Madawi al-Rasheed

Madawi al-Rasheed

Joe Biden'ın Suudi Arabistan politikası nasıl olacak?

Joe Biden'ın Suudi Arabistan politikası nasıl olacak?

Suudi Arabistan’ın otoriter hükümdarlarının uluslararası kamuoyu tarafından denetlenmesinde ABD’nin oynadığı rol son derece büyüktür.

Arap dünyasının kötümser cenahı, Joe Biden’ın 2020 seçimlerinde elde ettiği başarının, bölgenin başına bela olan meseleleri ıskalayan Amerikan yaklaşımının sadece yeni bir safhasını başlatacağına inanmaktadır.

Bir sonraki ABD başkanının eline, kendi vatandaşları için kutsal olarak gördüğü temel hak ve değerleri, liderleri oldukları ülkelerde kontrolü altındaki insanlara çok gören otokrat rejimleri destekleme ve el üstünde tutma merkezli Amerikan dış politikasının gidişatını değiştirmek için büyük bir fırsat vardır. Trump’ın Beyaz Saray’da geçirdiği süre zarfında bu değerlerin tehdit altına girdiği bir dönemin ardından Biden hem dahili hem de harici arenada açılan yaraların sarılması gibi devasa bir görev ile karşı karşıyadır.

Biden liderliğindeki ABD, kendi vatandaşlarının güvenliğini zedeleyen ve sınır dışı faaliyetleri ile güç gösterisi yaparak özellikle Yemen başta olmak üzere tüm bölgede kan akmasına ve kaosa neden olan Suudi rejiminin arkasında duran en anahtar etken olmayı terk etmelidir. Suudi Arabistan sathında cereyan eden özgürlük arayışını herhangi bir dış gücün sonsuza dek durdurması mümkün değildir ancak, özellikle ABD, bölgedeki otoriter liderleri uluslararası denetime karşı korumaktadır. Bunun en iyi örneği ise, iki yıl önce öldürülen, MEE ve Washington Post muhabiri Cemal Kaşıkçı’nın katillerinin Başkan Donald Trump tarafından inatla korunmasıdır.

Biden’ın elinde, ABD istihbarat servislerinin Kaşıkçı cinayeti ile alakalı raporlarını halka açarak, açık bir şekilde yaşananlar için adalet talep etmek için bulunmaz bir fırsat vardır. Bu hamle, demokrasi ve hukukun üstünlüğü hususunda sadece konuşmayıp, bu ilkeler doğrultusunda gerektiğinde sınırları dışında da harekete geçebilen bir ABD imajının tazelenmesi yönünde atılan ilk adım olabilir.

Biden, Suudi Arabistan ile gelecekte kurulacak bir ortaklığın ön şartı olarak Riyad yönetiminden, kendi vatandaşlarının insan haklarına ile konuşma özgürlüğüne saygı duyacağına ve içi boş olmayan samimi siyasi değişiklikler yapacağına dair söz vermesini talep etmelidir. Her ne kadar Amerikalılar kendi başlarındaki olası bir otokrattan kurtulmuş olsalar da Suudilerin eline henüz böyle bir fırsat geçmedi.

Veliaht Prensi Muhammed bin Selman’ın konuşma özgürlüğünü adeta kaldırması nedeniyle Suudi zindanları siyasi görüşleri nedeniyle hapse atılanlarla dolup taşmaktadır. Suudi vatandaşların hapistekilerin salınması için herhangi bir baskı oluşturacak vaziyette olmadığı halihazırdaki ortamda Biden, üzerine düşeni hızlı bir şekilde yaparak zindanlarda çürümekte olan feministler, entelektüeller ve aktivistlerin özgürlüğü için Muhammed bin Selman’a baskı yapmalıdır. Bu tür bir girişim sadece Suudi halkın yeniden desteğini kazanmakla kalmayıp aynı zamanda ABD’nin küresel çapta bir konuşma özgürlüğü savunucusu olduğuna dair imajını tazeleyecektir.

Radikallik yuvası

Biden şunu bilmelidir ki diktatörlük, istikrar ve güven ortamının idame ettirilmesi için ideal yönetim şekli olmayıp, sadece hâkim olduğu toprakları radikallik, kaos ve devrim yuvasına çeviren bir uygulamadır. ABD geçmişte, Suudi ortaklarının şemsiyesi altında güç kazanan terörizm ve radikalliği kendi topraklarında tecrübe etti.

ABD'nin, Arap ortaklarının diktatörlüklerinin sağladığı kısa vadeli istikrarın, sonuçları en nihayetinde Amerikan topraklarında hissedilecek bir felakete ortam hazırladığını fark etmesi kendi milli çıkarları açısından önemlidir. Biden, ABD’yi korumak ve onun dünya arenasındaki pozisyonunu tekrar canlandırmak için bir an önce selefinin, Amerikalıların en fazla önemsediği değeri olan özgürlüğü kendi halkına çok gören Suudi rejimine verdiği koşulsuz desteği yeniden değerlendirmesi elzemdir.

Suudi rejiminin, çoğunluğu ABD tarafından tedarik edilen askeri kapasitesinin sınırlandırılması, beş yıldır savaşın devam ettiği Yemen’i sadece mutlak çöküşten kurtarmakla kalmayacak aynı zamanda bu ülkenin, etkileri bölge dışına taşması kesin bir terörizm yuvası olmasını da engelleyecektir.

Biden, 2011 yılındaki Arap Baharı gösterilerini bastırarak otoriter yönetim şeklini muhafaza eden Suudi Arabistan’ın devrim karşıtı önlemlerini zayıflatarak bu ülkenin Arap dünyasını istikrarsızlaştırmasını engellemelidir. Aradan geçen on yıldan sonra, demokratikleşme dalgasının kurbanlarının hak ettikleri itibarı görmesi sağlanmalı, Mısır’da olduğu gibi askeri cunta rejimlerini insanların başına bela edenler de ifşa edilmelidir.

Biden, ABD’nin Arap dünyasında demokrasinin yayılması hususunda kararlı olduğunu bir kez daha teyit etmesi ve şeref, özgürlük ve adaletten sapan rejimlerden kendini soyutlayacağını ispat etmesi için doğru adımları atmalıdır.

Tarafsız bir arabulucu

Biden’ın elinde çok sıcak iki meseleye dair harekete geçmek için fırsat vardır. İlk olarak, Arap dünyasının Suudi Arabistan ve İran taraftarları olmak üzere kutuplaşmasını engelleyebilir. Böylelikle, Suudi Arabistan karşı çıksa dahi İran ile nükleer programı hususunda pazarlıklara geri dönülebilir. Bu durumda Suudi Arabistan’ın saldırgan söylemlerini terk ederek İran ile masaya oturmaktan başka çaresi kalmaz.

Biden şunu bilmelidir ki, Suudi Arabistan tek başına ve hatta müttefiki İsrail ona yardım etse bile İran’a karşı bir savaştan galip çıkamaz. Gelecekte olası bir savaş halinde Suudilerin zafer için tek şansı Amerikan askerleri, teknolojisi ve silahlarıdır.

Burada kaçırılmaması gereken önemli nokta asıl meselenin bölgeye sadece daha fazla ölüm, mezhepsel ayrılık ve çatışma getirecek bir savaşta İran’ı yenmek değil barışı tesis etmektir. ABD, İran ile Suudi Arabistan arasında tarafız arabuluculuk yapmalı ve hala 1979 İran Devriminin travmasını atlatamamış bir partizan gibi davranmaktan vazgeçmelidir. İran ile savaş isteyen Suudi halk değil onların liderleridir.

İkinci olarak, eğer Biden Filistin-İsrail çatışması hususuna İsrail’in güvenliğini tehlikeye atmadan Filistinlilerin devlet olma hakkını yeniden tesis edecek bir şekilde yaklaşmazsa bugün devam eden Arap devletlerinin İsrail ile yürüttüğü ikili normalleşme süreçleri gelecekte safi enerji ve kaynak israfından öteye gitmeyecektir.

Filistin trajedisi Riyad’da değil Kudüs’te çözülür. Suudilerin veliaht prensi İsrail ile olan ilişkisini normalleştirse dahi Filistinlilerin kendi topraklarında egemenlik hususundaki tarihi hakları onlara verilmeden Arap dünyasında kalıcı bir barış tesis edilmesi imkansızdır.

Daha iyi bir gelecek

Biden’ı selefinin politikalarından vazgeçmeye doğru yönlendirecek anahtar etken, Amerikalıların, Suudilerin ve genel olarak Arapların daha iyi bir geleceği hak ettiği gerçeğini görmesidir.

Trump dört yıllık görev süresi boyunca, bölgedeki otoriter ortaklarına bağnaz, popülist, cani ve hain politikalarını uygulamaları adına açık çek vererek ABD’nin Arap dünyası nezdindeki imajına büyük zararlar verdi. Özellikle Suudi rejimi, Beyaz Saray’ın Trump döneminde bir bağnazlık makamına dönüşmesinden iyi nemalandı. Artık vakit, Biden’ın, ülkesinin bölgedeki hukuk tanımaz ortakları üzerinde baskı kurma vaktidir.

Tercüme: Mepa News

Bu yazı toplam 13826 defa okunmuştur
Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Yorumların her türlü cezai ve hukuki sorumluluğu yazan kişiye aittir. Mepa News, yapılan yorumlardan sorumlu değildir. Her bir yorum 600 karakterle (boşluklu) sınırlıdır.
Madawi al-Rasheed Arşivi