İslam tek istisna: Büyük milenyum devriminde dinlerin düşüşü

İslam tek istisna: Büyük milenyum devriminde dinlerin düşüşü

Büyük milenyum devrimiyle birlikte dünya çapında dinlere inanıştaki hareketliliği, modernitenin ve ekonomik refahın getirdiği eğilimlerle insanların dine olan bağlılığındaki değişiklikleri inceleyen bir araştırmanın sonuçları oldukça dikkat çekici.

21. yüzyılın ilk yıllarında, insanlar dine giderek daha fazla tutunuyor gibiydi.

Komünizmin ve Sovyetler Birliği'nin çöküşü, Rusya'da ve diğer ülkelerde Ortodoks Hristiyanlık tarafından doldurulan ideolojik bir boşluk bıraktı.

Dindarlığını açığa vurmakta tereddüt etmeyen Evanjelist Hristiyan George W. Bush'un seçilmesi, Evanjelik Hıristiyanlığın Amerika Birleşik Devletleri'nde siyasi bir güç olarak ortaya çıktığını gösteriyordu.

11 Eylül saldırıları ise dünya devletlerinin dikkatini siyasal İslamın gücüne çekmişti.

Araştırmacı Ronald Engelhart, Amerikan dergisi "Foreign Affairs" tarafından yayınlanan raporunda, 12 yıl önce kendisinin ve meslektaşı Pippa Norris'in 1981-2007 yılları arasında 49 ülkede dini eğilimlerle ilgili verileri analiz ettiğini ve bu verilerin, yüksek gelirli ülkelerin çoğunun daha az dindar hale geldiği iddialarına rağmen küresel bir dini isteksizliği ortaya koymadığını söylüyor.

Buna mukabil araştırma, 49 ülkenin 33'ünde insanların o yıllar süre zarfında daha dindar olduklarını ortaya koydu.

Araştırma sonuçları, endüstriyel dönüşümün ve bilimsel bilginin yayılmasının, bir zamanlar bazı bilim adamlarının iddia ettiği gibi dinin yok olmasına neden olmadığını, ancak 2007'den beri durumun inanılmaz bir hızla değiştiğini gösterdi.

2007'den 2019'a kadar incelenen ülkelerin büyük çoğunluğu daha az dindar hale geldi. İnsanların dini inançlara olan inancının zayıflığı, dünyanın çoğu yerinde görüldüğü gibi yalnızca yüksek gelirli ülkelerle sınırlı kalmadı.

Yazar, sayıları gittikçe artan ''Birçok kimsenin psikolojik destek bulmak ve hayatlarının anlamını anlamak için artık dinleri gerekli bir kaynak bulmadıklarını'' belirtti.

Modern toplumların kısmen daha az dindar olmasına rağmen bazı dindar muhafazakarların dinden uzaklaşmanın sosyal uyumun ve genel ahlakın bozulmasına yol açacağı konusunda uyarıları bulunsa da, kanıtlar bu iddiayı desteklemiyor.

Beklenmedik gibi görünse de, daha az dindar ülkeler aslında daha az yolsuzluk yapma eğiliminde olup daha çok dindar ülkeden daha düşük suç oranlarına sahipler.

Dinin kendi başına yolsuzluğu ve suçu teşvik etmediğini söylemeye gerek yok, ancak bu olgu toplumlar geliştikçe hayatta kalmanın daha güvence altına alındığını, yaşam beklentisi arttıkça, cinayet oranlarının ve diğer şiddet türlerinin azaldığını gösteriyor. Güvenlik seviyesi daha yüksek olduğunda ise insanlar daha az dindar olma eğiliminde duruyor.

Dinlerin yükselmesi ve gerilemesi

Yazar, 2011'de yayınlanan önceki çalışmasının 1981 gibi erken bir tarihte ölçülen dini inanç düzeylerini, 2007'den itibaren mevcut olan en son anketlerin sonuçlarıyla karşılaştırdığını belirtti.

Ankete katılan ülkelerin çoğunluğu, ilahın önemine olan inançta bir artış olduğunu gösterirken en büyük artışın eski komünist ülkelerde olduğu gözlemlendi.

Halkın dini değerlere olan inancı, Brezilya, Çin, Meksika ve Güney Afrika dahil olmak üzere eski Sovyetler Birliği ülkeleri dışındaki birçok gelişmekte olan ülkede de artış gösterdi. Öte yandan, yüksek gelirli ülkelerin çoğunda dine inanç azaldı.

Araştırmacı, 2007'den beri eski Komunist ülkeler karşısında birçok fakir ülkenin daha az dindar hale geldiğini açıkladı.

Buna oranla, 2007'den 2019'a kadar yalnızca 5 ülke daha dindar hale gelirken, ankete katılan ülkelerin büyük çoğunluğu ters yönde artış gösterdi.

Ancak Hindistan, dine olan inancın azalmasının genel örüntüsünün en önemli istisnasıydı.

Zira anketin yapıldığı dönem, ulusal kimliği dini kimliğe entegre etmeye çalışan Hindu milliyetçisi Hindistan Halk Partisi'nin iktidara dönüşüyle ​​aynı zamana denk geliyor.

Halk partisi yönetimi ayrıca diğer dinlere inananlara, özellikle Hindistan'ın büyük Müslüman azınlığına karşı, toplulukları kutuplaştıran ve dini duyguları harekete geçiren ayrımcı politikalar çağrısında bulundu.

ABD'nin dine karşı isteksizliğinin en büyük nedeni

Yazara göre, 1981 ile 2007 arasında Amerika Birleşik Devletleri, dindarlık seviyesinde çok az bir değişiklik ile dünyanın en dindar ülkelerinden biri olmuştu.

İlk dönemin sonunun incelenmesiyle Amerikalılar, ilahın yaşamlarındaki önemini 10 puanlık bir ölçekte ortalama 8,2 olarak değerlendirmişlerdi.

Ancak Amerika Birleşik Devletleri'nde 2017'de yapılan en son ankette ise, sayı şaşırtıcı derecede dik bir düşüşle 4,6'ya geriledi.

Uzun yıllar boyunca, Birleşik Devletler ekonomik modernleşmenin ille de sekülerizme yol açmayacağını ispatlamaya çalışıyordu. Ancak Amerika Birleşik Devletleri yapılan araştırmalardaki verilere göre, şu anda en az dindar ülkeler arasında 11. sırada.

Karl Marx'tan Max Weber ve Emil Durkheim'a kadar toplum üzerindeki etkili düşünürler, bilimsel bilginin yayılmasının dünya çapında dini azaltacağını öngörmüşlerdi, ancak bu olmadı.

Zira çoğu insan için dinsel inanç epistemolojik olmaktan çok, duygusaldı ve insanlık tarihininde mutlak şekilde hayatta kalması belirsizdi.

Yazar, dini inancın, ''Dünyanın kusursuz bir yüce otoritenin elinde olduğuna dair bir güvence sağladığını ve bireyin kurallara uyması durumunda nihayetinin çok daha iyi olacağı inancını aşıladığını'' aktardı.

Zira din, insanların sık sık açlık çektiği bir dünyada, onların belirsizlik ve gerginliğin üstesinden gelmelerine yardımcı oldu.

Ancak ekonomik ve teknolojik gelişmeyle birlikte, insanlar açlıktan gittikçe kurtulabiliyor, hastalıklarla başa çıkabiliyor ve şiddeti bastırabiliyor, dolayısıyla güvensizlik azaldıkça ve ortalama yaşam süresi arttıkça dine daha az bağımlı hale geliyor ve dini yasakların getirdiği yasaklamaları kabul etmeye daha az istekli hale geliyorlar.

Dini konumun gerilemesi

Rapor, bazı kiliselerdeki siyasi faktörlerin ve skandalların Amerika Birleşik Devletleri'nde dinin statüsünün gerilemesinde büyük rol oynadığını, ancak sekülerizmin arkasındaki en önemli gücün, ''insan doğurganlığını yöneten kuralların değişmesi'' olduğunu söylüyor.

Yüzyıllar boyunca toplumların çoğu, kadınları olabildiğince çocuk sahibi olmaya teşvik ederken boşanma, kürtaj, doğum kontrolü ve üremeyle ilgili olmayan herhangi bir cinsel davranıştan men etmişlerdi.

Genel olarak, dünyanın belli başlı dinlerinin kutsal metinleri, büyük farklılıklar göstermektedir, ancak neredeyse tüm dünya dinleri, inananlarına doğurganlık yanlısı normları aşılamıştır.

Dinler doğurganlığı gerekli olduğu için vurgulamışlardı. Ancak bebek ölümlerinin yüksek ve ortalama yaşam süresinin düşük olduğu bir dünyada, bir kadının basitçe nüfusu telafi edebilmesi için 5 ila 8 çocuk doğurması gerekti.

Yazarın görüşüne göre, dünyanın belli başlı dinleri, doğurganlık lehine normları mutlak bir ahlaki kural olarak sundular ve bunun değiştirilmesine şiddetle direndiler. Ancak insanlar, cinsel davranışla ilgili çocukluktan beri bildikleri bilindik inançları ve toplumsal rolleri yavaş yavaş terk etmeye başladı.

Toplum, yüksek düzeyde ekonomik ve fiziksel güvenliğe ulaşınca, genç nesiller bu güvenliğin doğal kabul edildiğine ve bunun doğurganlık standartlarında bir düşüşe neden olduğuna inanmaya başladı.

Diğer bir deyişle, cinsiyet eşitliği, boşanma, kürtaj ve eşcinsellikle ilgili fikirler, uygulamalar ve yasalar artık hızla değişiyor.

Yıllar boyunca Dünya Değerler Derneği tarafından toplanan veriler derin değişime bir bakış sağladığından ve verilerde her ülkenin boşanma, kürtaj ve eşcinselliği nasıl kabul ettiğine dayanan 10 puanlık bir ölçek kullanıldığından, bu değişiklik ölçülebilmektedir.

Ölçekte devrilme noktası 5,50'olarak belirlenmiştir. Daha düşük değerler, ülke nüfusunun çoğunluğunun daha muhafazakar görüşlere sahip olduğunu gösterirken, daha yüksek değerler çoğunluğun bireysel tercihe odaklanan daha liberal görüşlere sahip olduğunu göstermektedir.

Yazar, eski araştırmasında yüksek gelirli ülkelerdeki oranların; İspanya için 3,44, Amerika Birleşik Devletleri için 3,49, Japonya için 3,50, Birleşik Krallık için 4,14 ve İsveç için 5,35 arasında değiştiğini ortaya koymuştu.

2019 itibariyle ise İspanya için ortalama değer 6,74'e, Amerika Birleşik Devletleri 5,86'ya, Japonya 6,17'ye, Birleşik Krallık 6,90'a ve İsveç 8,49'a yükseldi. Bu ülkelerin tümü ilk anketlerini yaptıklarında 5,50'lik devrilme noktasının altındaydı. 2019'da yapılan bu araştırmanın rakamları, sekülerizmin yakın zamandaki ivmesinin büyüklüğünü ifade etse de aslında karmaşık bir gerçekliğin basitleştirilmiş bir resmini sağlıyor.

İslam istisna

Bu gelişmeler tüm dünya ülkelerinde hızla değişirken sadece tek bir ana istisna varlık gösterdi. Dünya Değerler Derneğî'nde verileri bulunan ve çoğunluk nüfusu Müslüman olan 18 ülke, devrilme noktasının oldukça altında kaldı.

Bu ülkeler, son derece dindar kalarak geleneksel cinsellik ve doğurganlık normlarını korumaya kararlı çıktılar.

Ekonomik kalkınma kontrol edildiğinde bile, çoğunluğu Müslüman olan ülkelerin ortalamadan daha dindar ve kültürel olarak muhafazakar olma eğiliminde olduğu görülmüştür.

Zira daha önce, 2017'de yapılan bir araştırma, İslam'ın dünyanın en hızlı büyüyen dini olduğunu göstermişti.

Pew Araştırma Merkezi'nin 2050 yılına yönelik dini tahminleri, genç yaşları ve daha yüksek doğurganlık oranları nedeniyle dünyadaki Müslüman sayısının Hristiyan nüfustan daha hızlı artmasının beklendiğini gösteriyor.

Buna oranla, araştırmanın gösterdiği gibi din değiştirme yönelimleri, Müslüman nüfus üzerinde önemli bir etkiye sahip değil.

Nitekim İslam Arabistan'da başlamış olsa da 2002'de Müslümanların% 80'i Arap dünyasının dışında yaşıyordu.

Sebeplerin analizi

Amerikan gazetesine göre, yüzyıllar boyunca din, suçu sınırlandıran ve yasalara uymayı teşvik eden bir sosyal uyum gücü olarak hizmet etti, bu nedenle dindar muhafazakarların, dinin düşüşünün yolsuzluk ve suçun tırmanmasıyla sosyal kaosa yol açacağından korktuğu anlaşılıyor.

1993'ten beri Uluslararası Şeffaflık Örgütü, göreceli yolsuzluğu ve dünyanın dört bir yanındaki hükümet yetkilileri ile iş adamlarının sadakatini izliyor ve her yıl bu izleme grubu, 180 ülke ve bölgede kamu sektöründeki yolsuzluğu sıralayan Yolsuzluk Algılama Endeksi'ni yayınlıyor.

Yazar, dindar ülkelerin seküler ülkelere göre daha yozlaşmış olma eğiliminde olduğunu ve Kuzey'in seküler ülkelerinin dünyadaki en düşük yolsuzluğa sahip olduğunu vurguladı.

Dindarlığın yolsuzluğa neden olmadığı açıktır. Ancak ekonomik ve fiziksel güvenliği düşük olan ülkeler, hem yüksek düzeyde dindarlığa hem de yolsuzluğa sahip olma eğilimindedir.

Din, genel ahlakı desteklemede çok önemli bir rol oynamış olsa da, toplumlar ekonomik olarak geliştikçe bu rol azalmaktadır.

Dindar ülkelerdeki insanlar muhtemelen daha az dindar ülkelerdeki insanlara göre yolsuzluğu daha az oranda kınamaktalar ve işte tam da burada dinin davranış üzerindeki etkisi bitmektedir.

İlk tarım toplumlarında, çoğu insan hayatta kalma seviyesinin üzerinde yaşamasına rağmen din, düzeni ve uyumu korumanın en etkili yoluydu. Ancak modernite bunu değiştirdi.

Geleneksel dindarlığın azalmasıyla birlikte oluşan boşluğu doldurmak için sağlam bir ahlaki standartlar serisi ortaya çıkıyor gibi görünüyor.

World Values ​​Survey Association'dan elde edilen bilgiler, seküler ve yüksek derecede güvenlikli ülkelerde, insanların kendilerini ifade etmeye, insan haklarına, çevrenin korunmasına ve cinsiyet eşitliğine giderek artan bir vurgu ile daha yüksek bir öncelik verdiğini gösteriyor.

Toplumların yavaş yavaş tarımdan sanayiye geçip bilgiye güvenmesiyle artan varoluşsal güvenlik, dinin insanların yaşamındaki öneminin azaldığı bir eğilime sebebiyet veriyor. Bu nedenle insanlar, geleneksel dini liderlere ve kurumlara daha az itaatkar hale gelmekteler. Bu eğilim muhtemelen devam edecek, ancak gelecek her zaman belirsizliğini koruyor.

Kovid-19 gibi salgınlar ise insanların varoluşsal güvenlik duygusunu sınırlamaktadır. Salgın yıllarca devam ederse veya yeni bir büyük depresyona yol açarsa, kültürel değişiklikler geri çekilebilir ve son yıllarda meydana gelen kültürel dönüşümler tersi yönde gelişme gösterebilir.

Sonuç olarak yazar, bu değişimin, insanları dinden uzaklaştırmaya yardımcı olan teknolojiye dayalı uzun vadeli güçlü eğilim, artan refah ve yaşam umudundaki artışla çelişeceği için hala belirsiz olduğuna dikkat çekiyor.

Bu eğilimin devam etmesi durumunda geleneksel dini otoritelerin genel ahlak üzerindeki etkisi azalmaya devam edebilir.

Dünya Ekonomik Forumu tarafından 2019 yılı için yayınlanan verilere göre, Hristiyanlık Amerika, Avrupa ve Afrika'nın güney yarısına hâkim olurken, Kuzey Afrika'dan Orta Doğu'ya ve Endonezya'ya uzanan bir dizi ülkede İslam en yaygın din.

Hindistan, büyük bir Hindu kitlesi olarak öne çıkarken, Budizm Güneydoğu Asya ve Japonya'da yayılmakta olup Çin, en fazla "ateist" olan ülke olarak görünüyor.

Kaynak: Mepa News, Al Jazeera

uygulamabanner.jpg

Etiketler :
HABERE YORUM KAT
UYARI: Yorumların her türlü cezai ve hukuki sorumluluğu yazan kişiye aittir. Mepa News, yapılan yorumlardan sorumlu değildir. Her bir yorum 600 karakterle (boşluklu) sınırlıdır.