David Hearst

David Hearst

BAE-İsrail ittifakının hedefi İran değil Türkiye

BAE-İsrail ittifakının hedefi İran değil Türkiye

İngiliz Middle East Eye (MEE) Genel Yayın Yönetmeni David Hearst, BAE, Bahreyn gibi Arap rejimlerinin İsrail ile normalleşmesinin, yaygın olarak inanıldığı gibi İran'ı değil Türkiye'yi hedef aldığını belirtti.

Hearst, MEE'de yayınlanan makalesinde, "BAE-İsrail ittifakının hedefi İran değil, Türkiye'dir" dedi.

Hearst, Türkiye'nin bölgedeki nüfuzunun, Körfez yöneticileri nezdinde tehdit haline geldiğine işaret etti.

İlgili makale Mepa News okurları için Türkçeleştirildi:

BAE-İsrail ittifakının amaçlanan hedefi İran değil, bölgedeki etkisi Körfez yöneticileri için bir tehdit haline gelen Türkiye'dir.''

Birleşik Arap Emirlikleri'nin (BAE) İsrail'i tanıyacağının açıklanmasından aylar önce, -ki böylece normalleşmenin, Filistinliler devletlerine ulaşana kadar gerçekleşmemesini öngören statüko atlanacaktı- analistler ABD Başkanı Donald Trump'ın açıkladığı "Yüzyılın Anlaşması" konusunda şaşkınlardı.

Kendi kendilerine sordular: ''ABD başkanı neden tüm bu enerjiyi Filistinli liderler tarafından boykot edilen, Arap ülkeleri tarafından reddedilen ve hiç başarılı olamayacak bir anlaşmaya yatırıyor?'' Sonrasında Abu Dabi tarafından yapılan duyuru, sorularına cevap olmayacaktı.

Trump, damadı Jared Kushner ile birlikte bölgedeki diğer ülkelerin İsrail ile ilişkilerini normalleştirmesini sağlamak için mücadele etti.

Şimdiye kadar Bahreyn, Sırbistan ve Kosova anlaşmaya yetişeceklerini söylediler. Kushnet, büyük ve yoğun nüfuslu ülkelere gelince ise reddedildi. Bu çaba Suudi Arabistan Krallığı, Sudan, Umman ve hatta Ürdün tarafından tam olarak desteklenmedi.

Beyaz Saray’ın yürüttüğü tüm çabalar, önümüzdeki hafta Trump’ın, tarihi olmasını istediği bir kutlamada İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu ile iki küçük Arap devleti liderlerinin yalnızca el sıkışacağı gerçeğini gizlemekte başarılı olmayacak.

İlk göz kırpan Trump

Filistinliler hiçbir şekilde bu anlaşmanın amaçlanan hedefi olmasaydı, kim olurdu? Kushner'in amacı, Büyük İsrail'i yeryüzünde kalıcı bir gerçeklik olarak kurmak olan ''Ulusal Yahudi dini'' talebini yerine getirmektir.

Peki BAE-İsrail ittifakının neyi koruması gerekiyor? (Amacı ne?) İsrail, uzun zamandır Arap diplomatlara İran'ı artık askeri bir tehdit olarak görmediğini söylüyor. Nitekim Mossad başkanı Yossi Cohen, Arap yetkililere İran'ın kontrol altına alındığını söylemişti.

İran'la neredeyse askeri bir çatışmaya giren de Trump'tı, ardından ilk göz kırpan da.

Bu, (göz kırpma) İran'ın Ocak ayında Bağdat'ta bir insansız hava aracı saldırısında İranlı General Kasım Süleymani'nin öldürülmesinin intikamını almak için Irak'taki ABD güçlerine füze attığı zamandı.

İsrail savaş uçakları Suriye ve Lübnan'da hala bu teoriyi test ediyor ve İran hedeflerine saldırıyorlar. Saldırılara ne Tahran ne de Hizbullah tarafından istisnalar dışında hiçbir yanıt verilmemesi bu saldırıların 'cezasız' kalacağına dair güvence veriyor.

Trump'a gelince, buna tepkisi Körfez'de kurduğu vuruş gücünü ortadan kaldırmak oldu. Ortaya çıkan bu ittifakın hedefi İran değilse, o zaman kim?

Türkler geliyor

Cevap, bu hafta Arap Ligi'nde bir araya gelen Arap liderlerin özenle seçilmiş bir dizi açıklamasında geldi.

Arap dünyasını tehdit eden 'yeni yabancı işgalcinin' Persler değil, Ruslar bile değil asıl Türkler olduğunu ilan ettiler.

Sanki hepsi tek bir anahtarla çalışıyorlarmış gibi Lübnan'dan Mısır'a kadar uzanan kıyı şeridindeki herkes, bölgede Osmanlı hâkimiyetini yeniden canlandırmak istediğini iddia ettikleri kuzey komşusuna (Türkiye) seferberlik çağrısında bulundu.

Arap Ligi önünde konuşan BAE Dışişleri Bakanı Enver Gargaş, "Türkiye'nin Arap ülkelerinin içişlerine müdahalesi bölgeye yönelik olumsuz müdahalenin açık bir örneğidir." ifadelerini kullandı

gargash-2018-afp.jpg

BAE Dışişleri Bakanı Enver Gardaş (2018)

Gargaş, Türkiye'yi, ilgili uluslararası yasa ve sözleşmeleri, devletlerin egemenliğini açıkça ihlal ettiğini belirterek Akdeniz sularındaki deniz trafiğinin güvenliğini tehdit etmekle suçladı.

Düşmanı tanımla

Gargaş'ı, Mısır Dışişleri Bakanı Samih Şukri, ''Pek çok Arap ülkesindeki Türk müdahaleleri, Arap ulusal güvenliğine yönelik en önemli tehdidi temsil ediyor.'' açıklamalarıyla takip etti.

Şukri konuşmasına ''Mısır, özellikle Kuzey Irak, Suriye ve Libya'da belirgin olan Türkiye'nin emelleri karşısında boş durmayacaktır.'' cümlelerini ekledi.

Ankara, geçtiğimiz hafta Türkiye aleyhine yapılan açıklama festivaline cevapsız kalmadı. Üst düzey bir Türk hükümeti kaynağı bunu ABD'deki Hıristiyan Siyonist misyoner ittifakına benzetti.

İsminin açıklanmasını istemeyen yetkili, "Birleşik Arap Emirlikleri, operasyonel seviyede Türkiye'yi tecrit etme görevine liderlik etmeye devam ediyor" dedi.

Yetkili, ''Bu stratejinin arkasında olanlar İsrail ve İsrail yanlısı lobiye yakın bazı Amerikalı politikacılar olsa bile, bu çabayı finanse eden BAE'dir. Onlar her zaman Türkiye karşıtı bir ittifak kurma çabalarının parçası oldular.'' ifadelerini kullandı.

Türk Kuralları

İroni şu ki, Arap Ligi'nin normalleşme karşıtı alt komitesi hâlâ yerinde ve hâlâ ''İsrail ile barış için toprak'' ilkesine bağlılığını sürdürmekle görevli.

Ancak bu alt komite göz ardı edildi, çünkü İsrail artık Arap Birliği'nin değil, Türkiye'nin düşmanı.

The Jordan Times gazetesi, “Türk kuvvetleri ve Ankara'nın desteklediği milisler, üç Arap ülkesinde faaliyet gösteriyor: Libya, Suriye ve Irak. Bu, Arap dünyasının ve uluslararası toplumun fark etmesi ve yanıt vermesi gereken jeopolitik bir gerçekliktir. Nitekim Türkiye'nin bu ülkelerdeki mekansal, siyasi ve ekonomik hedefleri Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan da dahil olmak üzere üst düzey Türk liderler tarafından açıklanıyor. Türkiye'nin şu anda Katar, Libya, Somali, Kuzey Kıbrıs, Suriye ve Irak'ta askeri üsleri var, hepsi meşru hükümetlerin onayıyla değil.'' açıklamasında bulundu.

Macron'un Kampanyası

Türkiye'yi Doğu Akdeniz bölgesinde yeni suçlu ve kanun kaçağı ilan etmeyi amaçlayan bu kampanyaya başka yabancı aktörler de katılıyor.

Cumhurbaşkanı Macron, Fransa'nın retorik kanatlarını daha fazla yaymak için Beyrut'a yaptığı son ziyaretlerden yararlandı.

Macron, Lübnan'ın zarar gören başkentine yaptığı ilk ziyarette, "Fransa rolünü oynamazsa İranlılar, Türkler ve Suudiler Lübnan'ın iç işlerine müdahale edecekler. Çünkü bu güçlerin ekonomik ve jeopolitik çıkarları büyük olasılıkla Lübnan'ın çıkarlarına zarar verecektir." açıklamasında bulunmuştu.

Bundan sonra Macron, Iraklı bir yetkilinin aktardığına göre Türkiye'ye açık atıflar içeren "egemenlik girişimi" olarak adlandırdığı şeyi başlattığı Bağdat'a uçtu.

Haziran ayında Ankara, Kuzey Irak'taki Kürt isyancılara karşı sınırdan bir hava ve kara harekatı başlatırken Bağdat hükümeti bu girişime kızmış ve bunu Irak topraklarının ihlali olarak nitelendirmişti.

Bu arada Fransız savaş gemileri, petrol arama konusunda çıkan anlaşmazlığın ortasında Türkiye'nin deniz sınırlarını ihlal ettiğini düşündüğü Kıbrıs yakınlarında Yunanlılarla ortak manevralara katıldı.

Macron bu hafta Korsika'da düzenlenen zirveden önce "Türkiye artık bu bölgede ortak değil" diyerek Avrupalıların, ''Erdoğan hükümetinin kabul edilemez davranışları'' konusunda açık ve kararlı olmaları gerektiğini belirtti. Macron, Avrupalıların Türkiye ile kırmızı çizgiler çizmesi gerektiğini de sözlerine ekledi.

Türk birliği

Macron, sorununun Türklerle değil Erdoğan'da olduğu konusunda ısrar ediyor.

Ancak bu yöntem daha önce denendi ve başarısız oldu. Asıl sorun, Libya'da BAE destekli güçlerle yüzleşmesi veya Kudüs'te Filistin haklarına bağlı kalması ya da Irak'taki PKK bölgelerinin bombalanmasını emretmesi ya da Suriye'de Devlet Başkanı Beşar Esed'in güçlerini hedef almasıdır.

Erdoğan, bu hususta Türk ordusunun ve Türkiye'deki tüm büyük siyasi partilerin tam desteğini alıyor.

Bununla birlikte, bu destek düzenli veya istikrarlı bir durumda değil. Türk kuvvetlerini Libya ve Suriye'ye itme kararının akıllıca olup olmadığı konusunda yerel olarak şüphelerini dile getirenler var. Ancak bu itirazlar, Türk ordusu ve insansız hava araçları, ağırlığını kanıtladıktan kısa bir süre sonra azaldı.

Erdoğan'ın muhaliflerinin birçoğu, ''Devlet memurlarının ve ordu içindekilerin devam eden tasfiyelerine, gazetecilerin rutin şekilde tutuklanmasına, gazetelerin ve üniversitelerin kapatılmasına ve cumhurbaşkanlığının meclise boyun eğdirme çabalarına'' eleştiri getirmenin yanında ne olursa olsun özellikle Doğu Akdeniz atılımı ve dış politika açısından bir ulusal lideri olarak Erdoğan'ın arkasında duruyorlar.

Örneğin biri var ki partisi, Erdoğan'ın muhafazakar İslamcı tabanını zayıflatma çabaları diğer tüm Türk siyasetçilerden ağır basıyor:

Uluslararası müzakerelerde kapsamlı deneyime sahip eski bir başbakan olan Ahmet Davutoğlu: "Macron sınırlarına sadık kalmalı ve Türkiye'ye ve cumhurbaşkanına hakaret etmeyi bırakmalı." dedi.

Davutoğlu, "Macron'un sömürge zihniyetini ortaya koyan ve Türkiye'nin demokrasisini ve halkının özgür iradesini görmezden gelen küstah açıklamalarını şiddetle kınıyorum." şeklinde ekledi.

Macron, yeni kampanyasını başlatması sonrası birçok sorunla karşı karşıya. Birincisi, çabaları ne olursa olsun Kuzey Afrika ve Lübnan'daki Fransız sömürgeciliğinin tarihinden kurtulma konusundaki yetersizliğidir.

İkincisi, Erdoğan'ı "İslami faşizm" dediği şeyle özdeşleştirme girişimi, Türkiye'deki laik derin devletin cumhurbaşkanının projesiyle bütünleşmesi duvarına çarpıyor.

Bu bağlamda, 1974'te Kuzey Kıbrıs'ın işgal emrini veren hükümetin, bunu Yunan darbesinden sonra Türk ordusuna dikte ederek yaptığı belirtiliyor.

Ankara ile yüzleşmek

Şu anda Türkiye neyle karşı karşıya? Erdoğan, cumhurbaşkanı rolüyle ilgili tüm yerel çekincelere rağmen Türkiye'yi, Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin ile müzakere masasındaki yerini kaybetmeden gelişmiş silahlı kuvvetleri aracılığıyla hem Suriye hem de Libya'daki Rus güçleriyle karşı karşıya gelebilecek bağımsız bir ülke olarak kurdu.

Türkiye’nin ekonomisi Suudi Arabistan ekonomisine eşdeğer, ancak ordusu kendi kendine yeterli. Türkiye ayrıca İsrail ve ABD'nin bunları tedarik etmeyi reddetmesi sonrası yüksek teknolojili insansız hava araçları üretmeye başladı. Belki bugün insanlar bunu unuttu ancak Türk kaynaklarına göre İsrail uçakları, bir zamanlar İsrail hava sahasının sınırlı olması nedeniyle Türk hava sahalarını kullanarak eğitim görüyordu.

58019.jpg

Antalya açıklarında demirleyen Oruç Reis (13 Eylül 2020)

Türkiye'nin Karadeniz'de gaz keşfetmesiyle birlikte Türk şirketleri, gaz sahalarını geliştirmeye ve yerel pazar ihtiyaçlarını karşılayabilecek teknolojiye sahip. -İngiliz, İtalyan ve Amerikan şirketlerine güvenerek doğalgaz sahalarından çıkan gelirin yalnızca bir kısmını elde eden  Mısır gibi değil-

2016'da (BAE tarafından finanse edilen) darbe girişimi sırasında ağır silahlı askerlerle karşı karşıya kaldıklarında Türkler onlarla gururla savaştı.

Bütün bunlar, Batılı politikacıları başka bir düşman oluşturmadan ve bölgede başka bir çatışmayı ateşlemeden önce biraz düşünmeye itmeli. Zira artık bu gündemin nereden kaynaklandığına dair hiçbir şüphe yok: Kıbrıs'ta hiçbir işi veya çıkarı olmayan İsrail ve Körfez ülkeleri!

Tehlikeli macera

İsrail, yasadışı olarak işgal ettiği topraklarda kendi sınırlarını çizmek olan temel amacını baltalamaya çalışanlara müsamaha göstermiyor. Nitekim İsrail Askeri İstihbarat Dairesi 2020 istihbarat değerlendirmesinin bir parçası olarak, İsrail'in ulusal güvenliğini tehdit eden örgütler ve ülkeler listesine Türkiye'yi de dahil etti.

Ancak değerlendirmede iki ülke arasında askeri bir çatışma çıkması olasılığı uzak kaldı.

BAE ve Suudi Arabistan'daki totaliter ve suç rejimlerine gelince, bu tür endişeleri yok.

Korktukları tek şey, Tükiye'nin kendi halkları üzerinde ''Sünnilerin lideri'' misali etkisidir. Savaş, Arap dünyasında Sünnilere liderlik edenlerin etrafında döner. Suudi Arabistan’ın bu liderlik hakkı iddiası çöktü. İsrail ile ilişkilerini normalleştirdikten sonra bu konudaki durumu çok daha kötü olacak.

Fransa, Ortadoğu'da yeni bir çatışmayı ateşleyecek ne cesarete ne de metanete sahip. Fransa'nın lideri, kendi ülkesinde şimdiye kadarki en az popüler cumhurbaşkanı.

Diğer Batı ülkeleri gibi Fransa da bir iç bölünme yaşıyor. Kovid-19 salgını ve Brexit bölünmesi Britanya'yı rahatsız ettiği derecede inatçı sağın yükselişiyle sonuçlandı. Macron, Tony Blair, George W. Bush, David Cameron ve Nicolas Sarkozy'nin tüm deneyimlerinden bir ders çıkarabilir ve kendisini yabancı maceralardan uzaklaştırabilir. Ama devam etmekte ısrar ederse, sonu korkunç olacaktır.

Bu yazı toplam 12425 defa okunmuştur
Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Yorumların her türlü cezai ve hukuki sorumluluğu yazan kişiye aittir. Mepa News, yapılan yorumlardan sorumlu değildir. Her bir yorum 600 karakterle (boşluklu) sınırlıdır.
David Hearst Arşivi