Türkiye Suriye'nin kuzeyindeki bölgeleri İdlib'deki muhaliflere teslim eder mi?

Kaan Çeben

Türkiye’de seçimlere on ay kala akıbeti üzerinde en çok tartışılan bölgelerden birisi de kuzeybatı Suriye.

Ordunun birkaç yıla yayılan ve Cerablus ile başlayıp Afrin’i sonrasında ise Tel Abyad ile Rasulayn'ın kontrol altına alınması ile bitmiş gibi görülen müdahalesi, İdlib’deki muhalif gruplarla anlaşmaya varılması ve kentin gözlem noktaları ile çevrilmesi ile yeni bir politik vizyon kazandı.

Buna mukabil Ankara, muhaliflerin İdlib’de sağladığı asayişten memnun. Fırat Kalkanı, Zeytin Dalı ve Barış Pınarı bölgelerindeki ÖSO idaresinin hantal ve beklentiye dayalı yönetim tarzı ise Türk istihbaratını farklı çözümler aramaya itiyor. Son olarak Azez’de yakılan Türk bayrağı bardağı taşıran son damla oldu ve Türkiye’nin bölgenin yönetimine dair alternatif arayışlarını hızlandırdı.

Türkiye’deki politika yapıcılar için Suriye’den çıkış seçeneği, Rusların Kırım’dan çıkış seçeneği gibi tek kelime ile “imkansız”. Kafaları kurcalayan soru ise muhtemel bir iktidar değişikliğinin, politika yapıcıların karar ve stratejilerini de değiştirip değiştirmeyeceği. Bu konuda “bence” kelimesi ile başlayan çok sayıda yanıt duysak da bu yanıtların hiçbirisinde ayakları yere sağlam bir basan bir delil göremiyoruz.

Ülkede olacak muhtemel bir iktidar değişikliğinin, uzun yıllardır devam eden ve oturtulmuş bir dış politika anlayıp ve hareket metodunu değiştirip değiştirmeyeceğini tarihsel ya da güncel politik verilerle delillendirip açıklayacak bir cevap maalesef yok. Birinci handikap bu.

Bölgenin istikrarı için düşünülen en akla yatkın çözümün Fırat Kalkanı, Zeytin Dalı ve Barış Pınarı bölgelerinin İdlib’deki muhalif grupların güvenlik alanına verilmesi olduğunu savunan bir görüşün giderek güç kazandığını da gözlemliyoruz. Lakin böyle bir hamle tüm aktörler için birçok riski de beraberinde getiriyor. Kuzey Suriye harekat bölgelerinin İdlib’deki muhaliflere verilmesiyle asayişin bugün olduğundan daha iyi bir dereceye yükseleceğini öngörebiliriz. Ayrıca bu durum, İdlib’in giderek “Gazze”leşmesinin de önünü kapatacak bir silkinme olacaktır da denilebilir.

Fakat buradaki kilit nokta, İdlib’deki muhaliflerin buna hazır olup olmadığı konusudur. Zira büyüyen bir alan içerisinde her an devam eden sıcak çatışmalar, savunma hatları ve bu askeri konumlanmalarla birlikte aynı anda sürdürülmesi gereken Belediye, Ticaret, Bayındırlık, Tarım vb. faaliyetler için en üst düzeyde organize olmuş bir sisteme gereksinim vardır. Bölge halkının refahı için bu şartlar sağlanmadığı takdirde gelinecek olan nokta, bu yazının kaleme alındığı tarihte mevcut bulunan vakıadan çok daha kötü olacaktır.

Bir diğer kritik nokta ise, Türkiye’nin bu bölgelerin güvenlik sorumluluğunu İdlip’deki muhaliflere verme şekli ve şartlarıdır. Şayet bu bir anahtar teslimi gibi sessiz sedasız gerçekleşir ise hükümetin bir beyanatı ile Türk bayrağını yakan ÖSO güçlerinin bu defa nasıl bir tepki vereceğini kestirmek çok güç olacaktır. ÖSO’nun birçok farklı fraksiyondan oluştuğunu hatırlayalım. Güç ve maddiyatlarının ellerinden alınması bu fraksiyonları dağıtacaktır. Buradan kopan parçaların nereye savrulacağını öngörmek ise oldukça güç. Gönül rızası ile yeni gelecek yönetime tâbi olacak fraksiyonlar mutlaka çıkacak olsa da, PYD saflarına geçmesi, hatta Esed rejimi ile anlaşıp silah bırakıp nizam tarafında ticarete atılan komutanlar görürseniz şaşırmamanızı öneririm.

Bahsettiğimiz düzlemde bir geçişin, yani Fırat Kalkanı, Zeytin Dalı ve Barış Pınarı bölgelerinin İdlib'deki muhalif gruplara teslim edilmesinin en az hasarla tamamlanabilmesi, muhaliflerin bu geçiş sırasında göstereceği tavır ve davranışlarla doğru orantılı olacaktır. Öncelikle bölge halklarının bu geçişin neden yapıldığı konusunda ikna edilmesi gereklidir. ÖSO güvenlik güçlerinin egale edilme sebebinin, Ankara'nın hoşuna gitmeyen tavırlar içine girmeleri değil, sorumlu oldukları bölgelerde asayişi sağlayamıyor olduklarının beyan edilmesi gerekir. Sadece beyan yetersizdir. Bunun bir algı olarak iyice oturtulması ve olgunlaştırılması gereklidir. Halk Türkiye’nin maddi ve bayındırlık gücünü daha fazla hissetmek isteyecektir. Bu hissiyatın halk tarafından en doğru şekilde hissedilmesinin sağlanması da son derece elzemdir.

İnsanlarımız Suriye’de daha fazla problemle yüzleşmek istemiyorlar. Bölgemizde istikrarın sağlanması ve akan kanların durması için kuvvet sahiplerinin ellerinden gelen her şeyi yapmaları gerekmektedir. Müslümanların sınırcı politikalarla hareket etmeleri, taptıkları merciinin verdiği emirlere ve yasaklara muhaliftir. Bir Müslümanın kendi ülkesinin sınırları dışında yaşanan hadiselere yüz çevirmesi ve kendi nasyonalitesinden olmayan Müslümanların başlarına gelen zulümlere sessiz kalması, ya da onlara bu zulmü yapan kişilerle el sıkışması hangi suretle kabul edilebilir?

Hamas konusu

Suriye'ye dair bir diğer mesele ise Hamas'ın Beşar Esed rejimi ile ilişkileri yeniden eski boyuta taşıma yani normalleştirme hamlesiydi.

Esed rejimiyle giriştiği bu normalleşme sürecinden dolayı dünyanın dört bir yanından Hamas yönetimine kınamalar gelmeye devam ediyor. Hamas’ın yaptığı, azıksız çıktığı bir yolda, matarasının içindeki suya tuz atmaktan ibarettir. Hem karnı açtır, hem de elindeki iki yudum suyu kendi matarasına attığı bir avuç tuz ile perişan etmiştir.

Artık bundan sonra gideceği yol, bu serüvene çıkarken İslam ümmetinin ona verdiği bir tas su ve bir avuç azığın vücudunda tükeneceği yere kadardır. Artık bu adamlar için maskelerinin düşmeye başladığı günler gelmiştir. İslam ümmeti kimin hangi talimatı kimden aldığını bu durum vesilesi ile müşahede etti. Bundan sonra Müslümanlar için gelmekte olan imtihan, Allah’ın düşürdüğü maskenin ardındaki yüzleri görüp gereken tavrı göstermek üzerinedir.

Bu durumun açabileceği derin yaraları görmezden gelemeyiz. Eğer her Müslüman ülke ya da topluluk, kendi sınırları dışında kalan Müslümanlarla savaşan rejim ya da gruplarla el sıkışmayı kendisinde hak olarak görürse, bu durum coğrafyamızı çok daha derin bir nifakın içerisine itecektir.

Hamas’ın Suriye’de akan kanları hiçe sayıp Esed rejimi ile el sıkışmasına karşı, Suriye’deki Müslümanların da İsrail ile normalleşme süreci başlatabileceğini nasıl düşünelim? Böylesi bir şahsiyetsiz üslup ancak şahsiyetsiz olmayı kendisine düstur edinmiş olan İran ve ona tâbi olan avanelerinden beklenirdi. Nitekim beklenen de oldu.

Söylediğim gibi Hamas’ın bu ilanının ümmetimiz adına hayırlı bir uyanışa vesile olacağı kanaatindeyim. Maskeler düşecek, yüzler görünecek ve sis dağılacaktır.


Bu değerlendirmede yer alan ifadeler yazarın kendi görüşleridir ve Mepa News'in editöryel politikasını yansıtmayabilir.

Yorum Yap
UYARI: Yorumların her türlü cezai ve hukuki sorumluluğu yazan kişiye aittir. Mepa News, yapılan yorumlardan sorumlu değildir. Her bir yorum 600 karakterle (boşluklu) sınırlıdır.
Yorumlar (2)
Yükleniyor ...
Yükleme hatalı.