Trump sadece İsrail'in Filistin'i işgalini erteliyor
İsrail, ABD Başkanı Donald Trump'ın yeni “barış planı” şemsiyesi altında Filistinlilere yönelik soykırımını sürdürürken, Amerikalılar da Yahudi yerleşimci kolonisinin Batı Şeria'yı ilhak etmeye yönelik son hamlelerine karşı çıkıyormuş gibi görünen diplomatik bir kampanya yürütüyor.
Trump, 10 Ekim'de yürürlüğe girdiğinden bu yana İsrail'in en az 88 Filistinliyi öldürdüğü ve 315'ini yaraladığı Gazze'de ateşkese destek sağlamak için geçen ay kendisine bağlı Arap rejimlerine, İsrail'in ilhaka devam etmesine izin vermeyeceği sözünü verdi ki bu, halkın öfkesini ateşleyeceğinden ve Washington'un bölgedeki daha geniş normalleşme projesini tehlikeye atacağından korktukları bir kırmızı çizgiydi.
Ancak İsrail parlamentosu geçen hafta Batı Şeria'nın resmen ilhakını öngören iki yasa tasarısına ön onay verdi.
İsraillilerin Gazze soykırımının bir sonraki aşamasını koordine etmelerine yardımcı olmak için İsrail'de bulunan Trump'ın yardımcısı JD Vance, oylamayı “oldukça saçma bir siyasi oyun” olarak nitelendirdi ve “kişisel olarak hakarete uğradığını” söyledi.
Washington'un Arap ülkeleriyle arasını düzeltmek isteyen Trump, Dışişleri Bakanı Marco Rubio'yu da zamanlaması yanlış olan oylama nedeniyle İsraillileri azarlaması için gönderdi. İsrail'e giderken Rubio, yönetimin şimdiye kadarki en sert uyarısını yaparak şunları söyledi: “Bu şu anda destekleyebileceğimiz bir şey değil” yani Amerikalılar bunu daha sonra destekleyecekler.
Bir hafta önce de Trump Time dergisine verdiği mülakatta benzer bir tonda konuşmuş ve ilhak için doğru zaman olmadığında ısrar etmişti:
"Bu olmayacak. Gerçekleşmeyecek. Olmayacak çünkü Arap ülkelerine söz verdim. Ve bunu şimdi yapamazsınız... Eğer böyle bir şey olursa İsrail ABD'den aldığı tüm desteği kaybeder" dedi.
Bu açıklamalardaki anahtar kelime “şimdi”.
Amerikalılar ve İsrailliler arasındaki görünürdeki anlaşmazlık, hedefin kendisiyle değil, zamanlama ve yöntemle ilgilidir.
Genişleyen yayılmacılık
İsrail'in yayılmacı gündemine karşı çıkmak şöyle dursun, Trump yönetimi uzun zamandır bu gündemin gerçekleşmesine katkıda bulunuyor.
Nitekim Trump'ın ilk döneminde damadı Jared Kushner tarafından kaleme alınan “refah için barış” planı, İsrail'in Batı Şeria'nın yüzde 30'unu ilhak etme planlarını destekliyordu.
Bu öneri kapsamında İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu, İsrail'in Ürdün Vadisi ve Batı Şeria yerleşimlerini ilhak etmek için derhal harekete geçeceğini açıklarken, Filistinlilere bırakılan bölgelerde yeni yerleşimlerin inşasını en az dört yıl ertelemeyi cömertçe taahhüt etti.
Dönemin ABD İsrail Büyükelçisi David Friedman, “İsrail'in beklemesine gerek yok” ve “biz bunu tanıyacağız” diyerek Trump'ın derhal ilhaka yeşil ışık yaktığının sinyalini verdi. Trump geçtiğimiz Şubat ayında ilhakı şu sözlerle gerekçelendirerek pozisyonunu yineledi: “Burası küçük bir ülke... toprak bakımından küçük bir ülke.”
Arap rejimlerinin Trump'ın vaatlerine gerçekten inandığını düşünmek gülünç olur. Onlar sadece Trump'ı pohpohluyor ve halklarıyla olan ilişkiler adına ona ayak uyduruyormuş gibi yapıyorlar.
Gerçekten de Trump, İsrail'in Doğu Kudüs'ü 2017'de yasadışı ilhakını tanıdığı gibi, İsrail'in Suriye'ye ait Golan Tepeleri'ni yasadışı ilhakını da 2019'da tanımıştı.
O halde neden Batı Şeria'nın ilhakını daha uygun bir zamana ertelemek yerine buna karşı çıksın ki?
Aslında İsrailliler, Doğu Kudüs ve Golan Tepeleri gibi zaten tamamlanmış bir anlaşma olarak gördükleri Batı Şeria'nın ötesine geçmeyi planlıyorlar. Şimdi diğer Arap komşularından daha fazla toprak ele geçirmeye çalışıyorlar.
Daha birkaç hafta önce Netanyahu, Yahudi halkı adına “tarihi ve manevi bir görevde” olduğunu ilan etmiş ve kendisini “Vaat Edilmiş Topraklar ve Büyük İsrail vizyonuna çok bağlı” hissettiğini eklemişti. Bu vizyon Ürdün'ün tamamının yanı sıra Suriye, Lübnan, Mısır ve Irak topraklarını da kapsıyor.
Arap ülkeleri, İsrail'in Batı Şeria'yı ilhak etme yönündeki son hamlelerini kınadıkları gibi, Netanyahu'nun kendi topraklarını İsrail'in gelecekteki parçaları olarak gören vizyonunu da kınamakta gecikmediler. Ancak bu, göstermelik bir performanstan biraz daha fazlasıdır.
Arap rejimleri, Avrupa ve Amerika'nın emirlerine uyarak, 1948'den bu yana İsrail'in her ilhakını fiilen kabul ettiler ve hatta Mısır, Ürdün, BAE, Fas, Sudan ve Bahreyn'in İsrail'in 1949'da ilhak edilmiş Filistin topraklarını da kapsayan sınırlarını tanıdıklarında yaptıkları gibi bazıları bunları hukuken de benimsediler.
Küresel meşrulaştırma
İsrail 1948'de kurulduğunda, Birleşmiş Milletler tarafından bir Filistin devleti için tahsis edilen alanın yarısını ve uluslararası yargı yetkisi altında kalması gereken Batı Kudüs'ü içeriyordu.
İngiltere'nin de dahil olduğu BM Genel Kurulu başlangıçta İsrail'in ancak 1947 BM Bölünme Planı uyarınca bu topraklardan çekildiğinde tanınacağı konusunda ısrar etse de, 1949 ve 1950 yılları arasında Güvenlik Konseyi ve İngiltere nihayetinde ülkeyi 1947 BM Bölünme Planı'nda yer alanların çok ötesinde işgal yoluyla genişletilen yeni sınırları ile tanıdı.
İsrail başlangıçta Arap komşularıyla devletin sınırları konusunda müzakere etmeyi kabul etti, ancak BM kararlarını ihlal ederek işgal ettiği toprakları, özellikle de 1949'da Batı Kudüs'ü ilhak etmesiyle ilgili olanları elinde tuttu. Devlet dairelerini oraya taşıdı ve şehri başkent ilan etti.
BM, ABD ve tüm Avrupa 1950'lerin başında İsrail'in ilhaklarını hukuken olmasa da fiilen tanıdı ve normalleşen Arap ülkeleri de sonraki on yıllarda aynı şeyi yaptı.
Sonuçta Mısır Cumhurbaşkanı Enver Sedat, 1977'deki ziyareti sırasında ilhak edilmiş Batı Kudüs'te İsrail parlamentosuna hitap etmekte hiçbir sorun görmedi ve tek kelime eleştiri sergilemedi.
Kral Hüseyin Batı Kudüs'e hiçbir zaman resmi bir ziyarette bulunmamış olsa da, 1994 ve 1996 yıllarında İsrail'e yaptığı ziyaretler çoğunlukla Tel Aviv ve Tiberya Gölü'ne yönelikti. 1995 yılında dönemin İsrail Başbakanı İzak Rabin'in cenaze törenine katılmak ve 1997 yılında Ürdünlü bir askerin açtığı ateş sonucu çocuklarını kaybeden İsrailli ailelerle görüşmek üzere ilhak edilmiş Batı Kudüs'ü ziyaret etti.
Hüseyin'in 1993'te İsrail ile barış anlaşması imzalamadan önce bile “Kudüs'te sadece Tanrı'nın hakkı vardır” diyerek Filistinlilerin ve Arapların sadece Batı Kudüs üzerindeki değil Doğu Kudüs üzerindeki egemenliğini de kabul ettiğini belirtmek gerekir. Batı Kudüs'ü İsrail'in başkenti olarak tanımayan çoğu ülke gibi Mısır ve Ürdün büyükelçilikleri de Tel Aviv'de bulunmaktadır.
Ancak bu, söz konusu ülkelerin Batı Kudüs'ü İsrail'in bir parçası olarak tanımadıkları anlamına gelmemektedir.
İşgal mirası
Netanyahu'nun yakın zamanda açıkladığı Büyük İsrail “vizyonunun” sadece kendisine özgü bir takıntı olduğunu düşünmememiz için, David Ben-Gurion'dan Menachem Begin'e kadar geniş Filistin ve Suriye topraklarını ilhak eden seleflerinin aksine, şimdiye kadar çok az Arap toprağını fethettiğini ve henüz hiçbirini ilhak etmediğini hatırlamamız gerekir.
İsrail başkalarının topraklarına yönelik açgözlülüğünü her zaman alenen sergilemiştir. İsrail'in kurucu başbakanı, laik David Ben-Gurion, 1956'da Gazze ve Sina Yarımadası'nı işgal ettikten sonra, Sina'nın işgalinin “halkımızın tarihindeki en büyük ve en görkemli işgal” olduğunu iddia ederek İncil'e atıfta bulundu. Fetihle birlikte “Kral Süleyman'ın güneydeki Yotvat adasından kuzeydeki Lübnan eteklerine kadar uzanan mirasının” geri alındığını da sözlerine ekledi.
Ben-Gurion, İsraillilerin Mısır'ın Tiran adasına verdiği isim olan “Yotvat ”ın “bir kez daha Üçüncü İsrail Krallığı'nın bir parçası haline geldiğini” ilan etti.
İsrail'in işgaline yönelik uluslararası muhalefet karşısında Ben-Gurion ısrarla şunları söyledi: “Altıncı yüzyılın ortalarına kadar Yahudilerin bağımsızlığı Yotvat adasında sürdürülmüştür... Bu ada dün İsrail ordusu tarafından kurtarılmıştır.”
Ayrıca Gazze Şeridi'ni “ulusun ayrılmaz bir parçası” ilan etti. Yeşaya'nın kehanetine atıfta bulunan Ben-Gurion söz verdi: “Adı ne olursa olsun hiçbir güç İsrail'i Sina'yı boşaltmaya zorlayamayacaktı.”
İsrailliler nihayet geri çekilmek zorunda kaldıklarında, vakit kaybetmediler ve 1967'de bu bölgeleri tekrar işgal ettiler. İsrail'in askerden arındırılmasını talep ettiği Sina'dan nihai olarak çekilmesine rağmen, Mısır yarımadasını işgal etme ve buraya yerleşme söylemleri bugün bir kez daha havada uçuşuyor.
1948'den sonra İsrailliler, Golan Tepeleri yakınlarındaki Suriye sınırı boyunca uzanan askerden arındırılmış bölgedeki tüm toprakları çalma planlarına devam etti. 1967 yılına gelindiğinde, Golan'ın kendisini işgal etmeden önce bölgeyi ele geçirmişlerdi.
Bu yılın ilk 10 ayında İsrail, eski El Kaide ve İslam Devleti mensubu Ahmet Şara'nın liderliğindeki Suriye'nin ABD destekli yeni rejiminin rızasıyla Suriye topraklarındaki yasadışı ilerleyişini genişletti.
İsrailliler Suriye topraklarında bir “tampon bölge” daha oluşturdular ve tıpkı 1948-1967 yılları arasında Golan'da yaptıkları gibi, İsrailli Yahudi yerleşimciler geçen ay Suriye topraklarına geçerek Cebel el Şeyh yakınlarında yeni işgal edilen Suriye topraklarında Neve Habaşan ya da “Başan Vahası” adı verilen yeni bir yerleşimin temel taşını attılar.
Bu kişiler, Suriye ve Güney Lübnan'a yerleşmeyi amaçlayan ve Yahudi yayılmacıların İncil'de bu topraklara verdikleri isim olan “Başan bölgesi” üzerinde dini hak iddia eden İsrail'in Uri Tzafon “Kuzeyi Uyandır” hareketinden geliyorlar.
Hareket geçen yıl balonlar ve insansız hava araçlarını kullanarak Lübnan kasabalarında yaşayanlara binlerce tahliye tebligatı gönderdi. İsrail ordusu Cebel el Şeyh'deki yerleşimcileri uzaklaştırmış olsa da, İsrail'in 1967'de işgal ettiği ve Doğu Kudüs'ü ilhak etmesinden bir yıl sonra 1981'de ilhak ettiği Golan Tepeleri'nde inşa edilmeye devam eden resmi Yahudi yerleşimlerinin kurulması sadece bir zaman meselesidir.
İlhak devam ediyor
İsrail 2002 yılında Batı Şeria'nın içine yasadışı apartheid “ayrım duvarını” inşa ederek bölgenin yüzde 10'unu fiilen ilhak etti ve Uluslararası Ceza Mahkemesi de dahil olmak üzere “uluslararası” toplumdan sadece göstermelik aksiyonlar aldı.
İsrail ordusu Cebel el Şeyh'deki yerleşimcileri uzaklaştırmış olsa da, İsrail'in 1967'de işgal ettiği ve Doğu Kudüs'ü ilhak etmesinden bir yıl sonra 1981'de ilhak ettiği Golan Tepeleri'nde inşa edilmeye devam eden resmi Yahudi yerleşimlerinin kurulması sadece bir zaman meselesidir.
İsrail ayrıca 1967'den bu yana Ürdün sınırındaki Ürdün Vadisi'ni -Batı Şeria'nın bir diğer yüzde 10'unu- ilhak etmekte ısrar ediyordu ki Trump'ın 2020 “barış” planı da bunu onayladı.
Amerika ve Avrupa'nın bu tür toprak genişlemelerini kabul etmesi ve bazı durumlarda desteklemesi, Trump'ın İsrail'in Gazze topraklarının yarısından fazlasını doğrudan ve süresiz olarak işgal etmesini öngören henüz oldukça yeni olan Gazze planını desteklemesinden farklı değildir.
Avrupa ve ABD kadar Arap rejimleri de İsrail'in Batı Şeria'yı ilhakının taktiksel olarak geciktirilse bile hızla ilerleyeceğini çok iyi biliyor. Ve bu, Arap rejimlerinin (kendi ulusal güvenlik nedenleriyle Ürdün hariç) ön planda olduğu “uluslararası toplumun” -her zamanki göstermelik protestolar eşliğinde de olsa- fiili onayıyla gerçekleşecektir.
Rubio bu noktada açık konuştu: “Şu anda, bu... ters etki yaratabileceğini düşündüğümüz bir şey” ve “barış anlaşması için potansiyel olarak tehdit edici” -ama açıkça ‘üretken’ ve “potansiyel olarak” barışa yardımcı olabileceği daha sonraki bir zamanda değil.
Nitekim BM İnsan Hakları Ofisi, İsrail'in devam eden soykırımında çoğunluğu Avrupalı ama aynı zamanda Arap olan düzinelerce ülkenin suç ortaklığını belgeleyen bir rapor yayınladı. Washington Post gazetesi de Ürdün, Katar, Suudi Arabistan, Mısır ve Birleşik Arap Emirlikleri de dahil olmak üzere birçok Arap ülkesinin soykırım sırasında İsrail ile askeri işbirliğini arttırdığını ortaya çıkardı.
Filistinliler İsrail'in devam eden sömürgeleştirme, yerleşim, işgal ve anavatanlarını ilhakına yönelik bu uluslararası desteğe direndiklerinde, tüm bu ülkeler şaşırmış gibi yaparken, tıpkı son iki yıldır yaptıkları gibi, İsrail'in soykırımının bir sonraki aşamasına açık ya da gizli bir şekilde yardım edeceklerdir. Ve her zaman olduğu gibi bunu “İsrail'in kendini savunma hakkı” adına yapacaklar.
Joseph Massad tarafından kaleme alınan ve Middle East Eye'da yayınlanan bu içerik Mepa News okurları için tercüme edildi. Yazıda yer alan ifadeler Mepa News'in editöryel politikasını yansıtmayabilir.