Orta ve Doğu Avrupa'daki gerçek Rus tehdidi

Orta ve Doğu Avrupa'daki gerçek Rus tehdidi

Foreign Policy'den Emily Tamkin kaleme aldı.

Avrupa Halk Partisi'nin (AHP) geçtiğimiz Çarşamba (29 Mart) Malta'da toplanan yıllık olağan kongresinde bir yasa tasarısı kabul edildi. Ne mevzuda? "Batı demokrasini sabote eden Rus dezenformasyonu."

Tasarı, dünyanın en büyük demokratik kulübündeki liberal demokrasinin karşısında giderek artan tehdit için Avrupa Birliği'ne yapılan ikazların sonuncusu. Ve tam da ABD'deki politikacıların 2016 başkanlık seçiminde Rus dezenformasyonunun saçıntılarıyla boğuştuğu bir anda zuhur etti ki malum seçimde Donald Trump lehine bir Rus parmağı olduğuna inanılıyor.

Geçen hafta AHP mensupları AB Dışişleri Bakanı Federica Mogherini'ye hitaben, diğer başka hükümet yetkilileri, uzmanların ve akademisyenlerin de imzalarını koydukları ve "Lütfen Rus dezenformasyon tehlikesini ciddiye alın!" çağrısında bulundukları açık bir mektup yayınladılar. Mektup Mogherini'den, Avrupalıların birliğin payandasını teşkil eden nosyonlardan uzaklaşmasına sebep olan birçok sahte haberin ve dezenformasyonun kaynağının Rusya ve "taşeronları" olduğunu kabul etmesi talebinde bulunuyor. Mogherini'den ayrıca, en başta bu tehditle mücadele için ihdas edilmiş olan Avrupa Birliği Dış İlişkiler Servisi-Doğu Stratejik İletişim Tim'ini (European External Action Service-East STRATCOM Team) hareket geçirmesini istediler.

Mektuba göre Rus dezenformasyonunun maksadı "cemiyetlerimizi istikrarsızlaştırmak, seçimlerimize ve referandumlarımıza müdahil olmak, politikacılarımızı yanıltmak ve AB'yi parçalamak isteyenlere destek olup birliği dağıtmak."

Mogherini'nin buna cevabı kaynakları artırmak olmadı elbette (Gerçi birlik olmanın ehemmiyetine vurgu yapan mini bir çizgi film tweeti attı.) Mektuba imza atanların kendisinden söylemesini beklediği şeyleri de onaylamadı: Beklenti, Rus dezenformasyonunun ve birbirinden farklı ama birbiriyle alakalı il-liberalizm (illiberalism) ve politik aşırılık (political extremism) meselelerinin Avrupa'da; bilhassa da "Vişegrad Dörtlüsü" adı verilen Orta ve Doğu Avrupa ülkelerinde (Çekoslovakya, Macaristan, Polonya ve Slovakya) giderek büyük bir problem haline geldiğinin tanınması yönündeydi.

Ve bu dezenformasyon problemiyle mücadele etmekten uzak olan hükümetler kendi iktidarlarını perçinlemeye yardım edecek bir kampanyanın gönüllü yardakçılığına soyunmuş vaziyetteler. 

Kremlin modelinin çığırtkanlığına misal ise iktidar partisi Fidesz'in 2010'dan beri açıktan Rus yanlısı bir siyaset takip etmeye başladığı Macaristan elbette. 2014'te Macar Başbakanı Viktor Orban "il-liberal" bir devlet kurulması çağrısında bulundu. Bir süredir de Rusya'ya olan desteği ve özentiliğini yüksek sesle dile getiriyor.

Hikayenin bir benzeri de Çekoslovakya'da cereyan ediyor. Çekler dezenformasyona karşı Terörle ve Karma Tehditlerle Mücadele Merkezi'ni (the Center Against Terrorism and Hybrid Threats) kurmuşlarsa da bu gibi çalışmaları, Rusya'ya uygulanan yaptırımların kaldırılması çağrısında bulunan kendi Cumhurbaşkanları Milos Zeman'ın eleştirilerine hedef olmaktan kurtulamadı. Ve yine Slovakya cumhurbaşkanı Andrej Kiska Rusya'nın dezenformasyon kampanyasını tenkit etse de Slovak polis teşkilatının başkanı, eski başbakanlarının ifadesiyle, "absürtlüklerle, çarpıtma haberlerle ve hayali bağlantılarla" dolu, göçmen aleyhtarı bir mektuba imzasını attı.

Rus dezenformasyonu medyaya da sızıyor. Mevzuubahis dezenformasyon bazen doğrudan komplo teorisyenleri tarafından işlenirken, bazen de doğrudan Rusya'dan neşet ediyor. Mesela Slovakya'daki Zem a vek isimli aşırı sağcı derginin editörleri Rusya'nın Bratislava büyükelçisiyle buluşup destek talep etti. Müteakiben yine aynı dergiden editörler, bir televizyon kanalının da dahil olduğu yeni bir medya projesini görüşmek üzere Moskova'ya gittiler (söz konusu kanal şu an kapalı.) Bu seyahat Zem a vek'in Slovakya'nın NATO'dan ayrılma çağrısı yaptığı aynı sene içinde gerçekleşti.

Slovak devletine bağlı medya kuruluşu TASR ise Kremlin destekli medya ajansı Sputnik ile "içerik paylaşma" anlaşmasına vardığını duyurdu. Haber, medyada yer alınca TASR anlaşmadan çekildi fakat anlaşmanın yapılmış olması bile Kremlin rotasına, bir zamanlar olduğu gibi şüpheyle yaklaşılmadığını gösteriyor.

Rusya'ya karşı dostça bir tavır takınmamış olan Vişegrad ülkelerinden Polonya bile bugün Kremlin'in izinden gidiyor. Nizam ve Adalet Partisi (The Law and Justice Party) iktidarında Anayasa Mahkemesi'ne siyaset kurumunun boyun eğdirmeye çalışması, medyaya sansür ve Brüksel'le münasebetlerin bozulması gibi sebeplerden ötürü Polonya liberalizmden sapmış vaziyette. Leh hükümeti kamuoyunun Brüksel'e olan itimadını sarsmak için şayialar yayıyor. Başka bir ifadeyle, Avrupa'daki birliği baltalamak için Polonya'daki dezenformasyonun Kremlin'den gelmesine gerek yok. 

Londra'da tahsil gören Mateo Mazzini ismindeki bir Varşovalı şunları diyor: "Mesela Leh hükümeti sözüm ona ülkeye kabul ettiği Ukraynalı mülteciler hakkında mütemadiyen yalan söylüyor.

Ortadoğu'dan mülteci kabul etmeme mazeretiyle bunu yapıyorlar ama söyledikleri bariz yalan. Fakat bize has, yerli, Leh yalanları... Yani Moskova'dan yalan ithal etmeye lüzum kalmıyor." 

Diğer bir ifadeyle Polonya kendine has, bazılarının il-liberal dezenformasyon dediği bir ajanda takip ediyor ancak yaptığı, Macaristan'ı taklit etmek ki onların da Rusları taklit ediyor. "Bu vakıanın kökleri aslen ülke içinde ama tamamen değil," diyor Maria Snegovaya (Columbia Üniversitesi) ve ekliyor: "Fidesz ile Nizam ve Adalet Partisi'nin güttüğü politikalar ile Putin'inkiler arasında fazlasıyla benzerlikler mevcut."

Ve belki de Polonya'nın Macaristan'ın il-liberal modelini takip etmesinde kısmen de olsa Leh hükümetinin AB'den bir yaptırım gelmeyeceğini bilmesi rol oynuyor. Budapeşte merkezli Peter Kreko (Political Capital Institute) ise "Orban'ın tüm bölgeye gönderdiği mesaj şu: Siz de yapabilirsiniz! — il-liberalce hareket edin, yanınıza kâr kalır," diyor. 

Hiç şüphesiz Orta ve Doğu Avrupa'da AB'ye karşı beslenen husumet sadece Rus dezenformasyonu yahut aşırı sağ partilerin yükselişinden neşet etmiyor. Problem bir tarafıyla AB ve Avrupa projesinin bizatihi kendisiyle de alakalı. AB taraftarları bile eski Sovyet blok ülkelerinin, yerel elitlerin ikna edilmesi suretiyle birliğe dahil edildiğini kabul ediyor. Avam tabakasının hızla globalleşen bir Doğu Avrupa'da göç ve istihdam gibi hususlardaki hissiyatı, AB'nin kendi hayatlarındaki müşkülatı çözmek adına çok az şey yaptığı yönünde.

Suriyeli mülteciler meselesini ele alalım. Baltık kıyısındaki Gdansk şehrinde yaşayan ve çalışan Karol Zwirello'ya göre ulusalcılığın ve AB şüpheciliğinin risk teşkil etmesinin "esas sebeplerinden biri de Angela Merkel'in illegal göçmenlere karşı misafirperver politikasıydı. Göçmenleri AB ülkeleri arasında paylaşmaya zorlamak kuvvetli bir muhalefete sebep oldu."

Buna ilaveten, bir de görüşlerinin elitist, hakim medyada işlenmemesinden şikayetçi olanlar var.

Bratislava'da ikamet edip çalışan ve soyadının yayınlanmasını istemeyen Peter isimli bir şahıs şunları söylüyor: "Kanaatim şu ki Slovak medyasındaki muhtevanın yüzde 90'ı ekseriyetle Batı ve Avrupa yanlısı. Zannımca medya Slovak halkını tam manasıyla tarif ve temsil etmiyor."

Fikirlerin ve endişelerini hakim medyada göremeyen insanlar da, diyor Peter, ya internet ve sosyal medyaya veyahut da bir vakitler marjinal kalıp merkeze kaymış siyasi partilerin giderek güçlenen radikal sitelerine müracaat ediyorlar. Hatta öyle ki sabık merkez partilerin bile radikalleşebiliyorlar: Slovakya başbakanı Robert Fico kendisni eleştiren gazetecilere fahişe dedi. Faşizmi eleştirme lütfunda bulunmadan evvelse İslam'ın Slovakya'da yeri yok demişti.

Bu merkez partiler de Rus dezenformasyonunun kaymağını yiyor. Peter Kreko'ya göre "Başta Slovakya ve Macaristan olmak üzere, aşırı sağın merkezde olduğu yerlerde Rus tesiri daha güçlü. Karşılaştığımız ikinci bir fenomen de ne kadar ifrata kaçarsanız, Rus tesiri de o kadar güçleniyor."

Mart 2016'daki seçimlerde oyların yüzde sekizini kazanan "Halkın Partisi Hepimizin Slovakyası" (People's Party Our Slovakia) isimli faşist parti AB ve NATO aleyhtarıyken Nazi ve Rus hayranı. (Parti bu husustaki tarihi zıtlığı Slovakya ve Rusya'nın müşterek Slav kökenlerine atıfta bulunarak hasır altı ediyor.) Viktor Orban'ın Fidesz'inden bile sağda mevzilenmiş Macar partisi Jobbik ise alenen Kremlin yanlısı ve Rusya'nın, dışardan yardım alan STK'ları "yabancı ajan" ilan eden yasasının Macar versiyonunu ülkeye takdim etti. Fakat belirtmeli ki bu politikayı marjinal bir parti değil, Macar hükümeti takip ediyor şu anda.

Lakin aşırı sağı tutuşturmak için Rus ateşine bile lüzum yok, zira Vişegrad ülkelerinin birbirine bakması yeterli oluyor. "Ulusal Hareket (National Movement) gibi gruplar aleni olarak antisemitist, ırkçı ve yabancı düşmanı sloganlarla siyaset yapıyor fakat Nizam ve Adalet Partisi bunları lağvetmek için bir sebep görmüyor," diyor Mazzini.

Avrupa'nın il-liberal değişimi ve Rusya'nın bunu azdırmadaki rolü tersine çevrilemez ama Batı Avrupalı liderlerin yükselen il-liberal rüzgarı geri püskürtmesi, doğuda boğazına kadar bu cereyana saplanmış olan liderlere nazaran daha kolay. Kacper Rekawek ve Daniel Milo'ya (Bratislava GLOBSEC Policy Institute) göre hükümetler nüfuslarının medya okuryazarlığını teşvik edip güvenlik teşkilatlarını seferber etmeli ve en iyi metotları birbiriyle paylaşmalı. Finlandiya mesela Rusların manipülasyon teşebbüslerini savuşturmak için bu sayılanların çoğunu yaptı.

Yine Rekawek ve Milo'ya göre, liderler endişeli kalabalıklara liberalizm ve Avrupa değerlerinin niçin uğruna savaşılacak bir şey olduğunu söylemeleri için yeni bir hikaye üretebilirler.

Fakat hükümetler şu ana kadar gönülsüz davrandılar. İnsanları yeni bir Avrupa'ya ikna edecek "samimi bir gayret görmüyorum. Eski hikayeler artık karın doyurmuyor," diyor Milo. Rekawek de ekliyor: "Bir tazeleme, bir nevi fabrika ayarlarına dönüş yapılması icap ediyor."

Gelgelelim bu tazelemenin Vişegrad liderlerinden gelmesi muhtemel gözükmüyor. Orban, Zeman ile Nizam ve Adalet Partisi lideri Jaroslaw Kaczynski seçimlerde daha fazla seçmenin umumi olarak batı liberalizmi, hususi olarak da AB prensiplerine dair şüpheci olmasından fayda sağlıyor.

Peki ya Brüksel'deki liderler? Üye iki devlet Polonya ve Macaristan'daki il-liberalizm dalgasını kınama adına herhangi kayda değer bir adım atamadılar. Ve Mogherini, diyor Jakub Janda (The European Values Think Tank), Suriye'de işbirliği adına Rusya'yla olan münasebetleri muhafaza etmeye hevesli. Yani Rusya'yı bir tehdit olarak telaffuz etme hususunda ihtiyatlı davranıyor.

AB'nin kalbi denebilecek Fransa ve Almanya'da hayati seçimler yaklaşıyor. Fransa'da AB aleyhtarı aşırı sağcı Ulusal Cephe'nin (National Movement) lideri Marine le Pen ciddi bir mesafe kat etti. 60 yıllık Avrupa tecrübesinin kilit taşlarından birinin bir balyoz darbesi yemek üzere olması halihazırda Brüksel'de (ve Berlin) fazlasıyla kişiyi germiş vaziyette.

Bu da yetmezmiş gibi Çarşamba itibariyle (29 Mart) Brexit resmen başladı. Bu, AB'nin formuna, bütünlüğüne ve gayesine daha bile büyük ve çabuk bir tehdit arz ediyor; belki de doğudaki il-liberalizm rüzgarını tersine çevirmek pahasına... Avrupa Birliği belli ki batı yakasındaki mevcudiyetine dönük potansiyel tehditlerle mücadele etme uğraşında. Ama belki de bunu yaparken zaten zuhur etmiş olan tehdidi görmezden geliyor.

Emily Tamkin

Kaynak: foreignpolicy.com

Dünya Bülteni için çeviren: Mustafa Doğan


 

HABERE YORUM KAT
UYARI: Yorumların her türlü cezai ve hukuki sorumluluğu yazan kişiye aittir. Mepa News, yapılan yorumlardan sorumlu değildir. Her bir yorum 600 karakterle (boşluklu) sınırlıdır.