Bir münazara: El Kaide ne kadar güçlü?

Bir münazara: El Kaide ne kadar güçlü?

11 Eylül 2001, “Dünyanın Değiştiği Gün” olarak tarihe geçti. El Kaide üyelerinin eliyle gelen 2977 ölüm devasa politika değişikliklerine yol açtı ve yıllarca ABD siyasetine yön veren ana etken olarak kaldı.

War on the Rocks için Daniel Byman ve Asfandyar Mir tarafından kaleme alınan bu analiz Mepa News okurları için Türkçeleştirildi. Yazıda yer alan ifadeler Mepa News'in editöryel politikasını yansıtmayabilir.


El Kaide ne kadar güçlü?

Bir münazara

11 Eylül 2001, “Dünyanın Değiştiği Gün” olarak tarihe geçti. El Kaide üyelerinin eliyle gelen 2977 ölüm devasa politika değişikliklerine yol açtı ve yıllarca ABD siyasetine yön veren ana etken olarak kaldı. Birleşik Devletler bu saldırılar sonrasında Taliban’ı yıkmak için Afganistan’da savaşa girdi ve 2003’de Irak’ın işgal edilmesi kararı alınırken gündemde yine bu saldırı vardı. ABD, aralarında terörist olduğundan şüphelenilen şahısların öldürülmesi için SİHA kullanımı, Guantanamo’daki deniz üssünde süresiz gözaltı programı ve hatta işkence gibi bir dizi son derece agresif anti-terör programı başlattı. ABD hükümeti tartışmalara yol açan izleme programları çerçevesinde yurt içinde takip ettiği çok sayıda Müslüman Amerikalıyı sağlam temellere oturmayan suçlamalarla hapsetti.

Atılan bu adımların ne kadar etkili olduğu ve El Kaide’nin ne kadar büyük bir tehdit oluşturduğu aradan geçen 20 yılın ardından hala tartışılmaya devam etmektedir. Bruce Hoffman gibi önde gelen bazı terörizm uzmanları El Kaide’nin hala güçlü olduğu, küresel nüfuzunu güçlendirmeye devam ettiği ve saldırmak için sabırla fırsat kolladığı uyarıları yaparken diğer bazı gözlemciler ise meseleye daha şüpheci yaklaşmaktadır. Barak Mendelsohn ve Colin Clarke “El Kaide organizasyonunun başarısız olduğunu” kesin bir dille ifade etmektedir. Ulusal İstihbarat Ajansı Direktörü Avril Haines ise bu yıl katıldığı tehdit değerlendirmesi toplantısında ihtiyatlı bir ifadeyle El Kaide’nin hala “ABD sınırları içinde saldırılar düzenleme” hedeflerinin olduğu uyarısında bulunmasına rağmen yine de örgütün yabancı devletler içinde saldırma kapasitesinin “zayıfladığını” ifade etti. El Kaide tehdidinin artık belki de arkada bırakıldığı bugünlerde Başkan Joe Biden, 11 Eylül saldırılarının ardından gelen dönemde ortaya çıkan sözde “sonsuz savaşları” sona erdirmek için 2021’de Afganistan’daki askerleri geri çekti.

Bu çalışma, “Studies in Conflict & Terrorism” dergisi için kaleme aldığımız daha uzun bir makalenin işlediği konular çerçevesinde bugünkü El Kaide tehdidi üzerine gerçekleştirdiğimiz bir münazaradır. Her yazarın ayrı çalışmalarla belli bir tarafı savunduğu klasik bir münazara yerine bu çalışma, argümanları daha iyi bir şekilde göz önüne sermek amacıyla kilit önemdeki başlıklardaki farklı görüşleri tek kâğıtta birbiri ardına sunmaktadır. Asfandyar Mir, El Kaide’nin hala önemli bir tehdit olmaya devam ettiğini savunurken Daniel Byman ise meseleye daha şüpheci yaklaşmaktadır. İkimiz de argümanlarımızı ortaya koyup nerelerde aynı fikirde olduğumuzu ve nelerde farklı düşündüğümüzü belirledikten sonra argümanlarımızın ne gibi politika uygulamaları olabileceğini detaylandırdık.

El Kaide neden hala önemli ve devam etmekte olan bir sorundur: Asfandyar Mir

El Kaide bugün, 2011 yılında ABD Özel Operasyon Kuvvetlerinin düzenlediği operasyon neticesinde Usame bin Ladin’in öldürülmesinin ardından başa geçen tecrübeli cihat yanlısı Eymen ez-Zevahiri tarafından yönetilmektedir. Oluşumun çekirdeğinin çoğu Afganistan-Pakistan sınırının uzayıp gittiği uzak bölgeler ve İran’da bulunan birkaç yüz kişiden oluşmaktadır. Arap Yarımadası El Kaidesi, Somali’deki Eş Şebab, İslami Mağrib El Kaidesi ve diğer yan örgütlerin bünyesinde ise çok daha fazla örgüt üyesi mevcuttur. El Kaide’nin diğer cihat yanlısı oluşumlarla da bağlantıları olup bunun yanı sıra dünyanın dört bir yanındaki kendileri ile bağlantısı bulunmayan Müslümanları ABD’ye saldırmaya ve grubun amaçları doğrultusunda hareket etmeye davet etmektedir.

El Kaide, dünya üzerinde en fazla peşine takınılan örgüt olmasına rağmen hala ABD’nin toprakları ve sahip olduğu geniş çaplı güvenlik çıkarları ile Afrika, Orta Doğu ve Güney Asya’daki bölgesel istikrarı tehdit edebilmektedir. Bu tehdidin anlaşılması için grubun karşı karşıya kaldığı kısıtlayıcı etkenler ışığında El Kaide’nin siyasi istikametinin dikkatli bir şekilde incelenmesi gereklidir.

El Kaide, ABD ile savaşma üzerine kurulu siyasi amacından ödün vermeden kilit önemdeki bölgesel çatışmalara dahil olma politikasını ısrarla sürdürmektedir. Tüm örgütün istikametini değiştirmesi için yoğun baskıyla karşılaşmasına rağmen özellikle de Eymen ez-Zevahiri liderliğindeki çekirdek grubun yoldan şaşmadan Amerika’ya odaklanmaya devam ediyor olması grubun hala bir tehdit olduğunun hayati bir göstergesidir. ABD’yi odak noktası olarak görmekten vazgeçip tamamen belirli bölgelerde “devlet inşası” üzerine odaklanması veya Çin benzeri yeni jeopolitik güçlere karşı mücadelenin öncelik haline getirilmesi halinde El Kaide’ye karşı uluslararası arenada var olan geniş yelpazeli fikir birliği kırılabilir buna ilaveten ABD’nin anti-terör baskıları da hafifletilebilirdi fakat El Kaide bir yandan Amerikan karşıtı bir platformda mevzilenmeye devam ederken diğer yandan da kurduğu ağın farklı parçaları özelinde yerel, bölgesel ve çok uluslu odak noktalarını sadece yeniden düzenlemek gibi son derece “pahalı” bir seçimde bulunmayı tercih etti.

Örgüt bu uygulamalar sayesinde hem hedef belirleme hususunda karşı karşıya kaldığı baskıları en aza indirdi hem de tarihi “varoluş sebebi” olan Amerikan karşıtlığı söyleminden ödün vermemiş oldu.

El Kaide, rakibi olan IŞİD’in beraberinde getirdiği baskıya, çekirdek liderlerden düzenli bir şekilde gelmesi gereken kılavuzluktan mahrum olmasına, yan kolların bölgesel çıkarlarının örgütün genel çıkarlarına zaman zaman ters düşmesine ve grubu dağıtmak için kurulan çok uluslu koalisyonların faaliyetlerine rağmen inanılmaz şekilde birliğini muhafaza etti. Önce IŞİD’in ortaya çıkması daha sonra da Suriye’deki Nusret Cephesi’nin 2016’da örgütten ayrıldığını açıklamasının ardından birçok uzman Zevahiri ve onun emrindeki yüksek rütbeli liderlerin iletişim hususundaki yavaşlık nedeniyle örgütün küresel ağının kontrolünü kaybettiğini ve El Kaide markasının bazıları için artık pek çekici olmadığını ve hatta diğer cihat yanlısı grupların gözünde radyoaktif (zehirli) hale geldiğini varsaydı.

Fakat, Zevahiri sert tarzına rağmen İran ve Pakistan-Afganistan sınır bölgesinde konuşlu en üst düzey kilit isimlerin sadakatini kaybetmedi. IŞİD’in tekrar tekrar kendilerini saf değiştirmeleri için etkilemeye çalışmasına rağmen El Kaide’nin yan kolları da benzer şekilde Zevahiri’nin yörüngesinden çıkmadı. El Kaide’ye bağlı çok sayıda grubun bir yandan bulundukları bölgelerde siyasi açıdan güçlerini pekiştirirken bir yandan da daha fazla para kazanması, daha fazla savaşçı devşirmesi ve kendilerine güvenli bölgeler geliştirmesi yani kısacası Zevahiri liderliğinde eskisine göre daha güçlü bir hale gelmesi de gözden kaçırılmaması gereken bir noktadır.

Söz konusu bu alt kollardan bir tanesi de Hint Alt Kıtası El Kaidesi’dir (AQIS). Gelen raporlara göre El Kaide’nin bu kolunun Afganistan-Pakistan sınırındaki aşiretler bölgesinde bulunduğu düşünülen ve başına 25 milyon dolar ödül konulan Zevahiri’yi hayatta tuttuğu bilinmektedir. Bu yapılanma Taliban’ın Afganistan’da Amerika’ya karşı yürüttüğü savaşta ve Afgan hükümetinin devrilmesinde de önemli bir rol oynadı. AQIS şimdi de Pakistan sınırları içinde şiddetin dozunu gittikçe artıran ve Pakistan Taliban’ı olarak da bilinen Tahrik-i Taliban’a destek vermekte ve bizzat Zevahiri’nin kışkırtmaları doğrultusunda Hindistan’a karşı da kendi operasyonlarını icra etmektedir.

Somali’deki El Kaide kolu olan Eş Şebab’ın, gelinen noktada on yıl öncesiyle kıyas edildiğinde siyasi açıdan birlik olma sürecini tamamlamayı başararak geçmişte hiç olmadığı kadar ABD’nin bölgedeki çıkarlarına karşı mücadele etmeye odaklandığı gözlemlenmektedir. Büyük miktarda toprağı kontrol eden Eş Şebab, El Kaide’nin alt kolları arasındaki en zengin ve ölümcül olanıdır. Biden yönetiminin El Kaide ile savaşmak üzere Somali’ye tekrar asker gönderme kararı alması bu grubun arz ettiği tehlikenin arttığının yeni bir göstergesidir.

Sahel bölgesindeki Cemaat-i Nusret el-İslam vel Müslimin yapılanması da koalisyon kurma faaliyetleri ve insanlardan gördüğü destek üzerinden kendisini yerel topluluklar içine iyice yerleştirerek Mali, Burkina Faso, Nijer ve Batı Afrika ülkelerindeki istikrarı tehdit etmektedir. Yemen’deki iç savaşa ve bu süreçte toprak kaybetmesine rağmen Arap Yarımadası El Kaidesi hala bir tehdit oluşturmakta ve Batıyı hedef alacak operasyonların hazırlıklarını yapmaktadır. El Kaide, Suriye’de bir dizi sıkıntılar ve kayıplar yaşamasına rağmen kısıtlı da olsa Hurras ed-Din çatısı altında varlığını devam ettirmektedir. İslami Mağrib El Kaidesi ve Nijerya’da konuşlu Cemaati Ensar el-Müslimin fi Bilad el-Sudan (Ensaru) gibi diğer alt gruplar da tekrar ve tekrar merkez yönetime sadık olduklarını ifade etmiştir.

Bu makaleyi birlikte kaleme aldığım meslektaşım dahil bazı uzmanlar ve siyasetçiler El Kaide’ye bağlı alt grupların gidişatlarının arz ettiği tehlikenin varlığını kabul etmekle birlikte bu yapılanmaların büyüme hususunda göstermiş olduğu kapasitenin her grubun konuşlu olduğu bölgelerdeki yerel bir sorun olduğunu ve bu nedenle de ABD yönetiminin bu gelişmeleri şimdilik yok sayabileceğini düşünmektedir. Fakat, geçmişe bakıldığında El Kaide’nin Pakistan, Somali ve Yemen’deki yerel faaliyetleri ve elde ettiği müttefiklerin kısa süre içinde bölgesel ve birçok devleti tehdit eden bir hale geldiği görülmektedir. Mesela, 2009 yılında kurulan Arap Yarımadası El Kaidesi de ilk başta yerel bir tehdit olarak algılanmış fakat 2009 ve 2010 yıllarında ABD’ye yönelik saldırılar gerçekleştirmeyi başarmıştı. Örgütlerin hangi ve neredeki kapasitesinin ABD çıkarlarını tehdit edebileceği veya edemeyeceği her zaman siyah-beyaz bir tablo çizen ve hakkında tahmin yapılması kolay bir konu değildir.

El Kaide’nin dünyanın çeşitli yerlerindeki alt kollarına ilaveten çekirdek kadronun Afganistan’daki Taliban ve İran ile olan kilit önemdeki ilişkileri bir yandan uluslararası anti-terör faaliyetlerinden bir nevi koruma sağlarken diğer yandan da örgüte yeni kapasiteler kazandırmaktadır. Mesela, El Kaide’nin çekirdek kadrosu, İran topraklarını kullanarak alt gruplardan müteşekkil ağı idare eden ve grubun farklı yerlerdeki yönetimlerine kaynak aktaran merkez liderliği koruyabilmektedir. Bu hususta uluslararası arenada büyük baskı altına alınmasına rağmen Taliban hala El Kaide ile olan ilişkisini kesmeyi reddetmektedir. Üstüne üstlük El Kaide’nin çekirdek kadrosundan bazı isimler ve Hint Alt Kıtası El Kaide’si mensupları gelecekte kimsenin hesap sormaya gücünün yetmeyeceği operasyonlar için güç toplamak amacıyla hala Afganistan’da kalmaktadır. İlaveten hem Tahran yönetimi hem de Taliban’ın örgütün faaliyetlerine belirli oranda kısıtlamalar getirmesine rağmen İranlıların verdiği destek ile Afganistan’daki fiziki varlık denklemin aynı tarafına gelirse El Kaide’nin elinin altındaki kapasite kaçınılmaz olarak artacaktır.

Önümüzdeki yıllar El Kaide’nin değerlendirebileceği büyük fırsatlarla doludur. Örgüt hali hazırda Afganistan’daki ABD destekli rejimin mağlup edilmesi ve ABD’nin bizzat askeri olarak rezil oluşunu övünç duyulan bir “zafer” olarak kullanmakta ve buna ilaveten Doğu ve Batı Afrika’daki nüfuzunu her geçen gün arttırmaktadır. Özellikle son zikredilen bölgedeki El Kaide kuvvetleri birden fazla arenada yerel ve bölgesel operasyonlar icra edebilmesi için gerekli kapasiteyi geliştirmekle meşguldür. El Kaide’ye bunca zamandır en fazla sınırlandıran faktör olan Amerika kaynaklı anti-terör faaliyetleri, Çin ve Rusya gibi ABD’nin stratejik rakipleri ile devam eden ve son dönemde iyice yoğunlaşan mücadele için ekstra kaynak yaratılması amacıyla El Kaide’nin çekirdek kadrosunun ve alt gruplarının bulunduğu bölgelerde kasten zayıflatıldı. El Kaide’nin Amerika’nın iç siyaset sahnesinde yükselişe geçen kutuplaşmayı yakından takip ettiği ve taraflar arasındaki ayrılıkları kendi çıkarları doğrultusunda kullanabileceği de bilinen bir gerçektir.

El Kaide geçmişe nazaran daha az tehlikelidir: Daniel Byman

ABD toprakları ve ABD’nin önemli müttefiklerinin sınırları içinde gerçekleştirilen saldırıların sayısının çok az olması El Kaide tehdidin büyüklüğüne şüpheyle yaklaşmak gerektiğine işaret eden nedenlerden sadece bir tanesidir.

Örgütün çekirdek yönetici kadrosu 2010’lu yıllarda Amerika veya Avrupa’da tek bir başarılı saldırı gerçekleştirememiştir. Amerikan topraklarındaki son büyük plan olan Necibullah Zazi’nin New York metrosunu bombalama eylemi henüz plan aşamasındayken engellendi. Arap Yarımadası El Kaide’sinin 2019 yılında Pensacola Denizcilik Hava Üssündeki silahlı saldırısı hariç El Kaide’nin büyük bir kısmı ne ABD ne de Avrupa topraklarında bir saldırı düzenlemedi. Arap Yarımadası El Kaidesi de son beş yıl içinde -ABD'nin- SİHA operasyonları, BAE’nin askeri müdahalesi ve Yemen’de büyüyen iç savaş nedeniyle hatırı sayılır derecede zayıfladı.

Gözden kaçırılmaması gereken bir diğer nokta da El Kaide’nin kendi standartları dairesinde dahi başarısız olduğudur. Örgüt, ABD ile yakın müttefik ve halkı Müslüman olan ülkelerdeki rejimleri devirmeyi başaramadı. Kurulduğu tarihten bu yana El Kaide’nin en büyük amaçlarından birisi Müslümanların çoğunlukta olduğu ülkelerin sözde mürted rejimlerini yıkarak yerlerine İslami yönetimler tesis etmek olmuştur (Zevahiri’nin kendisi de liderlik koltuğuna oturmadan yıllar önce dahi özellikle bu başlığa odaklanmıştır). Grup, Müslüman kimliği taşıyan milis hareketlerin eğitilmesi, fonlanması ile diğer gruplara ilham olunması hususlarında kendisini bir öncü olarak görmektedir. Fakat Usame bin Ladin’in kendi memleketi olan Suudi Arabistan’ı uzun süredir yöneten hanedanlık kendini gayet güvende hissetmekte ve hatta artık ipleri eline alan Muhammed bin Selman ülkeyi daha laik yapmak için birtakım reformlar uygulamaktadır.

Zehaviri’nin daha henüz bir delikanlı iken cihat yanlısı ilk hücresini kurduğu Mısır’da ise laik bir diktatör olan Hüsnü Mübarek yerine ondan daha da laik Abdülfettah Sisi geldi. Demokratik bir enerji patlamasıyla 2011’de başlayan Arap Baharı olayları dünyayı kasıp kavururken El Kaide’ye bağlı alt gruplar sürecin başında büyük oyuncu sıfatıyla meseleye dahil olamadı.

Bu çalışmayı birlikte kaleme aldığımız meslektaşım, Yemen, Afrika ve diğer bölgelerdeki El Kaide gruplarının güçlendiği konusunda haklıdır. Fakat, tarihi açıdan baktığımızda saydığım bu bölgeler ABD nezdinde hep sınırlı ilgi uyandıran yerler olmuştur. Bu bölgelerdeki anti-terör faaliyetlerine yardım programları ile askeri eğitimler hala devam ettirilmesi gereken politikalar olmakla birlikte bu çalışmalara öncelik verilmesi gerekli değildir.

El Kaide’nin amaçlarından bir tanesi de daha önce bahsedildiği üzere Müslümanların çoğunlukta olduğu ülkelerdeki sözde mürted askeri kuvvetlerin ve ABD’nin bertaraf edilmesidir. Fakat yakın dönem incelendiğinde ABD’nin Orta Doğu’daki asker sayısının 40.000 ila 60.000 arasında olduğu, 11 Eylül saldırıları öncesi dönemde Ürdün ve Suudi Arabistan’da görev askerlere ilaveten Irak ve Suriye benzeri ülkelere yeni sevk edilen askerlerin sayısı 11 Eylül sonrasında neredeyse 30.000 artmıştır.

El Kaide’nin örgüt olarak tecrübe etmekte olduğu sorunların bir kısmı da finansal zorluklar, lider kadrolardaki zoraki sık değişiklikler, kısıtlı komuta ve kontrol, iç çatışmalar ve coğrafi bir güvenli bölgeye sahip olunmaması dahil çok sayıdaki organizasyonel zayıflıklardır. Etkin anti-terör faaliyetleri bu zayıflıkların olduğundan daha da sert hissedilmesine neden olmaktadır. Bu faaliyetler çerçevesinde yürütülen SİHA saldırıları, askeri operasyonlar, müttefik silahlı kuvvetlerin eğitimi, genişletilmiş istihbarat toplama ve paylaşma programları, müttefik güvenlik ajansları ile hücrelerin küresel çapta tespit ve imhası hususundaki iş birliği, daha iyi sınır güvenliği ve terörist finansmanını engellemeye yönelik kilit çalışmalar son derece iyi sonuçlar vermektedir.

El Kaide 11 Eylül saldırılarının ardından Amerikalı istihbarat çevrelerinin deyimiyle “ağır kayıplar” vererek birbiri ardına liderlerini kaybetti ve ABD’nin yürüttüğü anti-terör saldırıları bir yandan örgüt mensupları arasında kafa karışıklığına neden olurken diğer yandan da içerdeki gruplar arasındaki rekabeti kızıştırdı. Safları arasına sızmış casuslar olabileceğinden şüphelenen örgüt liderleri SİHA saldırıları veya diğer operasyonlarla hedef alınmaktan kaçınmak amacıyla hareketin geri kalanı ile olan iletişimlerini sınırlandırdı.

Alt gruplar, yukarıdan gidilmesi gereken istikamete dair emirlerin kesilmesi nedeniyle her geçen gün daha fazla şekilde yerel ve bölgesel meselelere odaklanarak ABD çıkarlarına yönelik oluşturdukları tehdidin doğasını değiştirdiler. Gelinen noktada El Kaide, Zevahiri gibi sembolik figürlerin açıklamalarına rağmen gerçek hayatta ABD’ye öncelik vermemektedir. Örgüt ile bağlantılı gruplar ve müttefiklerinin gözünde iç savaş bölgelerinde bir yandan savaşıp bir yandan yaşamaya devam etmenin beraberinde getirdiği günlük sorunlar ile rakip gruplar, devletlerin sürekli olarak uyguladığı baskı ve savaş sahalarının günlük gereksinimleri daha çok merkez yönetimin umurunda olan harici operasyonlardan daha önemli hale gelmiştir.

Tüm bunlara ilaveten, öncelikleri değişmekte olan bu örgüt mensuplarının Batı topraklarında büyük bilançolu saldırılar planlama kapasitesi de eskisi gibi güçlü değildir. 11 Eylül benzeri yani planlama safhası yıllar alan, örgüt üyelerinin birden fazla ülkede çalışmasını ve Afganistan gibi planlama, eğitim ve adam toplama açısından uygun bir güvenli ülke ve saldırıyı gerçekleştirecek olanların ABD’ye vardıklarında güvenlik güçlerine yakalanmadan hedeflerine ulaşmasını gerektiren bir saldırının bugün ifa edilmesi geçmişe nazaran çok daha zordur.

El Kaide’nin Irak ve Suriye’deki cihat yanlısı hareketler arasındaki iç çatışmaları durdurma ve kontrol etme hususunda izlediği politika örgütün imajını büyük oranda zedeledi ve bu hataların doğurduğu IŞİD’in ortaya çıkışıyla El Kaide’nin çekirdek kadrosu bir süreliğine yok olma tehlikesi altına girdi. Yapılan çağrılar neticesinde 110 ayrı ülkeden gelen on binlerce militan El Kaide’ye değil IŞİD’e katılmak üzere Irak ve Suriye’ye adeta aktı.

Benzer şekilde, ABD ve Avrupa topraklarındaki saldırılara ilham veren ve buralardan potansiyel yabancı savaşçı devşirmeyi başaran taraf yine IŞİD oldu. Bunlara ilaveten IŞİD dünyanın farklı bölgelerinde kendine bağlı alt gruplar üretti ve El Kaide’nin ideolojisinin son derece önemli kısımlarını reddetti. Bu iki taraf arasındaki propaganda savaşı son derece acımasız bir şekilde hala devam etmekte ve ikisini de zayıflatmaktadır. İki örgüt de potansiyel yeni üyeler ve ekonomik kaynaklar için mücadele etmekte olup çoğu zaman aynı bölgede birlikte yer alan iki tarafa da ait alt gruplar birbiri ile sık sık çatışmaktadır.

El Kaide bugün, 11 Eylül öncesi Afganistan’daki Taliban rejimi döneminde sahip olduğu güvenli bölge benzeri bir yapının eksikliğini çekmektedir. Örgüt, 90’lı yıllarda Afganistan topraklarında binlerce savaşçıyı eğitmiş, bu savaşçılara yeni kabiliyetler kazandırmış, onlara ortak bir dava vermiş ve eve döndüklerinde de onları yönetmeye devam etmişti. El Kaide her ne kadar birçok ülkede varlık gösteriyor olsa da geçmişte sahip olduğu endüstriyel ölçekli eğitim kamplarını bugün kurabileceği bir yer bulunmamaktadır.

Asfandyar Mir’in de belirttiği üzere bu durumun iki istisnası vardır: Afganistan ve İran. Afganistan özeline baktığımızda burada yeniden devletin başına geçen Taliban’ın ve (Taliban’ın arasının bir düzelip bir bozulduğu Pakistan tarafındaki müttefiklerin) El Kaide’yi ABD, Avrupa ve birçok diğer kilit önemdeki müttefik ülkede büyük uluslararası terörist saldırılar düzenlemekten alıkoymaları için kendilerine has nedenleri mevcuttur. Ancak yine de Güney Asya’da sınırlı saldırılar olasılık dışı değildir. Bu siyasi vaziyete ilaveten, her ne kadar önemli ölçüde küçülmüş olsa da ABD’nin bölgedeki anti-terör kapasitesi El Kaide'nin Afganistan’daki faaliyetlerini en azından sekteye uğratmak için kafidir.

İran ile El Kaide arasındaki ilişki ise sorunludur. İki taraf arasında hatırı sayılır seviyede bir güvensizlik olduğu bilinmektedir. El Kaide üyeleri “düşman İran devletinde … esir” olduklarından yakınmaktadır. Anti-terör operasyonları her şeye rağmen İran’da dahi gerçekleştirilebilmektedir. Bunun en büyük örneği 2020 yılında İran’da yaşayan üst düzey El Kaide yetkilisi Ebu Muhammed el-Masri'nin ABD hesabına hareket etmekte olan İsrailli ajanlar tarafından öldürüldüğü operasyondur. Her şey bir yana, El Kaide’nin çoğu Sünni tarafından nefret edilen Şii bir güç olan İran ile bağlantısının olması dahi örgütün üzerindeki bir leke olarak görülmekte ve örgütün imajının zedelenmesine neden olmaktadır.

Etkin anti-terör faaliyetleri neticesinde güç kaybeden cihat yanlıları Müslüman toplumlar içinde belirli bir destek kazanma hususunda da pek başarılı olamadı. Risa Brook’un çalışmaları neticesinde elde ettiği bilgilere göre Amerikalı Müslümanlar kendi cemaatlerinin polisliğini yapmakta, saflarındaki radikalleri söküp atmakta ve düzenli şekilde FBI ile iş birliği yapmaktadır. Batı dünyasındaki müstakbel terörist adaylarının pek de zeki olmaması ve bu şahısların hatalarının listesinin uzun ve bazen de komik olması El Kaide’nin karşı karşıya olduğu bu sorunu bir kat daha kötüleştirmektedir.

Politikalar ortadaki tehdidi nasıl yansıtmalıdır?

El Kaide’ye karşı yürütülen anti-terör faaliyetleri ve genel mücadele gelinen noktada artık 11 Eylül’den hemen sonraki dönemde olduğu gibi bir numaralı politika önceliğine sahip değildir. Durum uzun süredir böyle olmasına rağmen birbiri ardına gelen başkanlar saldırıların hemen ardından zuhur eden ana vatan güvenliği faaliyetleri ile istihbarat ve ordu ile ilgili programlarını devam ettirmek için büyük miktarlarda para harcamaya devam etmiştir.

Bu çalışmayı kaleme alan ikili olarak tehdit değerlendirmelerimiz her ne kadar farklı olsa da ortadaki tehdidin birçok boyutu hususunda hemfikiriz. Biz, Amerika’nın anti-terör faaliyetlerinin El Kaide’nin ABD topraklarına yönelik saldırı gerçekleştirme kabiliyetini sınırlandıran en büyük etken olduğunu düşünmekteyiz. Ayrıca, El Kaide’nin bizzat ölümcül saldırılar icra etmesi veya bu tür saldırılara yapacaklara yol göstermesi için güçlü bir yapılanma olması gerekmediğine inanıyoruz.

Görece daha profesyonel olan gruplar stratejik davranarak dikkatli ve belirli ölçekte saldırılar yapmayı tercih ederken zayıf gruplar ise özellikle ABD gibi ağır silahlara erişimin kolay olduğu ülkelerde çok kanlı saldırılar gerçekleştirebilir. Her ne kadar örgütün İran’daki güvenli bölgesinde sahip olduğu operasyonel özgürlüğün ve Taliban yönetimindeki Afganistan’dan yayılmakta olan terörizm riskinin seviyeleri hususunda farklı fikirlere sahip olsak da ikimiz de bu bölgelerin El Kaide için önem arz eden saklanma yerleri olduğunu ve ABD’nin anti-terör faaliyetleri açısından büyük bir sıkıntı teşkil ettiğini düşünmekteyiz.

Bazı konularda hemfikir olsak da fikir ayrılıklarımız beraberinde uygulanacak politikalar hususunda farklılıklar getirmektedir. Byman’ın değerlendirmesine göre anti-terör faaliyetleri üzerinden oluşturulan baskının temposu ve menzili azaltılabilir ancak istihbarat iş birliği ve askeri eğitim benzeri günlük ve düşük maliyetli programlar devam etmelidir. “Sonsuz savaşlar” sona erdirilebilir veya en azından boyutları küçültülebilir.

IŞİD gibi diğer selefi cihat yanlısı tehditler devam ediyor olsa dahi El Kaide’nin oluşturduğu tehdidin görece daha kısıtlı bir hal almış olması anti-terör faaliyetlerinin ABD’nin dış politika öncelikleri listesinde daha aşağılara çekilmesi için ortamın uygun olduğuna işaret etmektedir. Tek bir masumun ölümü dahi büyük bir meseledir ancak El Kaide’nin ABD ve kilit önemdeki müttefiklerine yönelik geniş çaplı uluslararası terörist saldırılar gerçekleştirme hususundaki kabiliyetleri azalmışsa diğer politika endişelerine öncelik verilmelidir.

Mir’in ortaya koyduğu argümanlar, El Kaide ve benzeri tehditlerin yönetilebilmesi için anti-terör faaliyetlerinin ABD’nin ana ulusal güvenlik öncelikleri arasında yer almaya devam etmesi gerektiğini göstermektedir. Amerika, El Kaide’nin, terörist faaliyetlerinin ikincil etkilerinden (toplumdaki kutuplaşmanın ve ayrılıkların artması ile göçmen karşıtı söylemlerin güç kazanması vb.) zarar görebilir. ABD yönetimi hem kendi başına hem de bölgesel müttefikleri ile iş birliği yaparak Afganistan, Yemen, -Afrika'daki- Sahel bölgesi, Somali ve Suriye’deki güçlü izleme ve hedef tayin etme faaliyetlerine devam etmelidir. Son olarak, Biden hükümetinin Ulusal Savunma Stratejisi planında vurgulandığı gibi Çin ve Rusya’ya karşı verilmekte olan stratejik mücadele nedeniyle gerek ikili gerek de çok uluslu anti-terör faaliyetlerine yapılan yatırımların azaltılması bir hata olur: Bu tür programlar terörist provokasyonların engellenmesi ve uzun vadede stratejik rekabetlere daha iyi odaklanılabilmesi açısından hayati önem arz etmektedir.

Etiketler :
HABERE YORUM KAT
UYARI: Yorumların her türlü cezai ve hukuki sorumluluğu yazan kişiye aittir. Mepa News, yapılan yorumlardan sorumlu değildir. Her bir yorum 600 karakterle (boşluklu) sınırlıdır.
3 Yorum