Aklıma gelen bazı sorular

Kaan Çeben

Bir romancının hafızasında yaşıyormuş gibi hissediyorum bir zamandır. Sanki bizim hakikatimizin ne olduğuna o romancı karar veriyor. Mesela kendi mahallemdeki hastaneyi kendimin bombaladığını söyleyecek bana ve herkes buna inanacak. Sonra beni suçlamaya başlayacaklar “nasıl böyle bir şey yaparım” diye. Gözlerimi açacağım ve kovulduğumu göreceğim mahallemden. Duvarların rengini kırmızı olarak görmem bir şey ifade etmeyecek, ya da bir ağlayan çocuk görmem. Güçlü romancı duvarlara beyaz diyecek, çocuğun ise güldüğünü söyleyecek. İnsanlar evlerine dönüp babalarına beyaz duvarın önünde gülen bir çocuk gördüklerini anlatacaklar. Böylesi bir saçmalığın içerisine hapsedilmiş bir haldeyiz uzunca bir zamandır.

Bazen insanlara basit sorular sormak istiyorum. Belki aklına güvenebileceğim birileri çıkar da, bu romancının zihnindeki zindandan bizleri kurtarır diye sormak istiyorum sorularımı. Mesela insanlar günlük, hatta saatlik uygulamalarla politize ediliyorken, nasıl oluyor da politikadan bu denli uzak kalabiliyorlar merak ediyorum?

Protestoları merak ediyorum mesela... Bayrakları... Protestolarda açılan bayrakları... Mesela Filistin bayrağı ile Irak, Ürdün, Kuveyt bayrakları arasındaki farkın ne olduğu benim için bir merak konusu. İsrail konsolosluklarının önünde açılan tevhid bayraklarının hemen yanında açılan Filistin bayraklarının neyi temsil ettiğini, Filistin bayrağı ile yan yana bayrak açan bir vatandaşın aslında ne anlatmak istediğini, bir medrese hocasının birbirinden farklı ülkelerin bayraklarını açmış bir halde İsrail konsolosluğu önünde “bizim gücümüz bu kadarına yetiyor” diyerek neyi kast ettiğini merak ediyorum mesela.

Unutmadan, konsolosluk binasının içinde protestolar sırasında oksijen soluyan bir canlı bulunup bulunmadığını da merak ediyorum. Bir de bu tevhid bayrakları konusu var kafamı kurcalayan. Mesela bu bayraklar, İslam adına İslam’a muhalif bir harekete tepki olsun diye açıldıysa, 81 ilde, saniyede 81 bin kere cesurca yapılan İslam’a muhalif hareketler karşısında neden açılmadı?

Dikkat ettim fotoğraflarda tevhid bayrakları üzerinde küf vardı çünkü, açılmaya açılmaya küflenmiş. Bir de bu eylem normalde birkaç gün önce planlanmış ama, filan derneğinin başkanının emmoğlusu, atölyesini ancak ayarlayıp bayrakları basabilmiş. 100 liradan 10 bin tane bayrak ne eder diye hesap yaparken görmüşler muhteremi, bir bürokratın oğluyla nargile içiyormuş. Neyse ciddi konuları bir kenara bırakalım şimdi, sorularımıza dönelim.

Aksa Tufanı'nın en mühim getirisi, "İsrail’in yenilmez bir güç olduğu dogmasının yıkılmasıymış". Muhterem eski radikal medya kurumlarımız bu fikir üzere birleşmişler. Bu haberleri de gördüm ya, ben cahil köylü çoban, hemen kafama yeni sorular geldi ne yapayım?

Dedim ki yahu, madem ki yenilmezlik dogmasını yıkmaktı mesele, İkiz Kuleler'i Bush’un başına geçiren adamları ne diye "terörist" ilan ettiniz ki o zaman? Yoksa onlar aslında büyük şahsiyetlerdi de bizim romancıdan öyle emir mi geldi herkese?

İşte bir slogan daha, “bu savaş İslam’ın savaşıdır.” Konu savaş oldu ya İslam hemen gelmeli buraya. Ama konu ticaret ise, eğitim, sağlık, bayındırlık, ahlak, edebiyat, medya ise hayır.

Her neyse, baktım ki İslam deniliyor, o zaman yeni yeni sorular aktı önümden. Dedim ki bu savaş madem İslam’ın savaşıdır, o halde emirleri neden hala romancıdan alıyor insanlar? Savaş eğer İslam’ın savaşıysa, İslam da tevhid davetini ve cihad amelini açıkça emrediyorsa, bu emirleri uygulayamamaktan ötürü oluşan boşluk acaba su kuyusu açıp erzak kolisi dağıtmakla ya da boş bir plaza önünde bir gayri İslami rejimlerin bayrağını açmakla doldurulabilir mi?

Bilemiyorum ki, ben bu sıralar çok hassas oldum, aklıma sürekli böyle saçma sorular gelip duruyor. Her neyse belki bir akıllı çıkar da bizim şu romancıyı korkutup kaçırır, biz de şu güzel günlerde içimize temiz ve özgür bir hava çekebiliriz.

Hadi bir şiirle bitirelim.

Edmond Rostand’ın Cyrano de Bergerac eserinden bir kısım:

Ya ne yapmak lâzımmış?
Sağlam bir dayı bulup çatmak sırnaşık gibi,
Bir ağaç gövdesini tıpkı sarmaşık gibi,
Yerden etekleyerek velinimet sanmak mı?
Kudretle davranmayıp hileyle tırmanmak mı?
İstemem eksik olsun! Herkes gibi, koşarak,
Yabanın zenginine methiyeler mi yazmak
Yoksa nâzırın yüzü gülecek diye bir an
Karşısında takla mı atmak lâzım her zaman?
İstemem eksik olsun! Ricaya mı gitmeli?
Kapı kapı dolaşıp pabuç mu eskitmeli?
Yoksa nasır mı tutsun sürünmekten dizlerim?
Yahut eğilmekten mi ağrısın ötem berim?
İstemem eksik olsun! Tazıya tut, tavşana
Kaç mı demeli? Belki kaz gelir diye bana
Tavuk mu göndermeli? Yoksa bir fino gibi
Susta durmak mıdır ki, acep en münasibi?
İstemem eksik olsun! Bir kibar salonunda
Kucak kucak dolaşıp boy atmak ve sonunda,
Marifet şi
’re koyup kameri, yıldızları,
Aşka getirmek midir, evde kalmış kızları?
İstemem eksik olsun! Yahut şan olsun diye,
Meşhur bir kitapçıya giderek, veresiye
Şiir mecmuası mı bastırmalı? İstemem
Eksik olsun! Acaba bulup bir alay sersem
Meyhane köşesinde dâhi olmak mı hüner?
İstemem eksik olsun! Bir tek şiirle yer yer
Dolaşıp ta herkesten alkış mı dilenmeli?
İstemem eksik olsun! Yoksa bir sürü keli
Sırma saçlı diyerek göğe mi çıkarmalı?
Yoksa ödüm mü kopsun bir Allahın aptalı
Gazeteye bir tenkid yazacak diye her gün?
Yahut sayıklamak mı lâzım:
“Adım görünsün
Aman!
” diye şu meşhur Mercure ceridesinde
İstemem eksik olsun! Ve tâ son nefesinde
Bile çekinmek, korkmak, benzi sararmak, bitmek,
Şiir yazacak yerde ziyaretlere gitmek,
Karşısında zoraki sırıtmak her abusun.
Eksik olsun istemem, istemem eksik olsun!
Fakat, şarkı söylemek, gülmek, dalmak hülyaya,
Yapayalnız, ama hür, seyahat etmek aya,
Gören gözü, çınlayan sesi olmak ve canı
İsteyince şapkayı ters giymek, karışanı
Olmamak. Bir hiç için ya kılıcına veya
Kalemine sarılmak ve ancak duya duya
Yazmak, sonra da gayet tevazula kendine:
Çocuğum! Demek, bütün bunları hoş gör yine,
Hoş gör bu çiçekleri, hattâ bu kuru dalı,
Bunlar yabanın değil kendi bahçenin malı!
Varsın küçücük olsun fütuhatın, fakat bil,
Onu fetheden sensin, yoksa başkası değil.
Ara hakkını hattâ kendi nefsinden bile.
Velhasıl bir tufeylî zilletiyle
Tırmanma! Varsın boyun olmazın söğüt kadar,
Bulutlara çıkmazsa yaprakların ne zarar?
Kavaklar sıra sıra dikilse de karşına
Boy ver, dayanmaksızın, yalnız ve tek başına!

Edmond Rostand 1897


Bu değerlendirmede yer alan ifadeler yazarın kendi görüşleridir ve Mepa News'in editöryel politikasını yansıtmayabilir.

Yorum Yap
UYARI: Yorumların her türlü cezai ve hukuki sorumluluğu yazan kişiye aittir. Mepa News, yapılan yorumlardan sorumlu değildir. Her bir yorum 600 karakterle (boşluklu) sınırlıdır.
Yorumlar (3)
Yükleniyor ...
Yükleme hatalı.