Foreign Policy

Foreign Policy

Myanmar ordusu kendi ulusal güvenliğini tehlikeye atıyor

Myanmar ordusu kendi ulusal güvenliğini tehlikeye atıyor

BM’nin soykırım suçlamalarının hala tazeliğini koruduğu şu dönemde Myanmar geçtiğimiz 30 yılın muhasebesini yaparak devletin güvenlik politikalarının hiçbir tarafın hayrına olmadığını görmelidir.

Rohingyaların maruz kaldığı soykırım ve Myanmar ordusunun zulmü nedeniyle 700 bin Müslümanın göç etmek zorunda kalması artık herkese malum olan bir gerçektir. Rohingyalı mültecilerin çoğu son iki senedir Bangladeş’teki kamplarda yaşamaktadır. Çoğu insanın bilmediği ise, Myanmar’daki Rakhine bölgesinde hala 600 bin Rohingyanın sıkışıp kaldığı ve bu insanların kaçmak zorunda kalanlardan çok daha fazla riskte olduğudur.

Arakanlılar soykırım tehdidiyle karşı karşıya

BM müfettişlerinin soruşturmaları çerçevesinde 16 Eylül’de neşredilen rapora göre, Rakhine’da kalan Rohingyaların hayat koşulları “fevkalade müessif” olup, bu insanlar “ciddi bir soykırım tehlikesi” ile karşı karşıyadır. Raporun muhtevası Myanmar ordusunun Rohingyalara karşı “soykırım niyetini devam ettirdiğini” ve aralarında sivillerin zorla çalıştırılması ve işkence gibi “savaş suçlarının” tekrarlanmaya devam ettiğini göstermektedir. Ordunun tertipli bir şekilde toplu infazlara ve kadınlara tecavüz etmek için köyleri basmaya devam ettiği ifade edilmektedir. Myanmar ordusu BM’nin raporunu “tek taraflı” olmakla itham ederek suçlamaları reddetti ancak Rakhine’da sıkışan Rohingyaların hala büyük tehlike altında olduğuna dair eldeki verilere dayanan bir şekilde uluslararası kamuoyunda bir fikir birliği mevcuttur. Bölgedeki vaziyetin her hususta dehşet verici seviyede olduğu görülmektedir.

Myanmar’ın küresel sahnedeki kimliği son 30 yıl içinde bir uyuz it bir canan arasında değişip durdu. Bu değişimin sebebi de sürekli insan hakları ihlalleri mevzusu oldu. Myanmar’da yaşayan insanların başındaki devletin elinden çektikleri bu ihlallerin neredeyse tamamını oluşturdu. Uluslararası kamuoyu tarafından bir devletin dışlanmasına sebep olan terör destekçiliği, nükleer silah geliştirme veya ekonomiyi maniple etme girişimleri gibi hadiseler Myanmar vakasında kesinlikle namevcuttur.

Myanmar devleti ayağına sıkıyor

Kimse bir devletin kendi insanını hedef tahtasına niçin oturttuğundan asla tam emin olamaz. Myanmar ordusu, Rohingyalara karşı gerçekleştirdiği saldırıları isyancıları temizlemek ve ülkede istikrarı ve güvenliği tesis etmek amacıyla yaptığını iddia etmektedir. Ancak bu vakadaki acı gerçek şudur ki Myanmar devleti kendi vatandaşlarının insan haklarını ayaklar altına alarak elde etme iddiasında bulunduğu güvenlik ve istikrar hususlarında sadece kendi ayağına sıkmaktadır.

Uluslararası ilişkiler teorisi ve uygulaması göstermektedir ki insan hakları ihlalleri yerel, bölgesel ve beynelmilel çatışmaların öncelikli kök sebebidir. Bu ister dine ister etnik kimliğe isterse de milliyetçiliğe dayalı ayrım olsun savaşın çıkış noktası genellikle insan haklarının sistematik olarak ihlal edilmesine dayalıdır. Güney ve güneydoğu Asya dahil dünyanın her tarafındaki sayısız vakada insan hakları ihlallerinin rejimlerin meşruiyetini kaybetmesine, hükümetlerin çökmesine ve devrimlere neden olduğuna şahit olunmuştur. Bir ülkenin kendi insanlarına davranma şekli uluslararası kamuoyunun o devletle olan diplomatik ilişkilerinin usulünü belirleyen merkez faktör haline gelebilmektedir. Myanmar’da yaşayan Rohingyaların maruz kaldığı sistematik ve geniş çaplı mezalim ülkedeki en büyük insan hakları krizidir. Dolayısıyla uluslararası kamuoyu da Myanmar’ın bir devlet olarak itibarını ve modern bir ticaret ve güvenlik ortağı olma kabiliyetlerini bu insan hakları üzerinden değerlendirmektedir.

Rohingyaların uğradığı soykırımı bir saniyeliğine yaşanmamış kabul etsek dahi Myanmar ordusu yine de kendi sınırları içinde barış ve güvenliği sağlamaktan aciz bir kurum olarak karşımıza çıkmaktadır. Ülkede hali hazırda 17 ayrı etnik kimliğe dayalı milis hareket devletten ayrılmak için aktif olarak mücadele etmekte olup bu çatışmaların birçoğu on yıllardır devam etmektedir (Rohingyaların böyle bir grubu yoktur). Rakhine bölgesinin tamamen dışındaki etnik kimliğe dayalı çatışmalar devletin meşruiyetini tehdit etmekte ve istikrarın gelmesini engellemektedir. Bu çatışmaların bizatihi devletin varlığını tehdit ettiği bir ortamda devletin ordusunun bu tehditle savaşacak ne yeteneği ne de yeterliliği vardır. Myanmar ordusu üzerindeki en büyük kısıtlama son 30 yıldır modern yabancı ordularla neredeyse hiçbir münasebetinin olmayışıdır. Yine insan hakları ihlalleri neticesinde 90’lı yıllarında başında uygulamaya alınan yaptırımlar nedeniyle devlet ordusunu profesyonelleştirememiş, modern anti-terör teknikleri öğrenilememiş ve askeri teknolojinin ilerlemesinin getirdiği faydalardan yararlanılamamıştır.

"Güvenlik zaafiyeti üretiyor"

Myanmar devletinin kendi faaliyetlerinin doğurduğu güvenlik zafiyetinin etkileri ülkenin sınırlarında durmamakta hatta tam aksine bölge genelinde güven ve istikrar sorunlarının yeni tohumlarını ekmektedir. Bangladeş’teki mülteci kamplarının istisnasız tümü emniyet, temizlik, şiddet, sağlık hizmeti ve eğitim hususlarında feci vaziyette olup mültecilerin geleceğine dair nihai bir strateji var olmadığı için de bu insanların hayatları adeta arafta kalmıştır. Bu kampların sadece varlığı dahi tüm komşu bölgeleri istikrarsızlaştırmaktadır. Geride kalan Rohingyalara karşı devam eden mezalimin haberleri yurtlarından kaçan insanları radikalleşmeye açık hale getirmektedir. Yurtdışında yaşayan Rohingyalar geçmişte milletlerinin kendi vatanlarında gördüğü şiddetin tek çözümünün cihat etmek olduğu sık sık dile getirerek uluslararası terörizme ortam hazırladı. İnsan haklarının korunması ve terörizmle mücadele meseleleri üzerinde BM bünyesinde çalışan özel rapor birimleri, otoriteler tarafından insan haklarının ihlal edilmesinin insanları aşırıcı ideolojilere sürükleyerek devletin kendi güvenliğini hususunda olumsuz bir etki oluşturduğunu belgeleyen neşriyatlar hazırlamıştır.

Toprak güvenliğinin ötesinde Myanmar için ekonomik güvenlik hususunda da insan hakları ihlallerinin önemli bir etkisi mevcuttur. Bu ihlaller neticesinde ülkeye uygulanan yaptırımlar ekonomiyi felç etmekte ve potansiyel büyüme oranlarının çok gerisinde kalınmasına neden olmuştur. ABD’nin 2003’te yürürlüğe aldığı yaptırımlar neticesinde Myanmar’daki tekstil sektörünün Asya’daki diğer gelişmekte olan ülkelere nazaran nasıl geride kaldığı birçok bağımsız araştırma grubu tarafından belgelenmiştir. Bu vaka, geniş refah yaratabilecek ve büyümeye açık bir sektörün yaptırımlar neticesinde ne derece zarar görebileceğini ispatlamıştır. Daha geniş bir pencereden bakıldığında ise söz konusu yaptırımlar Myanmar’daki ABD yatırımlarını bitirdiği için ülkeye yeni teknolojiler, daha iyi çalışma koşulları ve küresel pazarlara erişim getirecek işbirliği fırsatlarından da yararlanılamamaktadır.

Misaller çoğaltılabilir ancak asıl mesele sabittir: Myanmar ordusu kendi insanına saldırıp zarar vererek kendi ulusal güvenliğini tehlikeye atmaktadır. Ordu liderlerinin kıt zekalı ulusal güvenlik anlayışı dünyanın birçok noktasındaki benzer anlayışlarla paraleldir. Asker ve sivil akıl arasında uygulanacak politikaların belirlenmesinde her zaman büyük bir ayrım vardır. Ordu ve savunma liderleri uluslararası insan hakları normlarının neler olduğunu bilmezler. Tüm insanların siyasi sisteme iştirak etmesine izin verilmesi ile etnik ve dini azınlıklara yönelik toplumsal şiddet ve ayrımcılığın engellenmesinin beraberinde getirdiği uzun vadeli avantajlar bir devletin ulusal güvenliği için hayati önem taşır. Ancak maalesef bu hakların muhafaza edilmesi resmi güvenlik yetkililerin yapacak listelerinde çoğu zaman çok aşağılarda olmakta ve hak ettiği ehemmiyeti görmemektedir. Kadınlar ile etnik ve dini azınlıklar güvenlik politikaları hazırlanırken tamamen göz ardı edildiği için uzun vadeli ve çözülmesi zor çatışmalar körüklenmektedir. İlaveten, ne zaman bir devlet, mali kalkınma ve güvenlik hususlarında sorun yaşasa hükümetler azınlıkları günah keçisi olarak ilan edip kendi beceriksizliklerini saklama yöntemini uygular. Ulusal güvenlik algıları çoğu zaman insan hakları hassasiyetini ortadan kaldırır ve bu öngörü zafiyeti toplum içinde itaatsizliğe yol açarak nihai manada ulusal güvenliği kötü yönde etkiler.

Bu yazı toplam 5865 defa okunmuştur
Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Yorumların her türlü cezai ve hukuki sorumluluğu yazan kişiye aittir. Mepa News, yapılan yorumlardan sorumlu değildir. Her bir yorum 600 karakterle (boşluklu) sınırlıdır.
Foreign Policy Arşivi