Ramon Marks

Ramon Marks

NATO'nun Avrupa problemi ve ABD'nin yalnızlık politikası

NATO'nun Avrupa problemi ve ABD'nin yalnızlık politikası

75'inci kuruluş yıl dönümünün ardından NATO'yla ilgili genel kanı, örgütün ABD'nin artan izolasyonizmi [kendini tecrit ederek yalnızlaşma politikası] nedeniyle tehdit altında olduğu yönünde. Eleştirmenler eski Başkan Trump'ın yeniden seçilmesi halinde ABD'yi NATO'dan çekebileceğini söylüyor. Kongre'deki tartışmalar Ukrayna'ya 60 milyar dolarlık ek askeri yardım yapılmasını geciktirdi. Trump, gayri safi yurt içi hasılasının (GSYİH) yüzde 2'si oranındaki savunma harcaması taahhüdünü yerine getirmeyen müttefiklere "ne isterlerse yapmaları için" Rusları "cesaretlendireceğini" söyledi. Hatta bazıları ABD'nin Avrupa üzerindeki nükleer korumasını geri çekebileceği endişesini dile getiriyor.

Tüm bunlar olurken Avrupalı müttefiklerin NATO ve ABD koruması konusundaki tutumlarının her zaman değişken olduğu göz ardı ediliyor. NATO'nun 1949'da kuruluşundan sadece üç yıl sonra Belçika, Fransa, İtalya, Lüksemburg, Hollanda ve Almanya ayrı bir Avrupa Savunma Topluluğu Anlaşması imzaladılar. Bu girişim, Avrupa savunması için uluslarüstü bir örgüt kurmayı hayal eden Jean Monnet'nin vizyonunu yansıtıyordu. Bir Avrupa savunma bakanı tarafından yönetilen entegre bir Avrupa ordusu fikri, 1954 yılında Fransız parlamentosunun, ister Atlantikçi ister Avrupalı bir gruplaşma olsun, herhangi bir savunma sorumluluğunu uluslarüstü bir örgüte teslim etme konusundaki Gaullizm ve Fransız şüpheciliğinin habercisi olan bu kavramı değerlendirmeyi bile reddetmesiyle öldü.

Bağımsız bir Avrupa savunma ittifakı hayallerine rağmen NATO 75 yılı aşkın bir süredir Batı Avrupa güvenliğinin temel dayanağı olmuştur. Bu süre zarfında müttefikler NATO'nun lideri ve başlıca katkı sağlayıcısı olarak ABD'ye bel bağlamışlardır. NATO'nun kurulduğu 1949 yılından bu yana tüm Yüksek Müttefik Komutanları Amerikalı general veya amiraller olmuştur. NATO müttefiklerinin Avrupa'daki toplam nüfusu bugün 447 milyonu aşmaktadır. Çoğunluğunu NATO müttefiklerinin oluşturduğu Avrupa Birliği dünyanın en büyük ticaret blokunu oluşturmaktadır. Ancak Amerika Birleşik Devletleri, İkinci Dünya Savaşı'ndan bu yana Avrupa'nın muazzam zenginlik ve kaynak birikimine rağmen NATO'nun askeri omurgası olmaya devam etmiştir.

Avrupa'nın Amerikan ordusuna olan bağımlılığı 1989'da Soğuk Savaş'ın sona ermesinden bu yana daha da artmıştır. Müttefikler takip eden yıllarda savunma bütçelerini kısarak bu fonları "barış getirisi" olarak adlandırılan sosyal programların finansmanına kaydırdılar. Yirmi yıl içinde Avrupa askeri kapasitesinin yüzde 35'ini kaybetti. Bu arada müttefikler, Amerika Birleşik Devletleri'nin Avrupa'daki demokrasiler için korumanın büyük kısmını sağlamaya devam edeceği konusunda iyimser kaldılar ki bu varsayımın doğru olduğu ortaya çıktı. En azından şimdiye kadar, ABD savunma bütçeleri, Sovyet Bloğu'nun çöküşünden bu yana GSYİH yüzdeleri açısından çoğu Avrupalı müttefikinin bütçesinden sürekli olarak daha yüksek kalmıştır.

Sonuç olarak, 1990'larda Bosna ve Kosova'da çatışmalar patlak verdiğinde, ABD NATO'nun askeri liderliğini üstlenmek zorunda kaldı. Batı Avrupa'nın orduları, eski SSCB'den çok daha az zorlu düşmanlara karşı bile bu işi yapabilecek durumda değildi. Bir NATO askeri koalisyonuna liderlik etmek için bile ABD'li diplomatlar önce Fransa'nın başını çektiği Avrupalı müttefiklerin çekinceleriyle mücadele etmek zorunda kaldılar. NATO'ya askeri harekat yetkisi veren bir BM Güvenlik Konseyi kararı olmadan Avrupa'nın kalbindeki bir çatışmaya herhangi bir silahlı gücü sokmakta tereddüt ettiler.

Batı Avrupa, Soğuk Savaş'tan bu yana askeri sorumluluklarını ele almaya gerçek anlamda ilgi gösterdiği ölçüde, bunu NATO'dan çok Avrupa Birliği aracılığıyla yapmıştır. AB üyeleri 1992 yılında Maastricht Antlaşması uyarınca bir Ortak Dış Politika ve Güvenlik Politikası oluşturmayı kabul ettiler. Bu politikanın görevleri arasında "zaman içinde ortak bir savunmaya yol açabilecek ortak bir savunma politikasının nihai çerçevesinin çizilmesi" de yer alıyordu. 1999 yılında Avrupa Konseyi Üye Devletleri, NATO dışında ortak ve bağımsız bir Avrupa güvenlik ve savunma politikası çağrısında bulunan bir deklarasyon yayınladı. Javier Solan AB'nin ilk Ortak Dış Politika ve Güvenlik Politikası Yüksek Temsilcisi oldu.

Avrupalı müttefikler 11 Eylül'den sonra NATO'nun 5. Maddesini devreye sokarak ve saldırının hemen ardından ABD'nin Atlantik kıyılarında görev yapacak AWAC mürettebatı sağlayarak duruma el koydular. Ancak Afganistan'da El Kaide ve Taliban'la mücadele söz konusu olduğunda NATO müttefikleri desteklerini "uyarılarla" sınırlı tuttu ve çoğunlukla ABD ve müttefikleriyle birlikte Taliban'a karşı saldırı eylemlerine katılmayı reddettiler. Avrupa'nın NATO'dan uzaklaşması 20'nci yüzyılın sonlarında Brüksel'in AB Siyasi ve Güvenlik Komitesi ile AB Askeri Komitesi'ni kurmasıyla hızlandı. NATO'dan ayrı bir savunma ilişkisi öngören tüm bu AB girişimleri, Başkan Trump'ın ulusal güvenlik sahnesine çıkmasından çok önce başlamıştı.

Brüksel AB bayrağı altında yeni bir savunma iş birliği yapısı kurarken Washington bu girişimlerin Avrupa'nın savunma alanında kendi kendine yeterliliğinin artmasını hızlandıracağını umuyordu. Ancak bu gerçekleşmedi. 2023 itibariyle müttefiklerin çoğunluğu NATO'nun üzerinde anlaşmaya vardığı reel GSYİH'nın en az yüzde 2'sini savunmaya harcama hedefini hala karşılayamadı. Her ne kadar 2024 yılında daha fazla ülke bu hedefe ulaşacak olsa da, gerçek şu ki bu ülkelerin çoğu Doğu Avrupa ve Varşova Bloğunun eski üyeleri olacak, örneğin Almanya, İspanya veya İtalya değil.

NATO'nun yüzde iki hedefine ulaşmasını hızlandıran Başkan Trump'tan çok Ukrayna Savaşı olmuştur. Trump Beyaz Saray'a dönsün ya da dönmesin, Avrupalı müttefikler Moskova'nın NATO sınırındaki bir ülkeyi konvansiyonel olarak işgal ettiği gerçeğiyle yüzleştiler. Avrupa nihayet Washington'un Çin, Tayvan, Filipinler, Kore, İran, Irak, İsrail, Suriye ve Kızıldeniz dahil olmak üzere dünyanın dört bir yanında artan askeri taleplerle karşı karşıya kalırken sınırlı kaynaklara sahip olduğunu anlamaya başlıyor. Biden yönetiminden bir yetkilinin ABD'nin "kapasitesinin oldukça dolduğunu" söylediği aktarıldı. Trump olmasa bile, ABD'nin Avrupa'da son 75 yıldır olduğu kadar önemli bir rol oynaması artık gerçekçi olarak beklenemez. Avrupa'nın savunma sorumluluklarını yeniden değerlendirmesine neden olan asıl dinamik, izolasyonizm ya da bir başkan adayının hamasetinden çok, Amerikan askeri yeteneklerinin giderek daha fazla zorlandığının farkına varılmasıdır.

Bugünün meselesi NATO'nun bu değişen gerçeği kabul ederek geleceğe nasıl uyum sağlaması gerektiğidir. Avrupalı bir general ya da amiralin Müttefik Yüksek Komutanı olarak düzenli bir şekilde Amerikalı bir bayrak subayıyla dönüşümlü olarak görev yapması iyi bir başlangıç olabilir. 75 yıl üst üste Amerikalı bir komutanın görev yapması artık yeterlidir.

Ukrayna'nın ortaya koyduğu bir diğer önemli adım ise Avrupa'nın acilen kendi ordusunu kurması gerektiğidir. GSYİH'nin yüzde 2'si kadar bir bütçe gereksinimi bile artık bu amaç için yeterli olmayacaktır. Amerika Birleşik Devletleri 2023 yılında GSYİH'sinin yaklaşık yüzde 3.4'ünü askeri savunma için harcadı. Soğuk Savaş sırasında GSYİH'sinin yüzde 5 ila yüzde 10'unu ordu için harcıyordu. Rusya'nın NATO Avrupa sınırlarına dayanmasıyla birlikte, NATO Genel Sekreteri'nin de çağrıda bulunduğu gibi, müttefiklerin acil bir savunma yığınağına başlamaları gerektiği nihayet anlaşılıyor.

Son olarak, Avrupalı müttefikler NATO ittifakının askeri konularda Avrupa Birliği ile nasıl çalışması gerektiği konusunda kararlarını vermelidirler. AB büyük bir stratejik hamleyle, ticari gemileri Husi saldırılarına karşı korumak için Aspides Operasyonu adı altında kendi deniz donanmasını Kızıldeniz'e gönderdi. AB'nin bayrağı Atina'da dalgalanan bağımsız görev gücü, bir İtalyan amiral tarafından komuta ediliyor. Avrupa Birliği deniz kuvvetleri sadece Husilerin füze ve insansız hava aracı saldırılarını püskürtmek için hareket ediyor, Husilerin mevzilerine saldıracak kadar ileri gitmiyor. Bu arada ABD ve İngiltere öncülüğündeki Poseidon Archer Operasyonu adlı görev gücü sadece gemileri Husilerin saldırılarına karşı korumakla kalmıyor, aynı zamanda Husilerin füze ve insansız hava aracı mevzilerine saldırılar düzenliyor.

Eğer Avrupa Topluluğu daha güçlü bir askeri örgüte dönüşmek istiyorsa, NATO'nun rolü de bu gerçekliğe göre ayarlanmalıdır. Örneğin, AB'nin hibrid bir ortaklık içinde NATO'ya katıldığı bir tür özel düzenleme mümkün olabilir. ABD'nin Avrupa'ya askeri katkısı zaman içinde azaldıkça, müttefikler NATO'dan uzaklaşarak bölgesel merkezli bir AB askeri ittifakına daha fazla odaklanabilirler. NATO'nun varlığını sürdürebilmesi için Avrupalı müttefiklerin, ABD'nin rolü daha az baskın hale gelse bile otuz iki üyeli koalisyona bağlı kalmaya ikna edilmesi gerekmektedir.

Macron'un yanıldığını, NATO'nun "beyin ölümünün gerçekleşmemiş" olduğunu kanıtlamak zor olacaktır. Cumhurbaşkanı Macron bu ateşe daha fazla odun atarak daha güçlü ve daha bağımsız bir Avrupa savunma politikası çağrısında bulundu ve Avrupa'nın artık ABD'nin "tebası" olmaması gerektiğini ilan etti. Ne olursa olsun, NATO sadece Avrupa'da Rusya'yı çevrelemek için değil, aynı zamanda diğer çeperlerindeki krizlerle de başa çıkabilecek bir ittifak olarak istikrar sağlayıcı rolünü sürdürmelidir. Geçmişte Afganistan'da olduğu gibi Orta Doğu ve hatta Asya da dahil olmak üzere diğer bölgelerde olduğu gibi kolektif hareket etmeye hazır olmalıdır. Amerika'nın seçimleri ittifak ve kıtanın geleceği için Avrupa'nın değişen dünyaya uyum sağlayamamasından çok daha az tehdit oluşturacaktır.


National Interest'te yayınlanan bu değerlendirme Mepa News okurları için Türkçeleştirilmiştir. Değerlendirmede yer alan ifadeler yazarın kendi görüşleridir ve Mepa News'in editöryel politikasını yansıtmayabilir.

Bu yazı toplam 937 defa okunmuştur
Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Yorumların her türlü cezai ve hukuki sorumluluğu yazan kişiye aittir. Mepa News, yapılan yorumlardan sorumlu değildir. Her bir yorum 600 karakterle (boşluklu) sınırlıdır.
Ramon Marks Arşivi