Maximilian Hess

Maximilian Hess

Ekonomik savaşın 100 günü: Batı Rusya'ya karşı kazanabilir mi?

Ekonomik savaşın 100 günü: Batı Rusya'ya karşı kazanabilir mi?

Rusya’nın Ukrayna’ya yönelik açtığı savaşın ekonomik hayat damarlarını kesebilmesi için Batının havuç-sopa yaklaşımını uygulaması gerekmektedir.

Ukraynalılar tam 100 gündür acımasız bir Rus işgaline karşı direnmektedir; her ne kadar yalnız savaşıyor olsalar da finansal olarak Batı tarafından destek görüyorlar.

ABD Senatosu kısa zaman önce iki partinin de desteği ile 15 milyar doları Ukrayna silahlı kuvvetlerine olmak üzere toplam 40 milyar dolarlık bir yardım paketinin ülkeye gönderilmesine karar verdi. Bu karar, Rusya ile devam eden savaşın jeo-ekonomik cephesinin yeniden gündeme getirdi.

Fakat tüm bu hamlelere rağmen Rusya’nın ekonomisi hala yıkılmadı. Hidrokarbon fiyatlarının rekor seviyelerde seyretmesi ve Avrupalıların hala Rus gazı satın alması Rusya’yı ekonomik bir çöküşten kurtararak şu ana kadar binlerce sivilin yaşamına mal olan ve Ukrayna’nın çoğunu yıkan bu kanlı savaşın son hız devam etmesini sağlamaktadır.

Şu acı gerçekle yüzleşmemiz gerek ki Batının Rusya’ya karşı yürüttüğü ekonomik savaşın strateji ve taktiklerinin yeninden incelenmesi gerektiği için Ukraynalıların şu ana kadar çektiklerine ilaveten bu pervasız işgale, kanlı harekatlara ve ağza alınmayacak katliamlara en az bir 100 gün daha ve hatta daha uzun bir süre dayanması gerekmektedir.

Batının ekonomik cephedeki ana silahı en başından beri anahtar bankacılık bağlarının kesilmesi, Rus iş adamlarının dolar pazarına girişinin yasaklanması ve Rusya’nın savaş sandığının önemli bir kısmının dondurulması benzeri yaptırımlar oldu. Fakat Avrupa hala Rusya gazının tamamen yasaklanması hususunda artık kabak tadı veren bir tartışmaya devam etmektedir. Batı şu ana kadar Rus ekonomisini zayıflatmak amacıyla “arz-taraf stratejisi” olarak tanımlanabilecek bir yaklaşımı esas almışa benzemesine rağmen aynı zamanda böyle bir stratejinin beraberinde getireceği bedellerin kendine vereceği zararlar hususunda etkili bir plan oluşturmakta başarılı oldu.

Daha ağır yaptırımlar getirilmesi yönündeki çağrılar ve Rus menşeili tüm hidrokarbon ürünlerine ve bankacılık faaliyetlerine ambargo uygulanması ile bunun nasıl yapılacağı konularında yaşanan tartışmalar arttı. Bu tartışmalarda taraf olan herkes böylesi hamlelerin beraberinde getireceği maliyetlerin yüksek olacağının son derece farkındadır. Batılı halkların dikkatinin yavaş da olsa Ukrayna’daki savaştan uzaklaşmaya başlaması (ki Ukrayna bunun altından kalkamaz) Rusya’ya yönelik daha fazla yaptırımın uygulamaya alınması hususundaki kararlılık seviyesinin zayıflama riskini doğurdu.

Putin ise son derece açık bir şekilde Batı hangi yönde ilerlemeye karar verirse versin, Rusya kendi içine kapanmak zorunda kalsa da ve kendi halkı açlık çekse de askeri harcamalara öncelik vermeye devam edeceğini defalarca ifade etti.

Tüm bunlar, eğer Batı Ukrayna’daki yıkımı derhal sonlandırmak ve Rusya’nın hukuka aykırı hareketlerini cezalandırmak istiyorsa Kremlin rejimine yönelik yaptırımların sıkılaştırılmasının yanı sıra elindeki bu son derece etkili ekonomik savaş silahını daha zekice kullanmanın bir yolunu da bulmak zorundadır.

Savaşın ekonomik etkisinin bedellerini önceden doğru şekilde hesaplamak ve bu doğrultuda hazırlık yapmak hususunda başarısız olunması bugüne kadar yaptırımların etkinliğine zaten büyük bir zarar verdi. Hala getirilip getirilmeyeceği tartışılan yeni tur yaptırımların sonuçlarına yine gerektiği gibi hazırlanılmazsa bu durum yaşanan bu ekonomik savaşta Batının elini daha da güçsüzleştirecektir.

Eğer Avrupalı devletler, yeni getirilecek yaptırımlar nedeniyle zuhur edecek maliyetlerden halklarını korumak adına stratejiler geliştirmeden bu adımı atarsa bu durum Fransız Marine Le Pen’in, hidrokarbon yaptırımlarının enflasyon ve ekonomik yıkıma yol açabileceği söylemleri örneğinde olduğu gibi Avrupa’daki aşırı sağcıların Putin rejimine yönelik ekonomik direnişin yanlış olduğu fikri güç kazanacaktır.

Macaristan’daki Viktor Oban veya İtalya’daki Matteo Salvini gibi popülist sağcı politikacılar önümüze bir fırsat çıksa da yine Putin’in kollarına atlasak diye dövünmekte ve yeni yaptırımlarla birlikte ortaya çıkacak maliyetleri kullanarak halkı Rusya’nın ekonomik manada kontrol altına alınarak cezalandırılması için yürütülen Batılı faaliyetlere karşı kışkırtmak için fırsat kollamaktadır.

Bunların hiçbiri ‘Batının yaptırımların hafifleştirmesi gerek’ yaklaşımını haklı çıkarmaz. Tam aksine, Ukraynalılar hala ülkelerinin hayatta kalması için savaşmaya devam ederken ‘arz-taraf' faaliyetleri cephesinde tek bir karış geri çekilme olmamalıdır. Fakat Rusya’ya karşı yürütülen ekonomik savaşı idame ettirmek ve kazanmak için elzem siyasi desteği elde etmek için Batının bir ‘talep-taraf' stratejisi de belirlemesi gerekmektedir. Devlet yatırımları, uluslararası tedarik zinciri ve üretim iş birliği ile riskin getireceği maliyetlerin Batılı büyük devletler tarafından karşılanacağının taahhüt edilmesi Ukrayna’nın savaşmasına ve Putin’in savaş makinesinin ekonomik olarak iflas etmesine yardımcı olacaktır.

Batı dünyasının Rusya hususunda birçok ‘yumuşak karnı’ mevcuttur. Yunanistan’ın Ruslara yönelik gemi taşımacılığı yaptırımlarına iştirak etmemesi, Hollanda’nın Groningen’de daha fazla doğal gaz çıkartmayı reddetmesi ve Trump taraftarı Amerikalı sağcılardan ve hatta solculardan Ukrayna’ya daha fazla yardım gönderilmesi hususunda yükselen itirazlar bunlardan bazılarıdır.

Batı dünyası, Singapur ve İsviçre dahil olmak üzere yaptırımlar hususunda bir ittifak oluşturulması noktasında önemli başarılar kaydetmiş olsa da Rusların küresel tarım pazarlarına yönelik tehditleri nedeniyle risk altında olan ve geçmişteki Batı politikaların felaketlerle sonuçlanmasından usanan Küresel Güney bu yaptırımların arkasına tüm ağırlığını vermek hususunda tereddüt göstermektedir. Batı kurmuş olduğu bu ittifakın (yaptırım rejimi) başarı oranını arttırmak için daha fazla devletin desteğini elde etmek zorundadır. Bunu yapabilmek içinse yaptırımların olası maliyetlerinden sadece kendisini değil bu müttefiklerini de koruyacak stratejiler geliştirmelidir. Batının, Sırbistan örneğinde olduğu gibi ortada herhangi bir alternatif teklif yokken bu devletlerin Rusların doğal gaz teklifini reddetmesini beklemesi ahmaklıktır.

ABD Başkanı Joe Biden’ın Ukrayna yardım paketinin içeriğinin neredeyse dörtte biri savaşın Ukrayna ve üçüncü ülkeler üzerindeki ekonomik etkisinin hafifletilmesi için ayrılmıştır. Bu bir başlangıç olsa da yeterli değildir zira sadece Ukrayna’nın kendi sınırları içindeki yeniden inşa faturasının şimdiden yüz milyarlarca dolara ulaştığı tahmin edilmektedir. Bu sadece bir ‘yara bandı yaklaşımıdır’. Ancak Ukrayna’nın ihtiyacı olan şey Putin’in kopardığı kolun yerini doldurabilecek yeni bir kol yapılmasıdır. Bu hususta acele edilmelidir çünkü Putin’in Ukrayna’da başlattığı savaş aynı zamanda halihazırdaki dünya nizamına karşı da bir savaştır.

Birçok Batılı devlet daha şimdiden bazı ciddi adımlar atarak statükoyu koruma ve kendilerini gelecekteki olası Rus saldırılarına karşı korumak için harekete geçti. Birçok Avrupalı devlet bu doğrultuda savunma harcamalarını arttırdı ve hatta Almanya dahi borç miktarlarını sınırlayan anayasa ibaresini değiştirerek bu kervana katıldı.

Fakat Batılıların tecrübe ettiği bu yeni birlik havası günümüz küresel dünyasında tek başına yeterli değildir zira örnek olarak Hindistan, küresel fiyatların biraz altında bir maliyetle Rus petrolü satın almaktan son derece mutludur. Gözden kaçırılmaması gereken bir diğer nokta da şu ana kadar Rusya’ya direkt ekonomik yardım gönderme hususunda bir adım atmayan Pekin yönetiminin bu tavrının, savaşın devam etmesi ve Moskova’nın ABD liderliğindeki küresel nizama karşı birlikte hareket edilmesi teklifini yinelemesi halinde bir gün değişebileceğidir. 

Batının yaptırımlar meselesine yeni bir “neo-merkantalizm (ihracatın maksimize edilip ithalatın minimalize edilmesi üzerinden yürüyen ticari sistem)” anlayışı ile yaklaşması ve “devletlerin parasını ve gücünü idame ettirmeye yönelik stratejik ticaret korumacılığı ve diğer idari ekonomik faaliyet formlarını” benimsemesi gerekmektedir. Devam etmekte olan jeo-ekonomik savaşın doğası, Rusya devletinin parası ve gücünü ortadan kaldırırken aynı şeyin Batının veya Batı ile ittifak eden devletlerin başına gelmemesini sağlamak üzerine kuruludur.

Bu, nihai amacın liberalizmi ve küresel serbest ticareti sonlandırmak olması gerektiği anlamına gelmez fakat neo-merkantalist araçlar yine de Rusya’nın kendisi için uzun dönemde oluşturduğu varoluşsal tehlikeden korunması için kullanabilir ve kullanılmalıdır da.

Kalkınma Finansal Şirketinin (Development Financial Corporation – DFC) desteği altında sunulan, gelişim desteğini yeniden yapılandırma faaliyetlerine yönelik Amerikan girişimi örneğinde olduğu gibi neo-merkantalist bir yaklaşım için gereken temelin bir kısmı zaten hazırdır. Enerji Bakanlığının, piyasadaki belirsizliği kısıtlamak amacıyla müttefik devletlere güvenli tedarik taahhüt etmesi ve petrol opsiyonlarının bazısını satmayı teklif etmesi yine bu faaliyetler çerçevesinde değerlendirilebilir. Fakat tüm bu adımlar maalesef sınırlı kalmaktadır. Bu sınırlamayı, Amerikan Kongresi Biden’ın 40 milyar dolarlık Ukrayna paketini onaylamasına rağmen DFC’nin genişletilmesi yasa tasarısını reddetmesi örneğinde de görebiliriz.

Avrupa aslında daha doğrudan çözümler de ortaya koyabilir. Mesela, Hollanda’daki doğal gaz çıkarma faaliyetlerinin olası bir kapasite arttırımı nedeniyle artacak maliyetlerinin kamu desteği ile karşılanması bu tür bir öneri olabilir. Bu politika, yeni LPG istasyonları inşa edilmesinden çok daha hızlı şekilde uygulanabilir fakat yeni bir enerji tesisi inşa etmenin her ne olursa olsun önemli miktarda devlet desteği gerektireceği atlanmamalıdır. Avrupalı ihracat kredisi kuruluşları bu savaşta üzerlerine düşeni yaparak gelişmekte olan ülkelerin Rusya’ya karşı uygulanacak yaptırımlara iştirak etmeleri için bu ülkelere cazip finans teklifleri götürüp önemli bir aktör haline gelmelidir.

Bu yaklaşımın gözden kaçırılmaması gereken bir başlığı da küresel gıda sistemindeki eşitsizlik, kırılganlık ve birbirine bağlılık, Rusya’nın Ukrayna limanlarına yönelik ablukasının Küresel Güney devletleri açısından çok daha yıkıcı etkileri olacağının Batılı devletler tarafından anlaşıldığının hissettirilmesidir. Batılı bir deniz ticareti ve yardım planı ivedilikle hazırlanarak en kısa zamanda bu etkilerin en aza indirilmesi adına yürürlüğe konulmalıdır. Böyle bir girişim Putin’in kendilerine her an ihanet edebilecek olmasını bir tehdit olarak gören devletlerin Batı ile ittifak kurma süreçlerinde Batılı devletlerin güvenilirliğini de arttıracaktır.

Son olarak, ABD kendi elinde hiç kimsenin sahip olmadığı bir jeo-ekonomik sopa (federal rezervin swap hatları) tuttuğunu hatırlamalıdır. Bu denli bir desteğin sadece belirlenen devletlere sunulması en azılı Batı düşmanlarını dahi Rusya’ya yönelik yaptırımlara iştirak etmeye ikna etmeye yeterli olabilir zira bu devletler elde edecekleri ekonomi ve kur istikrarını birçok şeyin üstünde tutacaktır.

Batının Rusya’ya yönelik jeo-ekonomik savaşındaki ‘Talep-taraf' politikaları havuç iken ‘arz-taraf’ politikaları ise sopa olmalıdır. Bu politikalar, yeni ekonomik harekatların odak noktası olmalıdır zira bu politikalar uygulanmazsa bu savaş çok daha pahalıya mal olacak ve kazanılması zorlaşacaktır.


Al Jazeera için kaleme alınan bu görüş yazısı Mepa News okurları için Türkçeleştirilmiştir. Yazıdaki ifadeler Mepa News'in editöryel politikasını yansıtmayabilir.

Bu yazı toplam 3249 defa okunmuştur
Önceki ve Sonraki Yazılar
Maximilian Hess Arşivi