Hüdayinabit
"Ömer radiyallahu anh, Numan bin Mukarrin radiyallahu anh'ın ölümünü duyunca ağladı. Ve Saib bin Akra radiyallahu anh'tan cephede öldürülen Müslümanların adlarını sordu. O da 'Falan, falan ve falan' diyerek Müslümanların önde gelen şahsiyetlerinin adlarını verdi ve ekledi:
'Ölenler arasında başkaları da var ancak Mü'minlerin Emiri onları tanımaz.'
Ömer radiyallahu anh ağlamaya başladı ve şöyle söyledi:
'Mü'minlerin Emiri'nin onları tanımaması onlara ne zarar verir ki? Onları Allah tanıyor ve onlara şehidlik ikramında bulundu. Ömer'in kendilerini tanımasını ne yapsınlar?"
(İbn Kesir, el Bidaye ve'n Nihaye, Nihavend Savaşı konusu)
Türkçede yüzlerce yıldır kullanılan, Farsça ve Arapça kökenli olmasına rağmen dilimizin bir parçası olmuş, güzel bir kelime var: Hüdayinabit.
Bu kelime, Farsçada "İlahî, Allah tarafından" anlamına gelen "hüdayî" kelimesi ile, Arapçada "biten, bitki" anlamına gelen "nabit" kelimelerinin birleşmesiyle oluşmuş. "Doğrudan bir insan eli dokunmadan, kendiliğinden bitiveren, yetişen bitki" anlamına geliyor.
Yazının başlangıcında paylaştığım iktibas ile bu kelimenin arasında, ziyadesiyle hoşuma giden ve uzun süredir üzerinde durduğum bir bağlantı olduğunu düşünüyorum.
Günümüzde bir "görünme" çağında yaşıyoruz. Bu öyle bir çağ ki, insanların büyük bir kısmı neredeyse medyada görünmeyen bir kişinin zavallı olduğuna, ismi internette geçmeyen bir kişinin önemsiz olduğuna, kitaplarda yazıp okunmayan kimselerin yok olduğuna inanır durumda. Görmenin, görünmenin, konuşmanın ve konuşulmanın geçer akçe olduğu bir çağda yaşıyoruz. Kendiliğinden, doğal tabiatında büyüyen ve sessiz sedasız mücadelesine devam eden bir insan, bu çağ için yok hükmünde. Kimsenin yolunu, izini bilmediği bir dağ başında Allah yolunda savaşırken parçalanan bacağını kesmek için paslı bir testereye mecbur kalan, bu sebeple kısa bir süre içerisinde tetanoza yakalanıp iki büklüm bir şekilde canını Rabbine teslim eden bir Müslüman yok hükmünde. Var olabilmesi için bilinmesi, anlatılması, meşhur olması, karizmatik bulunması gerekiyor. Ancak yok sayılmaları bu şehidi ve onun gibi nice kahramanları yok yapmıyor. Tıpkı Ömer radiyallahu anh'ın tanımadığı Nihavend şehidleri gibi. Ancak Ömer radiyallahu anh, onların değerini takdir edecek ve onlar için gözyaşı dökecek kadar büyük bir insan iken, bizler bugün bu büyüklükten fersah fersah uzaktayız.
Bir belediye parkına insan eliyle dikilen ve bir iki hafta içerisinde solup giden, renkleri canlı ancak yapay duran çiçekler günümüz insanına daha sevimli ve daha önemli geliyor. Ancak kameraların lenslerinin ulaşmadığı dağlarda kendiliğinden, Allah azze ve celle'nin bir lütfu olarak bitiveren, insanların türlü hastalıklar için deva olarak kullandığı hüdayinabit bitkiler hiçbir ehemmiyet arz etmiyor.
Kıymetli okur, işte böyle bir çağda yaşıyoruz.
Gerçek, gerçekçi ve tabiî bir Müslümanın, bu çağın dayatmalarının zıddına giderek, görünmek ve bilinmek gibi bir derdi olmadan çabalaması gerektiğine can-ı gönülden inanıyorum.
İnsanın görünme ve bilinme gibi bir tasaya sahip olmasının, nihayetinde kendisini yoldan çıkaracak şeytanî bir tuzak olduğunu zannediyorum.
Şeytan insana, bilhassa bir Müslümana genellikle sağdan yaklaşır. "Bu çağda tanınarak, bilinerek iş yapmak, görünmek, medyayı çok iyi kullanmak gerek" diyebilir. İnsana görünmeyi, bilinmeyi hayırlı bir iş gibi telkin edebilir. Ardından büründüğü şöhret hali insanı tüketmeye, Müslümanlığının gerektirdiği şeyleri yapmasına mani olmaya başlar. Bu kez şeytan bir kez daha sağdan yaklaşır, "sen göz önünde bir insansın, İslami şeyleri yapman, sürekli doğruları söylemen, dik durman davana zarar verebilir" diye fısıldar. Bu kez insan "maslahat" adı altında tavizlere tutulur. Nihayetinde tanınmaz hale gelmiş, bir belediye parkına dikilen bir süs bitkisi halini almıştır. Issız yerlerde soğuğa inat yeşeren bir hüdayinabit olmak yerine...
Kıymetli okur kardeşim...
İslam davası için kendiliğinden yeşererek yetişebilirsin. Saksı bitkilerinin aksine sen, münbit bir toprakta, Müslümanların içerisinde olmalısın. Zira Müslümanların toprağı bereketlidir, tohumlarla, suyla, yetişmen için gereken her türden besinle doludur. Saksı bitkileri ise yetişmek için başkalarına muhtaçtır. Sen ise Müslümanların İslami birikimiyle, geçmişin getirdiği tecrübelerle, tabiî ve sahici bir ortamla iç içesin. Böylece yetişebilir, diğer Müslümanların arasına katılarak büyük bir cemaatin, İslam cemaatinin bir ferdi olabilirsin. Bu ümmetin bir parçası olmak seni büyük ve önemli yapan şeydir, bundan gayrı kulağına her kim ne fısıldıyorsa bu şeytanın bir vesvesesidir.
Kır çiçekleri gibi tüm çorak toprakları hep beraber donatmamız temennisiyle, saksıda yetişen birer süs bitkisi olmayı reddeden tüm kardeşlerime selam ederim.
Bu değerlendirmede yer alan ifadeler yazarın kendi görüşleridir ve Mepa News'in editöryel politikasını yansıtmayabilir.