İran'ı ne bölüyor?
İran, camdan bir evde oturmasına rağmen sürekli komşularına taş atan bir kişiyi andırıyor.
Etnik, mezhepsel ve dini fay hatları açısından, bölgesinin en farklı ülkesi olarak İran'ı göstermek sanırım yanlış olmaz. İran toprakları farklı dinlerden, farklı mezheplerden, farklı etnik gruplardan onlarca unsura ev sahipliği yapan bir mozaik niteliğinde. Bölge geneline baktığımızda, bu denli bir çeşitliliği hiçbir coğrafyada göremiyoruz. Bunun en temel sebebi elbette İran'ın tarihten bugüne bir koridor niteliği taşıması.
İran coğrafyası 1500'lü yıllardan itibaren Safevilerin baskı ve asimilasyon politikaları paralelinde Şii inancını benimsemeye başladı. Bu süreç yaklaşık 3 asır sürdü. Bu açıdan Şii inancı hususunda bizleri, belki de tarihin bir cilvesi olan bir durum karşılıyor. Şii inancı Araplar tarafından ortaya çıkarılan, Türkler tarafından yayılan ve Farslar tarafından benimsenerek "ulusal inanç" haline getirilen bir inanış. İran coğrafyası bakımından bu durum böyle oldu.
İran coğrafyasının aslen Fars kimliğine sahip olan bir yönetim tarafından idare edilmesi ise 1925 yılını buldu. 1500'lü yıllardaki Safevilerin, ardından gelen Afşarların ve Kaçarların Türk kökenli olduğunu biliyoruz. 1925 yılında ise Pehlevi hanedanının İran'ı yönetmeye başlamasıyla, İran'daki merkezi yönetim Şii olmasının yanı sıra Fars ulusal kimliğini de bünyesinde yerleştirmiş oldu.
1979 yılında Humeyni liderliğindeki devrimin ardından İran'da Şii inancını merkeze alan bir yönetim tesis edildi. Bunun öncesinde laik bir rejim söz konusuydu ve bu rejim, bugünkü Suudi Arabistan gibi açık bir şekilde ABD ve İsrail ile ilişkilerini yürütüyordu. Hatta bölgedeki en büyük ABD-İsrail destekçileri arasındaydı. 1979 devriminin ardından İran yönetimi kendisine farklı bir kutup seçerek Rusya ile yakınlaştı. Iran-Kontra skandalı ve Irak Savaşı gibi hadiselerde de göreceğimiz üzere, ABD ve İsrail ile ilişkilerini üstü örtülü bir şekilde yürütmeyi tercih etti.
***
Esasen bu yazıyla maksadım İran'ın yakın tarihinden bahsetmekten ziyade, bugün İran'ı bekleyen gelecekten bahsetmeye çalışmak. Özellikle dün İran'ın güneydoğusundaki Sünni Beluç grupların ortak bir çatı altında birleşmesinin ardından...
Dün, başını Ceyşu'l Adl'in çektiği Sünni Beluç gruplar, İran yönetimine karşı mücadelelerini yürütmek üzere ortak bir çatı altında birleştiklerini açıkladılar. Açıklamadaki yaklaşım, grubun İran'ın bölünmesinden ziyade, ülkedeki tüm etnik ve dini grupları bir araya getirecek yeni bir yönetim kurulması taraftarı olduğu yönündeydi.
Beluç gruplar bu konuda istisna değil. İran'daki Kürtler, Azeri Türkleri ve Araplar başta olmak üzere diğer birçok grup da İran'da bölünme, özerklik veya rejim değişikliği gibi taleplerde bulunuyor.
Bu durumda birçok kişinin ortaya attığı söylem, ABD ve İsrail'in İran'ı bölmek istediği, bu kesimlerin de bilerek veya bilmeyerek bu plana malzeme olduğu yönünde.
Bu konudaki yorumlarıma geçmeden önce, İran'da rejim değişikliği ve bölünme konusuna dair bazı fikirlerimi ortaya koymak istiyorum.
Kanaatime göre, ABD'nin öncülüğündeki küresel sistemin, bölgemizi parçalayabileceği kadar küçük parçalara ayırma stratejisi artık bir sır değil. ABD, elinden gelecek olsa kendi stratejik müttefiki olan Türkiye, Suudi Arabistan ve Mısır gibi ülkeleri bile 40 parçaya bölmek ister. Bu oldukça anlaşılabilir bir durum ve İran için de aynen geçerli. Özellikle İran'ın etnik ve dini fay hatlarının bölünmeye müsait olan durumunu göz önüne alacak olursak...
Bence İran'ın bölünmesi de İran'da Şah Pehlevi dönemindeki gibi laik ve Amerikancı bir rejim kurulması da genel anlamda bölgenin ve İslam aleminin zararına olacaktır. Tıpkı bugünkü İran rejiminin, bölgeye sürekli olarak istikrarsızlık pompalıyor olmasından doğan zararlar gibi.
- İran bölünürse ortaya çıkan her bir parça farklı iç ve dış politikalar peşinde koşacak, hepsi farklı bir gücün etki alanına girecek, bu durum bölgemizi daha büyük problemler içerisine sokacaktır.
- İran'da tamamen laik ve Amerikancı bir rejim kurulursa bu durum bizleri 1960-1970 sürecine geri döndürecektir. İran gibi güçlü bir devletin sekülerizmi ve açık bir şekilde Amerikancılığı benimsemesi, bölgemizde ikinci ve daha tehlikeli bir Suudi rejimi ortaya çıkaracaktır. Bunun tehlikesinin oldukça büyük olduğunu düşünüyorum.
- İran'daki mevcut rejimin hali ise açıktır. Kendi iktidarını pekiştirmek ve ideolojik amaçlarına ulaşmak için tüm bölgeyi ateşe atmaktan çekinmemiştir. Özellikle Irak, Suriye, Lübnan, Afganistan, Yemen ve Pakistan'daki İran politikaları korkunç bir istikrarsızlık kaynağı olmuştur. İran rejimi bu bölgelerde ABD ile doğrudan iş birliği yapmaktan da çekinmemiştir. Müslüman grupların arasını bölmüş, Şiiler başta olmak üzere çeşitli unsurları desteklemiş, İslam alimlerine ve kanaat önderlerine suikastlar düzenletmiştir. İdeolojik körlük yaşayan İran sempatizanları dışında bu durumun farkında olmayan kimse olduğunu sanmıyorum ki zaten bu kişiler de bu satırların muhatabı değil.
"İran'ın bölünmek istendiği" meselesine gelelim ve şu kritik soruyu soralım: İran'ı ne bölüyor? Aslında bu soruya daha önceki bir yazıda da değinmeye çalışmıştım.
Görüş | Belucistan'da hırsızın hiç mi suçu yok?
Şu anda İran'ı bölmekte olan asıl şeyin, İran'daki merkezi rejimin kendi politikaları olduğunu vurgulamak gerekiyor. Kendi halkını bölen, Şii ve Fars olmayanlara ikinci, hatta üçüncü sınıf vatandaş muamelesi yapan bir rejimin, düşmanı dışarıda aramaması gerekiyor. İran rejimi yetkilileri, adeta bir numune gibi buldukları bir iki Sünni din alimiyle fotoğraf vererek bu gerçeği gölgelemeye ve propaganda yapmaya çalışıyorlar. Ancak hiçbir propagandanın realiteyi örtemeyeceği gerçeğini kendileri de yakından görmeye başlamış durumda.
İsrail ile yaşanan son çatışmalarda, etnik ve dini azınlık grupları değil, çoğunlukla doğrudan Şii ve Fars kökenli kimseler İsrail ve ABD adına casusluk yaptılar. Bunlar arasında rejimin stratejik pozisyonlarında yer alan birçok isim de bulunuyordu. Bu durum, rejimin yaşadığı iç krizi gözler önüne seren bir gerçek.
İran yönetiminin ülkenin bölünmesinden kurtulmak için öncelikle bu baskı ve ötekileştirme zihniyetini bir kenara bırakması gerekiyor. Dış politikada sürekli "vahdet" sloganları atarken içeride ise tam aksi bir siyaset izlememesi gerekiyor. İran'ı bölen şey İran yönetiminin ta kendisi.
Bu durumu görmek için, İran rejiminin yıllardır taş üstüne taş koymadığı Sistan-Belucistan bölgesini kısaca dolaşmak yeterli. Zahidan kenti ve çevresini gezen bir kişiyle konuşursanız, rejimin kendi çıkarına olan bazı altyapı yatırımları haricinde bölgeye hiçbir yatırım yapılmadığını duyabilirsiniz. İnsanların yokluğa ve fakirliğe mahkum edildiğini, bunun sebebinin ise Sünni ve Beluç olmaları olduğunu anlayabilirsiniz. Yani İran'ın Belucistan gibi marjinalleştirilmiş bölgelerinde yaşayan insanlar, zaten İran rejiminin kendisi tarafından bölünüp bir kenara atılmış durumdalar. Bu gibi bölgeleri merkezi yönetime bağlı tutan tek şey olarak askeri güç kabul edilmiş. İran yönetimi, askeri baskı politikasını, bölgeyi kendisine bağlı tutmak için tek yol olarak benimsemiş. Bunu geçtiğimiz birkaç senede, özellikle Cuma namazları sonrasında sivil halka açılan ateş sonucu yüzlerce kişinin öldürülmesi örneğinde de gördük.
O halde ortaya çıkan, daha doğrusu bizzat İran rejiminin ortaya çıkardığı denklem şu: Merkezi yönetime askeri güç ile bağlısınız, o halde askeri güç ortadan kalkarsa bağlılığınız da ortadan kalkabilir. Bu durumu bölünmesi konuşulan birçok ülkede görüyoruz. 1990'lı yıllarda Türkiye'nin doğusunda benimsenin askeri odaklı politikaların ülkeyi nasıl bir noktaya sürüklediği herkesin malumuydu. Bu politikalarda ısrar edilmiş olsaydı Türkiye çok daha riskli bir noktaya sürüklenebilirdi. Tıpkı bugün İran'da olduğu gibi.
Esasen bugün İsrail de benzeri ayrıştırıcı politikalar yürütüyor ve halkını korkunç ayrımlarla bölüyor. Kanaatimce İsrail'deki bu ayrıştırma politikası İran'da olandan daha da şiddetli. Ancak arada tek bir fark var: İsrail halkı maddi açıdan İran kadar büyük problemler yaşamadığı için bu ayrıştırıcı politikalar bugün bu denli büyük bir risk oluşturmuyor. Yarın İsrail de ekonomi başta olmak üzere iç problemler yaşayacak ve o zaman bu ayrıştırıcı politikalar ülkeyi gerçekten bölmeye başlayacak.
Hülasa, yukarıda da vurguladığım üzere, İran'ı bölen asıl şey İran rejiminin kendi iç politikaları. Sünni Beluç halktan bahsederken, yokluğa mahkum edilen, üçüncü sınıf vatandaş olarak görülen, devlet bütçesinden kendi adil payını alamayan, bölgesinin kendi kaynaklarını dahi kullanamayan, sokaklarda vurulan, haksız suçlamalarla ve işkence altındaki itiraflarla idama mahkum edilen, canı ve namusu sürekli tehdit altında olan bir halktan bahsediyoruz.
Böyle bir halkın verdiği tepkilerin meşruluğu tartarken "komplolar ve dış güçler" kartını oynamaya çalışmak, aklı ve vicdanı olan bir kişinin yapacağı bir şey değildir. Evet, İran'ın bölünmesini ve istikrarsızlığın içerisine düşerek yabancı güçlerin oyun alanı haline gelmesini kimse istemiyor. Fakat bunu önlemek için ilk adımı atması gereken taraf, Şii mezhebinin çıkarlarını merkeze alan saldırgan ve ayrıştırıcı politikalarından vazgeçmesi gereken İran yönetimidir. İran yönetimi bu politikalarını sürdürdüğü takdirde ülkeyi bölen şey "dış güçler" değil bizatihi İran yönetiminin kendisi olacaktır.
İran'ın Irak ve Suriye başta olmak üzere tüm zulüm ve cürümlerine rağmen halen az da olsa sempatizan kalıntılarına sahip olduğu bir gerçek. Bu kesimler, söylemlerimi yine hafife alacak ve "İran yönetiminin bu gruplara karşı politikaları ABD ve İsrail'in desteklediği tekfirci ayrılıkçıların saldırılarından kaynaklanıyor" gibi abes bir yaklaşımı dile getirecektir. Kendilerine ideolojik körlüğü ve propaganda söylemlerini bir kenara bırakmalarını tavsiye etsem de bunu yapmayacaklarını biliyorum. Bu kişiler hatalarını ancak, "biricik İran'ları" kendi politikaları sebebiyle çöktüğünde anlayacaklar.
İran rejimi gördüğümüz üzere çöküşü dahi tıpkı yükselişi kadar İslam alemine zarar veren bir rejim. Allah azze ve celle yaşanan bu süreçlerden Müslümanların en az zararla çıkmasını nasip etsin.
Bu değerlendirmede yer alan ifadeler yazarın kendi görüşleridir ve Mepa News'in editöryel politikasını yansıtmayabilir.