi görünen dönemde (Trump yönetiminde) ittifakın geleceği çok farklı görünüyordu. ABD dış politikası Çin'e odaklanmıştı, Trump Rusya ile flört ediyor ve Amerika'nın Avrupalı müttefiklerini terk etmesi tehdidinde bulunuyordu. Avrupa'daki politika yapıcılar, giderek kaprisli hale gelen Amerikan müttefiklerinden bağımsızlıklarını elde edecek mekanizmalar olarak "egemenlik" ve "özerklik"ten bahsetmeye başlamışlardı. Şansölye Angela Merkel 2017'de bir seçim mitinginde "başkalarına tamamen güvenebileceğimiz zamanlar bir ölçüde sona erdi" demişti. Avrupa Komisyonu'nun yeni başkanı Ursula von der Leyen 2019'da yeni bir "jeopolitik komisyon" kurdu ve Avrupa Birliği'ni küresel meselelerde bağımsız bir aktör haline getirme sözü verdi.

Şubat 2022'de Rusya'nın Ukrayna'yı işgali bu fikri sorgulatmaktan daha fazlasını yaptı. Söz konusu fikrin neredeyse tamamen boş olduğunu ortaya çıkardı. Soğuk Savaş dönemindeki pek çok krizde olduğu gibi, ABD liderliği üstlendi ve kaynakların aslan payını sağladı.

Bir açıdan bakıldığında bu şaşırtıcı değil. Avrupa milletleri şu anda kendilerini savunabilecek durumda değiller ve bu nedenle bir kriz anında ABD'ye güvenmekten başka çareleri yok. Ancak bu gözlem sadece şu soruyu akla getiriyor. Bu ülkeler güvenlik sorunları yaşadıkları kabul edilen ve ABD'ye güvenmeye devam etmenin uzun vadeli riskler içerdiğine dair farkındalıkları artan, zengin ve gelişmiş ülkeler. Öyleyse neden çevrelerindeki krizlere kendi yanıtlarını formüle etmekte bu kadar aciz kalıyorlar?

Bunun iki temel nedeni var.

Birincisi, ABD'nin Çin karşısındaki gerilemesine ve iç siyasetinde son dönemde yaşanan çalkantılara odaklanılmasıdır. Bu, transatlantik ittifakta son 15 yılda yaşanan önemli bir eğilimi gizlemiştir. 2008 mali krizinden bu yana ABD, Avrupalı müttefiklerine kıyasla daha da güçlü hale gelmiştir. Transatlantik ilişki daha dengeli değil, ABD'nin daha baskın olduğu bir hal almıştır.

İkinci neden ise Avrupa hükümetlerinin daha kapsamlı stratejik egemenliğin nasıl olması gerektiği, bunun için nasıl organize olacakları, bir kriz anında karar mercilerinin kimler olacağı ve maliyetlerin nasıl dağıtılacağı konularında bir uzlaşmaya varamamış olmalarıdır. Daha da önemlisi, Avrupa ulusları ne yapacakları konusunda hemfikir değiller ve bu konularda uzlaşmaya varacak kadar birbirlerine güvenmiyorlar. Avrupalılar kendi kendilerine liderlik etmekten aciz oldukları için Avrupa'da Amerikan liderliği gerekli olmaya devam ediyor.

Avrupa'nın göreceli düşüşü

Amerika Birleşik Devletleri'nin NATO ittifakı içindeki artan hakimiyeti ulusal gücün hemen hemen her alanında kendini göstermektedir. En kaba GSYİH ölçütüne göre, Amerika Birleşik Devletleri son 15 yılda Avrupa Birliği ve Birleşik Krallık'ın toplamından önemli ölçüde daha fazla büyümüştür. 2008 yılında Avrupa Birliği'nin ekonomisi Amerika'nınkinden biraz daha büyüktü: 16.2 trilyon dolara karşılık 14.7 trilyon dolar. 2022 yılına gelindiğinde ABD ekonomisi 25 trilyon dolar hacme ulaşırken, Avrupa Birliği ve Birleşik Krallık'ın toplam ekonomik hacmi sadece 19,8 trilyon dolarda kaldı. Amerika'nın ekonomisi şu anda her ikisinden de neredeyse üçte bir oranında daha büyük ve Birleşik Krallık olmadan Avrupa Birliği'nden yüzde 50'den fazla daha büyük.

Avrupa Birliği satın alma paritesi açısından biraz daha iyi görünüyor, ancak elbette güç mutlak büyüklükle belirlenir. Dahası, Avrupa diğer güç ölçütlerinin çoğunda da geride kalmaktadır.

Bu büyüme farkı -yine tahminlerin aksine- doların küresel kullanımının euro'ya göre artmasıyla aynı zamana denk geldi. Amerika'nın Avrupa üzerindeki teknolojik hakimiyeti de artmıştır. Büyük ABD teknoloji şirketleri -Alphabet (Google), Amazon, Apple, Meta (Facebook) ve Microsoft'tan oluşan 'büyük beşli'- artık ABD'de olduğu gibi Avrupa'da da teknoloji dünyasına hakim olmaya çok yakın. Yapay zeka gibi yeni gelişmeler ABD'nin Avrupa üzerindeki teknolojik hakimiyetini pekiştiriyor.

2008'den bu yana Avrupalılar, ABD'ye kıyasla askeri güçlerinde de dramatik bir kısmi kayıp yaşadı. 2008 ile 2021 yılları arasında ABD'nin askeri harcamaları 656 milyar dolardan 801 milyar dolara yükseldi. SIPRI Askeri Harcamalar Veritabanı'na dayanarak yaptığımız hesaplamalara göre, aynı dönemde 27 AB ülkesi ve Birleşik Krallık'ın askeri harcamaları yalnızca 303 milyar dolardan 325 milyar dolara yükselmiştir. ABD'nin yeni savunma teknolojilerine yaptığı harcama, tüm AB üye ülkelerinin toplamının yedi katından fazladır.

Avrupa'nın bu tür harcamalara yönelik bölünmüş yaklaşımı, bu rakamların bile muhtemelen Avrupa'nın gücünü abartılı olarak yansıttığı anlamına gelmektedir. Avrupalılar nispeten küçük olan bütçelerini harcama konusunda neredeyse hiç iş birliği yapmıyor ve bu nedenle de bütçe verimsiz kalıyor. AB üyesi ülkeler 2017 yılında ekipman tedarik bütçelerinin en az yüzde 35'ini birbirleriyle iş birliği içinde harcama taahhüdünü yerine getiremedi. Bu rakam 2021 yılında sadece yüzde 18 olarak gerçekleşti.

Daha da temelde, Avrupa Birliği, tüm jeopolitik hırslarına rağmen, gizli gücünü kullanabilecek ortak bir dış politika ve güvenlik politikası oluşturmakta yetersiz kalmaktadır. Bunun yerine, mali kriz kuzeyi ve güneyi, göç krizi ve Ukrayna'daki savaş doğuyu ve batıyı, Brexit ise Birleşik Krallık'ı ve neredeyse diğer herkesi böldü.

Zayıflığın sonuçları

Böylece ABD, Ukrayna'ya askeri ve insani yardım sağlama konusunda tüm Avrupa Birliği üye ülkelerinin toplamını geride bıraktı ve bu müttefiklerin Ukrayna'ya sağladığı silah sistemlerinin çoğunu geri ödemeyi de kabul etti. Sadece birkaç ay içinde ABD'nin Avrupa'daki asker sayısı, savaş sonrası tarihi düşük seviye olan 65 binden 100 bine yükseldi.

Elbette pek çok Avrupa ülkesi ve AB kurumu Ukrayna'ya önemli katkılarda bulunmakta ve gerekli yardımı sağlamaktadır. Ancak Amerikan liderliği sadece kaynaklarla ilgili değildir. Amerika Birleşik Devletleri, Rus işgaline karşı Batı'nın tepkisini organize etmek ve birleştirmek için gerekli olduğunu kanıtlamıştır. Avrupa Birliği içinde Polonya, İsveç ve Baltık ülkeleri gibi ülkeler Rusya konusunda Fransa, Almanya ve İtalya gibi AB üyelerine derin bir güvensizlik duymaktadır.

Genel olarak Doğu Avrupalılar, bu ülkelerin liderlerinin ya ucuz Rus gazı ve kazançlı ödemelerle yozlaştığına ya da Rus rejiminin doğası hakkında umutsuzca saf olduğuna inanıyor. Polonya Başbakanı Mateusz Morawiecki Nisan 2022'de Fransa lideri Macron ile şöyle alay etti: "Başkan Macron! Putin ile kaç kez görüştünüz? Ne elde ettiniz? Hitler ile, Stalin ile, Pol Pot ile müzakere eder miydiniz?"

Bu anlamda özerk bir Avrupa politikası mümkün değildi çünkü ABD olmasaydı Avrupalılar muhtemelen hiçbir konuda anlaşamazlardı.

Ukrayna Savaşı sonrasında Atlantik ittifakı

Amerikalı politika yapıcılar, Ukrayna'daki savaş sona erdiğinde, hatta belki de sona ermeden önce, kaynakları Asya'ya kaydırmaya yönelik önceki çabalarına geri dönme niyetlerini açıkladılar. Sonuçta Batı, Ukrayna'ya odaklanmışken ABD dış politikasındaki Çin sorunu ortadan kalkmış değil. Aslında, Batı'nın dikkatini ve kaynaklarını Hint-Pasifik'ten uzaklaştırmak ve Rusya'nın Çin'e dramatik bir şekilde daha bağımlı hale gelmesini sağlamak suretiyle, Ukrayna'daki savaş bu stratejik zorlukla baş etmeyi gelmeyi daha da zorlaştırdı. Bazı etkili dış politika düşünürlerine göre Çin sorununun ciddiyeti "Avrupa'yı açıkta bırakmak zorunda kalsak bile varsın öyle olsun. Asya Avrupa'dan daha önemli" anlamına geliyor.

Washington'dan gelen bu net görüşe rağmen, Avrupa'da Amerika'nın Avrupa güvenliğine dair gelecekteki rolüne ilişkin bakış açısı tamamen farklı görünüyor. ABD Dış İlişkiler Konseyi'nden Liana Fix'in belirttiği gibi, Amerikan liderliği "kendi iyiliği için neredeyse çok fazla başarılı oldu ve Avrupalıları kendi liderliklerini geliştirmeye teşvik etmedi."

Bu dinamik özellikle Avrupa'nın en güçlü ülkesi olan Almanya örneğinde açıkça görülmektedir. Şansölyenin Şubat 2022'de Zeitenwende (dönüm noktası) hakkında yaptığı konuşma ve buna bağlı olarak Alman savunma harcamalarındaki artışlar, Avrupa ve Amerika Birleşik Devletleri'nde Almanya'nın Avrupa savunmasının lideri olarak ortaya çıkabileceğine dair umutları artırdı. Aradan 16 aydan fazla bir süre geçmesine rağmen Berlin hala bu fikirle mücadele ediyor. Zeitenwende'nin uygulanması savunma alanında son derece yavaş ilerliyor, bu durum özellikle dikkat çekici çünkü Almanya sıvılaştırılmış doğal gaz ithalatı için terminallerin inşası gibi diğer alanlarda yıldırım hızıyla ilerliyor. Almanya 2022 yılında NATO'nun "GSYİH'nin yüzde 2'si oranında savunma harcaması yapma" hedefini tutturamadı ve 2023 yılında da tutturması beklenmiyor. Bu arada Sosyal Demokrat Parti (SPD) liderliğindeki hükümet Washington'un kanatları altında kendini çok rahat hissediyor.

Avrupa Birliği'nin kuzey ve doğu ülkelerinin çoğunda ABD ittifakına bağlılık daha da derin. Polonya, İsveç ve Baltık ülkeleri, olayların Rus rejimine ilişkin değerlendirmelerinin doğru olduğunu ve Batılı AB devletlerinin kendilerini gerektiği gibi dinlemediğini gösterdiğine inanıyor.

Bu devletler, güvenliklerini nihai olarak yalnızca ABD'nin garanti edebileceği yönündeki görüşlerinde haklı olduklarını düşünüyorlar. Stratejik özerklik fikrine her zaman şüpheyle yaklaşan bu devletler, şimdi bunun stratejik intihar anlamına geleceğini düşünüyorlar. Bu doğrultuda, özellikle Doğu Avrupa'da daha fazla ve daha kalıcı ABD askeri varlığını savunmak ve Ukrayna'nın NATO üyeliğini teşvik etmek suretiyle, ABD'nin Avrupa'ya daha fazla katılımını ve liderliğini teşvik etmek için önlemler alıyorlar.

Genel olarak, Avrupa'nın yeni iç siyasi dinamiği, geleceğe yönelik Avrupa savunma politikasını şimdiden yapılandırmaktadır. Rus işgali Avrupa'nın savunma harcamalarında gerçek bir artışa yol açmış olsa da, bu harcamaların yapısı aslında ABD'ye daha fazla bağımlılık yaratacakları anlamına geliyor. Avrupalı politika yapıcılar artık AB ya da ulus ötesi Avrupa tedarik programlarını çok zaman alıcı ve karmaşık olarak görüyor. Odak noktası, kabiliyet boşluklarını hızla doldurmak. Örneğin Alman hükümeti, F-35 ve Chinook ağır nakliye helikopteri de dahil olmak üzere, çoğunlukla Amerikan yapımı hazır ekipman satın almaya karar verdi. Polonya kısa bir süre önce ABD'den Abrams tanklarının yanı sıra Güney Kore'den de tank ve obüs satın almaya karar verdi. Bu durum on yıllarca sürecek bağımlılıklar yaratacaktır.

Vasal haline gelme

ABD ve Avrupalı ortakları Soğuk Savaş dönemindeki ittifak alışkanlıklarına geri dönmüş olabilirler, ancak elbette mevcut jeopolitik durum Soğuk Savaş döneminden çok farklı. O zamanlar Avrupa, Sovyetler Birliği ile mücadelede merkezi cepheydi ve ABD'nin stratejisi, özellikle de ilk zamanlarda, Batı Avrupa'yı hem ekonomik hem de askeri olarak yeniden inşa etmek ve böylece doğudan gelen meydan okumaya karşı koyabilmek üzerine kuruluydu.

Çin'le 21. yüzyıldaki mücadele ise oldukça farklı görünüyor. Avrupa merkezi cephe değil ve Avrupa'nın refahı ile askeri gücü ABD stratejisinin merkezinde yer almıyor. Biden yönetimi bilinçli bir şekilde Amerika'nın yeniden sanayileşmesini ve Çin üzerinde teknolojik hakimiyet kurmasını amaçlayan stratejik bir sanayi politikası benimsemiş durumda. Bu strateji kısmen iç ekonomi politikası -yurtiçindeki sanayisizleşmeye yanıt veren "orta sınıf için dış politika"- ve kısmen de Çin'in son yıllarda güneş enerjisi ve 5G gibi stratejik endüstrilerde baskın pozisyonları ele geçirmedeki başarısına bir dış politika yanıtı.

Avrupalı müttefiklerin Çin ile olan bu jeo-ekonomik mücadelede bir rolü var ancak bu rol Soğuk Savaş döneminde olduğu gibi zenginleşmek ve merkez cephenin askeri savunmasına katkıda bulunmak değil. Aksine, ABD açısından kilit rolleri, ABD'nin stratejik sanayi politikasını desteklemek ve Çin karşısında Amerikan teknolojik hakimiyetinin sağlanmasına yardımcı olmaktır. Bunu da ABD'nin sanayi politikasını kabul ederek ve Çin ile ekonomik ilişkilerini Amerikan stratejik teknoloji kavramlarına göre sınırlandırarak yapabilirler.

Bu politikalar Avrupa'daki ekonomik büyümeyi azaltma, (daha fazla) sanayisizleşmeye neden olma ve hatta Avrupalıları geleceğin kilit endüstrilerinde hakim pozisyonlardan mahrum bırakma potansiyeline sahip olduğundan, Avrupa Birliği genelinde ciddi bir muhalefet yaratmaları beklenebilir. Ve bir dereceye kadar da öyle oldu. Avrupa Birliği ve Birleşik Krallık'ta, Avrupalıların ABD'nin Çin politikasını takip etmeleri gerekip gerekmediği ya da kendi başlarına hareket edip edemeyecekleri konusunda tartışma sürüyor.

Ancak bu tartışmaların ABD'nin dış ekonomi politikasını etkileyecek politika tedbirlerine dönüşüp dönüşmeyeceği belli değildir. Ukrayna'daki savaşın başlangıcından bu yana birçok yetkili, çeşitli yazarlarla yaptıkları röportajlarda Avrupalıların sızlanıp şikayet edebileceklerini, ancak ABD'ye artan güvenlik bağımlılıklarının, Amerika'nın küresel güvenlik rolünün bir parçası olarak çerçevelenen ekonomi politikalarını çoğunlukla kabul edecekleri anlamına geldiği görüşünü dile getirdi.

Vasal haline gelmenin tehlikeleri

Vasal haline gelme, önümüzdeki jeopolitik rekabet dönemi için akıllıca bir politika değildir - ne ABD ne de Avrupa için.

Avrupa perspektifinden bakıldığında, Amerika Birleşik Devletleri ile ittifak Avrupa'nın güvenliği için hayati önem taşımaya devam edecek olsa da, egemenliğin en temel unsuru için dikkati dağılmış ve içe dönük bir Amerika'ya tamamen güvenmek, Avrupa uluslarını en iyi ihtimalle jeopolitik olarak önemsiz hale gelmeye, en kötü ihtimalle de süper güçlerin oyuncağı olmaya mahkum edecektir.

ABD'ye göre, köleleştirilmiş bir Avrupa sonsuza kadar kendini savunma kapasitesinden yoksun olacak ve her zaman ABD korumasına ve zaten yetersiz olan ABD askeri varlıklarına muhtaç kalacaktır. ABD'li politika yapıcıların çoğu, gelecekteki jeopolitik rekabet için güçlü bir Avrupalı ortağa ihtiyaç duyduklarının farkında. Böyle bir ortak daha bağımsız olacaktır, ancak bu bağımsızlık, belirli konularda ABD tarafından her zaman hoş karşılanmasa da, işlevsel bir ortaklık için giderek zayıflayan ve ilgisizleşen Avrupalı ortaklardan çok daha az tehdit oluşturmaktadır. Amerikan politikasının bu bağımsızlığı beslemesi gerekir, onu beşiğinde boğması değil.

Nihayetinde transatlantik ittifak ancak Atlantik'in her iki yakasındaki liderler ortaklarından kazanacakları bir şeyler olduğuna inanırlarsa devam edecektir. Bu anlayış daha dengeli bir ortaklık gerektirir, köleleştirme değil.

İlgili Haberler
Etiketler :
HABERE YORUM KAT
UYARI: Yorumların her türlü cezai ve hukuki sorumluluğu yazan kişiye aittir. Mepa News, yapılan yorumlardan sorumlu değildir. Her bir yorum 600 karakterle (boşluklu) sınırlıdır.
1 Yorum