Tarih | 17'nci asırdan 2001'e: Balkanlarda Türk ve Müslüman soykırımı tarihi

Yakın tarihin en büyük soykırımlarından biri de, Balkanlarda çoğunluğu Türklerden oluşan Müslümanlara karşı yapılan uzun soluklu soykırımdı.

Yakın tarihin en büyük soykırımlarından biri de, Balkanlarda çoğunluğu Türklerden oluşan Müslümanlara karşı yapılan uzun soluklu soykırımdı.

Balkanlar

Balkanlar 14. yüzyıldan itibaren İslam Dünyası'nın bir parçası sayılan, Avrupa Kıtası'nın Küçük / Ön Asya (Anadolu) Yarımadası ile bağlantısını sağlayan, Osmanlı tarihinde yeri büyük olan önemli bir yarımadadır. 

Balkanların sınırlarının kapsamına dair anlayış modern zamanda genişleme yönünde değişime uğramıştır. Balkanların güney sınırlarının Türkiye'nin Marmara Denizi ve Boğazları'nın batısında kalan Avrupa yakasının başlangıcı ve Yunanistan ana karasından itibaren başladığında geçmişten bugüne bir fikir ayrılığı yoktur. Fakat kuzey sınırları geçmişte Tuna ve Sava Nehirleri ile sınırlandırılırken bugün bu nehirlerin ilerisindeki bazı topraklar da Balkanlardan sayılmaktadır.

Balkanların kuzey sınırlarına dair fikir ayrılığını yansıtan bir harita

Balkanların Osmanlı idaresine girmesi

İslam dini Balkanlara ilk kez siyasi otoriteli ve kalıcı olarak 14. yüzyılda ikinci Osmanlı padişahı Orhan Gazi zamanında Çanakkale Boğazı üzerinden Gelibolu'ya yapılan çıkarma ile ulaşmıştır.

Bu tarihten önce Balkanlarda ferdi olarak Müslüman olanlara dair bazı bilgiler bulunsa da Gelibolu çıkarması öncesinde Balkanlarda bilinen Müslüman bir topluluk bulunmamaktaydı.

Orhan Gazi zamanında Gelibolu Yarımadası'nı aşıp Trakya'ya ulaşan Osmanlı ilerlemesi, Orhan Gazi'nin oğlu Sultan 1. Murad zamanında (1362-1389) artacaktı.

Bu dönemde Osmanlı Balkan devletlerinin zayıflığı, iç karışıklıkları ve halkının yönetimlerinden memnuniyetsizliğinden de istifade edip büyük bir atılım gösterdi.

Osmanlı, İstanbul'un merkezi dışında bugünkü Türkiye'nin Avrupa'daki tüm topraklarına, bunun ötesinde bugünkü Bulgaristan, Yunanistan, Kuzey Makedonya, Kosova topraklarına yayılmıştı. 1. Murad ve oğlu Yıldırım Bayezid döneminde (1389-1402) süren bu ilerleme karşısında Vatikan öncülüğünde Türkleri Balkanlardan atmak üzere Haçlı Seferleri düzenlenmiş, fakat hepsi büyük hezimetle sonuçlanmıştı.

Balkanlarda Türk hakimiyeti halk tarafından olumlu karşılanmış, 1402-1413 döneminde yaşanan Osmanlı'daki Fetret Devri'nde bazı Anadolu beylikleri Osmanlı Devleti'nden koptuğu halde Balkanlarda Hristiyan tebada isyan çıkmamıştı.

Fatih Sultan Mehmet döneminde (1451-1481) hemen hemen tüm Balkanlar, bugünkü Hırvatistan ve Slovenya dışında Osmanlı kontrolüne girmişti. Bugünkü Romanya ve Moldova topraklarında kalan Eflak ve Boğdan Osmanlı yönetiminde özerkliğini korumuştu. Balkanların kalan kısımları, Balkan coğrafyası ile alakalı olan Ege Adaları ve Girit Adası ise 16. ve 17. yüzyıllarda Osmanlı tarafından fethedilecekti.

Fatih Sultan Mehmet dönemi sonunda Osmanlı haritası (1481)

Kuruluşundan yıkılışına Osmanlı haritasında değişim

Balkanlarda İslam'ın yayılması

14. yüzyıldan itibaren Balkanlarda hem Anadolu'dan Balkanlara yerleştirilen Müslüman nüfusla hem de Balkanlardaki halkın Müslüman olmaya başlamasıyla Müslüman topluluklar ortaya çıkmaya başladı.

Balkanlarda Müslüman olan yerli halkın bir kısmı, özellikle merkezi yerleşimlerde bulunanlar Türkçeyi benimseyip Türkleşirlerken bir kısmı da İslam öncesi de konuştukları yerel dilleri muhafaza ettiler. Arnavutlar Müslüman olduktan sonra da Arnavutça konuşmaya devam edip etnik kimliklerini korudular. Pomak (Müslüman Bulgar), Torbeş (Müslüman Makedon), Gorani gibi Slav dillerini muhafaza eden Müslüman kimlikli topluluklar ortaya çıktı.

Balkanlarda toplu İslamlaşma dendiğinde akla ilk gelen iki örnek Müslüman olmadan önce Hristiyan olan Arnavutlar ve Boşnaklardır. O dönemde Arnavutların yaşadığı bugünkü Arnavutluk, Kosova, Kuzey Makedonya, Sırbistan ve Yunanistan'da, Boşnakların yaşadığı bugünkü Bosna-Hersek, Sırbistan ve Karadağ'da Osmanlı idaresiyle beraber yönetici elitten ve şehirli nüfusludan başlayarak ülke çapında toplu Müslüman olma gerçekleşti.

Arnavutların ezici çoğunluğu Müslüman olurken azınlığı Katolik ve Ortodoks Hristiyan kaldı. Birbirine çok yakın etnik gruplardan olup aynı dilin farklı şivesini konuşan Bosna-Hersek ve Sırbistan'da ise din, etnik dağılımı etkileyen bir unsur oldu. Boşnak kimliğinin Müslümanlık, Sırp kimliğinin Ortodoksluk, Hırvat kimliğinin ise Katoliklik ile eşleştirildiği din eksenli bir etnik dağılım ortaya çıktı.

Bugünkü Yunanistan coğrafyasında da Osmanlı yönetiminde yerli nüfustan Müslüman olanlar oldu. Bu Müslümanlar Türkçeyi benimseyip Türkleşti veya Rumca konuşmaya devam etti.

14. yüzyılda başlayan hem Anadolu'dan göçlerle, hem de yerli nüfusun toplu Müslüman olmasıyla devam eden Balkanların İslamlaşması 17. yüzyıl sonuna kadar devam etti.

Süreç bu tarihten itibaren oldukça yavaşladı.

Viyana bozgunu ve Balkanlardaki Osmanlı otoritesinin sarsılması

1683'te Kuzey Balkanlar ve Orta Avrupa, Osmanlı eyaletleri

Osmanlı Ordusu 1683'te Avrupa'nın en büyük kara gücü olan Kutsal Roma Cermen İmparatorluğu'nun başkenti Viyana'yı kuşattı ama alamadı. Bu kuşatma nedeniyle Papa öncülüğünde kurulan Haçlı Ordusu, Osmanlı ordusunu bozguna uğrattı. Takip eden süreçte Osmanlı Devleti'nin 16. yüzyılda fethettiği ve İslamlaşmanın gerçekleşiyor olduğu Macaristan bir çırpıda Osmanlı Devleti'nin elinden çıktı.

Haçlı güçleri Macaristan'daki tüm camileri yıktığı gibi Macaristan'daki Müslümanları katlederek veya sürerek bu coğrafyada Müslüman bir nüfus da bırakmadı. Böylece Hristiyan güçler Müslümanların çoğunluğa geçtiği Balkan coğrafyasının sınırına ulaşmış oldu.

Savaşın Osmanlı yenilgisiyle sürmesi üzerine 1680'li yılların ortalarında Alman orduları başta olmak üzere Haçlı Orduları Sava Nehri'ni aşarak Balkanlara, bugünkü Sırbistan'a girdiler ve ilerlediler. İlerleyen yıllarda Alman orduları Kosova ve Bulgaristan'a kadar ulaştılar. Osmanlı Devleti Avrupa'daki Hristiyan güçlere karşı Macaristan'ı bir tampon bölge olarak gördüğünden Balkan coğrafyasına savunma amaçlı yatırımlar yapılmamıştı, pek çok şehrin kalesi dahi bulunmamaktaydı.

Bu da Alman ordularının ilerlemesini kolaylaştırdı. Osmanlı Devleti'nin 1690'lı yıllarda karşı saldırıya geçmesiyle Balkanlarda Alman idaresi sona erdi, Almanlar Sava Nehri'nin kuzeyine atıldı.

Haçlı ittifakı dahilinde Osmanlı Devleti'ne savaş açan Venedik 1684'te Yunanistan'ın güneyindeki Mora Yarımadası'na çıkarma yaptı ve yıllar süren savaşlarla ele geçirdi. Adriyatik sahillerinden de saldırıya geçerek Karadağlı Ortodokslarla beraber Osmanlı güçlerine ve Müslüman halka saldırdı.

1699'da imzalanan Karlofça Anlaşması'yla Macaristan'ın çok büyük kısmı Kutsal Roma Cermen (Alman) İmparatorluğu'na kalırken Kuzey Balkanlar Osmanlı devletinde kaldı. Mora Yarımadası Venedik'e geçerken Karadağ'da da Osmanlı'ya özerk bir yapıyla bağlı piskopos önderliğinde bir Ortodoks dini devlet ortaya çıktı.

1699'da Karlofça Anlaşması'nın ardından Osmanlı Devleti'nin sınırları

1683-1699 Savaşı'nda Balkan Müslümanlarına yönelik katliamlar

Savaş esnasında Balkanlara giren Alman ve Venedik güçleri Müslüman nüfusa yönelik büyük katliamlar yaptılar. Karadağlı Ortodokslar da Venediklilerle beraber bölgelerinde Boşnak ve Arnavut nüfusa yönelik katliama giriştiler.

Alman ve Venedik işgalleri Müslümanların bulunduğu Balkan şehirlerine ağır zarar verdi. Örneğin İstanbul ve Edirne'den sonra Avrupa'da en büyük Osmanlı şehri haline gelen ve o dönemde halkının çoğu Müslüman olan bugünkü Sırbistan'ın başkenti Belgrad şehri savaş esnasında bir dönem Alman işgalinde kaldı. Bu dönemde şehrin Müslüman nüfusu katledildi, sürüldü. Camiler tahrip edildi. 

Savaşın sonuna doğru 1697'de Alman güçleri Bosna üzerine bir akın düzenleyerek Saraybosna (Sarayevo) şehrine ulaştılar. Bölge savaş öncesinde Osmanlı Devleti'nin arka bahçesi gibi görüldüğünden ve korunaklı bulunduğundan şehirde kale bulunmamaktaydı. Alman güçleri şehri tahrip edip baştan başa yaktılar, halkını katlettiler. Böylece Osmanlı Avrupası'nın en önemli şehirlerinden olan Saraybosna büyük bir tarihi yara almış oldu.

Viyana Bozgunu'nun Balkanların İslamlaşması sürecine zararı

Viyana Bozgunu'yla başlayıp Karlofça Anlaşması'yla biten 1683-1699 Savaşı, savaş öncesinde Osmanlı Devleti'nin arka bahçesi olarak görülen Balkanlar'ın Haçlı devletleriyle sınır olmasına hatta savaş esnasında bu devletlerin Güney Balkanlara kadar inmesine yol açtı. Bu durumla beraber, Balkanların Osmanlı Devleti'nin ulaşılmaz bir arka bahçesi olduğuna dair inanç yıkıldı.

Bu da yerli Hristiyan nüfusun İslamlaşmasını oldukça yavaşlatıp ferdi seviyeye indirdi. Tarihçiler Viyana Bozgunu gerçekleşmeseydi ve Macaristan Hristiyan devletler ile Balkanlar arasında bir tampon olacak şekilde Osmanlı Devleti'nde kalsaydı, Balkanların da Anadolu kadar İslamlaşabileceği kanaatindedir.

18. yüzyılda Osmanlı idaresinde Balkanlar

1715-1718'de Osmanlı Devleti kaybettiği toprakları alabilmek için Kutsal Roma Cermen İmparatorluğu ve Venedik'e karşı savaşa girdi. Mora Venedik'ten alındı ancak Kutsal Roma Cermen İmparatorluğu'ndan toprak alınamadığı gibi Güney Macaristan ve Belgrad dahil Kuzey Sırbistan da bu devlete kaybedildi.

Belgrad ve Kuzey Sırbistan 1735-1739 Savaşı'yla geri alınabildi. Bu dönemden itibaren Tuna ve Sava Nehirleri ilerisindeki ümitlerinden vazgeçen Osmanlı Devleti Balkanlarda savunma pozisyonuna geçti. 

1768-1774 Osmanlı-Rus Savaşı Osmanlı-Rus ilişkilerinde olduğu kadar Balkanlar tarihinde de dönüm noktası oldu. Osmanlı Devleti'nin büyük bir yenilgi almasıyla biten bu savaşla Ruslar Kuzey Karadeniz'i ele geçirmiş oldular. Anlaşmayla çekilseler de Rus güçleri savaş esnasında Tuna Nehri'ni geçerek Kuzey Bulgaristan'da ilerleyip Müslüman nüfusa yönelik katliam yaptılar.

Rus tehdidi

Savaş esnasında Baltık Denizi'nden çıkıp önce Atlas Okyanusu'nu, ardından Akdeniz'i geçen Rus Donanması Mora kıyılarına vararak buradaki Ortodoksların isyanına neden oldu. Ardından da İzmir-Çeşme'deki Osmanlı donanmasını imha etti.

Bu savaşla beraber Osmanlı Devleti için Balkanlara yönelik tehdidin kaynağı değişerek Kutsal Roma Cermen İmparatorluğu'nun yerine çok daha tehlikeli biçimde Rusya oldu. Bölgede etkinliğini hissettiren Ruslar Balkan Hristiyanlarının çoğunluğu gibi Ortodoks ve Slav olduğundan ilerleyen dönemde Balkan Hristiyanlarını Osmanlı Devleti'ne ve Balkan Müslümanlarına karşı daha rahat kışkırtma imkanı buldu.

1787'de Osmanlı Devleti tekrar Rusya ile savaşa girdi. 1788'de Balkanları Rusya ile paylaşmak isteyen Kutsal Roma Cermen İmparatorluğu da Osmanlı Devleti'ne savaş açtı. Zaten 18. yüzyıl boyunca bu devletlerin gerisinde kalmaya başlayan Osmanlı Devleti savunma savaşı vererek bu iki güçle birden baş etmekte çok zorlandı.

1790'da Osmanlı savunması büyük ölçüde tükenmişken Almanlar Sırbistan ve Bosna'yı ele geçirme, Ruslar ise Tuna'yı aşıp İstanbul'a yürüme planları yapıyordu. Fakat 1789'da gerçekleşen Fransız İhtilali iki ülkenin de hesaplarını bozdu. Fransa'dan kendisine yönelen tehditlerle ilgilenmek zorunda kalan Kutsal Roma Cermen İmparatorluğu 1791'de alelacele bir anlaşmayla savaştan çekildi, savaşta ele geçirdiği Kuzey Sırbistan'ı boşalttı ve Osmanlı'dan Orşova kasabasını almakla yetindi.

Rusya da aynı gerekçeyle 1792'de anlaşmayla Osmanlı Devleti'nin Dinyester Nehri ötesindeki topraklarını ilhakla yetinip daha ilerisinde işgal ettiği yerlerden çekilerek Balkanlar ile planlarını gerçekleştiremeden savaştan ayrıldı.

18. yüzyılın ikinci yarısında, özellikle de 1768-1774 Savaşı'ndan itibaren Balkanlar'da Osmanlı Devleti'nin otoritesi oldukça zayıflamış ve kötülemişti. Pek çok vali bağımsız şekilde hareket etmeye başlamış, eşkiyalık artmıştı. Sadece Balkan Hristiyanları değil Müslümanları da kötü gidişattan şikayetçiydi.

Sırp İsyanı (1804-1817)

18. yüzyılın son çeyreğinde Sırplarla Osmanlı askeri olan bölgedeki yeniçeriler arasında sürtüşme artmıştı. 1788-1791 döneminde Kuzey Sırbistan Alman işgalinde kaldığında Almanlar ve müttefikleri Ruslar Sırpları Osmanlı idaresine karşı yoğun biçimde kışkırtmışlardı. 1791'de Osmanlı idaresi Kuzey Sırbistan'a dönmekle beraber karşısında daha asileşen Sırpları bulmuştu. Yeniçerilerin ve git gide bağımsızlaşan Müslüman ağaların halka kötü muamele ettiği iddiaları da bu isyan eğilimini artırmaktaydı.

Ocak 1804'te küçük çapta çıkan bir Sırp isyanının çok kanlı biçimde bastırılmasına olan tepki Rusya ve Kutsal Roma Cermen İmparatorluğu'nun Sırpları kışkırtmasıyla da birleşince, 1804'te büyük bir Sırp isyanı çıktı. Sırbistan'ın daha çok kırsalında etkili olan bu isyanda da Müslüman katliamları gerçekleşti. Fakat Sırbistan'da Müslümanlar daha çok Belgrad başta olmak üzere şehirlerde bulunduğundan katliamlar çok büyük boyutlara varmadı. Sırpların Drina Nehri'ni geçip Bosna'ya saldırma çabalarıyla Boşnak halk da kendini savaşta buldu. 

Bu esnada Sırplara yardım etmek için 1806'da Rusya yeniden Osmanlı Devleti'ne savaş açtı. Osmanlı güçlerini yine yenen Rusya Tuna'yı aşıp yine Kuzey Bulgaristan'a girdi. Fakat 1812'de Napolyon'un Rusya Seferi'ne girişmesiyle Rusya Baserabya'yı topraklarına ilhak eden bir anlaşmayla savaştan çekildi. Baserabya'nın kaybıyla Rusya'nın sınırı Balkanlara dayandı, Balkanlar'ı Ruslardan koruyacak bir tampon bölge kalmadı. Rusya'nın savaştan çekilmesi üzerine ordularını Sırbistan'a gönderen Osmanlı Devleti 1813'te Sırp İsyanı'nı geçici olarak bastırdı. Fakat isyana yol açan sebep ve kışkırtmalar sona ermediğinden isyan ilerleyen yıllarda bölgesel olarak patlak vermeye devam etti. 1815'te Sırplar yeniden topluca isyan etti, isyanın bastırılamaması üzerine Osmanlı Devleti 1817'de Sırplara özerklik verdi.

Yunan İsyanı (1821), Mora'da Müslüman soykırımı ve Yunanistan'ın bağımsızlık kazanması

Rusya 18. yüzyıldan itibaren, Osmanlı tebası olan Ortodoks Rumları kışkırtmaktaydı. Avrupa'da 18. yüzyılda 'Aydınlanma Devri'nde antik Yunan'a duyulan ilgide büyük artış olmuş, bu da Rumlara olan ilgilerini artırmıştı. Halbuki Osmanlı topraklarında Rum kimliği daha çok Ortodoksluk üzerinden oluşmuş, etnik olmaktan çok dini bir kimlikti. 

Rusya ve Avrupa devletlerinin kışkırtması ve desteğiyle 19. yüzyıl başında Osmanlı Rumları arasında bağımsızlık yanlısı fikirler artmış, örgütlenmeler kurulmaya başlamıştı. Bu örgütlenmeler silahlı bir isyan hazırlığına geçmişti. Sırpların isyanla özerklik kazanması da bağımsızlık yanlısı Rumları cesaretlendirmişti. Müslüman nüfus yoğunluğu özellikle kırsalında nispeten düşük olduğundan ve 1770 İsyanı tecrübesi bulunduğundan Rum (Yunan) İsyanı'nın Mora'da başlanması kararlaştırıldı.

Plana göre sağlam bir ön hazırlığın ardından zaten zayıf olan Osmanlı yerel otoritesine hızlı bir saldırıya girişilecek, şehirler ele geçirilip şehirlerde yoğunlaşan Türk ve Rum Müslüman nüfus ortadan kaldırılacaktı.

Mora Yarımadası'ndaki Ortodokslar aslında çoğunlukla Arnavut kökenli olup Ortodoksluk üzerinden Rumlaşmıştı. Avrupa devletleri ve Rusya da Mora'daki bu Ortodoks Arnavutlara yönelik aslında Rum olduklarına dair yoğun bir propaganda yürütmüştü.

Planlanan isyan Mart 1821'de başladı. Asiler Navarin'i kuşattı. Yiyeceksiz kalan Müslüman nüfus asilerle gemilerle Mısır'a gitmek üzere anlaştı fakat şehre giren Rum asiler anlaşmayı çiğneyip 3 binden fazla Müslümanı katlettiler.

Müslüman katliamı asilerin eline geçen Kalamata gibi Mora'nın diğer küçük şehirlerinde de sürdü. Fakat asıl büyük katliam Ekim 1821'de Mora Eyaleti'nin merkezi Tripoliçe'de (Mora Yenişehri) gerçekleşti. Müslümanların ezici çoğunlukta olduğu Mora'nın başkenti Tripoliçe uzun süren kuşatmanın ardından Osmanlı Devleti'nden yardım gelmemesi üzerine asilerin eline geçti. Asiler Tripoliçe halkını tümüyle katlederek toplamda 20-30 bin Müslümanı öldürdüler.

Böylece Mora Yarımadası tamamen asilere geçti. Adadaki Müslüman nüfus hızlıca tümüyle yok edildi. Mora'da Mart-Ekim 1821'de gerçekleşen Müslüman soykırımında 40-60 bin kişinin katledildiği tahmin edilmektedir. Ortodoks asilerce Mora'daki Yahudi nüfus da Müslüman nüfusla beraber yok edilmiştir. Mora'daki bu Müslüman Soykırımı Rusya, Avrupa devletleri ve o dönem Avrupa fikri hayatına yön veren yazarlarca takdirle karşılanmıştır.

Yunan İsyanı bugünkü Orta Yunanistan, Atina, Girit, Kıbrıs, İstanbul, Ege adalarına da sıçradıysa da buralarda Mora'daki büyüklükte bir Müslüman soykırımı gerçekleşmeden bastırılmıştır.

Mora'daki Yunan İsyanı lideri Panagiotis Kefalas'ı Tripoliçe Katliamı'nın ardından tahrip edilmiş bir cami ve katledilen Müslümanlar önünde bir diğer asi ve Ortodoks papazla resmeden bir tablo

Mora'ya müdahalede başarısız kalan Osmanlı Devleti Mora'daki asiler arasında 1823'te iç çatışmalar çıkması üzerine Mısır valisi Kavalalı Mehmet Ali Paşa'dan Mısır'da kurduğu ordu ve donanmasıyla Mora'ya müdahale etmesini istedi. Mehmet Ali Paşa'nın oğlu İbrahim Paşa komutasındaki Mısır Ordusu asilerin iç çatışmalarından da faydalanarak 1825 itibariyle Mora'nın şehirlerini geri aldı. Bunun üzerine Rusya ve Avrupa Devletleri büyük tepki göstererek Mora'ya müdahale edeceklerine dair tehditlere başladılar.

1827'de İngiltere-Fransa-Rusya ortak donanması Navarin'de Osmanlı-Mısır donanmasını aldatarak imha etti. Başlangıçta Navarin'e savaş için gelmediklerini belirten İngiltere-Fransa-Rusya donanması Osmanlı güçlerince Navarin'e kabul edildi. Navarin'de Mısır donanmasından kendilerine ateş açıldığına dair yalan bilgi ortaya atan müttefikler Osmanlı ve Mısır donanmasını gafil avlayarak imha ettiler. Osmanlı ve Mısır donanmasının imhasının ardından müttefik donanma Mora'daki asilere yardımda bulunmaya başladı. Böylece Mora'da dengeler yine asiler lehine değişmeye başladı.

1828'te Rusya Osmanlı Devleti'ne savaş açtı. Bu savaşta Doğu'da Ruslar Kars ve Erzurum'a girerken Batı'da da yine Tuna'yı aşıp Bulgaristan'a girdiler, Osmanlı Ordusu yine Tuna'da Rus Ordusu'nu engellemeyi başaramadı. Fakat bu kez Ruslar Osmanlı ordusunu yenerek hiç inmedikleri kadar güneye indiler, Bulgaristan'ı aşıp İstanbul'a yönelen Rus Ordusu Ağustos 1829'da Edirne'yi aldı. Rus Ordusu'nun İstanbul'a 68 kilometre kadar yaklaşması üzerine Eylül 1829'da Osmanlı Devleti yenilgiyi kabul edip teslim oldu. Rusya'nın Osmanlı Devleti'nden isteklerinin başında Yunanistan'ın bağımsızlığı geliyordu. Osmanlı Devleti Yunanistan'ın bağımsızlığını kabul etti. Kurulacak olan Yunanistan Krallığı'na sadece Mora Yarımadası değil savaştan önce halkının yarısı Müslüman Atina şehri ve kuzeyi, bazı Ege adaları da veriliyordu.

Bağımsızlığının ardından Yunanistan Krallığı (yeşil) ve Osmanlı Devleti (kırmızı)

1829 Edirne Anlaşması'yla kabul edilen Yunanistan'ın bağımsızlığı 1832 İstanbul Anlaşması'yla tamamlandı. Yine 1829 Edirne Anlaşması'yla Eflak, Boğdan, Sırbistan ve Karadağ özerk bölgelerinin statüsü genişletildi.

Böylece bir çırpıda 1821 İsyanı öncesinde yaklaşık 100 bin Müslümanın yaşadığı Mora Yarımadası, kuzeyindeki arazilerle beraber Atina ve bazı Ege Adaları tümüyle Müslüman nüfustan boşaltıldı. Yunanistan Krallığı bu bölgelerde duvarlara varıncaya kadar Osmanlı döneminden hiçbir mimari iz dahi bırakmadı. Yunanistan Krallığı bağımsızlığının ardından Rum nüfuslu diğer Osmanlı topraklarına da gözünü dikti ve Yunanistan'ı fiilen kendine tabi bir devlet yapmaya çalışan Rusya'dan çok Avrupa devletlerine yöneldi.

Tanzimat döneminde Balkanlar

1839'da ilan edilen Tanzimat Fermanı'yla Osmanlı Devleti yeni bir döneme girdi. 1840'lı ve 1850'li yıllarda Avrupa'dan kanun ithal edilirken 1856'da ilan edilen Islahat Fermanı'yla Osmanlı Devleti'nde İslam hukuku gereği uygulanan zımmet hukuku kaldırıldı. Böylece siyasi açıdan Müslüman olan ve olmayanlar hukuken eşitlendi, Müslüman olmanın ayrıcalıkları kaldırıldı. Hatta Avrupa ile artan etkileşim nedeniyle Avrupa ülkelerinin himayesinde Osmanlı'daki Hristiyan teba Müslüman tebaya göre daha ayrıcalıklı hale gelmeye başladı. 

Aynı dönemde Balkanlarda da Avrupa devletleri ve özellikle Rusya'nın kışkırtmalarıyla Hristiyanlar arasında İslam ve Müslüman düşmanlığı, etnik milliyetçilik daha da arttı. Tanzimat dönemi Osmanlı idaresinin Avrupa'ya karşı tavizkar bir siyaset izlemesiyle Avrupa'nın Balkanlar'daki Hristiyanlara dair talepleri arttı. Bunu bilen Rusya da Balkan Hristiyanlarıyla ilgili taleplerini Avrupalı devletler üzerinden Osmanlı Devleti'ne kabul ettirmeye başladı.

Bu talepler doğrultusunda yüzyıllardır özerk olarak Osmanlı Devleti'ne bağlı olan Eflak ve Boğdan 1859'da Romanya ismiyle birleşerek fiilen bağımsızlaştı. 

1866-1869 döneminde Girit'te ada nüfusunun yaklaşık %55'ini oluşturan Hristiyan Rumlar Osmanlı yönetimine isyan etmiş ve ada nüfusunun yaklaşık %45'ini oluşturan, çoğunlukla Rum kökenli ve ana dili Rumca olan Müslümanlara yönelik de saldırılar gerçekleştirmiştir. Bu isyan Avrupa devletleri ve Rusya'dan maddi ve manevi destek görmüştür.

Sırbistan Müslümanlarının tehciri (1862-1867)

1860'lı yıllarda Sırbistan'da yaşayan Müslümanlar zorla göç ettirildi. 1817'de Osmanlı Devleti'ne bağlı özerk bir prenslik olarak kurulan Sırbistan Prensliği kırsalı yönetmekle beraber Belgrad başta olmak üzere bazı şehirler doğrudan Osmanlı Devleti'ne bağlıydı. Sırplar bu şehirlerin de prensliğin kontrolüne girmesini istiyordu. 1862'de Avrupalı devletlerle Osmanlı Devleti Kanlıca'da görüştü. Varılan anlaşmaya göre Sırbistan'da doğrudan Osmanlı Devleti'ne bağlı olan şehir ve kaleler Belgrad, Fethulislam, Böğürdelen, Semendire, Uziçe ve Sokol, Sırp Prensliği'ne bırakılırken yine anlaşma gereği bu şehir ve kalelerdeki tüm Müslüman ahalinin tehcirine karar verildi. Osmanlı gözetiminde buradaki Müslümanlar zorla yurtlarından çıkarılıp Bosna ve Bulgaristan'a yerleştirildi. Bosna-Hersek'in ünlü cumhurbaşkanı Aliya İzzetbegoviç'in (1925-2003) ailesi de aslen Bosnalı olmayıp bu sürgünde Belgrad'dan Bosna'ya sürülen Müslüman ailelerdendir. İzzetbegoviç'in ailesi Osmanlı döneminde Müslüman olmuş Sırp aristokrat bir aileden gelmekte olup Müslüman olduktan sonra Belgrad'da nesilden nesile bey olarak aristokrat sınıfta yer almış Yahiç Ailesi ismiyle bilinmektedir. İzzetbegoviç'in dedesi İzzet Bey Yahiç'in aileye liderlik ettiği sırada gerçekleşen bu sürgünle İzzetbegoviç'in ailesi yüzlerce yıldır yaşadıkları Belgrad'dan ayrılmak zorunda kalıp Bosna'daki Šamac'a (Şamats) yerleşmiştir.

Sırbistan'daki şehir ve kalelerin Sırp Prensliği'ne teslimi ve buralardaki Müslümanların tehciri dönemin İstanbul basınında Osmanlı yönetimine yönelik ağır eleştirilere neden olmuştur.

Hersek, Bulgar İsyanı ve Balkan sorunu

Gittikçe güçlenen ve Osmanlı Devleti'ne bağlılıkları git gide kağıt üzerinde kalan özerk Sırbistan ve Karadağ Prenslikleri gözlerini 1870'li yıllarda Osmanlı Devleti'nin Bosna Eyaleti'ne dikmişti. Bu eyalette nüfusun yaklaşık %45'i Müslüman Boşnak, %37'si Sırp Ortodoks, %18'i de Katolik Hırvattı. Şehirlerde ve zenginlerde Müslüman nüfus çok daha ağır basmaktaydı.

Sırbistan ve Karadağ'ın desteğiyle Bosna Eyaleti'nin güneyini oluşturan Hersek bölgesinde bir Sırp isyanı başladı. Hersek'te yoğunlaşan Katolik Hırvatlar üzerinde tesiri olan Avusturya-Macaristan İmparatorluğu da Hırvatları Sırplarla beraber isyana kışkırtarak isyanı büyüttü. 1876'da Osmanlı Devleti ve Osmanlı Devleti'ne özerklikle bağlı Sırbistan Prensliği savaşa girdiler. Hersek'teki isyana yardım etmek isteyen Sırbistan Niş'e saldırdı ve buradaki Müslüman nüfusa yönelik büyük bir katliama girişti. Osmanlı Ordusu bir sene sonra Plevne Kuşatması'yla ünlü olacak olan Gazi Osman Paşa komutasında Bulgaristan'dan Sırpların üzerine harekete geçti. Savaşta Sırpların yenilmesiyle Gazi Osman Paşa birlikleriyle Belgrad'ı almak üzereyken Avrupa ve Rusya'nın Osmanlı Devleti'ne baskısıyla harekat durduruldu ve Osmanlı Devleti Sırbistan Prensliği'nden çekildi.

Yine 1876'da bu kez Ortodoks Bulgarlar Rusya'nın kışkırtmasıyla isyan ettiler ve Bulgaristan'daki Müslüman nüfusa saldırılar düzenlediler.

Balkanlarda yaşananlar tüm Avrupa'nın dikkatini çektiğinden sorunlar üzerine görüşme yapılması kararlaştırıldı. Bu görüşmelerde Rusya Osmanlı Devleti'nden Sırbistan ve Karadağ'a yeni topraklar bırakmasını, Bulgarlara da özerklik tanımasını istedi. Osmanlı Devleti bunu kabul etmeyince Rusya Osmanlı Devleti'ne karşı savaş ilan etti.

93 Harbi (1877-1878) ve Müslüman Soykırımı

Nisan 1877-Mart 1878'de gerçekleşen, Osmanlı Rumi takvimi ile 1293 yılında gerçekleştiğinden '93 Harbi' olarak isimlendirilen Osmanlı-Rus Savaşı Osmanlı Devleti'nin hezimetiyle bitti.

Tuna Nehri'nde yapılması mümkün Osmanlı savunması atalet nedeniyle gerçekleşmediğinden Rus Orduları rahatlıkla Tuna'yı geçip Bulgaristan'da ilerlediler. Plevne'de Gazi Osman Paşa komutasındaki Osmanlı güçleri Rusları oyalayıp onlara ağır kayıplar verdirse de Plevne'nin de Aralık 1877'de düşmesiyle Rus Orduları Balkan Dağları'nı aşıp Güney Bulgaristan'ı, Edirne'yi de işgal etti. İstanbul yakınlarına Ayastefanos'a (Yeşilköy) kadar geldiler. 

Bu savaşta Osmanlı'ya bağlı özerk Ortodoks devletler olan Sırbistan, Karadağ ve Romanya da Rusya ile beraber Osmanlı Devleti'ne karşı savaştı. Rusların bu savaşta en büyük destekçileri ise savaşın asıl sahası olan Bulgaristan'daki Ortodoks Bulgar asiler oldu.

Ruslar ve Bulgar çeteler savaş boyunca Bulgaristan ve Trakya'da işgal ettikleri topraklarda büyük bir Müslüman soykırımına giriştiler. Ele geçirdikleri şehir, kasaba ve köylerde etnik kökenine bakmaksızın Müslümanlara yönelik büyük katliam ve tecavüzler gerçekleştirdiler. Rus ve Bulgarların zulmünden kaçmaya çalışan halk 1877-1878 kışının çok şiddetli geçmesiyle yollarda da ağır kayıplar verdi. 1 yılı doldurmayan bu savaşta Müslüman halktan yaklaşık 500 bin kişinin hayatını kaybettiği tahmin edilmektedir. Yaklaşık 900 bin Müslüman bu savaşta mülteci olmuş, bunlardan yarıdan fazlası da savaş sonrasında da evlerine geri dönememişlerdir.

Savaş öncesinde Bulgaristan'ın doğusu ve güneyinde yoğunlaşacak, şehirlerde daha ağır basacak şekilde Türk ve Pomaklardan (Müslüman Bulgar) müteşekkil büyük bir Müslüman nüfus bulunmaktaydı. Savaş öncesinde Bulgaristan'da Müslüman oranına ilişkin yapılan tahminlerde nüfusun %40-50'sinin Müslüman olduğu tahmin edilmektedir. Bu savaşta Bulgaristan'daki Müslümanların verdiği çok büyük can kaybı ve yaşadıkları sürgün Bulgaristan genelinde Müslüman oranını büyük bir oranda geriletti.

3 Mart 1878'de Osmanlı tarafının İstanbul düşer korkusuyla alelacele imzaladığı Ayastefanos Anlaşması'na göre Romanya, Sırbistan ve Karadağ genişleyerek bağımsız oluyordu. Orta Yunanistan'daki Tesalya Bölgesi de savaşa dahil olmamasına rağmen Yunanistan Krallığı'na bırakılıyordu.

Ayastefanos Anlaşması'nın şüphesiz en önemli kısmı Bulgaristan ile ilgiliydi. İç işlerinde bağımsız, sözde Osmanlı Devleti'ne kalıp Rus nüfuzuna gireceği belli olan yeni bir devlet kuruluyordu. Bugünkü Bulgaristan ve Kuzey Makedonya'yı kapladığı gibi Türkiye, Yunanistan, Sırbistan, Romanya, Sırbistan ve Arnavutluk topraklarından da parçalar ihtiva eden anormal büyüklükte bir Bulgaristan Prensliği ortaya çıkıyordu. Bulgaristan Prensliği'ne bırakılan bu toprakların pek çoğu savaş esnasında Osmanlı kontrolünden bile çıkmış değildi.

Ayastefanos Anlaşması'na göre Bulgaristan Prensliği

Berlin Anlaşması

Ayastefanos Anlaşması'nın Rusya'ya sağlayacağı orantısız faydalar İngiltere başta olmak üzere bazı Avrupa devletlerinde endişeye yol açtı. Savaş döneminde tahtta olan 2. Abdülhamid Kıbrıs adasının yönetimini İngiltere'ye bırakarak Ayastefanos Anlaşması'nın iptaline çalıştı. Haziran 1878'de Berlin'de toplanan kongre Temmuz'da sonuçlanarak Ayastefanos Anlaşması iptal edilip yeni bir anlaşma imzalandı.

Berlin Anlaşması'nda Osmanlı Devleti'nin Ayastefanos Anlaşması'nda Romanya, Sırbistan, Karadağ ve Yunanistan'a verdiği tavizler aynen korundu. Ayastefanos Anlaşması'nda sınırlı özerklik verileceği geçen Bosna-Hersek, Berlin Anlaşması'nda hukuken kağıt üstünde Osmanlı Devleti'ne kalacak şekilde Avusturya-Macaristan İmparatorluğu'nun fiili yönetimine terk edildi.

Berlin Anlaşması'nda, Ayastefanos Anlaşması'ndaki anormal derecede büyük Bulgaristan Prensliği projesi iptal edildi. Sofya merkezli olarak Tuna Nehri ve Balkan Dağları arasında hukuken özerk, fiilen içte bağımsız bir Bulgaristan Prensliği kuruldu. Balkan Dağları'nın Müslüman nüfusunun daha yoğun olduğu güneyindeki Güney Bulgaristan'da ise kısmen özerk, Osmanlı denetiminde Filibe şehri merkezli 'Doğu Rumeli' Eyaleti kuruldu. Coğrafi olarak Bulgaristan'ın parçası sayılan, yoğun Türk ve Kırım'dan göç etmiş Kırım Tatarı nüfusu olan Köstence şehri merkezli Kuzey Dobruca da Romanya'ya bırakıldı.

Berlin Anlaşması'na göre Bulgaristan Prensliği, Doğu Rumeli eyaleti ve iptal edilen Ayastefanos Anlaşması'na göre oluşturulacak büyük Bulgaristan'dan eksiltilen topraklar

Berlin Anlaşması'nın Balkan Müslümanlarına etkileri

Berlin Anlaşması imzalandığında tamamen doğrudan Osmanlı yönetiminde olan Bosna-Hersek'in Avusturya-Macaristan denetimine bırakılması Bosna-Hersek Müslümanlarında Osmanlı Devleti'ne yönelik büyük tepkiye neden oldu. Osmanlı güçlerinin resmen çekilmesiyle 29 Temmuz 1878'de Avusturya-Macaristan güçleri Bosna'yı işgale başladı. Boşnaklar imkansızlıklar içerisinde organize olup işgale karşı silahlı direnişe geçtiler. Kanlı bir savaşın ardından 20 Ekim 1878'de Bosna-Hersek'in işgali tamamlanmış oldu. İşgal sürecinde Saraybosna ve pek çok şehirde kanlı sokak çarpışmaları yaşandı. İşgalin tamamlanmasının ardından Avusturya-Macaristan'ın Boşnaklara baskı uygulaması ve Hırvatlara ayrıcalık tanıyan bir sistemle ülkeyi yönetmesiyle Osmanlı topraklarına Boşnak göçü başladı.

Kuzey Arnavutluk'tan bazı toprakların yine Osmanlı denetimindeyken masa başında Karadağ'a bırakılması bölgedeki Arnavutların büyük tepkisine neden oldu. Organize olan Arnavutlar silahlı direnişle Karadağ güçlerini buraya sokmayıp Osmanlı Devleti'nden yardım istediler. Osmanlı Devleti yardım edemeyeceği gibi Arnavutlardan anlaşmaya boyun eğmesini talep etti. Osmanlı Devleti'nden aldıkları bu cevapla morali bozulan ve silahlı mücadelede çok fazla diretmemeye zorlanan Arnavutlar üzerlerine gönderilen daha büyük Karadağ güçlerine yenilerek boyun eğmek zorunda kaldılar.

Anlaşmada Sırbistan'a bırakılan Niş'teki Müslümanlar 1876'daki Sırp saldırısında da katliama uğradığından Niş'i tümüyle boşaltıp Osmanlı topraklarına göç ettiler. Romanya'ya bırakılan Kuzey Dobruca'da Romanya bir katliama girişmese de baskılar nedeniyle daha yavaş bir hızda buradan da Osmanlı topraklarına Türk ve Tatar göçü başladı.

Yeni kurulan Bulgaristan Prensliği 93 Harbi'nde topraklarından sürülen Müslümanların mal ve mülklerine el koydu, geri dönmelerine engel çıkardı.

93 Harbi, 1912-1913 Balkan Savaşı'yla beraber Osmanlı Devleti'nin Balkanlardan tasfiyesine yönelik en önemli iki tarihi olaydan biri olarak değerlendirilmektedir. Aynı zamanda kısa sürmesine rağmen Balkan Savaşı'yla beraber Balkanlarda en büyük Müslüman soykırımının gerçekleştiği iki tarihi olaydan biridir.

Bulgaristan Prensliği'nin Doğu Rumeli'yi işgali (1885)

1885'te Bulgaristan ve Sırbistan aralarındaki tartışmalı araziler üzerinde Bulgaristan'ın zaferiyle sonuçlanan bir savaşa tutuştular. Bulgaristan bu zaferin ardından Doğu Rumeli (Güney Bulgaristan) ile birleşme kararı aldığını açıklayarak Müslüman nüfusun yoğun olduğu bu bölgeyi işgal etti. Osmanlı Devleti bu işgale sessiz kaldı, sadece Türklerin en çoğunlukta olduğu Kırcaali doğrudan Osmanlı Devleti'ne bağlanarak Bulgaristan Prensliği'nin bu hamlesi sineye çekildi.

Bu gelişme dönemin Osmanlı padişahı 2. Abdülhamid'in İstanbul basınına sansür uyguladığı bir döneme denk geldiğinden bu sebeple devletin eleştirilmesi basına yasaklandı.

Bulgaristan böylece oldukça güneye inerek Edirne ve İstanbul'a çok yaklaşmış oldu. Bulgaristan'ın kazandığı bu coğrafi avantaj ileride 1912-1913 Balkan Savaşı'nda Osmanlı Devleti'nin uğrayacağı ağır yenilginin ve Bulgar Ordusu'nun Çatalca'ya kadar ilerlemesinin ana sebeplerinden biri olacaktı. Doğu Rumeli'nin Bulgaristan Prensliği'ne geçmesi üzerine baskılarla karşılaşan, zaten 7-8 sene önce 93 Harbi'nde katliamdan geçirilen ve pek çoğu savaşın ardından yurtlarına dönebilen bu bölgedeki Müslümanlar da doğrudan Osmanlı Devleti'nin denetimindeki topraklara göçe başladı.

Girit'te Müslüman katliamı (1895-1898)

1644-1669 Savaşı'yla Osmanlı Devleti'nce ele geçirilen Girit adasında yerli Ortodoks Rumlarda yaşanan toplu İslamlaşma ile 19. yüzyıl başına gelindiğinde Girit'in nüfusunun yaklaşık %45'inin Müslümanlardan oluştuğu tahmin edilmekteydi.

Girit'te şehirlerde çoğunluk Müslümanlarda iken kırsalda Hristiyanlardaydı. 19. yüzyılda kırsaldaki Hristiyanlarda nüfus artışının daha fazla olması ve Hristiyanların çıkardığı isyanların Müslüman ahaliyi Girit'ten göçe zorlamasıyla Girit'te Müslüman oranı gerilemişti.

1880'li yıllarda Girit Hristiyan Rumları adayı Yunanistan'a bağlayabilmek için kapsamlı bir isyan hazırlığına başladılar. Avrupa ile temasa geçip Avrupa basınının da kendilerini desteklemesini sağladılar. 1889'da Girit'in dağlık alanlarında silahlı isyan emareleri görülmeye başladı.

1895'te Girit İsyanı patlak verdi. Hristiyan asiler adadaki Müslümanları kaçırabilmek için Müslüman nüfusa yönelik katliam, tecavüz, köy yakma eylemlerine giriştiler. 1896'da adanın iç bölgeleri Osmanlı denetiminden çıkmıştı. Osmanlı donanması Yunanistan'ın adaya asker ve askeri yardım göndermesini engelleyemeyince isyan daha da güçlendi. Girit'te isyan ve katliamlar sürerken 1897'de Osmanlı Devleti Yunanistan'a savaş açtı. 1881'de Yunanistan'a bırakılan Teselya'yı ele geçiren Osmanlı Ordusu Yunan Ordusu'nu yendi. Atina yolunda ilerlerken Avrupa devletlerinin müdahalesiyle savaş durduruldu.

Osmanlı Devleti ve Yunanistan arasında imzalanan anlaşmaya göre Yunanistan Osmanlı Devleti'ne cüz'i bir miktarda tazminat ödedi ve Tesalya'da çok küçük bir araziyi Osmanlı Devleti'ne geri verdi. Fakat Osmanlı Devleti de Girit'te özerk, fiilen iç işlerinde bağımsız Hristiyan Rumların yönetiminde bir devlet kurmayı kabul etti. 1898'de Girit Devleti kuruldu, Osmanlı'ya bağlı bu devlette baskı gören Girit Müslümanları adadan ayrılmaya başladı.

Girit'te bu gelişmeler olurken Osmanlı Devleti Girit'i korumada başarısız kaldığından basına Girit konusunu işlemeyi olabildiğince yasakladı.

Bosna-Hersek ve Bulgaristan'ın Osmanlı'dan tamamen kopması (1908)

1908'de Bulgaristan Prensliği Osmanlı Devleti'nden tamamen bağımsızlığını ilan etti. Yine aynı dönemde Avusturya-Macaristan İmparatorluğu da 30 senedir fiilen yönettiği Bosna-Hersek'i topraklarına ilhak ettiğini duyurdu. Osmanlı Devleti protestoyla yetindi. Daha sonra Osmanlı Devleti ile Bulgaristan arasında yapılan anlaşma ile bağımsızlık karşılığında Bulgaristan'ın cüz'i bir tazminat ödemesi, Avusturya-Macaristan'ın da cüz'i bir tazminat ödeyip Bosna-Hersek'in Yenipazar (Novi Pazar) Sancağı'nı Osmanlı Devleti'ne vermesiyle anlaşma sağlandı.

Bu gelişmelerden cesaret alan Girit Devleti'nin Hristiyan Rum yöneticileri Girit'i Yunanistan'a kattıklarını ilan ettiler. Osmanlı Devleti bu ilanı kabul etmedi.

Balkan Savaşları ve Müslüman Soykırımı (1912-1913)

1912'de Balkan Devletleri'nden Bulgaristan, Yunanistan, Sırbistan ve Karadağ Osmanlı Devleti'ne karşı ittifak kurdular. Balkanları aralarında paylaşmak, Osmanlı Devleti'ni Balkanlardan tasfiye etmek ve tüm Balkan Müslümanlarını ortadan kaldırmak isteyen bu devletler savaş için kapsamlı bir hazırlığa giriştiler. 

Balkan Savaşları öncesinde Balkanlar haritası (1912)

Ekim 1912'de Balkan devletleri ittifakı Osmanlı Devleti'ne savaş açtılar. Başlangıçta Osmanlı Devleti'nin savaşı kazanabileceğini düşünen Avrupa devletleri savaş sonucu ne olursa olsun sınırların korunması çağrısı yaptılar. Fakat savaşın Osmanlı Devleti'nin ağır yenilgisiyle sürmesi üzerine bu çağrılarını tekrar etmediler.

Balkan devletleri kadar seferber olamayan ve komutanları siyasi nedenlerle birbirine hasım olan Osmanlı Ordusu Balkan devletleri karşısında ağır bir yenilgi aldı. Özellikle Bulgar Ordusu'nun ani bir saldırıyla ilerleyip Çatalca'ya kadar dayanmasıyla İstanbul'un Balkanlarla temasının kesilmesi savaşın kaybedilmesinde başat rol oynadı.

Yunan, Sırp, Karadağ orduları da bundan istifadeyle Balkanlarda ilerlediler. Yunan donanması da bir yandan Ege Adalarını işgal etti. Savaş Mayıs 1913'te Osmanlı Devleti'nin büyük yenilgisiyle ve çoğu 500 yıldan fazladır Osmanlı hakimiyetinde olan tüm Balkanların bir çırpıda kaybedilmesiyle sona erdi. Savaş öncesinde Adriyatik Denizi'ne ulaşan Osmanlı Devleti'nin yeni sınırı İstanbul'a çok yakın Midye-Enez hattı olarak belirlendi. Edirne ve Kırklareli Bulgaristan'a, Ege adaları ve Girit de Yunanistan'a bırakıldı. 

Mayıs 1913'te 1. Balkan Savaşı'yla çizilen Bulgaristan-Osmanlı sınırı

Balkan devletlerinin Osmanlı topraklarını bölüşmede anlaşmazlık yaşaması üzerine Haziran-Ağustos 1913'te 2. Balkan Savaşı yaşandı. Yunanistan, Sırbistan, Karadağ ve Romanya'nın Bulgaristan ile savaştığı bu savaştan istifadeyle Osmanlı Ordusu ciddi bir direniş görmeden Edirne ve Kırk Kilise'yi (Kırklareli) geri aldı. 

Balkan Savaşları'nda tüm Balkanlarda kısa zamanda etnik kimlik ayırt etmeksizin korkunç büyüklükte bir Müslüman soykırımı yaşandı. Edirne de dahil tüm Balkanları katliam, tecavüz, yağma, tahrip sardı. Bu kısa süren savaş esnasında katliamcılardan kaçarken yollarda hayatını kaybedenler de dahil 500 binin üzerinde Balkan Müslümanının öldürüldüğü tahmin edilmektedir. Yüzbinlerce Balkan Müslümanı da bu savaş esnasında Balkanlardan ayrılmak zorunda kalmıştır. 

Ağırlıklı olarak Arnavutlarla meskun Kosova ve bugünkü Kuzey Makedonya'nın batısı bu savaşta Sırplarca ele geçirilip ağır katliamlardan geçirilmiştir. Bugünkü Arnavutluk üzerinde ise Osmanlı Devleti ile temas da kaybedildiğinden tamamen Sırp ve Yunan hakimiyetine girmemek için bağımsız bir Arnavutluk kurulmuş, fakat Müslüman çoğunluklu bu devletin başına savaş sonrasında Avrupalı devletlerce Wilhelm isminde bir Almanın kral yapılması dayatılmıştır.

Bulgaristan savaş esnasında Pomakları (Müslüman Bulgarlar) zorla Hristiyanlaştırmaya çalışmış, ölümle tehdit edilerek bazı köyler topluca vaftiz edilmiş, savaşın ardından zorla Hristiyanlaştırılan Pomaklar tekrar İslam'a dönmüştür.

1913'te zorla Hristiyanlaştırılan bir Pomak köyünde vaftiz töreni

Savaşın ardından Balkan devletlerinin denetiminde Balkan Müslümanları baskı altında yaşamaya devam ettiler.

Balkan Savaşı'nda Bulgar işgalinde Edirne

Bosna-Hersek'in Sırplara bırakılması (1918)

1. Dünya Savaşı'nın ardından Bosna-Hersek Sırpların ağırlıklı olduğu yeni kurulan Yugoslavya Krallığı'na bırakıldı. Avusturya-Macaristan baskısından şikayetçi olan Bosna Müslümanları böylece çok daha ağır bir baskı altına girdiler. 1918-1921 döneminde Sırplarca 3 bin Boşnak katledildi, Boşnakların arazilerine el konup Sırplara dağıtıldı.

Şahoviçi Katliamı (1924)

Kasım 1924'te Yugoslavya'da Sırbistan ve Karadağ arasında bölüşülen Boşnak çoğunluklu Sancak Bölgesi'nde bir Sırp jandarma komutanı kimliği belirsiz kişilerce öldürüldü. Bunu Boşnakları katletmek için bahane olarak kullanan bölgedeki Sırplar devletten intikam talebinde bulundu. Yugoslavya Krallığı Sancak'ta Sırplara 2 gün dilediklerini yapma serbestiyeti ve kanuni güvence verdi. Şahoviçi yöresinde Sırplar bu sürede binden fazla Müslümanı katlettiler.

Arnavutluk'ta İslam'a baskılar (1920'li yıllar)

1922'den itibaren Arnavutluk yönetiminde etkin, 1924'te ise Arnavutluk kralı olan Ahmet Zogolli döneminde Arnavutluk'ta İslam'a baskılar başladı. 1923'te Arnavutluk'ta çarşaf, peçe, sarık, Arap harflerinin öğretimi yasaklandı, halktan namazların Arnavutça kılınması istendi. İlerleyen yıllarda okul çocuklarına şapka takma zorunluluğu getirildi. Arnavutluk'taki pek çok dindar bu süreçte Arnavutluk'tan ayrılmaya karar verdi. Aynı dönemde Türkiye'de benzer uygulamalar olduğundan Türkiye'den çok Suriye'ye yöneldiler.

Doğu Trakya'da Yunan işgali (1919-1922)

1. Dünya Savaşı'nın ardından Yunanistan 1919'da Trakya'da bazı kilit noktaları işgal etti. 1920'de işgal tüm Trakya'ya yayıldı. İşgal boyunca Yunan Ordusu halka karşı çeşitli suçlar işledi. Eylül 1922'de Yunan Ordusu'nun Anadolu'da uğradığı büyük yenilgi üzerine Yunan Ordusu'nun halka yönelik saldırıları daha da arttı. 1922 sonunda Yunan Ordusu Doğu Trakya'yı boşalttı.

Ahali Mübadelesi (1923)

1923'te Türkiye ve Yunanistan arasında imzalanan Ahali Mübadelesi (Değişimi) anlaşmasıyla Batı Trakya dışında Yunanistan'daki tüm Müslümanlar Türkiye'ye gönderildi. Böylece 500 bin kişi Türkiye'ye gelirken bugünkü Yunanistan toprakları yüzlerce yıldır barındırdığı Müslüman nüfusu kaybetmiş oldu.

2. Dünya Savaşı'na değin savaş ortamı olmaksızın Balkan Müslümanlarına baskılar sürdü. 2. Dünya Savaşı'nda ise özellikle Yugoslavya Müslümanları savaştan çok olumsuz etkilendiler. Özellikle Sancak ve Doğu Bosna'da 1941-1943 döneminde yoğunlaşacak biçimde on binlerce Boşnak Sırplarca katledildi. Bu dönemde de Sırplar Boşnaklara yönelik sistematik tecavüz uyguladılar.

2. Dünya Savaşı'nın ardından Balkanlarda Komünizmle gelen dini baskılar

1945'te 2. Dünya Savaşı'nın bitmesiyle Balkan devletlerinin çoğu Komünist / Sosyalist yönetimler altına girdi. Bulgaristan, Romanya ve Arnavutluk Komünizme geçerken Balkanlarda en çok sayıda Müslümanı barındıran devlet olan Yugoslavya daha gevşek bir Sosyalizme geçti

Bu ülkelerin tümünde 1945-1950 döneminde Arnavutluk haricinde Komünist / Sosyalist idareler öncesinde halen açık olan şer'i mahkemeler ve medreseler kapatıldı, çarşaf ve peçe yasaklandı. İslami eğitim Bulgaristan ve Arnavutluk'ta tümüyle yasaklanırken diğerlerinde de büyük ölçüde yasaklandı. Bu kararlara direnenler bu ülkelerin tümünde katledildi, sürüldü, hapsedildi.

Böylece Balkanlarda şer'i mahkemelerin açık olduğu sadece Yunanistan'ın Batı Trakya bölgesi kaldı. Batı Trakya'da Türk ve Pomaklardan müteşekkil, yaklaşık 150 bin kişiden oluştuğu tahmin edilen Müslüman azınlık için halen şer'i hukuka müracaat hakkı bulunmakta olup şer'i mahkemeler açıktır. 

Bu ülkeler içerisinde İslam karşıtlığında Müslüman çoğunluklu olmasına rağmen en ileri giden Enver Hoca yönetimindeki Arnavutluk'ta 1967'de İslam tamamen yasaklanmış, tüm camiler kapatılmıştır.

2. Dünya Savaşı sonrasında Balkanlardan Türkiye'ye Müslüman göçü

Balkanlarda Müslüman nüfusa yönelik her türden baskıların artmasıyla 2. Dünya Savaşı'ndan 1970'li yıllara kadar sürecek olan, Türkiye'ye yönelik yeni bir Müslüman göç dalgası başlamıştır.

Türkiye'ye göçün sürekli sürdüğü Bulgaristan'da 1946-1949'da Komünist rejim hem ülkedeki İslami faaliyetleri büyük ölçüde yasaklamış hem de Türklerin azınlık okullarını ve mülklerini devletleştirmişti. Ülkede kalan Müslüman nüfusun azaltılmasını hedefleyen Bulgaristan, Müslümanları Türkiye'ye göndermeye çalışmaktaydı. 1949 sonunda bir taraftan gitmeleri için ülkedeki Müslümanlara ağır baskı uygulayan Bulgaristan yönetimi diğer taraftan sınırı Türkiye'ye gidiş yönünde tamamen açmıştı. Müslüman nüfusu bu dönemden sonra bir daha Türkiye'ye gidemeyecekleri yönünde de tehdit eden Bulgaristan, bazen Müslümanları zorla çıkarmıştı. Böylece 1949-1951 döneminde yaklaşık 200 bin Bulgaristanlı Türk ve Pomak Müslüman Türkiye'ye göç etti.

1950'li ve 1960'lı yıllarda Yugoslavya'daki Müslümanlar, özellikle Arnavut ve Türkler de yoğun biçimde Türkiye'ye göç ettiler. Aynı dönemde Romanya'nın elindeki Kuzey Dobruca Türkleri de Türkiye'ye yoğun biçimde göçtü. Bu göçlerle özellikle Bulgaristan'da Müslüman nüfus yoğunluğunda azalma gerçekleşti.

Bulgaristan'da Müslümanlara zorunlu asimilasyon (1972-1989)

1972'de Bulgaristan ülkedeki Pomaklara İslami isimleri yasaklayarak hepsini Hristiyan Bulgar isimleri almaya zorladı. Pomakların zorla Müslümanlaştırıldığı, İslam'ı bırakmalarının vatani bir vazife olduğu resmi ideoloji haline getirilerek resmi kaynaklarca işlendi. Karşı çıkanlar hapsedildi veya öldürüldü.

1980'li yıllarda aynı zorunlu asimilasyon uygulamaları bu kez Bulgaristan Türklerine yöneldi. Bulgaristan Türklerinin de aslında zorla Müslüman edilen Bulgarlar olduğu iddia edilerek İslami isimler ve Türkçe yasaklandı. Mevcut nüfusun isimleri değiştirildiği gibi mezar taşlarındaki Müslüman isimleri bile değiştirilmeye başlandı. Bu büyük baskı ve asimilasyon dalgasına karşı Türkler protestolara girişince Komünist rejim katliama, karşı çıkanları Belene Toplama Kampı'na hapsetmeye başladı. Bulgaristan'daki bu gelişmeler Türkiye'de de infiale sebep oldu. 1989'da Bulgaristan'ın sınırı açıp dileyenlerin Türkiye'ye gidebileceğini söylemesi üzerine kısa zamanda yaklaşık 360 bin Bulgaristanlı Müslüman Türkiye'ye sığındı.

1989'da Komünist Blok'ta yaşanan gelişmelerle Bulgaristan'ı1954'ten beri yöneten Todor Jivkov'un Aralık 1989'da idareyi bırakmasıyla Bulgaristan Müslümanları'na yönelik bu ileri derecedeki baskılar sona erdi.

Bosna Savaşı ve Müslüman Soykırımı (1992-1995)

Yugoslavya'nın dağılma süreciyle 1991'de Hırvat ve Sırplar arasında başlayan savaş beklenildiği gibi Nisan 1992'de Bosna-Hersek'e sıçradı.

1991'de Yugoslavya'nın gerçekleştirdiği nüfus sayımına göre Bosna-Hersek'in %43,5'u Boşnak, %31,2'si Sırp, %17,4'ü Hırvattı. Boşnaklar ise Yugoslavya yönetimince sonuçlarda hile yapıldığını, Boşnakların oranının %50 civarında olduğunu iddia etmekteydiler. 1990'da Yugoslavya'da çok partili rejime geçilmesiyle Bosna-Hersek cumhurbaşkanı, 19. yüzyılda Sırbistan'dan Bosna-Hersek'e göçen, Sırp bir asil aile iken yüzlerce yıl önce Müslüman olmuş ve Sırbistan'da etkinliği olmuş Yahiç Ailesi'nden gelen Aliya İzzetbegoviç oldu.

1991'de yaşanan savaşın ardından 1992'de Slovenya ve Hırvatistan'ın Yugoslavya'dan ayrılması kesinleşince Sırbistan Bosna-Hersek'i tamamen kendisine katmak istedi. Bosna-Hersek'in bağımsızlık referandumuna gitmesi ve sonucun bağımsızlık yönünde çıkması üzerine Nisan 1992'de Sırpların Boşnaklara yönelik saldırısı başladı.

Savaş öncesinde kapsamlı ve hızlı bir soykırım planı yapan Sırpların Yugoslavya Ordusu'na büyük ölçüde hakim olması, Boşnakların büyük ölçüde silahsız, Sırp ve Hırvatlarla kuşatılmış halde bulunmaları özellikle Doğu Bosna'da büyük bir Müslüman soykırımıyla sonuçlandı.

Nisan 1992'den Ekim 1992'ye kadar on binlerce Boşnak Bosna-Hersek'in Sırp kontrolündeki bölgelerinde katledildi. Sırplar Boşnaklara yönelik sistematik tecavüzler de gerçekleştirdiler. Ekim 1992'de cephelerin netleşmesinin ardından Boşnakların Sırplardan işgal ettikleri yerleri geri almaya başladıkları sırada bu kez de Bosna-Hersekli Hırvatlar Hırvatistan'ın desteğiyle Boşnaklara yönelik saldırı ve katliamlara giriştiler.

1993'te yoğunlaşan Boşnak-Hırvat Savaşı Hırvatların büyük ölçüde başarısızlığı ile sonuçlansa da bu kez de binlerce Boşnak Hırvatlarca katledildi. Bosna-Hersek topraklarının Sırplardan askeri yolla geri alınması projesi durmuş oldu. Savaş boyunca başkent Sarayevo'yu (Saraybosna) kuşatma altında tutan Sırplar şehri sürekli ateş ve bombardıman altında tutarak, Sarayevo'da Boşnak halktan binlerce kişiyi katlettiler.

1995'te Bosna-Hersek Ordusu'nun Sırplara karşı Kuzeydoğu Bosna'da ilerlemeye başladığı bir sırada Doğu Bosna'da Sırplar savaşın en büyük katliamını gerçekleştirdiler. 1993'te BM denetimine bırakılan Sırp güçleriyle çevrili Srebrenica şehri BM denetiminde bulunduğu sırada BM güçlerinin hiçbir direnişte bulunmamasıyla Temmuz 1995'te Sırplarca işgal edildi. Sırplar Srebrenica'daki tamamı silahsız Boşnak halktan yaklaşık 9 bin kişiyi katlettiler. 

Ağustos 1995'ten itibaren savaş Boşnakların lehine döndü. Ağustos ve Eylül ayında Bosna-Hersek Ordusu pek çok bölgeyi Sırp işgalinden kurtardı. Ekim 1995'te Bosna-Hersek Ordusu'nun Kuzey Bosna'da Sırpların Bosna'daki merkezi ve en büyük şehri olan Banya Luka'ya ilerlediği sırada Boşnaklara yönelik soykırımlar esnasında savaşın bitirilmesi için etkili bir müdahalede bulunmayan ABD ve AB savaşın bitirilmesine yönelik en sert ve net açıklamalarını yapmaya başladı. ABD Ordusu taraf ayırt etmeksizin 15 Ekim 1995'ten itibaren Bosna-Hersek'te savaşa devam edenleri vuracaklarını açıkladılar. Bu karar savaşta yenilip toprak kaybetmeye başlayan Sırplarca sevinçle karşılanırken Boşnak güçleri ABD saldırısına hedef olmamak için zorunlu olarak durdu.

21 Kasım 1995'te imzalanan ve savaşı bitiren Dayton Anlaşması'yla Sırpların soykırımı ödüllendirildi. Savaş öncesinde Bosna-Hersek nüfusunun %31,2'sini oluşturan Sırplara Bosna-Hersek'in %49'u bırakılırken, %51'i üzerinde Boşnak-Hırvat Federasyonu kuruldu. Bosna Sırp Cumhuriyeti ve Boşnak-Hırvat Federasyonu konfederal bir yapıyla birleştirildi.

Savaş öncesinde Bosna-Hersek'te yaşayan Boşnak sayısı yaklaşık 2 milyon iken Bosna Soykırımı'nda katledilen Boşnak sayısına ilişkin tahminler 120 bin ila 250 bin arasında değişmektedir. Savaş esnasında 20 bin ila 50 bin Boşnak kadına tecavüz edilmiştir.

Bosna Savaşı esnasında Sancak'taki Boşnaklar da Sırplarca ağır baskı altına alınmıştır.

Kosova Savaşı ve Müslüman Soykırımı (1998-1999)

Kosova, 1. Balkan Savaşı'ndan beri Sırpların katliam ve baskıları altında yaşayan, Yugoslavya döneminde Sırbistan Cumhuriyeti'ne bağlı özerk bir bölgeydi. Bölgede 1980'li yıllarda hem ezici çoğunlukta olan Müslüman nüfusa yönelik ayrımcılık hem de Kosova'nın Yugoslavya'nın en fakir bölgesi olması nedeniyle halkın tepkisi ve protestoları artmıştı.

Bu tepkileri şiddetle bastırmaya yönelen Sırplar 1980'li yıllarda protestoculara ateş açıp yüzden fazlasını öldürmüş, Arnavutları işlerinden çıkarmış ve nihayet Kosova'nın özerkliğini kaldırmıştı.

Bosna Savaşı'nın sürdüğü esnada Kosova'da Sırp baskısı daha da artmıştı. 1995'teki Dayton Anlaşması'nda Kosova'dan söz edilmemesi üzerine Kosova'daki Arnavutlar Sırp baskılarına karşı gelebilmek için 1993'te kurdukları UÇK'yı (Kosova Kurtuluş Ordusu) Kosova halkına baskı uygulayan, saldıran Sırp güçlerine karşı aktif silahlı direnişe geçirmeye karar verdiler.

1995 sonunda Adem Şaban Yaşari öncülüğünde Kosova'daki Sırp güçlerine karşı gerilla saldırıları başladı. 1997'de saldırılar yoğunlaştı. Şubat 1998'de çatışmaların savaş halini almasıyla Sırplar Kosova'daki Arnavutlar başta olmak üzere Müslüman nüfusa yönelik geniş çaplı katliamlarına başladılar. Mart 1998'de Prekaz'da olduğu tespit edilen Adem Yaşari, ailesi ve akrabalarıyla beraber katledildi.

Kosova'yı Müslüman nüfustan arındırıp tamamen Sırplara ait hale getirmek isteyen Sırbistan Yönetimi, Kosova'da da katliam, tecavüz, toplama kampı kurma gibi suçlara girişti. Fakat Müslüman oranının %50'yi aşamadığı Bosna-Hersek'ten farklı olarak savaşın başladığı tarihte Kosova'nın %90'ının Müslüman olmasının etkisiyle Sırp güçleri yerel halktan yeterli destek bulamadı ve soykırımı Bosna'daki kadar genişletemedi. UÇK'nın Sırpların Kosovalılara saldırılarına misillemede bulunmasıyla tüm Kosova savaş alanına döndü.

Uluslarası uyarılara rağmen Sırpların Kosova'da soykırıma devam etmesi üzerine Mart 1999'da ABD öncülüğünde Türkiye'nin de dahil olduğu NATO'nun Sırbistan'a yönelik Kosova'dan Sırbistan'ın çekilmesine yönelik hava saldırıları başladı. Başlangıçta Kosova'dan çekilmeyi kabul etmeyen Sırbistan Kosova halkına yönelik saldırılarını daha da yoğunlaştırdı. Yüzbinlerce Kosovalı mülteci olarak Arnavutluk ve Makedonya sınırına yığıldı.

Haziran 1999'da Sırbistan'ın Kosova'yı boşaltmasıyla Kosova'daki soykırım sona erdi. Balkan tarihinin bu son soykırımında da halktan yaklaşık 15 bin kişinin katledildiği tahmin edilmektedir.

ABD'nin Kosova'ya müdahalesindeki asıl amacın Arnavutları kurtarmak değil Kosova gibi Balkanlar ve Avrupa açısından son derece stratejik bir bölgeyi ABD üssüne dönüştürmek olduğu belirtilmektedir. Nitekim savaşın ardından ABD Kosova'da Bondsteel Kampı isiminde çok önemli bir üs kurmuştur.

Kosova Savaşı'ndan sonra Balkan Müslümanlarına yönelik geniş çaplı bir soykırım olmasa da 1999-2001 döneminde Sırbistan'a bağlı Arnavut çoğunluklu Preşova'da, 2001'de Kuzey Makedonya'da yaşanan çatışmalarda da Müslüman halktan pek çok kişi katledilmiştir. Balkanlar genelinde Müslümanlara yönelik çeşitli baskılar, ayrımcılıklar, İslami faaliyetlerden alıkoymalar devam etmektedir.

Balkan Müslümanlarının geleceği

Osmanlı Devleti'nin 14. yüzyıldan itibaren Balkanları fethetmeye başlamasıyla büyük oranda yerli halkın Müslüman olması ve ikincil derecede de Anadolu'dan göçlerle meydana gelen Balkanlardaki Müslüman varlığı 19. ve 20. yüzyılda büyük soykırımlara ve zorunlu göçlere uğrayarak nüfus yoğunluğundan çok şey kaybetmişti. Fakat yine de Balkan Müslümanlarını yok ederek ortadan kaldırma projesi başarısızlığa uğramıştır. Yakın dönemde nüfus oranlarındaki değişim yeniden Müslümanlar lehine dönmüştür.

Balkan Müslümanlarını tehdit eden tehlikelerin başında İslami kimliklerini kaybetme tehlikesi gelmektedir. Kökenini Osmanlı Devleti'nin son dönemlerinde başlayan Batılılaşma ve İslam'dan kopuş hareketlerinden alan sekülerleşme eğilimi bir dönemde artmıştır. Özellikle Komünist ve Sosyalist rejimler altından İslam'dan zorla koparma furyasına dönüşmüş, derece farklarıyla beraber Balkan Müslümanları İslami faaliyet ve hayat tarzından oldukça koparılmıştır.

1990 sonrasında Balkanlarda İslami faaliyet ve hayat tarzına geri dönüş eğilimi bulunsa da özellikle bölgede Batı menşeli misyoner faaliyetleri ve seküler hayat tarzını öne çıkaran propagandalar karşısında yetersiz seviyededir. Balkanlarda kimliklerin sınırı din ile oluştuğundan, Balkan Müslümanlarının kimlik aidiyetinin korunmasında, asimile olmamasında bile dini pratiklerini canlı tutmalarının hayati yeri bulunmaktadır.

Tüm Balkan ülkelerinin nüfusları, doğum oranının ölüm oranını karşılayamaması ve yer yer göçten kaynaklı olarak düşmektedir. 1990'lı yıllarda bu eğilim nüfusta Müslüman oranının artmasına yönelik bir avantaj iken 2000'li yıllarda Balkan Müslümanları arasında da doğum oranları sert şekilde düşmüştür. 20. yüzyıl boyunca uğradıkları tüm baskı ve katliamlara rağmen yüksek doğum oranlarıyla Kosova'da Sırplara karşı çoğunluklarını pekiştirip Sırp oranını gerileten, geçmişte çok çocuklu olmalarıyla ünlü Kosova Arnavutları arasında bile doğurganlık oranı oldukça düşmüş bulunmaktadır. Bu gidişat nedeniyle uzun vadede Balkanların nüfusunun seyrekleşmesi, zaten azalan genç nüfusun çok daha azalması beklenmektedir. 

Balkan Müslümanlarının yeniden hakim konuma gelmeleri, Balkan Hristiyanlarında her alanda ve özellikle nüfusta son 30 yıldır süren ve düzelmesi beklenmeyen gerileme eğilimiyle birleştiğinde mümkün görünmektedir.

Kaynak: Mepa News Akademi

Yorum Yap
UYARI: Yorumların her türlü cezai ve hukuki sorumluluğu yazan kişiye aittir. Mepa News, yapılan yorumlardan sorumlu değildir. Her bir yorum 600 karakterle (boşluklu) sınırlıdır.
Yorumlar (1)
Yükleniyor ...
Yükleme hatalı.

İlgili Haberler

Makedonyalı meşhur alim Molla Mahmud Efendi Aslani vefat etti

Tarih Haberleri