David Hearst

David Hearst

Arap despotlarının İsrail'e karşı durmaması bir patlamayı körükleyebilir

Arap despotlarının İsrail'e karşı durmaması bir patlamayı körükleyebilir

Dünya Gazze'de, İsrail'in acımasız saldırılarında hayatını kaybeden 24.000 Filistinliden çok daha fazlasını öldürebilecek bir kıtlığın ortaya çıkışını izliyor.

Geçtiğimiz ay Gazze nüfusunun yüzde 90'ından fazlasının üçüncü aşama ya da kriz seviyesi olarak sınıflandırılan yüksek düzeyde akut gıda yetersizliği ile karşı karşıya olduğu tahmin ediliyordu. Bunların yüzde 40'ından fazlası acil durum (4. Aşama), yüzde 15'inden fazlası ise beşinci ve son aşama olan felaket durumundaydı.

Kıtlığın önümüzdeki haftalarda hızla gelişeceği tahmin ediliyor. Şubat ayı başlarında, eğer hiçbir değişiklik olmazsa, Gazze nüfusunun tamamının kriz aşamasında, yarısının acil durum aşamasında ve yarım milyondan fazla insanın da felaket aşamasında olacağı ve ailelerin aşırı gıda eksikliği, açlık ve bitkinlik yaşayacağı tahmin ediliyor.

Bu tahminler, Batı medyası tarafından "Hamas'a bağlı" olduğu gerekçesiyle toplu olarak reddedilen Filistin Sağlık Bakanlığı'nın değil, BM kuruluşları ve STK'ların verilerine dayanan Entegre Gıda Güvenliği Aşama Sınıflandırması'nın (IPC) tahminleridir. Üç hafta önce IPC, Gazze'nin dünyada akut gıda güvensizliği ile karşı karşıya olan insanların en yüksek oranına sahip olacağı uyarısında bulunmuştu - ve öyle de oldu.

İsrail'in batılı destekçileri Dünya Gıda Programı, Unicef ve Dünya Sağlık Örgütü'nün "Hamas tarafından yönetildiğini" düşünmedikçe, Gazze'ye girişine izin verilen kamyonların kitlesel bir kıtlığı önlemek için gerekli olanın sadece bir kısmı olduğunu söylediklerinde onları giderek daha fazla dinlemek zorunda kalacaklar.

Elbette ABD, İngiltere ve Almanya Gazze'de insani bir felaketin gelişmesine seyirci kalmaktan çok daha fazlasını yapıyor. İsrail savaş makinesini bu savaşı sonsuza kadar sürdürecek araçlarla besleyerek bu felakete aktif olarak katkıda bulunmaya devam ediyorlar.

İyi hükümet kaynakları olan İsrail gazetesi Yediot Ahronoth, ABD'nin 7 Ekim'den bu yana İsrail’e 230 kargo uçağı ve 20 gemi dolusu top mermisi, zırhlı araç ve savaş teçhizatı gönderdiğini bildirdi.

"Ne yapılmalı?"

Bu düzeyde bir silah sevkiyatı, Washington'un iyi becerdiği Amerikan retoriğiyle çelişiyor. ABD Dışişleri Bakanı Antony Blinken İsviçre'nin Davos kentinde düzenlenen Dünya Ekonomik Forumu'ndaki performansıyla Oscar almalı.

New York Times köşe yazarı Thomas Friedman'ın Müslüman ve Hıristiyan hayatlarının Yahudi hayatlarından daha az değerli olup olmadığı sorusuna Blinken, duygudan çatlamış bir sesle yanıt verdi: "Hayır. Nokta. Benim için, sanırım birçoğumuz için Gazze'de her gün gördüklerimiz yürek burkucu. Masum erkekler, kadınlar ve çocuklar arasında gördüğümüz acılar yüreğimi parçalıyor. Asıl soru şu: Ne yapılmalı?"

Acil ateşkes çağrısı yapmaya ne dersiniz? ABD mermi ve bombalarının tedarikini durdurmaya ne dersiniz? Güney Afrika'nın bunun soykırım ya da en azından savaş suçu olduğu iddiasını desteklemeye ne dersiniz?

Haaretz'in 40'tan fazla ABD ve 20 İngiliz nakliye uçağı ile yedi ağır nakliye helikopterinin Tel Aviv'den 40 dakikalık uçuş mesafesindeki RAF Akrotiri’ye (İngiltere'nin Kıbrıs Adası'nda Kıbrıs Cumhuriyeti'nin bağımsızlığını tanımasından sonra elinde bulundurmaya devam ettiği askeri üs) indiğine dair haberinin ardından İngiliz araştırma sitesi Declassified'a göre, ABD silah ve teçhizatını taşıyan birçok uçuş Kıbrıs'taki İngiliz üssü Akrotiri'den geçti.

Almanya'nın da İsrail'e 10.000 adet 120 mm'lik hassas mühimmat göndermeyi düşündüğü ve bu talebi prensipte kabul ettiği bildiriliyor.

Bir şey söyleyip başka bir şey yapma konusunda Türkiye de İsrail'le gelişen ticaretini durdurmama konusunda aynı derecede kötü. Bir Türk filosunun açık denizde İsrail komandoları tarafından baskına uğradığı Mavi Marmara olayı sırasında bile ticaretin devam ettiğini söylemek yeterli değil.

Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın öfkesinin İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu'nun şahsına yönelik olduğunu ve bir bütün olarak İsrail'e karşı olmadığını söylemek de yeterli değil. Muhalefet lideri Benny Gantz da en az Netanyahu kadar Gazze'deki katliamın sorumluluğunu paylaşıyor.

Rusya'nın Ukrayna'ya saldırısı gibi İsrail'in Gazze'ye yönelik bombardımanı da o kadar yoğun ki sürekli olarak cephanesi tükenmek üzere. İsrail 100 gün içinde Gazze'ye neredeyse 30.000 bomba ve mermi attı ki bu rakam ABD'nin altı yıllık savaşta Irak'a attığının sekiz katı.

İsrail'in masum erkek, kadın ve çocukları kitlesel olarak katletmesinin önüne geçmek artık batı siyasetinde sol ya da sağ meselesi olmaktan çıkmıştır. Filistinliler için önemli olan tek ölçüye göre, ABD Başkanı Joe Biden, hem ABD hem de İngiltere'deki selefleri ve çağdaşlarının çoğu gibi Savaş Partisi'nin tam maaşlı bir üyesidir.

Mısır'ın en öndeki koltuğu

Ancak bu ülkelerin hiçbirinin İsrail ile sınırı yok. Sınırından birkaç santim ötede yaşanan kıtlığa seyirci kalan tek ülke Mısır.

Mısır'ın Gazze'ye yönelik son 16 yıldaki tüm dönemlerden çok daha acımasız olan mevcut kuşatmadaki sorumluluğu ise oldukça büyük. Gazeteciler Sendikası'nın Kahire'deki genel merkezinin önünde doğaçlama bir gösteri düzenleyen gazeteciler "Mısır kuşatmanın ortağıdır" derken haklıydılar.

"Siyonistler bizi kontrol ediyor... Arap kanı ucuz olduğu sürece, kahrolsun, kahrolsun herhangi bir başkan. [Nelson Mandela'nın torunları bunu yaptı. Ve biz korkaklık, utanç ve aşağılanma içindeyiz. Refah sınır kapısının açılmasını istiyoruz." diye slogan attı gazeteciler.

Aynı mesaj sınır tellerinde Mısır askerleriyle alay eden çocuklar tarafından da veriliyor: "Mısır'ın dünyanın annesi olduğunu söylüyorlar. Siz hiç çocuklarını yalnız bırakan bir anne gördünüz mü?... Hepsi gitti. Allah bize yeter." diyordu bir tanesi.

Bu arada Mısırlı yetkililer çelişkili rakamlar vermekten çekinmiyor. Mısır Sağlık Bakanı Halid Abdülgaffar geçen ayın sonlarında Mısır'ın yaklaşık iki düzine hastanede 20.000 yaralı Filistinliyi tedavi altına aldığını söyledi. Sadece iki hafta sonra Devlet Enformasyon Servisi Başkanı Diyaa Raşvan Mısır'ın 1.210 yaralı Filistinliyi kabul ettiğini açıkladı.

Gazze'de 60.000'den fazla Filistinli yaralandı ve bazıları ambulanslarda dışarı çıkmayı beklerken ölüyor. Bazen çıkış izni hasta öldükten sonra geliyor.

İsrail bölgedeki müttefiklerini yüzüstü bırakmaktan çekinmiyor. Geçen hafta Lahey'deki Dünya Mahkemesi'nde soykırım suçlamasına karşı kendini savunurken İsrail'in savunma ekibi Kahire'yi Gazze'ye insani yardım girişini engellemekle suçladı. Bu durum Mısır'ı utandırdı ve Raşvan bir açıklama yaparak Refah'ın İsrail'in kontrolü altında olduğunu söyledi.

Raşvan, İsrailli üst düzey yetkililerin savaşın başlamasından bu yana pek çok kez "Gazze Şeridi'ne başta yakıt olmak üzere yardım girişine izin vermeyeceklerini, çünkü bunun devletlerinin Gazze Şeridi'ne karşı yürüttüğü savaşın bir parçası olduğunu" teyit ettiklerini söyledi.

Mısır'ın resmi pozisyonu sınırın sadece kendi tarafını kontrol edebileceği yönünde. Aslında İsrail ile işbirliği bundan çok daha derinlere iniyor.

Karmakarışık tarih

Tarih boyunca Mısır'ın Gazze ve Filistin davasıyla ilişkisi karmaşık olmuştur. Arap dünyasının en kalabalık ülkesinin hala jeopolitik ağırlığa sahip olduğu bir dönemde, eski Başkan Cemal Abdünnasır'ın Cezayir'deki devrime verdiği destek devrimin başarısında kilit bir faktördü.

Eski Cumhurbaşkanı Hüsnü Mübarek Gazze'de karmaşık bir rol oynadı. Hamas'ın 2006 seçimlerindeki zaferinden sonra kuşatmanın inşa edilmesine yardımcı oldu ve Mübarek döneminde Mısır, İsrail'in ön izni olmadan Gazze'ye hiçbir şeyin giremeyeceğini kabul etti. Ancak aynı zamanda tüneller aracılığıyla ticaret devam etti. Mübarek yönetimindeki Mısır yer üstünde Gazze üzerindeki baskıyı artırdı, yer altında ise tüneller bir tahliye vanası oldu.

Ancak baskı çok arttığında ve 2008'de olduğu gibi çatışmalar patlak verdiğinde, o zaman İsrail Dışişleri Bakanı olan Tzipi Livni, bugün Arap Birliği Genel Sekreteri olan Mısırlı mevkidaşı Ahmed Ebul Gayt'ın yanında durarak İsrail'in Gazze'ye saldıracağını söyledi. Mısır'ın bu savaşa verdiği destek, üç yıl sonra Mübarek'i devirecek olan devrimin arkasındaki faktörlerden biriydi.

Ancak savaştan sonra Mübarek yönetimi tünellerin kuşatmanın bir sonucu olduğunu söyleyerek ve Gazze'ye silah ambargosunu kabul etmeyerek yine çark etti.

Gazze, Refah sınırını açık tutan ve daha sonraki bir savaşı durduran Müslüman Kardeşler lideri Muhammed Mursi döneminde en iyi zamanlarını yaşadı. Mursi'nin devrilmesi ve Savunma Bakanı Abdülfettah el Sisi'nin iktidara gelmesi Gazze için en karanlık zamanları beraberinde getirdi.

Sisi, sınırda bir tampon bölge oluşturmak için Refah'taki Mısırlı nüfusu zorla yerinden etmenin yanı sıra tünellere su basarak kuşatmayı sertleştirmek için elinden gelen her şeyi yaptı. Sisi döneminde İsrail sınır kapılarının önemi, Gazze'yi gıda, su ve mazot ile yaşam destek ünitesinde tutmanın birincil yolu olarak artmıştır.

Bu çok çalkantılı geçmişi yöneten iki faktör var. Birincisi Sisi yönetimindeki Mısır'ın jeopolitik düşüşü. Mısır artık en büyük komşuları için önemli değil. Sudan'daki iç savaşın ortasında, küçük Körfez ülkesi Birleşik Arap Emirlikleri daha büyük bir rol oynuyor. Mısır'ın Libya'nın kaderiyle de bir ilgisi kalmadı.

İkincisi, Sisi'nin Müslüman Kardeşler'den ve onun Mısır'daki doğal ve kalıcı meşruiyet iddiasından duyduğu içgüdüsel korku ki bu korku Arap Baharı'nın acımasızca bastırılmasıyla yakından ilişkili.

Eğer Sisi, İsrail'in Gazze'de etnik temizlik yapmasına izin vermeme konusunda sözünde samimiyse, Filistinlilerin parçalanmış topraklarında hayatta kalmalarına yardım etmekle yükümlüdür. Mısır, Gazze'nin gıda, su ve ilaç gibi temel ihtiyaçlarını ya sınır kapısından ya da deniz yoluyla temin etmek zorunda.

Hatta İslam İşbirliği Teşkilatı'ndan (İİT) diğer ülkeleri, Müttefiklerin 1948'de Berlin Ablukası'nı kırmak için yaptıkları türden bir hava ikmaline katılmaya davet edebilir. Böyle bir hava ikmali Batı'nın ikiyüzlülüğüne ve Gazze'deki açlık için döktüğü timsah gözyaşlarına meydan okuyacaktır. Elbette bu gerçekleşmeyecek çünkü Sisi gibi bir diktatörlük tek bir şeyi önemsiyor: Hayatta kalmayı.

Ancak Filistinlilerin hakları için verilen mücadele ile Mısır'daki demokrasi mücadelesi arasındaki bağ koparılamaz ve Sisi bunu çok iyi biliyor. Biri diğerine ilham veriyor, bu yüzden Mısır devleti bir avuç göstermelik mitingin ötesinde Filistinlilerle dayanışmanın kamusal alanda sergilenmesini engelliyor.

Elbette Mısır savaşı sona erdirmek için diplomatik bir rol oynuyor, ancak son üç aşamalı önerisi rehinelerin serbest bırakılmasına yönelikti. Mısır'ın İsrail'in Filistinlileri Gazze'den Sina'ya kitlesel olarak sürmesini engellediğini de kabul etmek gerekir. Ancak iki ülkenin birçok ortak noktası da var: İsrail gibi Sisi de Gazze'nin silahsızlandırılmasını ve Hamas'ın yok edilmesini istiyor.

Refah'taki insani yardım darboğazını aşmak için Mısır'ın sahada yaptıklarıyla hükümetin söyledikleri karşılaştırıldığında Sisi, Blinken'a bir tiyatrocu olarak taş çıkartacak cinsten.

Küresel bir dava olarak Filistin

Ancak en az bunun kadar önemli başka bir şey daha oluyor: Filistin, Küresel Güney tarafından resmen savunuluyor. Güney Afrika, Lahey'deki Uluslararası Adalet Divanı'nda soykırım davası açarak bu konuda öncülük etti.

Filistin, aynı zamanda, tıpkı Güney Afrika'da apartheid'a karşı mücadelede olduğu gibi, küresel bir dava olarak yeniden ortaya çıkıyor. Güney Afrika'nın avukat ekibinin oluşumu her şeyi anlatıyor: Çok etnikli, erkek, kadın, İrlandalı, İngiliz, Güney Afrikalı.

Grupta resmi olarak hiçbir Filistinli yoktu. Yine de duruşmanın sona ermesinden bir gün sonra 45 ülkede kitlesel gösteriler düzenlendi ancak Mısır, Suudi Arabistan ve hatta Cezayir'de hiçbir gösteri yapılmadı.

Ancak Mısır ve Körfez'in despotları bundan bir teselli payı çıkarmamalıdır. Arap Araştırma ve Politika Çalışmaları Merkezi'nin 16 ülkede 8.000 Arapla yaptığı son ankete katılanların yüzde 92'si Filistin davasının tüm Arapları ilgilendiren bir mesele olduğunu belirtmiştir.

Ankete katılan Arapların yaklaşık yüzde 90'ı, İngiltere ve diğer ülkelerde "terör örgütü" olarak yasaklanan Hamas'ın 7 Ekim saldırısını "meşru bir direniş operasyonu" ya da "biraz kusurlu ama meşru bir direniş operasyonu" olarak gördüklerini söyledi.

Ankete katılanların yüzde 89'u İsrail'i tanımayı reddetmiştir ki bu oran merkezin anket tarihindeki en yüksek orandır. Ankete katılan Arapların sadece yüzde 13'ü İsrail ile barışın mümkün olduğuna inandığını söylemiştir.

Suudilerin, Mısırlıların, Ürdünlülerin ve Iraklıların kalplerinde öfke kaynıyor ve bu eninde sonunda yüzeye çıkıp patlayacak. Mısır'ın sondan bir önceki Kralı I. Faruk tahttan feragat ederek, monarşi lağvedilmeden önce birkaç ay hüküm süren küçük oğlu Fud'u atadı ve 1948'deki Nekbe'yi (Büyük Felaket) desteklemenin bedelini ödedi.

Mısırlıların birkaç yıl sonra ordunun bir darbeyle yönetimi ele geçirmesine izin vermesinin nedenlerinden biri de budur.

Bugün öfkenin derecesi katlanarak artmaktadır.

Despotlar ne istediklerine dikkat etmelidir. İsrail'e karşı durma konusundaki derin isteksizlikleri yüzlerinde patlayabilir.


Middle East Eye için kaleme alınan bu görüş yazısı Mepa News okurları için Türkçeleştirilmiştir. Yazıda yer alan ifadeler Mepa News'in editöryel politikasını yansıtmayabilir.

Bu yazı toplam 2061 defa okunmuştur
Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Yorumların her türlü cezai ve hukuki sorumluluğu yazan kişiye aittir. Mepa News, yapılan yorumlardan sorumlu değildir. Her bir yorum 600 karakterle (boşluklu) sınırlıdır.
3 Yorum
David Hearst Arşivi