Aksa Tufanı'nın ilk meyvesi Suriye Devriminin zaferi
Geçmişi bilmeyen bugünü anlayamaz. Çünkü tarih, bugünü aydınlatan bir pusuladır
İslam dünyasının bugün içinde bulunduğu durumu ve yenilgi psikolojisini doğru bir şekilde anlamak için geçmişini iyi bilmemiz gerekiyor. İslam tarihinin son 118 yıllık işgal süreci, aslında 1699 Karlofça Antlaşması'na kadar uzanır. Osmanlı İmparatorluğu'nun toprak kaybettiği ilk antlaşma olan Karlofça Antlaşması, İslam ümmetinin Batı medeniyeti karşısında gerilemeye başladığı sürecin de ilk resmi belgesidir.
Batı dünyası, dini (tahrif edilmiş Hristiyanlık inancını) kiliseye hapsederek bilim ve teknoloji alanında ilerlemeye başladı. Çünkü Kilise ve din tacirleri bilimin ve düşüncenin önündeki en büyük engeli oluşturuyordu. Düşünen, fikir üreten bir toplum, dini afyon olarak kullanan kilise ve cennetten arsa satan papazlar için kurulu düzenin bozulması anlamına geliyordu. Batı toplumu, bilim ve düşünce alanındaki geri kalmışlığın önündeki bu çarpık anlayışı, din tacirlerini ve afyon olarak kullanılan Hristiyanlığı, toplumun ve devletin hayatından çıkartıp kiliseye hapsederek batı dünyasının aydınlanma çağı denilen Rönesans dönemini başlattı.
Bu dönemde düşünen ve üreten batı ilerlerken, Müslümanlar ise Batı'yı körü körüne taklit etme hastalığına kapıldılar. Batının tahrif edilmiş dine ve din tüccarlarına yaptığını, ilimin, bilimin, düşünmenin, üretmenin dahası izzet ve şerefin kaynağı olan İslam'a yaparak, İslam’ı toplum ve devlet hayatından uzaklaştırıp camilere ve vicdanlara hapsederek, batı medeniyetini ilerlemenin ve gelişmenin tek kaynağı olarak görmeye başladılar. Bu çarpık ve taklitçi anlayış batının bilim ve teknolojisini değil, kokuşmuş, batıl hayat tarzının örnek alınmasıyla ilerlemenin olacağını zannetti. Sonuç olarak; bu taklitçilik İslam dünyasına bilim ve teknolojik ilerleme getirmediği gibi İslam dünyasının hem zihinsel hem de fiili işgale maruz kalmasına yol açtı.
Zihinlerin işgaliyle başlayan bu süreç, Birinci Dünya Savaşı sonrasında 7 Kasım 1917'de Gazze'nin düşmesiyle coğrafyamızda fiili işgalin başlamasıyla sonuçlandı. İşgal güçleri Gazze'ye girdikten bir süre sonra Nablus düştü, Nablus'un düşmesiyle haçlılar 9 Aralık 1917’de Kudüs'ü işgal ettiler. Kudüs'e giren İngiliz işgal güçleri komutanı Edmund Allenby, "Bugün itibariyle Haçlı Seferleri sona erdi" diyerek gerçek niyetlerini ortaya koymuş oldu.
Kudüs'ün işgalinden daha bir yıl geçmeden, 1 Ekim 1918'de Şam-ı Şerif düştü. İngiliz ve Fransız işgal askerleri Şam topraklarına girdi. Şam’a giren Fransız işgal askerlerinin komutanı General Henri Gouraud'nun Selahaddin Eyyubi’nin mezarına doğru ilerlemiş ve mezarı tekmeleyerek, "Uyan Selahaddin, geri döndük. Buradaki varlığım, Haç'ın Hilal üzerindeki zaferini kutsuyor." diye haykırmıştı.
İşgale Karşı Bir Başkaldırı: Aksa Tufanı
Toprakları işgal altında olan toplumlar gün gelir topraklarını işgalden kurtarırlar. Ancak zihinleri işgal altında olan toplumlar bu işgale karşı direniş ve mücadele ruhunu kaybederler. Zihinsel işgale karşı ilk yapılması gereken kıyam; değer ölçüleri ve düşünme biçiminde başlatılmalıdır. İslam ümmetinin maruz kaldığı zihinsel işgaller, Müslümanların düşünme biçiminde ciddi değişimlere yol açtı. Olayların ve gelişmelerin arkasında küresel güçlerin ve onların planlarını gören komplocu bir düşünce tarzı gelişti. Bu zihniyet, İslam düşmanlarının son üç yüz yıldır İslam ümmetinde sebep olduğu büyük tahribat ve sapmaların en belirgin tezahürlerinden biridir. Bu anlayış, Allah'ın mutlak güç ve kudret sahibi olduğu, her şeyi ilmi ve iradesiyle kuşattığı gerçeğini göz ardı etmektedir.
Ancak İslam’ın bize öğrettiği bir hakikat vardır: “Allah emrinde galip olandır. Ancak insanların çoğu bunu idrak edemezler.”
İşte o hakikatlerden bir tanesi : "Biz o günleri insanlar arasında döndürüp dururuz (zaferi bazen bir topluma, bazen diğerine nasip ederiz). Ta ki Allah, iman edenleri ortaya çıkarsın ve aranızdan şahitler edinsin. Allah, zalimleri sevmez." (Âl-i İmran Suresi, 140. Ayet)
Tarih tekerrür eder. Bize düşen doğru zamanda, doğru zeminde olma mücadelesi vermektir. Birinci Dünya Savaşı’nın ardından Gazze’nin düşmesiyle coğrafyamızın fiili işgali başladı. Ancak bugün Gazze’nin yeniden ayağa kalkması, ortaya koyduğu direniş ve mücadele ruhu, İslam ümmetinde büyük bir uyanışın ve yeniden doğuşun müjdesi oldu
Allah-u Teâlâ, Gazze direnişinin başlattığı Aksa Tufanı operasyonunun ilk meyvesini, Suriye Devrimi'nin zaferi olarak bize lütfetti. Aksa Tufanı Operasyonu, İslam ümmetinin Karlofça Antlaşması'ndan beri yaşadığı gerileme dönemin dip yaptığı / son bulduğu ve İslam ümmetinin yeniden ayağa kalkma sürecinin başladığı tarihi bir dönüm noktasıdır.
Aksa Tufanı tüm dünyada dengeleri değiştirdi, bu operasyon yalnızca işgalci Siyonist İsrail’e değil, Batı’nın İslam dünyasına karşı kurduğu sömürü düzenine de ağır bir darbe indirdi. Bu süreç, bir yandan işgalcilerin, küresel ve bölgesel statükonun ve bu statükonun yerel bekçileri işbirlikçi hainlerin gerçek yüzünü ortaya çıkarırken, diğer yandan Müslüman direniş hareketlerine rehberlik etti. Aksa Tufanı sonrası Allah-u Teâlâ’nın yarattığı sebepler, Suriye devriminin zaferle taçlanmasına zemin hazırladı.
Aksa Tufanı ve Küresel Dengelerin Değişimi
Tarih boyunca büyük dönüşümlerin arkasında, görünürde bağımsız gibi duran ancak aslında birbirine bağlı gelişmeler yatmaktadır. Bugün İslam dünyasında yaşanan olaylar da bu tarihi döngünün bir parçasıdır. Aksa Tufanını, yalnızca Gazze direnişinin bir hamlesi olarak değil, İslam ümmetinin içinde yaşadığı gafletten uyanış sürecinin fitilini ateşleyen tarihi bir dönüm noktası olarak görmeliyiz. Bu operasyonun küresel dengeleri sarstığı, Müslümanların direniş bilincini yeniden canlandırdığı ve Suriye Devrimi'nin zaferi için de elverişli bir zemin hazırladığı artık net bir şekilde görülmektedir.
Aksa Tufanı sonrasında küresel ve bölgesel güçlerin, özellikle ABD, İsrail, İran ve Rusya’nın yaşadığı değişimler, bu aktörlerin konumlarının nasıl zayıfladığını açıkça ortaya koymaktadır. Bu süreç, aynı zamanda Suriye Devrimi’nin zafere ulaşma yolunda Allah-u Teâlâ’nın ilahi yardımının nasıl tecelli ettiğini gözler önüne sermektedir.
Suriye Devriminde zafere giden yolda Allah-u Teala’nın ilahi yardımının nasıl tecelli ettiğini, sebepler dairesinde bu ilahi yardımın tezahür ettiği çeşitli olayları ve gelişmeleri şöyle özetleyebiliriz;
1. ABD ve Batı’nın Aksa Tufanı sonrası güç kaybı
Aksa Tufanı, yalnızca işgalci İsrail için değil, aynı zamanda Batı dünyası için de ciddi sonuçlar doğurdu. ABD ve Avrupa Birliği’nin İsrail’i koşulsuz desteklemesi, küresel çapta büyük bir tepkiye yol açtı ve Batı’nın insan hakları, adalet, kadın ve çocuk hakları vb. sloganik bütün söylem ve iddialarını yerle bir etti.
Özellikle ABD üniversitelerinde başlayan ve İsrail’in Gazze’ye yönelik soykırım savaşına destek veren ülkelere yayılan öğrenci intifadaları, İsrail’e destek veren hükümetlerin ciddi bir güç kaybı yaşamasına neden oldu.
Biden yönetimi, bu süreçte yaşadığı güç kaybını doğrudan iç siyasi dinamiklerinde hissetti. Biden’ın Kasım 2024 ABD seçimlerinde yeniden aday gösterilmesi ve ardından toplumda oluşan tepkiler nedeniyle adaylıktan geri çekilmesi, yerine aday gösterilen Kamala Harris’in Trump karşısında ağır bir seçim yenilgisi almasıyla sonuçlandı. Bu durum, Halep operasyonu sürecinde son demlerini yaşayan Biden yönetimini “hasta adam” konumuna düşürdü ve Washington’un stratejik karar alma yeteneğini zayıflattı. Yeni Başkan Trump’ın, İsrail ve Ortadoğu odaklı Biden yönetiminin önceliklerinden farklı bir bakış açısıyla, ABD merkezli önceliklerle Uzak Doğu ve Baltık Denizi’ne odaklanması, Ortadoğu’daki boşluğun daha da derinleşmesine yol açtı.
Aynı şekilde, Avrupa Birliği de Aksa Tufanı sonrası yaşadığı prestij kaybı nedeniyle bölgedeki etkisini önemli ölçüde yitirdi. Ukrayna savaşına yoğunlaşan AB, Ortadoğu’daki gelişmelere müdahil olamaz hale geldi. Bu durum, bölgedeki güç dengelerini yeniden şekillendirirken, Batı’nın küresel etkisinin azalmasına da neden oldu.
ABD ve AB’de yaşanan bu gelişmeler, Suriye’deki direniş hareketleri için askeri operasyon ve diplomatik manevra alanında büyük bir fırsat anlamına geliyordu.
2.İran ve Şii Taşeron örgütlerin Aksa Tufanı sonrası yaşadıkları güç kaybı
Suriye Devrimi’nin başladığı 2011 yılından itibaren İran ve ona bağlı Şii taşeron örgütler, devrik Esed rejiminin en önemli savunma hattını oluşturan güçler arasındaydı. Özellikle 2013’ün ilk çeyreğinde, rejimin yıkılma eşiğine geldiği dönemde Lübnan Hizbullahı başta olmak üzere İran destekli Şii milisler sahaya inerek askeri denklemi rejim lehine değiştirdi ve Esed rejiminin yeniden toparlanmasını sağladı.
İran’ın Suriye’deki savaşa müdahalesi yalnızca bu döneme özgü değildi; İran, devrimin başından itibaren sahada aktif bir rol oynuyordu. İranlı generallerin yönettiği savaş, Şii milislerin sahadaki etkinliğiyle birlikte rejim lehine ilerlemeye başladı. Kudüs Gücü Komutanı eli kanlı katil Kasım Süleymani, Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’i Suriye savaşına doğrudan müdahil olmaya ikna etti.
İran, askeri desteğin yanı sıra rejime sağladığı mali yardımlarla da Esed’i ayakta tutmaya çalıştı. Esed rejiminin eski başbakanının ifadelerine göre, İran yıllık 3.5 milyar dolarlık mali desteğin yanı sıra petrol ve enerji yardımı da sağlıyordu.
Ancak Aksa Tufanı Operasyonu sonrasında İran ve taşeron örgütleri ciddi darbeler aldı. Mossad’ın İran içinde devşirdiği ajanlar aracılığıyla İran Cumhurbaşkanı İbrahim Reisi ve Hamas lideri İsmail Heniye’ye yönelik gerçekleştirilen suikast operasyonları, çağrı cihazları ve telsizlerle Hizbullah’ın komuta kademesini hedef alan bombalı siber saldırılar ve Hasan Nasrallah başta olmak üzere, Hizbullah komutanlarına yönelik düzenlenen hava saldırıları, İran ve Şii taşeron örgütlerini ciddi şekilde zayıflattı.
Özellikle Suriye’de konuşlu Şii milislerin operasyonel kabiliyetlerini kaybetmesi ve motivasyonlarının zayıflaması, İran ile Hizbullah’ın İsrail’le yaptığı ateşkesin rehavetiyle birleşince ortaya çıkan bu durum, Suriye direnişi için 2011’den bu yana bir daha ele geçirilmesi güç bir fırsata dönüştü.
3. Rusya-Ukrayna Savaşı ve bu durumun Suriye’ye etkileri
Rusya, Osmanlı döneminden beri sıcak denizlere inme hayaliyle hareket eden bir devlet olmuştu. Bu hedefine, Suriye rejimiyle yaptığı stratejik anlaşmalarla ulaşmaya çalışan Rusya, özellikle 2015 yılında Suriye'ye yönelik doğrudan askeri müdahalesi ve Esed rejimine sağladığı askeri ve teknolojik destekle, rejimi ayakta tutan en önemli güç haline geldi. Ancak 2022'de başlayan Ukrayna savaşı, Rusya’nın tüm planlarını altüst etti.
Rusya, Ukrayna'daki savaşın bir varlık-yokluk mücadelesine dönüştüğünü fark etti. Rusya, Ukrayna'da ABD ve AB'ye karşı bir savaşın içindeydi. Görünürde Ukrayna ile savaşıyor olsa da, bu bir vekalet savaşıydı ve asıl aktörler ABD ile AB idi. Rusya'nın bu savaşta ABD ve AB karşısında yenilgiye uğraması durumunda, Suriye’deki askeri varlığının da bir anlamı kalmayacaktı. Bu nedenle Rusya, tüm motivasyonunu ve kaynaklarını Ukrayna cephesine kaydırmak zorunda kaldı.
Bu durum, Suriye'deki dengeleri doğrudan etkiledi. Özellikle Halep Operasyonu’nun başladığı dönemde, Rus hava desteğinin zayıflaması, rejimin sahadaki direncini kırılgan hale getirdi. Rusya’nın hava desteği olmadan rejimin direnmesi neredeyse imkansız hale geldi. Rusya’nın Ukrayna’daki savaşta yaşadığı kayıplar ve kaynaklarını bu cepheye aktarması, Suriye’deki askeri ve siyasi varlığını da ciddi şekilde zayıflattı. Bu durum, Suriye direnişi için operasyon başlatma adına bulunmaz bir fırsat sundu.
4. İsrail Ordusunun Gazze’nin kumlarına gömülmesi
Aksa Tufanı operasyonu sonrasında İsrail, kaybettiği imajını ve caydırıcılığını yeniden kazanmak amacıyla Gazze'ye yönelik bir kara harekatı başlattı. İsrail, bu harekatla Hamas'ı ortadan kaldırmayı, Gazze'yi boşaltarak yeni işgal yerleşim birimleri inşa etmeyi ve Gazze'de tutulan işgalci esirleri geri almayı hedefledi. Ancak, 14 ay süren savaş boyunca İsrail ordusu Gazze'nin kumlarına saplandı.
ABD ve AB'nin desteğini arkasına alan İsrail ordusu, yaklaşık 250 bin askerle Gazze'ye girdi. Ancak, çok ağır kayıplar vererek işgal tarihi boyunca benzeri görülmemiş bir hezimet yaşadı. Bu durum, İsrail'in "Ortadoğu'nun jandarması" imajını kaybetmesine ve bölgedeki gelişmelere müdahil olamamasına yol açtı.
İşgal ordusu Gazze’de tabir yerindeyse tam anlamıyla bir bataklığın içine düştü. Hamle yaptıkça, çırpındıkça daha da derine gömüldüğü bir bataklık. İsrail yönetimi, daha önce birçok kez Esed rejiminin İsrail'in güvenliği için önemli bir rol oynadığını dile getirmişti. Ancak, Esed rejiminin yıkıldığı son operasyonda, Gazze'de içine düştüğü bataklık nedeniyle Esed rejimini kurtarmak için herhangi bir hamle yapamadı.
İsrail'in içine düştüğü bu durum, hem bölgesel dengeleri hem de uluslararası arenadaki konumunu ciddi şekilde etkiledi. Gazze'de yaşanan hezimet, İsrail'in askeri ve siyasi prestijine büyük bir darbe vurdu ve Ortadoğu'daki dengelerinin yeniden şekillenmesine yol açtı.
5.Devrik Suriye Rejimi ordusunun motivasyon kaybı
1963 yılında iktidara gelen Baas Partisi, 61 yıllık kanlı yönetimi boyunca toplum nezdinde meşruiyetini yitirmiş bir rejim olarak varlığını sürdürdü. Ancak son gelişmeler, rejimin askeri dayanağının da hızla eridiğini gözler önüne serdi.
İran Dışişleri Bakanı Abbas Arakçi, rejimin çöküş sürecine dair yaptığı açıklamada şu ifadeleri kullandı:
"Şaşırtıcı olan, Suriye ordusunun yetersizliği ve ülkedeki gelişmelerin hızıdır. Bu durum yalnızca İran için değil, bölgedeki pek çok ülke için de beklenmedik bir gelişmeydi. Sahada yaşananları Esed ile değerlendirdiğimizde, kendisi de ordusunun son saldırılar karşısındaki durumu ve askerlerdeki motivasyon eksikliğini şaşkınlıkla karşıladı."
Beşşar Esed’in kibiri, ordusunun gerçek durumunu görmesini engelledi. Şii milislerin motivasyon eksikliği ve hızlı çözülmeleri, rejimin zaten meşruiyetini yitirmiş ordusuna da sirayet etti ve Suriye ordusu fiilen dağıldı.
6. Suriye Direnişinin birliği ve dayanışma ruhu
Suriye Devrimi, yıllar süren zorlu süreçlerden geçti. 2019’da yapılan özeleştiriler ve hatalardan çıkarılan dersler, bugünkü zaferin temel taşlarını oluşturdu. Sahadaki dağınıklığın, grupçuluğun ve hizipçiliğin zaferin önündeki en büyük engel olduğu idrak edildi.
Bu süreçte Afganistan tecrübesi derinlemesine incelendi ve önemli dersler çıkarıldı. Afgan halkının Sovyet işgaline karşı kazandığı zaferin ardından direnişçilerin birbirlerine düşmesi ve ardından yaşanan iç savaş, büyük bir ibret vesilesi oldu. Ancak daha sonra ilim talebelerinin bir araya gelerek sahada birlik ve dayanışma ruhunu yeniden inşa etmesi, ABD öncülüğündeki Uluslararası Koalisyon’a karşı yıllarca süren direnişin ve nihayetinde zaferin kapısını araladı.
Bu tecrübeler ışığında Suriye sahası yeniden ele alındı. Halkla bütünleşme, zamanı ve zemini doğru okuma, Nebevî diplomasi anlayışıyla hareket etme bilinci güçlendi. Sahadaki birliktelik tesis edilerek, "biz olma" ruhu pekiştirildi.
Bu birliktelik, zafer yolunda ilahi yardımlara vesile oldu. Aynı ruh, zafer sonrası sorumluluk bilincinin temelini atarak kalıcı bir beraberliğin mayasını oluşturdu.
7. Aksa Tufanı Operasyonunun kazandırdığı ufuk
Aksa Tufanı Operasyonu, bölgedeki birçok denklemi ve dengeyi değiştirdiği gibi direnişe de farklı bir ufuk kazandırarak kritik bir dönüm noktası oldu.
Suriye direnişi, 2019 yılında Feth’ul Mubin Operasyon Komitesi’nin kurulmasından itibaren gece gündüz demeden askeri hazırlıklarını sürdürdü. Bu hazırlıklar, Esed Rejiminin Şii milislerin ve Rusya’nın desteğini arkasına alarak, devrimi tamamen bitirmek için İdlib’e büyük bir saldırı başlatacağı öngörüsüyle yürütülen savunma stratejisinin bir parçasıydı. Sığınaklar, mevziler ve direniş hatları gibi askeri tahkimatlar inşa edildi.
Ancak Aksa Tufanı Operasyonu’nun, bölgenin karşı konulamaz ordusu olarak görülen işgal ordusuna büyük bir hezimet yaşatması, Suriye direnişine savunmadan taarruza dayalı yeni bir strateji ufku kazandırdı.
Bu süreçte, bölgede ve etkin aktörler nezdinde yaşanan gelişmeler hücum eksenli bir bakış açısıyla ele alındı. Ortaya çıkan fırsatlar ve tehditler doğru analiz edilerek askeri harekât başlatıldı ve Suriye direnişi, savunma refleksinden saldırı inisiyatifini ele alan bir aşamaya geçti.
Bütün bu gelişmeler, Suriye devrimini zafere taşıyan ilahi yardımın apaçık tezahürleri oldu. Allah-u Teâlâ, hiç kimsenin beklemediği bir anda, hiç kimsenin hayal dahi edemeyeceği bir sürede Suriye devrimini zaferle taçlandırdı.
Bu zafer, apaçık bir fetihtir. Allah’ın Müslümanlara lütfettiği büyük bir nimettir ve İslam ümmetine, zihinsel ve fiili işgalleri sona erdirecek zafer nesillerini yetiştirme adına zaman ve zemin hazırlama adına tarihi bir fırsat sunmaktadır. Suriye’de elde edilen bu başarı, İslam ümmetinin geleceğini şekillendirecek kritik bir dönüm noktasıdır.
Suriye direnişinin birlik ve beraberliği, özgürlüğe giden yolda en büyük motivasyon kaynağı oldu. Şimdi ise bu birliktelik, ülkenin yeniden inşası ve ümmetin geleceği için en büyük güç olacaktır.
Bu vesile ile Suriye Devrimi zafer konferansı’nda Cumhurbaşkanı olarak görevlendirilen Ahmed Şar’a kardeşimize ve dava arkadaşlarına; Kur’an ve Sünnet’e uygun hareket etme, Raşid Halifelerin yolundan gitme ve Ömer bin Abdülaziz’in adaletini rehber edinme yolunda muvaffakiyetler dilerim.
“Allah’ım, kardeşlerimizin ayaklarını dosdoğru yolunda sabit kıl.
Onları hayrın öncüleri yap,
İslam’ı onlarla güçlendir,
Ve onlara salihlerden oluşan yoldaşlar nasip eyle.
Allah’ım, bu zaferin en önemli dönüm noktası olan Aksa Tufanı Operasyonu’nda şehid olan; başta İsmail Heniye, Salih Aruri, Yahya Sinvar, Muhammed Dayf, Mervan İsa ve diğer tüm şehidlerimizin şehadetlerini kabul eyle. Yaralı kardeşlerimize acil şifalar nasip eyle.
Allah’ım, bu tarihi fırsatı Müslümanlar için hayırlı kıl, bu zaferi ümmetin birlik ve dirilişine vesile eyle ve bu davayı hayırla tamamla.”
Alemlerin Rabbi olan Allah’a hamdolsun.
Bu yazıda ifade edilen görüşler yazara aittir ve Mepa News'in editöryel politikasını yansıtmayabilir.