Analiz | NATO'nun varlık amacı aslında ne?

Analiz | NATO'nun varlık amacı aslında ne?

"NATO tam da savaş sonrası ABD planlamacıları tarafından tasarlandığı gibi işliyor ve Avrupa'yı Amerikan gücüne bağımlı hale getirerek manevra alanını daraltıyor."

Ukrayna'da başlayan savaşın ardından NATO ve genişleme çabaları uluslararası gündemin bir numaralı maddesi haline gelmiş durumda.

NATO'nun neyi amaçladığı ve stratejisinin ne olduğuna dair çeşitli analizlerle, askeri ittifakın genişleme çabaları değerlendiriliyor.

Grey Anderson ve Thomas Meaney, New York Times'ta yayınlanan analizlerinde, NATO ittifakının asıl maksadının ne olduğunu inceledi.

Analiz Mepa News okurları için Türkçeleştirildi.


Bu hafta Litvanya'nın Vilnius kentinde bir araya gelen NATO liderleri başarılarına kadeh kaldırmak için her türlü nedene sahipler.

Sadece dört yıl önce, bir başka zirvenin arefesinde, örgüt dibe vurmuş gibi görünüyordu: Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron'un ifadesiyle, "beyin ölümü"nden başka bir şey geçirmiyordu. Rusya'nın Ukrayna'yı işgalinden bu yana durum değişti. NATO İsveç'i saflarına katmayı planlarken -ki Finlandiya da Nisan ayında tam üye oldu- ve doğu kanadını güçlendirmek için birlikler gönderirken, Avrupa Birliği müttefikleri uzun zamandır erteledikleri askeri harcamaları artırma sözlerini nihayet yerine getiriyorlar. Kamuoyu da bu seyri takip ediyor. Eğer Rusya Avrupa'yı bölmek isteseydi, Başkan Biden geçen bahar bunun yerine kıtayı tamamen "NATO'laştırdığını" makul bir şekilde ilan edebilirdi.

Bu geri dönüş anlaşılır bir şekilde ittifakın destekçilerine enerji verdi. Genel Sekreter Jens Stoltenberg'in "NATO'nun gücü barış ve güvenliği korumak için elimizdeki en iyi araçtır" şeklindeki amaç beyanının hiç bu kadar sadık taraftarı olmamıştı. Örgütü eleştirenler bile (örneğin bunun dikkatleri Doğu Asya'daki gerçek Çin tehdidinden başka noktalara çekmek anlamına geldiğini söyleyen şahin kesim ve Washington'un diplomatik çözümler ile ülke içindeki sorunlara yeniden odaklanmasını tercih eden kısıtlayıcı kesim) NATO'nun amacının öncelikle Avrupa'yı savunmak olduğunu kabul etmektedirler.

NATO'nun gerçek amacı ne?

Ancak NATO, başlangıcından itibaren hiçbir zaman öncelikli olarak askeri güç toplamakla ilgilenmemiştir. Soğuk Savaş'ın zirve yaptığı dönemde 100 tümenden oluşan ve Varşova Paktı'nın insan gücünün ancak küçük bir kısmına karşılık gelebilen bu örgütün bir Sovyet işgalini püskürtmesi mümkün değildi ve kıtanın nükleer silahları bile Washington'un kontrolü altındaydı. Daha ziyade şunu amaçlıyordu: Batı Avrupa'yı, Amerikan korumasının ticaret ve para politikası gibi diğer konularda taviz elde etmek için bir kaldıraç görevi gördüğü, ABD liderliğindeki bir dünya düzeni projesine bağlamayı... Bu görevde oldukça başarılı olduğunu kanıtladı.

Birçok gözlemci Soğuk Savaş'taki rakibinin çöküşünden sonra NATO'nun dükkânı kapatmasını bekliyordu. Ancak 1989'dan sonraki on yıl içinde örgüt gerçek anlamda kendine geldi. NATO Doğu Avrupa'da Avrupa Birliği için bir derecelendirme kuruluşu gibi hareket ederek ülkeleri kalkınma ve yatırım için güvenli ilan etti. Örgüt, müstakbel ortaklarını liberal, piyasa yanlısı bir inanca bağlı kalmaya zorladı. Buna göre -Başkan Bill Clinton'ın ulusal güvenlik danışmanının ifadesiyle- "demokratik kurumlar hedeflemek, serbest piyasaların genişlemesi" ve "kolektif güvenliğin teşviki" aynı adımda ilerliyordu. Avrupalı askeri liderler ve reform yanlısı seçkinler, kampanyaları NATO'nun enformasyon aygıtı tarafından desteklenen istekli bir kitle oluşturdular.

Avrupa halkları çok inatçı olduklarında ya da sosyalist veya milliyetçi duyguların etkisinde kaldıklarında, Atlantik entegrasyonu yine de devam etti. Çek Cumhuriyeti önemli bir örnekti. Genel sekreter ve üst düzey NATO yetkilileri 1997'de ittifaka katılmak için yapılacak referandumda "hayır" oyu çıkma olasılığı karşısında Prag'daki hükümetin referandumdan vazgeçmesini sağladılar. Ülke iki yıl sonra ittifaka katıldı. Yeni yüzyıl, ana fikirdeki bir kaymayla birlikte, aynı şeylerin daha fazlasını getirdi. Terörizme karşı küresel savaşla aynı zamana denk gelen 2004 yılındaki "büyük patlama" genişlemesi (7 ülkenin aynı anda ittifaka katılması) ittifak söyleminde demokrasi ve insan haklarının yerini terörle mücadelenin almasına neden oldu. Liberalleşme ve kamu sektörü reformlarına duyulan ihtiyaca yapılan vurgu sabit kaldı.

Amerika-Avrupa dengesi

Savunma alanında ise ittifakın reklamı yapıldığı gibi değildi. Amerika Birleşik Devletleri on yıllardır silah, lojistik, hava üsleri ve savaş planlarının başlıca sağlayıcısı olmuştu. Ukrayna'daki savaş, Avrupa'nın gücünü artırması yönündeki tüm konuşmalara rağmen, bu asimetriye esasen dokunmadı. ABD'nin askeri yardımının ölçeği -çatışmanın ilk yılında 47 milyar dolar- Avrupa Birliği ülkelerinin toplamının iki katından fazlaydı. Avrupa'nın harcama taahhütleri de göründüğünden daha az etkileyici olabilir. Alman hükümetinin silahlı kuvvetleri için 110 milyar dolarlık özel bir fon oluşturduğunu kamuoyuna açıklamasının üzerinden bir yıldan fazla zaman geçmesine rağmen kredilerin büyük bir kısmı kullanılmadı. Bu arada Alman ordu komutanları, iki günden fazla sürecek yüksek yoğunluklu bir savaş için yeterli mühimmatlarının olmadığını söylediler.

Harcama seviyeleri ne olursa olsun, Avrupalıların söz konusu harcamalara karşılık ne kadar az askeri kabiliyete sahip oldukları dikkat çekicidir. Cimrilik kadar koordinasyon eksikliği de Avrupa'nın kendi güvenliğini sağlama kabiliyetini engellemektedir. NATO mevcut yeteneklerin tekrarlanmasını yasaklayarak ve müttefiklerini spesifik rolleri kabul etmeye zorlayarak bağımsız hareket edebilecek yarı özerk bir Avrupa gücünün ortaya çıkmasını engellemiştir. Savunma tedarikine gelince, birlikte çalışabilirlik için ortak standartlar, ABD askeri-sanayi sektörünün büyüklüğü ve Brüksel'deki bürokratik engellerle birleşince, durum Avrupalı rakiplerinin aleyhine ve Amerikan firmalarının lehine olmaktadır. İttifak, paradoksal bir şekilde, müttefiklerin kendilerini savunma kabiliyetlerini zayıflatmış gibi görünmektedir.

NATO Avrupa'yı ABD'ye bağımlı kılıyor

Ancak bu paradoks sadece yüzeyseldir. Aslında NATO tam da savaş sonrası ABD planlamacıları tarafından tasarlandığı gibi işliyor ve Avrupa'yı Amerikan gücüne bağımlı hale getirerek manevra alanını daraltıyor. Maliyetli bir yardım programı olmaktan ötede olan NATO, Avrupa'daki Amerikan etkisini ucuz bir şekilde güvence altına almaktadır. ABD'nin NATO'ya ve Avrupa'daki diğer güvenlik yardım programlarına yaptığı katkılar Pentagon'un yıllık bütçesinin çok küçük bir bölümünü oluşturuyor: Son tahminlere göre yüzde 6'dan az. Ve savaş sadece Amerika'nın elini güçlendirdi. Rusya'nın Ukrayna'yı işgalinden önce Avrupa'daki askeri harcamaların yaklaşık yarısı Amerikalı üreticilere gidiyordu. Artan talep, alıcıların tank, savaş uçağı ve diğer silah sistemlerini almak için acele etmeleri ve maliyetli, çok yıllı sözleşmelere kilitlenmeleri nedeniyle bu eğilimi daha da kötüleştirdi. Avrupa yeniden askerileşiyor olabilir ama Amerika bunun meyvelerini topluyor.

Ukrayna'da durum net. Washington askeri güvenliği sağlayacak ve Amerikan şirketleri Avrupa'dan gelen silah siparişlerinin bolluğundan faydalanacak, Avrupalılar ise savaş sonrası yeniden yapılanmanın maliyetini üstlenecek ki bu Almanya'nın kendi ordusunu kurmaktan daha iyi başarabileceği bir şey. Savaş aynı zamanda ABD'nin Çin'le karşılaşması için de bir prova niteliği taşıyor ve bu karşılaşmada Avrupa'nın desteğine o kadar kolay güvenilemez. Pekin'in stratejik teknolojilere erişimini sınırlandırmak ve Amerikan sanayisini desteklemek Avrupa'nın öncelikleri arasında yer almıyor ve Avrupa ile Çin arasındaki ticaretin kesilmesini hayal etmek bile zor. Yine de NATO'nun Avrupa'nın sahnedeki liderliğini takip etmesini sağlama konusunda ilerleme kaydettiğine dair işaretler var. Almanya Savunma Bakanı Haziran sonunda Washington'a yapacağı ziyaret öncesinde "Avrupa'nın Hint-Pasifik'teki sorumluluğu" ve Güney Çin Denizi'nde "kurallara dayalı uluslararası düzenin" önemi konusundaki farkındalığını dile getiriyor.

Yükselişleri ne olursa olsun, Atlantikçiler örgüte verilen desteğin dezenformasyon ve siber saldırılarla baltalanmasından endişe ediyorlar. Endişelenmelerine gerek yok. Soğuk Savaş boyunca tartışılan NATO, düşmanının ortadan kalkmasının yeni bir Avrupa güvenlik mimarisi düşüncesini teşvik ettiği 1990'larda da tartışma konusu olmaya devam etti. Bugün ise muhalefet her zamankinden daha az duyuluyor.

Tarihsel olarak militarizmi ve Amerikan gücünü eleştiren Avrupa'daki sol partiler, ezici bir çoğunlukla Batı'nın savunulmasında yer alır hale geldi: Alman Yeşiller Partisi'nin nükleer silahlara şiddetle karşı çıkarken nükleer bir savaşı göze almış görünen bir partiye dönüşmesi bunun en canlı örneği. Amerika Birleşik Devletleri'nde NATO'ya yönelik eleştiriler ABD'nin antlaşma yükümlülüklerini aşırı genişletme risklerine odaklanıyor, bunların altında yatan gerekçelere değil. Kendini kutlamak üzere bir araya gelen tarihin en başarılı ittifakının şampanyayı patlatmak için gelecek yılki 75. yıldönümünü beklemesine gerek yok.

280.jpg

HABERE YORUM KAT
UYARI: Yorumların her türlü cezai ve hukuki sorumluluğu yazan kişiye aittir. Mepa News, yapılan yorumlardan sorumlu değildir. Her bir yorum 600 karakterle (boşluklu) sınırlıdır.