Analiz | Tarihten ders almayan Almanya İsrail'in soykırımını destekliyor

Analiz | Tarihten ders almayan Almanya İsrail'in soykırımını destekliyor

"Alman hükümeti Yahudiliği İsrail'deki Siyonist proje ile bir tutmayı alışkanlık haline getirmiş ve İsrail devletine yönelik nefret ya da saldırıları da içeren bir antisemitizm tanımı benimsemiştir."

Josephine Valeske | Middle East Eye | Tercüme: Mepa News

Bu ayın başlarında, Gazze'de yaşanan soykırımın ortasında, Alman liderler, Almanya'nın Avrupa'daki Yahudilere karşı uyguladığı soykırımın bir parçasını oluşturan 1938 Kasım pogromunun 85. yıldönümünü anmak üzere Berlin'deki bir sinagogda bir araya geldi.

Ancak görünen o ki kendi tarihlerinden ders almayı başaramadılar. Almanya Şansölyesi Olaf Scholz, o gecenin ve ardından gelen Holokost'un kurbanları için yaptığı anma konuşmasında "Almanya'nın yerinin İsrail'in yanı olduğunu" teyit etti.

Filistin yanlısı dayanışma protestolarına atıfta bulunarak şunları söyledi: "Antisemitizmin her türü toplumumuzu zehirler, tıpkı İslamcı gösteri ve mitingler gibi" diyen Scholz, göçmenleri antisemitik davranışlar sergilemeleri halinde sınır dışı edilmekle tehdit etti.

Alman hükümeti Yahudiliği İsrail'deki Siyonist proje ile bir tutmayı alışkanlık haline getirmiş ve İsrail devletine yönelik nefret ya da saldırıları da içeren bir antisemitizm tanımı benimsemiştir. Protestolardan anma törenlerine ve kültürel etkinliklere kadar Filistin dayanışması üzerindeki baskıları ve ifade özgürlüğünün tehlikeli bir şekilde kısıtlanması iyi bir şekilde belgelenmiştir.

Ancak Scholz'un konuşmasının da ortaya koyduğu gibi, Sosyal Demokrat liderliğindeki hükümetin sağdan oy almak için umutsuz bir girişimle göç konusunda sert bir tutum benimsediği bir dönemde, bu baskının İslamofobik ve göçmen karşıtı bir boyutu da var.  

25 Ekim'de, aşırı sağcı AfD partisine verilen desteğin artması ve artan göçmen sayısıyla ilgili paniğe yol açan tartışmaların ardından hükümet, polisin belgesiz kişileri arama, gözaltına alma ve sınır dışı etme yetkilerini genişletecek bir yasa teklifi üzerinde anlaştı.

İki hafta sonra, federal hükümet ve eyalet hükümetleri arasında yapılan bir zirve, sığınmacılara yönelik mali destekte daha fazla kesintiye gidileceğinin ve sığınma prosedürlerinin üçüncü ülkelere devredileceğinin duyurulmasıyla sona erdi. Bu, İngiltere'nin meşhur ve nihayetinde başarısız olan Ruanda anlaşmasına benzer ve potansiyel olarak yasa dışı bir süreç.

Kısıtlanan haklar

Ancak birçok merkez sağ politikacı için bu yeterince ileri gitmiyor. Filistin dayanışma protestolarını antisemitik olarak nitelendiriyor ve hakların daha fazla kısıtlanmasını talep etmek için bunu araç haline getiriyorlar.

Yakın zamanda yayınlanan bir videoda Yeşiller Partisi'nden Şansölye Yardımcısı Robert Habeck, Müslüman derneklere Hamas'la aralarına açıkça mesafe koymaları çağrısında bulundu ve gruba destek verenleri sınır dışı etmekle ve oturma izinlerini iptal etmekle tehdit etti.

Bu arada Almanya'nın en büyük muhalefet partisi olan merkez sağ Hıristiyan Demokrat Birliği (CDU), antisemitik suçların cezasını artıracak ve mültecilerin bu tür suçlar işlemeleri halinde sınır dışı edilmeleri de dahil olmak üzere uluslararası korumadan mahrum bırakılmalarına yol açacak bir yasa önerisinde bulunuyor.

Benzer adımların uygulamada da atıldığı görülüyor: Yakın zamanda Almanya'da yasaklanan Samidoun Filistinli Mahkumlarla Dayanışma Ağı'nın koordinatörü Zaid Abdulnasser'in aktivizmi nedeniyle sınır dışı edilme kararı aldığı bildirildi.

CDU'nun önerisine göre Alman vatandaşlığına başvuran kişilerin İsrail'in var olma hakkını desteklediklerini taahhüt etmeleri gerekecek ve bunu yapmadıkları ya da "antisemitik bir zihniyete" sahip oldukları tespit edildiği takdirde vatandaşlıkları reddedilebilecek. Çifte vatandaşlığa sahip olan ve antisemitik bir suç işleyen Almanlar, suçlu bulunmaları ve bir yıldan fazla hapis cezasına çarptırılmaları halinde Alman pasaportlarını kaybedecekler.

İki hafta önce CDU, Filistin yanlısı gösterilere atıfta bulunarak, yabancıların vatandaşlık başvurularının hızlandırılmasını mümkün kılacak, beklemede olan bir yasanın iptal edilmesini talep etti. Ayrıca Bağımsız Demokratik Parti'den eski Adalet Bakanı Sabine Leutheusser-Schnarrenberger, toplanma özgürlüğünün sadece Alman vatandaşlarıyla sınırlandırılmasını önerdi.

Alman siyasetçiler antisemitizmden göçmenleri, Müslümanları, Arapları ya da beyaz olmayan herkesi sorumlu tutma konusunda birbirleriyle yarışırken, antisemitizmin aslında beyaz, Hıristiyan ve ateist Almanlar arasında yaygın bir sorun olduğu gerçeğini görmezden geliyorlar. 2022'de işlenen antisemit suçların yüzde 80'inden fazlası, önceki yıllardaki eğilimi sürdüren bir şekilde, sağ yelpazedeki kişiler tarafından işlendi.

Ağustos ayında Bavyera eyaleti vali yardımcısı Hubert Aiwanger'in 1980'lerde antisemit propaganda yaptığı ortaya çıkınca, bir sonraki seçimlerde partisinin oy oranı arttı ve hükümet onu dördüncü bir bakanlıkla ödüllendirdi.

Tarihsel sorumluluk

Eğer Alman hükümeti Yahudileri korumak konusunda gerçekten endişe duyuyorsa, azınlık gruplara karşı nefreti körüklemek yerine, çoğunluğu oluşturan beyaz ve sağcı nüfustan gelen antisemitizmle mücadele etmelidir. Benzer bir mesaj kısa bir süre önce Yahudi Bund tarafından parlamento önünde düzenlenen "Bizi korumuyorsunuz" adlı eylemde de verilmişti.

İster antisemitizm ister diğer nefret suçları şeklinde olsun, sağcı şiddet geleneksel olarak yetkililer tarafından kontrol edilmemiştir.

Hükümet, 2011 yılında Neo-Nazilerin istihbarat servisi tarafından korunurken yedi yıl boyunca cinayet işledikleri ortaya çıktığında, 2014 yılından itibaren on binlerce sağcı "Batı'nın İslamlaşmasına" karşı Pazartesi yürüyüşlerine başladığında, 2020 yılında Hanau'da sağcı bir fanatik göçmen kökenli dokuz kişiyi vurarak öldürdüğünde ya da 2023 yılında yapılan bir araştırma Almanya'da siyahlara yönelik ırkçılığın 2016'dan bu yana yaklaşık yüzde 50 arttığını gösterdiğinde diğer örneklerin yanı sıra benzer bir adım atmadı. Beyaz, Hristiyan ve ateist Almanlardan bu olayların hiçbiriyle aralarına mesafe koymaları istenmedi.

Gerçekten de, Alman hükümeti için bazı hayatların diğerlerinden daha değerli olduğu hem iç hem de dış politika söylemlerinde giderek daha açık hale gelmektedir. (Müslüman ya da göçmen olarak algılananların) şeytanlaştırılması ve dayanışma protestolarının bastırılması, Almanya'nın İsrail'e verdiği siyasi ve mali destekle el ele gitmektedir.

Aralarında Fransa'nın da bulunduğu pek çok ülke, Gazze'de 11 binden fazla Filistinlinin ölümüne neden olan amansız askeri saldırıları nedeniyle İsrail'e ateşi kesmesi çağrısında bulunurken, Scholz bu tür çağrılara karşı olduğunu bir kez daha teyit etti. Bunun yerine, hükümeti İsrail'e silah ihracatını 2022'ye göre on kat artırdı ve izinlerin yüzde 85'i Hamas saldırısı ve ardından gelen askeri harekattan sonra verildi.

Kasım pogromundan seksen beş yıl sonra Almanya, bir soykırımın başka bir soykırıma olanak sağlayarak telafi edilemeyeceğini öğrenmiş olmalıdır. Benzer şekilde, İslamofobik ve göçmen karşıtı duyguları körüklemenin Almanya'nın antisemitizmle mücadele konusundaki tarihi sorumluluğunu yerine getireceğini düşünenler de tarihten hiçbir şey öğrenmemiştir.

Alman hükümeti insan haklarına olan bağlılığını sadece sözde bırakmaktan vazgeçmeli ve hem iç hem de dış politikadaki tutumunu köklü bir şekilde değiştirmelidir.


Middle East Eye'da yayınlanan bu değerlendirme Mepa News okurları için tercüme edilmiştir. Değerlendirmede yer alan ifadeler yazarın kendi görüşleridir ve Mepa News'in editöryel politikasını yansıtmayabilir.

HABERE YORUM KAT
UYARI: Yorumların her türlü cezai ve hukuki sorumluluğu yazan kişiye aittir. Mepa News, yapılan yorumlardan sorumlu değildir. Her bir yorum 600 karakterle (boşluklu) sınırlıdır.