ABD-İran arasında artan gerilim ve krizin Türkiye'ye etkileri

ABD-İran arasında artan gerilim ve krizin Türkiye'ye etkileri

İran nükleer anlaşmayı ister korumaya çalışsın isterse terk etsin ekonomik sorunların büyümesini engelleyemediği gibi balistik füzeler ve bölgesel müdahaleleri konularında yeni sorun alanlarıyla karşılaşacak.

ABD Başkanı Donald Trump’ın 8 Mayıs 2018’de JCPOA (Kapsamlı Ortak Eylem Planı) olarak bilinen nükleer anlaşmadan ABD’nin tek taraflı olarak çekildiğini açıklaması, İran’ın nükleer faaliyetlerini yeniden ve eskisinden daha büyük bir uluslararası kriz hâline getirme potansiyeline sahip bulunuyor. Trump’ın seçim kampanyasından beri anlaşma karşıtı tutumu göz önüne alındığında bu durum sürpriz olmasa da son dönemde Avrupa ülkelerinin arabuluculuğuyla gerçekleştirilen yoğun görüşmelerin bir orta yol bulunmasında yardımcı olabileceği düşüncesi dillendiriliyordu.

Trump’ın açıklamasından yaklaşık iki hafta sonra, 21 Mayıs’ta ABD Dışişleri Bakanı Mike Pompeo’nun da İran’a yönelik on iki maddelik bir ültimatom sunmasının ardından İran’ın vereceği olası cevaplar büyük önem taşıyor. Her ne kadar İranlı bazı yetkililer, özellikle mayıs ayının ilk haftasında peş peşe, ABD’nin anlaşmadan çekilmesi durumunda ortada bir anlaşma kalmayacağını açıklasalar da Ruhani’nin 8 Mayıs’taki açıklamaları, ABD’nin çekilmesinden sonra bile İran’ın Avrupa ülkeleri, Çin ve Rusya gibi ülkelerle anlaşmayı ağır aksak da olsa yaşatmaya çalışacağını düşündürüyor. Bu durumun İran açısından son derece anlaşılabilir sebepleri mevcut. Öncelikle 8 Mayıs’a giden süreçteki üç hafta içinde İran riyalinin iki aşamada yüzde 50’ye yakın değer kaybetmesi, İran’ın anlaşmadan tamamen çıkması ve ABD dışında kalan ülkelerin de desteğini kaybetmesi durumunda ülke ekonomisinin birkaç ay içerisinde tamamen iflas edeceği yönündeki iddiaları güçlendiriyor. Gerçekten de son bir yılda ülkede irili ufaklı yüzlerce şehir ve kasabada ekonomik sorunlardan kaynaklanan çok sayıda grev ve gösteri düzenlendiği düşünüldüğünde, İran ekonomisinin yeni ve daha büyük bir şoku atlatması oldukça zor olacak.

Diğer yandan İran’ın anlaşmadan çıkması, uluslararası basında İran’ın nükleer silah yapımına yöneldiğine ilişkin büyük bir algı kampanyasına yol açacak ve özellikle İsrail’in İran’ı provoke eden adımları hız kazanacaktır. Son dönemde Suriye’de İran’a ve ona bağlı gruplara yönelik saldırılarını ciddi oranda artırmış durumda olan İsrail, böyle bir fırsatı kaçırmayarak gerek bölgedeki gerekse de İran içindeki sınırlı hedeflere saldırılarını yoğunlaştırabilir. İran’ın şimdiye kadar Suriye’de kendi askerî varlığına yönelik saldırılara cevap vermemiş ya da verememiş olması da İsrail’in cüretini artırabilir.

İran’ın anlaşmayı sürdürmeye çalışması sorunsuz olmayacaktır. İç politikada Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani çok büyük baskı altına girecek ve ekonomik kazanımların söz konusu olmadığı anlaşmada kalınarak neden daha fazla vakit yitirildiğine dair eleştirilere maruz kalacaktır. Ülke içinde birçok kesim Kuzey Kore modeli izlenerek NPT’den dahi çıkılması ve gerektiği takdirde nükleer silah yapımına kadar gidilmesi yönündeki görüşlerini daha sesli şekilde dillendireceklerdir.

Washington neyin peşinde?

Ancak mesele İran’ın iç politika tartışmalarının sınırlarını çoktan aşmış bulunmaktadır. Zira İran ister anlaşmayı korumaya çalışsın isterse de tamamen terk etsin ekonomi kaynaklı sorunların büyümesini engelleyemediği gibi Avrupa ülkelerinin daha fazla seslendirmeye başladığı balistik füzeler ve bölgesel müdahaleleri hususunda yeni sorun alanlarıyla karşılaşacaktır. Bu durum İranlı yöneticilerde uzun süredir var olan ABD’nin ve Batının asıl niyetinin nükleer teknoloji değil İran’da rejim değişikliğine dair temel bir strateji olduğu yönündeki düşünceleri güçlendirecektir. Bu husus İran’ın nasıl bir karşı strateji geliştireceği noktasında hayati bir öneme sahip. Daha açık bir ifadeyle Trump’ın hedefinin yalnızca ABD ve dünya kamuoyuna pazarlayabileceği diplomatik bir başarı kazanmak olduğu düşüncesi galip gelirse, İran gerek nükleer faaliyetleri gerekse de balistik füze teknolojisi ve bölgesel faaliyetleri hususunda birtakım tavizler vererek sorunu çözmeye çalışacaktır. Ancak Washington’daki yönetimin ve bölgesel ortaklarının nihai hedefinin rejim değişikliği olduğuna kani olması durumunda İran’ın tepkileri farklılaşacaktır.

Bu aşamada ABD’nin İran konusunda iki ayaklı bir strateji izlediği söylenebilir. Washington yönetimi, öncelikle nükleer anlaşmadan çekilme tehdidini kullanarak ve sonunda çekilerek zaten kırılgan olan İran ekonomisini tamamen felç etmek ve ülke içindeki baskıların ve muhtemel karışıklıkların artmasını teşvik etmek istemektedir. İkinci olarak da ABD, İsrail ve Arabistan gibi bölgesel müttefikleriyle birlikte İran’ın bölgedeki varlığına karşı girişilen operasyonları tedrici olarak genişletmeyi amaçlamaktadır. Birinci alanda çok fazla enstrümana sahip olmayan İran’ın bölgesel askerî operasyonlara cevap vermesi durumunda ise Amerika’nın doğrudan çatışmaya girme ihtimali oldukça yüksek görünüyor. Nitekim Obama döneminde tehditlerini askıya alan İsrail’in bizzat Esed’i ya da İran’ın içini vurma tehditleri bu tür bir koalisyonun çoktan oluştuğu izlenimini güçlendirmektedir.

HMÖ devreye girebilir

Nisan ayının ortalarında Trump’ın hukuk ekibine katılan İran karşıtı şahin isimlerden Rudy Giuliani’nin mayıs ayı başında Halkın Mücahitleri Örgütüne yönelik yaptığı bir konuşmada, Trump’ın hedefinin yalnız nükleer anlaşmadan çıkmak değil, rejim değişikliğine gitmek olduğunu söylemesi bu anlatılanlar çerçevesinde anlam kazanmaktadır. Böyle bir sürecin ileriki aşamasında zaten ekonomik sorunlardan bireysel özgürlüklere, çevre sorunlarından etnik haklara uzanan geniş sorun alanlarına sahip ülkedeki sosyal protestoların artması, İran’ın askerî olarak hırpalanması ve sonraki aşamada ise bir süredir aktif hazırlıklar sürdüren HMÖ ya da farklı etnik milis grupların İran içinde devreye girmesi beklenmektedir. Bu durumun farkında olan İran, ekonomik alanda elinden bir şey gelmese de toplumsal taleplerin karşılanması hususunda sınırlı da olsa bazı adımlar atmaya çalışmaktadır. Özellikle Irak Kürt bölgesindeki ayrılıkçı silahlı Kürt grupların komutanlarına yönelik seri suikastların da bu adımlarla bağlantılı olduğu ifade ediliyor.

Bununla birlikte İran’a yönelik yakın tehdit askeri değil ekonomi odaklı. Üç ve altı aylık periyotlarla devreye girecek ağır yaptırımların tamamen uygulanması durumunda İran’ın büyük bir ekonomik krizle karşılaşması kaçınılmaz görünüyor. İkincil yaptırımlar olarak adlandırılan ve İranlı şirket ve yaptırım listesindeki isimlerle ticaret yapan üçüncü taraflara yönelik müeyyideler de içeren ambargolar özellikle endişe konusu. Pompeo’nun “tarihin gördüğü en ağır yaptırımları uygulayacağız” tehdidi etkili olmuşa benziyor. Nitekim daha ilk seri yaptırımların başlayacağı 6 Ağustos tarihi gelmeden çok sayıda Batılı büyük şirket İran’dan çekilme kararını açıklamış, diğerleri de Avrupa’nın bu alandaki nihai görüşünü beklemekteler. Avrupa her ne kadar politik olarak anlaşmayı korumadan yana tavır koysa da İran’ın ve şirketlerin talep ettiği hukuki ve ticari bir garanti vermeye şu ana kadar yanaşmamış durumda. ABD ile ticari bir savaşı göze almak anlamına geleceğinden Avrupa’nın böyle bir garanti vermesi şu an için çok olası görünmüyor.

Krizin Türkiye'ye etkileri

İran’a yönelik bu tür geniş kapsamlı bir kampanya, Türkiye’yi de yakından ilgilendirmekte. Bazı Türk iş adamlarının ve bürokratların İran’a uygulanan ambargoları delme suçlamasıyla ABD’de yargılanması, İran meselesinin Türkiye için önemini gözler önüne sermektedir. İran’ın önemli bir enerji ve ticaret ortağı olan Türkiye, daha önce de bu ülkeye yönelik geniş kapsamlı yaptırımlara karşı olduğunu ve yalnızca BM tarafından onaylanan yaptırımlara uyacağını açıklamıştı. Ancak önümüzdeki dönemde meselenin ekonomik yaptırımların ötesine geçmesi ve silahlı rejim muhaliflerini de kullanarak Tahran’da rejim değişikliğine gidilmeye çalışılması durumunda, konu doğrudan Türkiye’nin millî güvenliğini ilgilendiren bir boyut kazanacaktır. Suriye konusunda ABD-Türkiye ihtilafının büyük oranda ABD’nin PKK ile geliştirdiği ilişkilerden kaynaklandığı hesaba katılırsa, benzer bir ittifakın İran hususunda da gerçekleşmesi ya da ilerleyen süreçte Suriye’de olduğu gibi İran’da da bir kaos ve otorite boşluğunun meydana gelmesi hâlinde Türkiye’nin bu durumdan olumsuz etkileneceği kesindir. İran’ın askerî ve ideolojik açıdan diri pozisyonu, muhtemel çatışmanın çok daha geniş boyutlu ve derin olabileceğini göstermektedir.

AA'da yayımlanan bu analiz, İran Araştırmaları Merkezi (İRAM) Başkan Yardımcısı Dr. Hakkı Uygur tarafından kaleme alınmıştır. Analizde yer alan görüşler yazara aittir ve Mepa News'in editöryel politikasını yansıtmayabilir.

İlgili Haberler
HABERE YORUM KAT
UYARI: Yorumların her türlü cezai ve hukuki sorumluluğu yazan kişiye aittir. Mepa News, yapılan yorumlardan sorumlu değildir. Her bir yorum 600 karakterle (boşluklu) sınırlıdır.