Bir Gazzelinin yiyecek bulma yolculuğu: "Squid Game gibiydi"

Bir Gazzelinin yiyecek bulma yolculuğu: "Squid Game gibiydi"

"ABD tarafından desteklenen yardım dağıtım merkezine gitmek hayatımın en zor günüydü. Hiç böyle bir aşağılanma hissetmemiştim."

Not: 40 yaşındaki Yusuf el Acuri'nin aşağıdaki hikayesi Filistinli gazeteci ve Middle East Eye içerik üreticisi Ahmed Dıremli'ye Gazze'de anlatılmıştır. Kısa ve anlaşılır olması için düzenlenmiştir. İçerik Mepa News tarafından Türkçeleştirilmiştir.


Çocuklarım çok aç oldukları için sürekli ağlıyorlar. Ekmek, pirinç, yiyecek herhangi bir şey istiyorlar.

Kısa bir süre önce un ve diğer gıda malzemelerine sahiptik ancak hepsi tükendi.

Şimdi insani yardım kuruluşlarının mahallelerde kurduğu mutfaklarda dağıttığı yemeklere güveniyoruz, genellikle mercimek. Ama bu da çocuklarımın açlığını gidermeye yetmiyor.

Eşim, yedi çocuğum, annem ve babamla birlikte Gazze Şehri'nin orta kesimine yakın El Seraya'da bir çadırda yaşıyorum.

Cebaliye mülteci kampındaki evimiz İsrail ordusunun Ekim 2023'te Gazze'nin kuzeyini işgali sırasında tamamen yıkıldı.

Savaştan önce taksi şoförüydüm. Ancak yakıt sıkıntısı ve İsrail ablukası nedeniyle çalışmayı bırakmak zorunda kaldım.

Savaş başladığından beri hiç yardım paketi almaya gitmemiştim ama açlık durumu artık dayanılmaz bir hal aldı.

Bu yüzden Netzarim koridoru yakınlarındaki Salahaddin caddesinde bulunan ABD destekli "Gazze İnsani Yardım Vakfı" yardım dağıtım merkezine gitmeye karar verdim.

Orasının tehlikeli olduğunu, insanların öldüğünü ve yaralandığını duydum ama yine de gitmeye karar verdim.

Birisi bana her yedi günde bir giderseniz, ailenizi o hafta boyunca beslemeye yetecek kadar erzak alabileceğinizi söyledi.

Karanlık ve ölümcül bir rota

Yan çadırdaki erkeklerin yardım merkezine doğru yola çıkmaya hazırlandıklarını duyduğumda 18 Haziran günü saat 21.00 civarıydı.

Yan çadırdaki komşum 35 yaşındaki Halil Hallas'a katılmak istediğimi söyledim.

Halil bana bol kıyafetler giyerek hazırlanmamı, böylece koşabileceğimi ve çevik olabileceğimi söyledi.

Konserve ve paketlenmiş ürünleri taşımak için bir çanta ya da çuval getirmemi söyledi. Aşırı kalabalık nedeniyle kimse yardım kutularını taşıyamıyordu.

36 yaşındaki eşim Esma ve 13 yaşındaki kızım Dua yolculuğa çıkmam için beni cesaretlendirdiler.

Haberlerde kadınların da yardım alacağını görmüşlerdi ve bana katılmak istediler. Onlara bunun çok tehlikeli olduğunu söyledim.

Bulunduğum kamptan, aralarında bir mühendis ve bir öğretmenin de bulunduğu beş erkekle birlikte yola çıktım. Bazılarımız için bu yolculuk ilk kez oluyordu.

Güney Gazze'de eşek ve at arabalarıyla birlikte tek ulaşım aracı olan bir tuk-tuk'a (üç tekerlekli, motosiklette benzer, arkasında kasası olan bir ulaşım aracı) bindik ve toplam 17 yolcuyla yola çıktık. Aralarında 10 ve 12 yaşlarında çocuklar da vardı.

Araçta bulunan ve bu yolculuğu daha önce de yapmış olan genç bir adam bize İsrail ordusu tarafından belirlenen resmi rotayı kullanmamamızı söyledi. Ayrıca çok kalabalık olduğunu ve yardım alamayacağımızı da ekledi.

Resmi yoldan çok uzak olmayan alternatif bir güzergâh kullanmamızı tavsiye etti.

Tuk-tuk bizi Gazze'nin orta kesimindeki Nuseyrat'ta bıraktı ve oradan Selahaddin yoluna doğru yaklaşık bir kilometre yürüdük.

Yolculuk son derece zordu ve karanlıktı. El feneri kullanamıyorduk, aksi takdirde İsrailli keskin nişancıların ya da askeri araçların dikkatini çekebilirdik.

Yerde sürünerek geçtiğimiz bazı açık alanlar vardı.

Sürünerek ilerlerken bir de baktım ki birkaç kadın ve yaşlı insan da bizimle aynı tehlikeli yolu kullanıyor.

Bir noktada, etrafımıza bir yaylım ateşi açıldı. Yıkılmış bir binanın arkasına saklandık.

Hareket eden ya da fark edilir bir hareket yapan herkes keskin nişancılar tarafından anında vuruluyordu.

Yanımda uzun boylu, açık renk saçlı genç bir adam kendisine rehberlik etmesi için telefonundaki feneri kullanıyordu.

Diğerleri ona kapatması için bağırdı. Saniyeler sonra vuruldu.

Yere yığıldı ve kanlar içinde yerde yatıyordu ama kimse ona yardım edemedi ya da hareket ettiremedi. Birkaç dakika içinde ölmüştü.

Yakındaki bazı adamlar sonunda adamın cesedini konserve doldurmak için getirdiği boş torbayla örttü. Yerde yatan en az altı şehit daha gördüm.

Ayrıca ters yönde yürüyen yaralı insanlar da gördüm. Bir adam engebeli arazide düşüp elini yaraladıktan sonra kanlar içinde kalmıştı.

Ben de birkaç kez düştüm. Çok korkmuştum ama geri dönüş yoktu. En tehlikeli bölgeleri çoktan geçmiştim ve şimdi yardım merkezi görüş alanımdaydı.

Hepimiz korkuyorduk. Ama biz aç çocuklarımızı doyurmak için oradaydık.

Yiyecek için mücadele

Saat gece 2'ye geliyordu ve bana yardım merkezine giriş izni verildiği söylendi.

Birkaç dakika sonra, merkezin açık olduğunu gösteren büyük yeşil bir ışık yandı.

İnsanlar her yönden oraya doğru koşmaya başladı. Koşabildiğim kadar hızlı koştum.

Büyük kalabalık karşısında şok olmuştum. Ön tarafa yaklaşmak için hayatımı tehlikeye atmıştım ama yine de binlerce kişi bir şekilde benden önce gelmişti.

Oraya nasıl geldiklerini sorgulamaya başladım.

Ordu ile mi çalışıyorlardı? İşbirlikçi miydiler, yardıma önce ulaşmalarına ve istediklerini almalarına izin mi verilmişti? Yoksa bizim aldığımız risklerin aynısını, hatta daha büyüğünü mü almışlardı?

İlerlemeye çalıştım ama başaramadım. Kalabalığın büyüklüğü nedeniyle merkez artık görünmüyordu.

İnsanlar itişip kakışıyordu ama çocuklarım için bunu başarmam gerektiğine karar verdim. Ayakkabılarımı çıkardım, çantama koydum ve zorlu bir şekilde ilerlemeye başladım.

Üstümde insanlar vardı ve ben de başkalarının üstündeydim.

Kalabalığın ayakları altında boğulmakta olan bir kız çocuğu fark ettim. Elini tuttum ve onu dışarı ittim.

Yardım kutularını aramaya başladım ve içinde pirinç olduğunu düşündüğüm bir kapeti aldım. Ama tam bunu yaparken, başka biri onu elimden kaptı.

Tutunmaya çalıştım ama bıçağını çıkarıp beni tehdit etti. Oradaki insanların çoğu ya kendilerini savunmak ya da başkalarından çalmak için bıçak taşıyordu.

Sonunda dört kutu fasulye, bir kilo bulgur ve bir paket makarna almayı başardım.

Birkaç dakika içinde kutular boşaldı. Kadınlar, çocuklar ve yaşlılar da dahil olmak üzere oradaki insanların çoğu hiçbir şey alamadı.

Bazıları diğerlerine paylaşmaları için yalvardı. Ancak hiç kimse elde edebildiklerinden vazgeçmeyi göze alamadı.

Yemek pişirmek için yakacak olarak kullanılmak üzere boş kartonlar ve ahşap paletleri bile aldılar.

Hiçbir şeyi olmayanlar, kargaşa sırasında düşenleri kurtarmaya çalışarak yere dökülen un ve tahılları toplamaya başladı.

Askerler izledi ve güldü

Başımı çevirdim ve belki 10-20 metre ötede askerleri gördüm.

Birbirleriyle konuşuyor, bizi ellerindeki telefonlarla filme alıyorlardı. Bazıları bize silah doğrultuyordu.

Öldürmenin bir eğlence, bir oyun olduğu Güney Kore dizisi Squid Game'deki bir sahneyi hatırladım.

Onlar bizi izleyip gülerken biz sadece silahlarıyla değil, açlık ve aşağılanmayla da öldürülüyorduk.

Merak etmeye başladım: Bizi hala filme alıyorlar mıydı? Bu çılgınlığı izliyorlar mıydı, en zayıflar hiçbir şey alamazken bazı insanların diğerlerini nasıl alt ettiğini görüyorlar mıydı?

Yardım sandıkları boşaldığı sırada bölgeden ayrıldık.

Dakikalar sonra havaya kırmızı sis bombaları atıldı. Birisi bana bunun bölgeyi boşaltmak için bir işaret olduğunu söyledi. Ondan sonra ağır silah sesleri gelmeye başladı.

Ben, Halil ve birkaç kişi daha Nuseyrat'taki El Avde Hastanesi'ne doğru yola çıktık çünkü arkadaşımız Vail yolculuk sırasında elinden yaralanmıştı.

Hastanede gördüklerim karşısında şok oldum. Odalardan birinde yerde ölü yatan en az 35 şehit vardı.

Bir doktor bana hepsinin aynı gün getirildiğini söyledi. Her biri yardım merkezinin yakınında kuyrukta beklerken başından ya da göğsünden vurulmuştu.

Aileleri yiyecek ve malzemelerle birlikte eve dönmelerini bekliyordu. Şimdi ise birer ceset olmuşlardı.

Bu aileleri düşününce yıkıldım. Kendi kendime düşündüm: Neden sadece çocuklarımızı doyurmak için ölmeye zorlanıyoruz?

O anda, o yerlere bir daha asla yolculuk yapmamaya karar verdim.

Yavaş bir ölüm

Sessizce geri yürüdük ve Perşembe sabahı saat 7.30 civarında eve vardım.

Eşim ve çocuklarım beni bekliyorlardı, güvende ve hayatta olduğumu ve yiyecek getirdiğimi umuyorlardı.

Neredeyse hiçbir şey almadan döndüğümü görünce çok üzüldüler.

Hayatımın en zor günüydü. Hiç o günkü kadar aşağılandığımı hissetmemiştim.

Umarım gıda yardımları yakında bölgeye girer ve aşağılama ve öldürme olmadan insan onuruna yakışır bir şekilde dağıtılır. Mevcut dağıtım sistemi çok fazla kaotik ve ölümcül.

İçinde adalet yok. Çoğunun elinde hiçbir şey yok çünkü organize bir sistem yok ve çok fazla insana çok az yardım ulaşıyor.

İsrail'in bu kaosun devam etmesini istediğinden eminim. Bu yöntemin en iyisi olduğunu çünkü aksi takdirde Hamas'ın yardımları alacağını iddia ediyorlar.

Ama ben Hamas değilim ve diğer pek çok kişi de değil. Neden acı çekelim ki? Yardım almak için hayatımızı riske atmadığımız sürece neden yardımdan mahrum kalalım?

Bu noktada, savaşın devam edip etmemesi bile umurumda değil. Önemli olan yiyeceğin ulaşması ve böylece karnımızı doyurabilmemiz.

Oğlum Yusuf üç yaşında. Ağlayarak uyanıyor ve yemek istediğini söylüyor. Ona verecek hiçbir şeyimiz yok. Yorulup susana kadar ağlamaya devam ediyor.

Çocuklar yemek yiyebilsin diye günde bir öğün yiyorum ya da bazen hiç yemiyorum.

Bu hayat değil. Bu yavaş bir ölüm.

Kaynak: Mepa News

uyg.gif

HABERE YORUM KAT
UYARI: Yorumların her türlü cezai ve hukuki sorumluluğu yazan kişiye aittir. Mepa News, yapılan yorumlardan sorumlu değildir. Her bir yorum 600 karakterle (boşluklu) sınırlıdır.
1 Yorum