David Hearst

David Hearst

Trump’ın Ortadoğu’daki 'zaferleri' yakında felaketlere dönüşecek

Trump’ın Ortadoğu’daki 'zaferleri' yakında felaketlere dönüşecek

Devrim yaşanmaya meyilli Arap diktatörlüklerinin desteği ile İsrail’e destek sağlamak bölgede yıllarca sürecek çatışmalara yol açacak.

Niyeti olsa da olmasa da her ABD başkanı Ortadoğu’da bir iz bırakır.

Mısır ile İsrail arasındaki Camp David (Davut Kampı) mutabakatı, İran devrimi ve 1980’in eylül ayında cereyan eden İran-Irak Savaşı, bunların hepsi Jimmy Carter’ın başkanlığı döneminde başladı.

Carter’ın halefi Ronald Reagan, Iraklı lider Saddam Hüseyin’i destekledi ve 1981 yılının ekim ayında Mısırlı Başkan Enver Sedat’ın suikastına şahit oldu; 1982’de Lübnan’ın İsrail tarafından işgal edilmesi ve Filistin Kurtuluş Örgütü’nün (FKÖ) Beyrut’tan ihracı, aynı yıl içinde yaşanan Sabra ve Şatila katliamları ve bu süreç sonrasında gelen Birinci İntifada yine Reagan döneminde başladı.

George H.W. Bush, iktidarına 1991 yılındaki Birinci Körfez Savaşı ve Madrid Konferansı ile başladı.

Bill Clinton, 1995’te İsrail Başbakanı İzak Rabin’in suikastını gördü. 2000’de Ehud Barak ile Yaser Arafat arasındaki Camp David Zirvesi’nin başarısızlığına şahit oldu ki bu süreç sonunda İkinci İntifada başlayacaktı.

George W. Bush’un bölge üzerine çöktürdüğü gölge artık orada değil: bir zamanların güçlü Arap devleti Irak’ın yıkılışı, İran’ın bölgesel bir güç olarak yükselişi, Sünni ve Şiiler arasındaki mezhep savaşlarının ortaya çıkışı ve IŞİD’in yükselişi. 20 yıldır devam eden savaş, onun 2003’te Irak’ı işgal etme kararı sonrası meydana geldi.

Büyük aldatmaca

Başkan Barack Obama’nın iktidarı altında kısa bir süreliğine de Müslüman dünyası ile yeni bir başlangıç ihtimali belirdi. Fakat bir ABD hükümetinin demokrasiyi destekleyeceği inancı gayet hızlı bir şekilde söndü gitti. Bu umuda sahip olmaya cüret edenler, onlara arkasını dönüp gitmeye cüret eden başkan tarafından çok acımasız bir ihanete uğratıldılar. Güç makamı ele geçirildiğinde, kendi insanı olan siyahi Amerikalılar gibi Müslümanlar da başkan tarafından sıcak bir taş gibi yere atıldı.

2013’te Mısır’da gerçekleşen askeri darbe ve 2014’te Amerikalı gazeteci James Foley’nin cinayete kurban gitmesi – bu iki son derece yüksek tansiyonlu olay sırasında, “uluslararası diplomasi ve milletler arasındaki iş birliğini kuvvetlendirmeye yönelik fevkalade gayretleri” hasebiyle Nobel Ödülüne layık görülen Obama golf oynamakla meşguldü.

Obama, Mısır’ın tarihindeki demokratik yollardan seçilen ilk devlet başkanının makamından indirilmesi bir askeri darbe olarak isimlendirmeyi açıkça reddetti. Türk Başkan Recep Tayyip Erdoğan, kendisini öldürülmek üzere gönderilen bir suikast timinden şans eseri kurtulamayıp, Türkiye’deki darbe başarıya ulaşsaydı Obama’nın Devlet Bakanı John Kerry, liderinin Mısır vakasında izlediği stratejinin aynısını uygulayacaktı.

ABD’nin Ortadoğu’daki diplomatik ve askeri müdahaleleri tarihi, birbiri ardına gelen bir başarısızlıklar silsilesinden ibaret olup, hakkında başarısız olunan ülkelerin listesi her seçimden sonra uzamıştır.

Obama tarafından Libya’da “cephe gerisinden liderlik etme” ve Suriye’de “düşük çaplı müdahale” uygulamalarının ardından emri verilen askeri ricat, Napolyon’un Moskova’dan Polonya’ya doğru geri dönüş yürüyüşü için verdiği emre benzemektedir. Bu kargaşa sürecinin içinden ABD politikasının iki temel direği çıktı: başbakanları ve yerleşimcilerinin barış çabalarının kuyusunu kazmaya çalışmasına bakılmadan, bedeli ne olursa olsun sarsılmaz bir irade ile İsrail’i desteklemek ve Arap dünyasında ne kadar otokrat, diktatör, hanedanlık varsa hepsini ön koşulsuz desteklemek.

Kötü kalpli cadı

Şimdi sırada oyunumuzun kötü kalpli cadısı var, alkış!

Trump, Yahudi milliyetçi dinci sağ cenaha tam kontrol tahsis ederek Ortadoğu’daki kural kitabını resmen yırtıp attı. Kendisinin bu hamlesi iki yerleşimci ideolog ve fon sağlayıcı ile hayat buldu: Trump’ın damadı ve danışmanı Jared Kushner ile İsrail büyükelçisi David Friedman. “Yeni çare üretme” bahanesi ile, kendinden önceki ABD hükümetlerinin Filistin meselesine çözüm getirme arayışlarının temel taşları olan 67 sınırları, Doğu Kudüs’ün başkent olması ve mültecilerin geri dönüş hakkının tanınması meselelerinin önemi üzerindeki fikir birliğini yırtıp attılar.

Golan Tepelerini ve yerleşim alanlarının ilhak edilmesini tanıyarak 67 sınırlarını sildiler, Kudüs’ün bütününü İsrail’in başkenti olarak tanıdılar ve Filistinli mültecilere yardım sağlayan UNWRA ajansının ödeneğini kestiler. Bu hamleler sonucunda, olası bir Filistin devleti fikrinin son nefesini vermesi anlamına gelecek şekilde üç Arap devletinin (BAE, Bahreyn ve Sudan) İsrail’i hali hazırda iddia ettiği sınırlarla birlikte (işgal altındaki bölgeler dahil olmak üzere) tanımasının önü açıldı.

BAE, Bahreyn ve Sudan bu anlaşmalar ile, Batı Şeria’daki 250 yerleşim alanında yaşayan 400.000 yerleşimciyi, bu yerleşim alanlarını İsrail devleti topraklarına dahil “adalar” olarak tanımlayan kanunları, üçüncü nesil Yahudi yerleşimcileri tanıdığını da ilan etmiş oldu.

Haritayı değiştirmek

Friedman, “birkaç ay sonra veya gelecek yıl ortalık durulduğunda, İsrail-Arap mücadelesi bitecek” diyerek övünmektedir. Friedman’ın bu şüphe götürmeyecek şekilde bariz “ben kazandımcı” tavrı, George W. Bush’un bir uçak gemisine çıkıp, gelinen noktada herkesin alay edip eğlendiği bir şekilde Irak’ta “görev tamamlandı” açıklaması yapması gibi kısa sürede sönüp gidecektir.

Ben “İbrahim Mutabakatını (Abraham Accords)” tarihin çöplüğüne atmakta acele eden kesimle aynı fikirde değilim.

Ancak bu mutabakatın maddeleri, İsrail Stratejik İşler Bakanlığı’nın, BAE’nin normalleşme anlaşması imzalamasının Arap sosyal medyasının %90’ı tarafından kabul görmediğini ve Washington Institute tarafından yapılan araştırmada Suudilerin yalnızca %14’ü tarafından desteklendiğini tespit ettiği bir ortamda, tabi ki manasını yitirmiştir.

Sadece bu iki veriye bakarak, Arap kamuoyunun fikrinin Friedman’ın açıklamasında bahsettiği şekilde değişmesi için kendisinin bir sonraki yüzyılı beklemesi gerekebilir.

Ancak, normalleşme sürecinin Arap dünyasında halk seviyesinde çok az destek görüyor olması hiçbir etkisinin olmayacağı anlamına gelmemektedir. Bu süreç Ortadoğu haritasını değiştirecek ancak bu Friedman ve yerleşimcilerin umduğu şekilde olmayacaktır. Friedman ve onun gibileri Beyaz Saray’ın kontrolünü ellerinde tuttukları süre içinde Washington ABD politikasının iki temel sütunu olan İsrail’e kayıtsız şartsız destek ile, Arap diktatörlere kayıtsız şartsız destek arasındaki bir faydalı tutarsızlığın üzerine oynadı.

Böylece, Washington yönetimi, aynı anda bir taraftan İsrail’in Ortadoğu’daki “tek demokrasi” olması hasebiyle “son derece zorlu bir muhitteki varlığını” nefsi müdafaa dairesinde savunmaya hakkı olduğunu iddia ederken, diğer yandan da parlamentoları, demokrasileri bastıran ve kendi halklarının kanını emen hanedanlıkları destekleyerek “muhitin” zorlu kalması için elinden geleni yapma imkânı yakaladı.

Bu tür hamleler, geçmişte İngiliz, Fransız, Felemenk ve İspanyol koloniciler tarafından deniz aşırı yerlerde kurdukları imparatorluklar zamanında kullanılan klasik taktikler olup onlarca yıl tıkır tıkır işlemiştir. Trump’ın yaptığını ondan önceki herhangi bir ABD başkanı da gayet tabi yapabilirdi. Bunu yapmayı tercih etmemiş olmaları, İsrail’i desteklemek için devrim yaşanmaya meyilli, her an patlamaya hazır Arap diktatörlüklerini desteklemenin beraberinde getireceği tehlikeleri öngörebildiklerini göstermektedir.

Trump hem cahil hem de meseleden son derece uzaktır zira bu süreçte onun için önemli olan tek şey kendisidir. Çocuksu narsistik yaralanma emareleri gösteren bir yetişkin birey olan Trump’ın İsrail Başbakanı Bünyamin Netenyahu’dan tek talebi, sadece kendisinin İsrail’in kurtarıcısı olarak lanse edilmesiydi.

Trump, Beyaz Saray muhabirlerinin önünde Netenyahu ile telefonun hoparlöründen şöyle konuşmuştu: “Sence Uykucu Joe (Joe Biden) bu anlaşmayı yapabilir miydi, Bibi? Uykucu Joe? Sence bir şekilde bu anlaşmayı yapar mıydı? Hiç sanmıyorum.” Duydukları karşısında uzunca bir süre durakladıktan sonra Netenyahu şöyle cevap vermişti: “Aaa, şey … Sayın Başkan, size şunu söyleyebilirim ki … aaa, Amerika’dan kim olursa olsun barış için yapılan yardımı memnuniyetle karşılıyoruz … ve bugüne kadar yaptıklarınızdan son derece memnunuz.”

Meseleye nokta koymak

Meseleye nokta koyulması ile birlikte ABD’nin Ortadoğu politikası çerçevesindeki “iki tarafa da oynama” dönemi artık faydalı olmaktan çıkmıştır. İsrailli işgalciler ile Arap despotlar artık açık bir biçimde birbirinin kucağındadır. Bu, Arap dünyasındaki despotlara karşı mücadele ile işgal altındaki Filistin’i özgürleştirmek için verilen mücadelenin bir olması manasına gelmektedir.

Bazıları, bu durumun, 2011 yılında büyük olaylara sahne olan ancak uzun zaman önce mezara gömülen Arap Baharı süreci gibi çok da önemli olmadığını düşünebilir. Ancak böyle düşünmek saflık olur. Hepimizin bildiği üzere, İsrail’in eski Mısır büyükelçisi Yitzhak Levanon ise saf birisi değildir.

Israel Hayom sitesinde yayımlanan yazısında Levanon, Mısır’ın yeni bir isyanın eşiğinde olup olmadığını sordu: “Mısır halkı, bir diktatör olarak görülen Mübarek’in koltuğundan indirilmesinin ardından açıklık ve şeffaflık hayalleri kurmuştu. Müslüman Kardeşler üyeleri ya zulüm görmekte ya da sürgünde. Anayasada yapılan bir değişiklikle Sisi’nin 2030 yılına kadar başkanlık yapmasının önü açıldı. Hali hazırdaki yasalar, arlarında siyasi tutuklamalar ve infazların da bulunduğu gaddar uygulamalar ile kontrol sağlanmasına izin vermektedir. Yakın geçmiş bize, Mısır’daki bu vaziyetin tüm bölgeyi etkileyeceğini öğretmiştir.”

Bir diğer İsrailli eski büyükelçi daha Trump’ın İsrail üzerindeki etkisi ile alakalı endişelerini dile getirdi. İsrail’in eski Danimarka büyükelçisi ve Washington’daki misyon yardımcısı Barukh Binah, Trump’ın imzalattığı anlaşmaların muhattaplarının zaten hali hazırda İsrail’in dostu olan yönetimler olduğunu ve bu anlaşmaların İsrail’in düşmanları ile yaşadığı diplomatik tıkanıklık hususunda hiçbir şeyi çözmediğini söylemektedir.

“Trump bazıları tarafından İsrail’in en büyük dostu olarak görülüyor ancak o tıpkı ABD’de yaptığı gibi bizi asıl ait olduğumuz yer olan Batı kamuoyundan soyutladı. Son dört yıldır, türünün tek örneği ve son derece güçlü bir uyuşturucu olan “Trumpion’a” bağımlı hale geldik. Torbacısı Beyaz Saray’dan ayrılır ayrılmaz İsrail’in rehabilitasyona girmesi gerekecek.”

Önemli bir ders

Camp David (Davut Kampı) mutabakatı neticesinde, 1978 yılında Mısır İsrail’i resmen tanıyan ilk Arap devleti oldu. 1994’te “Wadi Araba” geçidinde Kral Hüseyin tarafından imzalanan barış anlaşması neticesinde Ürdün, İsrail’i tanıyan ikinci Arap devleti oldu. İlk dalgayı oluşturan bu iki Arap devletinin sürekli bir şeyler kaybediyor olması, ikinci “tanıma” dalgasının arkasındaki planlama ve düşünce eksikliğine dair işaretlerden sadece birisidir.

Yeni dalganın, bir öncekini yutması … Bu vaziyet, meseleyi enine boyuna hesaplamış insanların bu işin arkasında olmadıklarını göstermektedir.

Ürdün, Kudüs’teki Kutsal Mekanların kontrolünü her geçen gün biraz daha kaybetmektedir. Mısır, Kızıl Deniz’den Mecdal’e (Aşkelon) milyonlarca ton ham petrol taşıması planlanan boru hattı nedeniyle, Süveyş Kanalı trafiğini ve dolayısıyla gelirini kaybedecek. İlaveten, BAE ile İsrail arasında yüksek hızlı tren projesi yapılacağına dair duyumlar alınmaktadır. Mısır hem karadan hem de denizden bypass edilmek üzeredir.

Mısır, 1978 yılında en güçlü Arap devletiydi. Bugün ise jeopolitik önemini kaybetmiştir. Bu tüm Arap liderlerin iyice bellemesi gereken önemli bir derstir.

Bölgedeki bazı liderler bu dersleri anlamıştır. İsrail ile Körfez devletleri arasında tesis edilen yeni müttefiklik, Filistin ve Müslüman haklarını müdafaa etmekte kararlı diğer müttefikliklerin doğmasına neden oldu. Türkiye’nin İran ve Pakistan ile ne derece yakınlaştığına ve Pakistan’ın Suudi Arabistan’la olan tarihi askeri müttefikliğine son vermeye ne kadar yakınlaştığına bakınız.

Filistin’in çıkarması gereken ders

Batı Şeria’nın Mısır’dan daha az patlamaya hazır vaziyette olmadığı açıktır. Filistin başkanı Mahmud Abbas’ı anlaşmaya rıza göstermesi için baskı altına almak amacıyla Arap devletlerinin Filistin Otoritesi’ne (FO) aktardığı yardım bu yılın ilk sekiz ayında %81 oranında düşürülerek 198 milyon dolardan 38 milyon dolara geriledi.

FO tarafından hayatını kaybeden savaşçıların ailelerine destek amaçlı gönderilen para miktarını zorla azaltmasının ardından FO kendi adına İsrail tarafından vergi toplanmasını kabul etmemektedir. FO’nun İsrail’in getirdiği kısıtlamayı kabul etmesi kendi ölüm fermanını imzalaması manasına gelir. AB, arada oluşan bu farkı kapatmayı reddetti.

Filistinliler, İsrail devletinin kurulmasının ardından kaybettikleri toprakları geri almak amacıyla bir hareket başlatılması hususunda ciddi adım atmakta çok geç kaldı. 1949 Nisan ayı ile 1964 Mayıs arasını bekleyerek geçirdiler. Nihayet FKÖ kurulduğunda amaç artık toprakları kurtarmak değil “bağımsız bir Filistin devleti kurmaktı.”

Bugün aynı hatayı tekrar yaparak, barışa karşılık toprak prensibi hususunda hala beklemekte ve bu sayede topraklarına geri kavuşacaklarına inanmaktadırlar. Trump, Kushner ve Friedman sadece bu prensibin değil aynı zamanda iki devletli çözüm hususunun da artık öldüğünü ilan etti. Planlarına dair yaptıkları sunumlar ve gerçekleştirilen konferanslarda telaffuz etmekten özellikle kaçındıkları iki kelim vardı: “Filistin devleti”

Filistinliler bir kez daha tek başına kalmış ve kaderlerinin sadece kendi ellerinde olduğu gerçeğini görmek zorunda bırakılmıştır.

Birinci İntifadayı ortaya çıkaran şartlar, 8 Aralık 1987’de henüz hayatta dahi olmayan koskoca bir genç nesil için bugün eskiden olduğu gibi capcanlıdır. Yeni bir gösteri dalgasının zuhur etmesi artık sadece bir an meselesidir zira Filistinlilerin içinde bulundukları cehennemvari İsrail yayılmacılığı, Arap ihaneti ve uluslararası kaygısızlık çemberinden çıkabilmelerinin tek yolu artık budur.

İsrail’i tanımak da meseleyi konuşmak da işe yaramamaktadır.

Bu Trump’ın olduğu kadar onun seleflerinin de mirasıdır. İbrahim Mutabakatı, bölgeyi on yıllarca sürecek bir çatışma ortamına sürükleyecektir.

Tercüme: Mepa News

Bu yazı toplam 21675 defa okunmuştur
Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Yorumların her türlü cezai ve hukuki sorumluluğu yazan kişiye aittir. Mepa News, yapılan yorumlardan sorumlu değildir. Her bir yorum 600 karakterle (boşluklu) sınırlıdır.
David Hearst Arşivi