Muhtemel bir İran-İsrail savaşı neye benzeyebilir?

Muhtemel bir İran-İsrail savaşı neye benzeyebilir?

Savaş, sadece İsrail ve İran için değil, aynı zamanda komşu devletler için de son derece yıkıcı ve kargaşaya yol açıcı olacaktır.

Hillel Frisch* | The Jerusalem Post

İsrail hem söylemde hem de eylemde kırmızı çizgilerine sıkıca sadık. En kıpkırmızı çizgisi, İran’ın doğrudan operasyonları için Suriye’nin bir ileri üsse ve hassas güdümlü füzelerin üretim merkezine dönüşmesine izin vermemek.

Buna mukabil İran İslam Cumhuriyeti, her iki kırmızı çizgiyi de gerçekleştirmeye bir o kadar kendisini adamış durumda.

Her iki tarafın da birbirinden 180 derece farklı olan hedeflerini gerçekleştirmeye kararlı olduğu dikkate alındığında, İsrail ile İran ve müttefikleri arasında bir büyük felaket çıkma ihtimali o denli yüksek ki bu savaşın nasıl yürütüleceği ve böyle bir ölümcül çatışmanın nasıl dallanıp budaklanabileceği üzerinde kafa yormak lazım.

Eğer ki bir savaş patlak verirse bu, 1973 Ekim Savaşı’yla birlikte girilen ve -dönemin en kuvvetli Arap düşmanı olan- Mısır’la imzalanan 1979 barış antlaşmasıyla resmileşen çağın sonuna işaret edecektir. Zira bu antlaşma, Müslüman ülkeler ile İsrail arasında cereyan eden devletler arası savaşların sonunu getirmişti. Bundan sonraki 45 yılda verilen savaşların ekseriyeti, (…) İsrail ile devlet dışı aktörler arasında cereyan etmişti.

Acaba İran, İsrail’e doğrudan kendisi saldırır mı yoksa Hizbullah’ı mı harekete geçirir? (Şu sıralar kuzeybatıdaki İdlib’de Sünni muhalefet kuvvetlerini tamamen yenilgiye uğratmakla ve isyanlarını engellemekle meşgul olan Suriye ordusunun ise işi başından aşkın.)

Tahran birçok nedenle doğrudan saldırmaya karar verebilir. Hizbullah’ın yürüteceği bir füze savaşının İsrail’i Suriye’deki İran altyapısına saldırmaktan yeterince caydırmayabileceğini düşünebilir. Bu da bir tehlikeyi, yani İsrail’in doğrudan İran’a misillemede bulunmayı tercih etmesini beraberinde getirebilir.

Hizbullah’ın savaş yorgunluğu da İran’ın ya tek başına saldırma ya da vekilleriyle birlikte savaşın sıkıntılarını paylaşma kararında etkili bir diğer faktör olabilir.

Hizbullah, nüfusu topu topu 2 milyona bile ulaşmayan küçük bir cemaat içinden adamlarını devşiriyor. 1982’den 2000 yılına kadar başta İsrail’e karşı olmak üzere (…) cemaatin gençlerinin mütemadiyen kanının akmasından sorumlu. Bu kan dökme, İsrail’in 2000 yılında Lübnan’ın güneyinden apar topar geri çekilmesi ve onun vekil gücü olan Maruni destekli milis gücünün dağılmasıyla geçici de olsa durakladı; ama altı sene sonra 2006’daki İsrail’le savaşında yüzlerce Hizbullah mensubu can verdi.

Bundan yine altı sene sonra Hizbullah, bir kez daha kendi cemaatinden gençlerin kanını Suriye’deki iç savaşta akıttı ve bu durum hala daha devam ediyor. Hizbullah’ın bugüne kadar girdiği savaşların muhtemelen en fazla can kaybına yol açanı olan Suriye savaşına müdahalesinin rağbet görmediği, örgüte bağlı büyük medya organlarındaki yayınlardan görülebilir. Hizbullah’ın Suriye savaşına katılmasına ilişkin haberlere nadiren yer veriliyor ve örgütün savaşçılarını (“şehitleri”ni) ölümsüz kılmak için hazırlanan komplike videolar web sitelerine öyle bir gizleniyor ki onları bulmak dahi zor. Bu videoların (…) genel Şii kamuoyu için değil, sadece aileleri için çekildiği çok açık (…).

Lübnan’daki Şiilerin doğum oranlarını gösteren demografik veriler de yere çakılmakta (tıpkı İran’da da olduğu gibi). Daha 2004 yılında veriler “Avrupalı”ların doğum oranlarına ulaşmıştı. Bu da demek oluyor ki yeni devşirilen savaşçılar, gittikçe daha fazla -zaten acı verici can kayıplarını yaşamış- dört kişilik ailelerden geliyor.

İşte bu nedenlerden ötürü Tahran’ın İsrail’e doğrudan saldırması daha muhtemel. Ancak [Tahran’ın Suriye’de] hava kuvvetleri bulunmadığından ve İran’dan askeri birlik gönderme kapasitesi de (yolda İsrail hava kuvvetlerinin avı haline gelecekleri için) son derece az olduğundan İran yönetimi muhtemelen içinde Hizbullah’ın da yer alacağı bir füze savaşını tercih edecektir.

Bir füze savaşı ve akabinde İsrail hava kuvvetinin muazzam şekilde kullanımı, her iki ülkenin de zafiyetlerini ve hassasiyetlerini ifşa edecektir. İran, İsrail’e kıyasla muazzam bir nüfusa sahip olsa da (8,5 milyona karşı 80 milyon) ve yüzölçümleri arasındaki fark çok daha büyük olsa da (21 bin km²’ye karşı 1,65 milyon km²) saldırıya açık durumda.

Peki ama bu büyük farklılıklara rağmen İran niçin İsrail kadar saldırıya açık? Çünkü varoluşsal engelleri var. Birincisi, İran petrol ve doğalgazının %90’ını tek bir limandan, Körfez’de -İran-Irak sınırının 160 km güneydoğusundaki- Harg adasından ihraç ediyor. Buradan petrol ve doğalgaz ihracından elde ettiği gelir, hükümet harcamalarının ez az %40’ına ve döviz rezervlerinin de yaklaşık yarısına tekabül ediyor.

Yine İran’ın güney ucundaki Bandar Abbas limanı, konteyner ticaretinin %90’ının yapıldığı yer. Konteyner ile getirilip götürülen mallar tüm ticaretinin sadece %15-20’sine tekabül etse de bunlar 21. yüzyılda İranlıların hayat kalitesini ayakta tutan türden.

İsrail hava kuvvetlerinin İran’ın bu iki büyük hassas noktası üzerine gitmeyi düşüneceğini tahmin etmek hiç de zor olmasa gerek.

Savaş, sadece İsrail ve İran için değil, aynı zamanda komşu devletler için de son derece yıkıcı ve kargaşaya yol açıcı olacaktır. İsrail, İran birliklerinin ve teçhizatının hareketliliğini engellemek için kendisini Lübnan, Suriye ve hatta Irak’taki havaalanlarına saldırmak zorunda hissedebilir.

İsrail de yüzölçümünün küçüklüğü ve nüfusunun yoğunluğu yüzünden hassas durumda, özellikle de sahil kesimi. Ama bir avantajı var: İran’la düşmanca bir ilişkiye geçilmesi halinde İsrail vatandaşları demokratik olarak seçilmiş hükümetinin arkasında sıkıca kenetlenecektir.

Ancak aynısı, halkı, emperyalist ihtiraslarının bedelini pahalı bir şekilde ödeyen ve bir savaşın çıkması durumunda yüz kat daha fazlasını ödemek zorunda kalacak olan İran’daki fundamentalist rejim için geçerli olmayabilir.

Kim bilir, belki de İran rejimi, düşüşünü geçici de olsa def etmek için (…) İsrail’le bir savaştan kaçınmaya karar verebilir.

Çeviri: Ortadoğu Günlüğü

*İsrail Bar-Ilan Üniversitesi Ortadoğu ve siyaset bilimi profesörü ve Begin-Sadat Stratejik Araştırmalar Merkezi kıdemli araştırmacısı

İlgili Haberler
HABERE YORUM KAT
UYARI: Yorumların her türlü cezai ve hukuki sorumluluğu yazan kişiye aittir. Mepa News, yapılan yorumlardan sorumlu değildir. Her bir yorum 600 karakterle (boşluklu) sınırlıdır.