David Hearst

David Hearst

İsrail'in amacı Orta Doğu'yu ele geçirmek

İsrail'in amacı Orta Doğu'yu ele geçirmek

Güney Afrika, Uluslararası Adalet Divanı'nda (UAD) İsrail'e karşı soykırım suçlamasında bulunduğunda, mahkeme İsrail'e savunmasını sunması için dokuz ay süre vermişti. Bu süre Temmuz ayı sonunda doldu.

17 yargıçtan oluşan heyet, İsrail'in Güney Afrika'nın davasındaki “delil sorunları” nedeniyle davasını hazırlamak için daha fazla zamana ihtiyacı olduğu yönündeki argümanını kabul etti. Buna göre İsrail'in UAD önündeki dokunulmazlığı altı ay daha uzatıldı. Şimdi UAD'nin en erken 2027'den önce konuyla ilgili karar vermeyeceği düşünülüyor.

Bu dokuz ay içinde, neredeyse yarısı çocuk olmak üzere 250'den fazla Filistinli, İsrail kabinesi tarafından açıkça bir savaş silahı olarak kullanılan açlık sebebiyle can verdi. Katliam hız kesmeden devam etti. Binlerce sivil daha bombardımanlarda öldürüldü ve İsrail güçlerinin Gazze kentine saldırı başlatması halinde on binlerce kişinin ölmesi ihtimal dahilinde.

Geçtiğimiz günlerde İsrail Kanal 13 tarafından yayınlanan 1 Mart tarihli kabine toplantısı tutanakları, İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu ve şu anda İsrail'in müzakere ekibinin başında bulunan Stratejik İşler Bakanı Ron Dermer'in, üst düzey İsrailli askeri ve güvenlik yetkililerinin tavsiyelerine rağmen, İsrail'in Gazze'yi aç bırakarak teslim olması gerektiğini nasıl savunduklarını ortaya koydu.

Sızıntıya göre Netanyahu o sırada işlemekte olan ateşkesi bozmaya ve “Hamas'ı teslim olmaya zorlamak” için Gazze'ye giden tüm yardımı kesmeye karar verdi.

Ancak geçen hafta Netanyahu bunların hiçbirinin gerçekleşmediğini iddia etti. Mart ayındaki kabine toplantısında oyladığı aç bırakma politikası bir kurguydu ve Yahudilerin kitlesel olarak karalanmasının bir parçasıydı. Günler sonra İsrail ordusu da Gazze'de yaygın bir yetersiz beslenme belirtisi olmadığını iddia ederek inkar kampanyasına katıldı.

Başka bir deyişle, Unicef, Dünya Gıda Programı ve Gazze'de kıtlık yaşandığını söyleyen diğer tüm uzmanlar yalan söylüyor. Bir deri bir kemik kalmış çocukların görüntüleri sahte. Bunların hepsi Yahudilere yönelik “kan iftirasının” bir parçası.

Adaletin rotasını saptırmak

Eğer UAD felç olmuş durumdaysa, aynı durum kardeş mahkeme olan Uluslararası Ceza Mahkemesi (UCM) için de geçerlidir. Middle East Eye'ın (MEE) detaylı bir şekilde haberleştirdiği üzere, Netanyahu ve eski savunma bakanı Yoav Gallant hakkındaki tutuklama kararları etkili bir şekilde etkisiz hale getirildi.

Bu, İngiliz başsavcı Kerim Han'ı, cinsel saldırı suçlamalarına ilişkin harici bir soruşturmanın sonucunu beklemek üzere izne ayrılmaya zorlayan organize ve planlı bir karalama kampanyası yoluyla gerçekleşti ve Han iddiaları şiddetle reddediyor.

Cuma günü MEE, İsrail kabinesindeki diğer iki bakan, Ulusal Güvenlik Bakanı Itamar Ben Gvir ve Maliye Bakanı Bezalel Smotrich hakkındaki tutuklama emirlerinin iki savcı yardımcısının masasında tozlanmaya bırakıldığını bildirmişti.

Kaynaklarımıza göre bu dava dosyaları hazır durumda ve eğer tebliğ edilirlerse, apartheid suçu ilk kez UCM'de gündeme gelmiş olacak.

UCM'den bir kaynak şunları söyledi: “Ben Gvir ve Smotrich başvuruları ortadan kaybolursa, bugün dünyadaki en bariz apartheid örneklerinden birini kovuşturma fırsatı muhtemelen sonsuza kadar kaybolacaktır.”

ABD Şubat ayında Kerim Han'a yaptırım uygulamış, Haziran ayında ise ikisi Han'ın tutuklama emri başvurusunu onaylayan dört UCM yargıcına yaptırım uygulamıştı.

Uluslararası adaleti saptırmaya yönelik bu kampanya işe yarıyor gibi görünüyor.

Han'ın başına ne gelirse gelsin, İsrail ve ABD mahkemeyi felç etme amaçlarında çoktan başarılı oldular. Mahkeme hala ismen var. Ancak İsrail'in her gün işlediği etnik temizlik, açlık ve apartheid suçları söz konusu olduğunda artık mevcut değil.

Tutuklama kararları ve Güney Afrika'nın UAD'deki davasına ilişkin haberler, insan hakları çevrelerinde erken olduğu ortaya çıkan bir iyimserlik dalgası yarattı. O zamanki argüman, dünyanın Gazze'de bir soykırım yaşanıp yaşanmadığı konusundaki yargısını askıya alarak uluslararası adaletin çarklarının nihayet dönmesine izin vermesi gerektiği yönündeydi.

Her iki mahkemenin de devre dışı kalmasıyla bu argüman artık geçerli değil. Bir dizi ülke Güney Afrika'nın eylemine destek verdi, ancak bu da jest politikasına dönüştü.

Güney Afrika bile İsrail'e kömür satmaya devam ediyor. Gazze konusundaki söylemi sert olan Türkiye, Azerbaycan petrolünün -Adana- Ceyhan'dan geçerek İsrail hava kuvvetlerine yakıt olarak gitmesine izin vermeye devam ediyor.

Boru hattı üzerinde egemenliği olmadığını ve Azeri petrolünün İsrail'e giden tankerlere aktarımının uluslararası sulardaki spot piyasada gerçekleştiğini iddia ediyor. Peki Ankara, o sırada Kuzey Kıbrıs'ı bombalayan Yunan hava kuvvetlerine gidecek olsa petrolün limanlarından geçmesine izin verir miydi? Hiç sanmıyorum.

"Ders kitabı niteliğinde bir soykırım vakası"

Orta Doğu, arkasına yaslanıp bu soykırımın gerçekleşmesine seyirci kalamaz.

Soykırım uluslararası hukukta tanımlanmış hukuki bir terimdir. MEE birkaç ay boyunca uluslararası hukuk ve soykırım çalışmaları konusunda düzinelerce uzmanın görüşüne başvurmuştur. Bazıları Holokost konusunda uzmandır.

Bu soykırımın ne zaman başladığı konusunda görüş ayrılıkları var, ancak hepsi aynı sonuca varıyor: Gazze'de yaşananlar bir soykırım eşiğini karşılıyor. Bu, bir grubun üyelerini öldürmeyi, ciddi bedensel zarara yol açmayı ve grubun ya da toplumun yok olması için hesaplanmış önlemleri uygulamayı içerir.

Bu uzman görüşlerinden birkaçını aktarmama izin verin.

New Jersey'deki Stockton Üniversitesi'nde Holokost ve soykırım çalışmaları alanında doçent olan Raz Segal, Gazze'deki saldırılar hakkında bu terimi ilk kullananlardan biridir. Jewish Currents'ın 13 Ekim 2023 tarihli sayısında İsrail'in saldırısını “ders kitabı niteliğinde bir soykırım vakası” olarak tanımlamıştır.

MEE'ye şunları söyledi: "Yahudi tarihi ve Holokost üzerine çalışan İsrailli bir Amerikalı akademisyen olarak, ‘bir daha asla’ şeklindeki ahlaki zorunluluğu ciddiye alıyorum. Holokost ve soykırım çalışmalarında, öğrencilere soykırımın erken uyarı işaretlerini tespit etmeyi öğretiyoruz: Tırmanan süreçler, müdahale gerektiren kırmızı bayraklar."

Segal sözlerine şunları ekledi: "Eleştirmenler ‘soykırım’ terimini neden bu kadar erken kullandığımı sordular. Cevabım: Çünkü zaten temel göstergeleri görüyorduk. Etik ve yasal olarak, soykırımı önleme yükümlülüğü sadece yıkım tamamen belirginleştiğinde değil, önemli bir riskin varlığında ortaya çıkar."

Segal, İsrail'in 13 Ekim 2023 tarihinde bir milyondan fazla Filistinlinin 24 saat içinde Gazze'nin güneyine gitmesini emretmesinin açık bir soykırım riskinin göstergesi olduğunu savundu. “O zaman da savundum ve savunmaya devam ediyorum ki bu durum soykırım alanına bir geçişe ya da en azından Soykırım Sözleşmesi uyarınca önleme yükümlülüğünü harekete geçirmek için yeterli olan önemli bir soykırım riskine işaret ediyordu.”

Tartışmanın ötesinde

Niyet ifadeleri bir soykırım vakasının kanıtlanmasında kilit öneme sahiptir.

Kuzey Carolina'daki Wake Forest Üniversitesi'nde Yahudi tarihi ve Holokost çalışmaları profesörü olan Barry Trachtenburg bu konuda şunları söyledi: “En başından beri, İsrailli liderler tarafından soykırıma yönelik açıklamalar yapıldığını ve hemen ardından bu niyet beyanlarına uygun eylemler gerçekleştirildiğini gördük.”

"Soykırıma varan şiddet olaylarının çoğunda, siyasi ve askeri liderlerin sivilleri hedef alacaklarına, savaşanlarla savaşmayanlar arasında ayrım yapmayı reddedeceklerine ya da tüm bir halkı sorumlu tutacaklarına dair açık beyanlarına rastlamıyoruz. Ancak bu olayda tam da bunu gördük."

Brown Üniversitesi'nde Holokost ve soykırım çalışmaları profesörü olan Omer Bartov'a göre, soykırım tespitinde savaş amaçları kilit rol oynamaktadır.

MEE'ye konuşan Bartov, “Benim görüşüme göre İsrail'in ilan ettiği savaş hedefleri - ki bunlar Hamas'ı yok etmek ve 2024 baharına kadar rehineleri kurtarmaktı - gerçek savaş hedefleri olmadığı ortaya çıktı” dedi. "[İsrail ordusu] aslında Hamas'ı yok etmeye ve rehineleri serbest bırakmaya çalışmıyordu. Yapmaya çalıştığı şey Gazze'yi nüfus için yaşanmaz hale getirmekti."

MEE bu nedenle İsrail'in Gazze ve işgal altındaki Batı Şeria'da yapmaya devam ettiği şeyi soykırım olarak nitelendirmekte tereddüt etmiyor.

Bu artık UAD'nin ilk tespit ettiği gibi “makul soykırım” değildir. Bu artık ters virgüllü soykırım değil. Bu bir soykırım, nokta.

"Kullanışlı öcüler"

Yirmi iki ay boyunca “İsrail'in meşru müdafaa hakkını” savunan Batılı politikacılar -ki bunların arasında Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron, Almanya Başbakanı Freidrich Merz ve İngiltere Başbakanı Keir Starmer da var, şimdi hepsi de yaşanan açlıktan dehşete düşmüş gibi davranıyor ve tüm suçu Netanyahu, Ben Gvir ve Smotrich'in üzerinde topluyor.

Doğru, her birini savaş suçu işlemekle itham etmek için fazlasıyla kanıt var. Ancak bunlar kullanışlı birer öcüler. Sadece bu liderlere odaklanmak başka bir kullanışlı kurgu yaratıyor.

Bu efsane, Netanyahu ve dindar Siyonistlerin iktidardan düşmesi halinde İsrail'in hegemonik niyetleri olmayan bir liderliğe teslim olacağıdır.

Bu Batılı liderler, daha pragmatik olan Naftali Bennett liderliğindeki bir İsrail'in Hamas ile rehinelerin iadesi ve Gazze'deki savaşın sona ermesi için müzakere edeceğini, zaman içinde bir Filistin yönetiminin ortaya çıkabileceğini savunuyor.

Bu Filistin yönetimiyle ise müzakereler yeniden başladığında Suudi Arabistan, İbrahim Anlaşmalarını imzalayacak ve her şey sihirli bir şekilde Hamas saldırısından bir gün öncesine, 6 Ekim 2023'e geri dönecekti.

Bu tam bir hayal dünyası.

Kendilerini “İsrail'in dostları” olarak tanımlayanlar -ve şimdi apartheid ve soykırımın “dostları” olarak hatırlanmak isteyip istemediklerini kendilerine sormak zorunda olanlar- inatla İsrail'in sınırlarını savunma hakkı olduğunu savundular.

Ancak Gazze'deki bu saldırılar 22. ayında, İsrail'in mevcut sınırlarının, nihai hedef olan İncil'deki İsrail topraklarına giden kolektif yolculukta sadece bir durak olduğu ortaya çıktı.

İsrail güçleri sırayla her bir komşusunu -önce Gazze, sonra Lübnan, sonra İran ve şimdi de Suriye- yenilgiye uğrattıkça ve Gazze'yi, Lübnan'daki ileri karakolları ve güney Suriye'nin önemli bir bölümünü işgal ettikçe, haritalar işgal güçlerinin durduğu hatların çok ötesindeki alanlarda hak iddia ederek yeniden ortaya çıkmaya başladı.

Genişleyen sınırlar

Bu bir zamanlama tesadüfü değildir. Geçen hafta i24 News'e verdiği bir röportaj sırasında kendisine "Vaat Edilmiş Topraklar" haritasını gösteren bir tılsım hediye edilen Netanyahu'ya kendisini bu Büyük İsrail vizyonuna bağlı hissedip hissetmediği soruldu. Netanyahu “çok fazla” diye cevap verdi.

Netanyahu “nesiller boyu sürecek bir görevde olduğunu, buraya gelmeyi hayal eden Yahudi nesilleri ve bizden sonra gelecek Yahudi nesilleri olduğunu” söyledi.

Sözlerine şöyle devam etti: “Yani tarihsel ve ruhani olarak bir misyon duygusuna sahip olup olmadığımı soruyorsanız, cevabım evet.”

Haritanın kendisi izleyicilerden özel bir şekilde gizlendi, ancak iyi biliniyor. Vaat Edilmiş Topraklar, Ürdün, Lübnan, Mısır, Suriye, Irak ve Suudi Arabistan'ın bazı bölgeleriyle birlikte tüm Filistin topraklarını kapsayacaktı.

Smotrich geçen yıl İsrail'in sınırlarının Şam'ı da içine alacak şekilde genişletilmesini savunurken görüntülenmişti.

Bu fikir yeni değil. Ocak 2024'te İsrailli siyasetçi Avi Lipkin "eninde sonunda sınırlarımız Lübnan'dan Suudi Arabistan'daki Büyük Çöl'e, oradan da Akdeniz'den Fırat'a kadar uzanacak.

"Peki Fırat'ın diğer tarafında kim var? Kürtler! Ve Kürtler dostumuzdur" diye devam etti.

“Arkamızda Akdeniz, önümüzde Kürtler, İsrail'in koruma şemsiyesine gerçekten ihtiyacı olan Lübnan var ve sonra Mekke, Medine ve Sina Dağı'nı alacağımıza ve buraları arındıracağımıza inanıyorum.”

Uyanma zamanı

Siyasi Siyonizmin babası Theodor Herzl, günlüklerinde Yahudi devletinin “Mısır Nehri'nden Fırat'a” kadar uzanması gerektiğini yazmıştır. Bu ifade, Tanrı'nın İbrahim'e ve onun soyundan gelenlere geniş bir toprak bahşettiği Yaratılış Kitabı'ndan alınmıştır.

Bazı İsrailliler Tesniye Kitabı'nda bahsedilen daha dar bir vizyona atıfta bulunuyor. Diğerleri ise Kral Saul ve Davut'un Filistin, Lübnan, Ürdün ve Suriye'nin bazı bölümlerini de içeren toprakları güvence altına aldığını anlatan Samuel Kitabı'na başvurur. Ancak hepsi için Büyük İsrail arayışı ilahi bir görevin yerine getirilmesidir.

Bunların hiçbiri yeni değil. Yeni olan, İsrail'in Vaat Edilmiş Topraklar vizyonunu gerçeğe dönüştürecek askeri araçlara sahip olmasıdır.

Filistinlilere karşı yürütülen soykırım, kendi işgal ettikleri topraklardan beslenen Batılılaşmış bir halkın kasıtsız eseri değildir. Ayrıca sadece siyasi yelpazenin bir parçası olan dindar Siyonistlerin işi de değildir.

Soykırım daha ziyade çok daha derin bir hayalin gerçekleşmesine işaret ediyor: Yahudilerin Vaat Edilmiş Topraklara geri dönmesi.

Önlerinde duran tek şey ise -silahlı olsun ya da olmasın- kendilerine ait olan toprakları terk etmeyi reddeden Filistin halkıdır.

Netanyahu'nun saldırısı şimdi durdurulursa, bu durdurma geçici olacaktır. Hiçbir İsrailli lider Suriye ya da Lübnan'dan geri çekilme emri vermeyecektir.

Golan Tepeleri sonsuza dek kaybedildi. Hiçbir İsrailli lider bir milyona yakın yerleşimciyi işgal altındaki Batı Şeria ve Doğu Kudüs'ten çekmeyecek.

İsrail'in komşuları karşı karşıya oldukları tehdide karşı uykudalar. Bu tehdit müzakere edilerek bertaraf edilebilecek bir tehdit olmadığı gibi Washington'un durdurmak için her şeyi yapabileceği bir tehdit de değildir.

Sadece modern orduların birbirlerinin yardımına koştuğu bölgesel bir güvenlik paktı İsrail'in yayılmasını durdurabilir ve Orta Doğu'nun genç ulus devletlerini koruyabilir. Uyanmalılar, hem de bir an önce.


Middle East Eye'da yayınlanan bu görüş yazısı Mepa News okurları için Türkçeleştirilmiştir. Değerlendirmede yer alan ifadeler yazarın kendi görüşleridir ve Mepa News'in editöryel politikasını yansıtmayabilir.

Bu yazı toplam 5562 defa okunmuştur
Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Yorumların her türlü cezai ve hukuki sorumluluğu yazan kişiye aittir. Mepa News, yapılan yorumlardan sorumlu değildir. Her bir yorum 600 karakterle (boşluklu) sınırlıdır.
1 Yorum
David Hearst Arşivi