Selim Demir

Selim Demir

Ukrayna'daki savaşa İslam aleminden bakmak

Ukrayna'daki savaşa İslam aleminden bakmak

Geçtiğimiz günlerde, Rusya'nın 24 Şubat 2022 tarihinde Ukrayna'yı işgaliyle başlayan savaş 500'üncü gününü geride bıraktı. Esasında söz konusu savaşı 2013 yılında Rusya-Ukrayna hattında başlayan gerilimin, hatta çok daha geniş planda Rusya ile ABD liderliğindeki Batı dünyası arasındaki güç ve egemenlik mücadelesinin bir parçası olarak değerlendirmek gerekiyor.

Savaş ne şekilde değerlendirilirse değerlendirilsin, ortada gördüğümüz netice, savaşın yalnızca Ukrayna, Rusya yahut Batı için değil, dünyanın tamamı adına sonuçlar doğurduğu. Örneğin, Afrika'nın ücra köşelerindeki ülkeler dahi, savaş sebebiyle tahıl sevkiyatının durmasıyla geniş kapsamlı krizlere ve gıda güvenliği konusunda risklere maruz kaldılar.

Bu paralelde, dünya üzerindeki siyasi gelişmelere ilgi duyan (yahut duymak zorunda olan) kimselerin Ukrayna'da yaşanan savaşı, savaşa yol açan dinamikleri, savaşın sebeplerini, sonuçlarını görmemek ve anlayamamak gibi bir lüksü bulunmuyor. Hele ki Ukrayna'daki savaşın üstünkörü değerlendirmelerle ve basmakalıp ifadelerle geçiştirilmesi çok daha büyük riskler barındırıyor. Bir meseleyi anlamadığının farkında olmak ile anladığını zannetmek arasında büyük bir uçurum mevcut.

Hal böyleyken, kendilerine dayatılan savaşlar sebebiyle, dünyada siyaseten en bilinçli ve en aktif durumda olması gereken kesimler arasında yer alan Müslümanların, Ukrayna'da olup bitenleri kendi maslahatları ekseninde çok iyi yorumlayabiliyor olması icap ediyor. Bu gereklilik vesilesiyle, Ukrayna'daki savaşa İslam aleminden nasıl bakılabileceğine dair bazı notları burada hülasa etme ihtiyacı hissettim.

Savaş neden bizleri ilgilendiriyor?

Müslümanlar, politik olarak aktif olmayı tercih etseler de etmeseler de dünyadaki askeri, siyasi ve sosyal gelişmelerin odağında yer almaya kendilerini mecbur bırakan birçok özelliğe sahip durumdalar. Coğrafi açıdan merkezi konumları, yaşadıkları ülkelerin sahip oldukları jeopolitik ve jeostratejik önem, yeraltı ve yerüstü kaynakları, ideolojik yönden İslam'ın halen mevcut dünya sistemine meydan okuma potansiyeline sahip olması gibi birçok faktör, Müslümanların yaşadığı toprakları küresel siyasetin aktif birer sahası kılıyor ve kılmaya da devam edecek.

Bu sebeple Müslümanların, yalnızca kendi yaşadıkları bölgelerde ve yakınlarında cereyan eden gelişmelere değil, Patagonya veya Yeni Zelanda'daki gelişmelere dahi vakıf olması, bunları takip etmesi şart. Ukrayna'da yaşananlar ise bu kadar uzak ve ilgisiz gelişmeler değil. Bilakis İslam aleminin kapı komşusu niteliğindeki bir coğrafyada, İslam aleminin sömürmekte olan iki büyük güç muharebe halinde. Hal böyleyken Müslümanların Ukrayna'da yaşananları, yüzeysel olarak da değil, imkanları elverdiği ölçüde derinlemesine bir biçimde bilmesi gerekmektedir.

Bu süreçte şunu da göz önünde bulundurmak zaruridir; Müslümanlar genel olarak bir devlete veya desteklemeleri gereken somut bir güce sahip değiller. Yeryüzünde dağınık bir halde ve baskı altında yaşamaktalar. Yekpare bir İslam milleti olabilmenin somut gerekliliklerini yerine getirmemekte/getirememekteler. Yani ortak bir dil, ortak bir anlayış, ortak bir hedef, ortak bir yaşam kültürü, ortak bir tarih ve gelecek algısı gibi birleştirici unsurlardan uzaklar.

Bu, birkaç zorunluluğu daha beraberinde getiriyor:

- Müslümanların ortak bir yaşama zihniyeti ve millet inşasına çalışmasının zorunlu olması.

- Müslümanların kendilerinden olmayan hiçbir tarafı, hiçbir hizbi yahut devleti desteklemeye mecbur olmaması.

- Müslümanların İslami gayeleri hayata geçirmek için hayatta kalmak üzere İslam topraklarında işgalci olan güçlere karşı çalışmasının zorunlu olması.

- Müslümanların kendilerini pasifize etmeyi/ortadan kaldırmayı hedefleyen küresel sistemlere karşı ortak (yahut benzer) refleksleri yine uluslararası ölçüde (herhangi bir devlete sahip olmasalar dahi) göstermesinin zorunlu olması.

Bunlar, Müslümanların yeniden siyasi bir temsiliyete ve gerçek bir İslam milletine sahip olacak zihniyeti var edip güç kazanıncaya kadar yapmaları mecburi olan bazı yükümlülüklerdir.

Bu yükümlülükler ve bunlardan doğan gelişmeler paralelinde Ukrayna'daki savaş da elbette İslam alemini ilgilendirmektedir.

Zira bu savaşın bazı gerçekleri ve bazı getirileri bulunmaktadır ki bunlar şu şekilde özetlenebilir:

- Ukrayna'da savaşan taraflar İslam alemine yönelik savaş açısından en büyük iki işgalci unsur olan ABD (Batı) ve Rusya'dır.

- Savaş, Amerikan ve Rus yayılmacılığının kesişen bir rekabet sahasında cereyan etmektedir.

- Savaş, taraflar arasında hiç olmadığı kadar geniş ve küresel bir mücadeleyi beraberinde getirmiş, Ukrayna topraklarıyla sınırlı kalmamıştır.

- Savaş hem Amerika'nın hem Rusya'nın iki yüzlü tutumunu ifşa etmiştir.

- Savaş hem Amerika'yı (Batı'yı) hem de Rusya'yı İslam alemi başta olmak üzere işgal ettikleri üçüncü taraf ülkelerde (örneğin Afrika'da) zayıflatmıştır.

- Savaş küresel rekabeti artırmış ve taraflar arasındaki fay hatlarında doğan boşlukların İslami hareketler yahut sistem karşıtı diğer güçler tarafından doldurulması ihtimali doğmuştur.

- Genel olarak 1800'lerden, hususen ise 1970'li yıllardan bu yana küresel çatışmaların ana ekseni İslam alemi ve üçüncü dünya ülkeleridir. Bir süredir bu eksen Doğu Avrupa ve Hint-Pasifik gibi Batı-Rusya ve Batı-Çin temas hatlarına kaymaktadır. Ukrayna'daki savaş bu eksen kaymasının patlak verdiği en büyük saha olmuştur.

Sebepler uzatılabilir. Bu doğrultuda İslam alemi kendisini belirli fırsatlar içerisinde bulmuştur. Zira güç mücadelesi bizden ötesine taşınmaktadır ve bu mücadele bizler için boşluklar ortaya çıkarmaktadır.

Rusya'nın pozisyonu

Savaşın taraflarından biri olan Rusya hiç şüphesiz Ukrayna'da yayılmacı emellere sahip. Bölgenin tarihi önemi Ruslar için oldukça büyük. Ruslar yüzyıllarca bu bölgeden Müslüman Türkleri çıkarmak ve onların yerlerini ele geçirmek için sayısız savaşa girdi.

Tatar Türklerinin ardından Osmanlılarla da onlarca savaş veren Ruslar nihayetinde bugünkü Ukrayna topraklarının tamamında hakim olabildiler. Ancak Sovyetler Birliği'nin dağılması sürecinde bölge, burada yaşayan bir başka Slav topluluğu olan Ukraynalıların hakimiyetinde kaldı. Rusya halen bölgede yaşayan Rus azınlığı korumak gibi bir misyona sahip olduğunu öne sürüyor.

Ayrıca Karadeniz'e ulaşması konusunda stratejik bir bölge olan Ukrayna'yı elinin tersiyle bir kenara itmek istemiyor. NATO'nun Ukrayna'yı (üye olsa da olmasa da) etki sahasına dahil etmesi, Rusya'yı tamamen köşeye sıkıştırabilir.

Sovyetler Birliği dağılırken geçmişte Moskova'ya bağlı rejimlerin bulunduğu bu gibi Doğu Avrupa bölgelerinde Batılı gücün çatı örgütü olan NATO'nun genişlememesi talep edilmişti. Rusya halen bu konuda ittifaka varılmış olduğunu ancak Batılıların bu ittifaka uymayarak Ukrayna gibi Doğu Avrupa ülkelerinde etkinliğini artırdığını ifade ediyor.

Taraflar arasında gerçekten bir mutabakat olup olmadığı tartışmaları bir yana, gerçekten de Batı ittifakı sürekli olarak doğu yönünde genişlemeye devam etti. 1990'ların ardından refahın, kapitalist yaşam tarzının, demokratik düzenin var olduğu Batılı yaşam tarzına öykünen Doğu Avrupalıların Moskova'dan uzaklaşarak Washington'a, Londra'ya, Paris'e yakınlaşmak istedikleri de bir gerçek. Bu iki durum birleştiğinde Rusya için gerçek bir güvenlik krizi ortaya çıkmış oldu.

Doğu Avrupa ülkelerinin halklarının çok büyük bir bölümü Rusya'nın gölgesinden kurtulmak isterken bu durum Batı'nın da işine gelmiş oldu. Rusya, kendisinin yayılım göstermeyeceği ülkelerde Batı'nın yayılacağını fark ederek, halkların değişim talebine rağmen bu ülkeleri etkisi altında tutmak istedi. Ancak nihayetinde, Belarus haricinde hiçbir ülkede bunu başaramadı. Bir zamanlar NATO'nun Sovyet varyantı olan Varşova Paktı'na ismini veren Polonya dahi bugün Batı ittifakının merkezlerinden biri haline gelmiş durumda. Bu, Rusya durduramadığı takdirde Moskova sokaklarına dek uzanacak ve nihayetinde Rusya'yı da dönüştürecek olan bir akım halini aldı.

Rusya tam da bu noktada bir yandan kendi siyasi erkini tehdit eden Batılılaşma akımını dışarıda durdurmak isterken diğer yandan da kendi vatandaşlarına gözdağı veriyor. Onları zorla askere alarak olası bir muhalefeti de daha başlamadan boğuyor. Rusya'yı bir sıkı yönetim haline sokarak tüm bu tehdidi bertaraf etmek istiyor. Bu ne kadar uzun ömürlü olabilir bilinmez ancak, elinde tuttuğu toprakları ve kendi vatandaşlarını dahi bir arada tutabilecek tek seçeneği askeri ve bürokratik gücü olan Vladimir Putin için başkaca bir seçenek öngörmek biraz güç.

Rusya eğer Ukrayna'da yenilirse bu akımı kontrol altında tutmakta zorlanacaktır. Şayet zafer kazanırsa bu hem "modern" haklar isteyen kendi vatandaşlarına hem de Baltık'tan Kafkaslara kadar "eski vatandaşlarına" bir mesaj olacaktır. Bu sebeple Putin'in geri adım atma lüksü yok denecek kadar az.

ABD'nin ve Ukrayna'nın pozisyonu

Zannederim ki Ukrayna bu konuda kendisine ait çıkarlardan en az bahsedebileceğimiz taraf. Zira Ukrayna'nın (Rus azınlık haricindeki nüfusun önemli bir kısmının) istediği temel olarak iki şey var:

- Hususi ve öncelikli olarak Rus işgalini sona erdirerek tam bağımsızlığı geri kazanmak

- Genel olarak ise Rusya'nın etki alanından bağımsızlaşarak Batı, Avrupa Birliği ve NATO ekseninde varlığını sürdürmek

Bu savaşta Ukrayna'nın amaçları ABD'nin de Rusya'nın da amaçlarından daha kritik bir kumar oynamak zorunda kaldıkları anlamına geliyor: Var olmak ya da olmamak. Ancak yine de bu amaçlar oldukça lokal, zira Ukrayna'nın gücü ve etkisinin çapı bu kadar.

Batı bloku ve ABD'nin Ukrayna'daki savaşta amaçları ise oldukça çeşitli. Bunlar siyasi, sosyal, askeri, stratejik ve iktisadi alanlarda farklı gerekçeler.

Sanırım ABD'nin yayılma arayışını ve kendisinde "dünyaya nizam verme" gibi bir yükümlülük görmekte olduğunu detaylandırmaya lüzum yok. Haddizatında Vietnam'dan Afganistan'a Amerikan emperyalizminin yol açtığı birçok savaşta bu ortak bir gerekçe niteliği taşıyor. Ukrayna'da da halkın Batı yönlü talepleri buna eklemleniyor. Bu durum herkesin malumu olduğundan, üzerinde pek fazla durmaya gerek görmüyorum. Keza Rusya'nın yayılmasının önlenmesi, Rusya gibi yayılma arayışı içerisinde olan Çin'e gözdağı verilmesi de benzer maksatlar.

ABD ve Batı açısından savaşın bir diğer gayesi ise bir yandan savaş tüccarlarını beslerken diğer yandan ise tıkanmış durumdaki ekonomiye can suyu vermek oldu. 2019 yılı sonunda başlayan ve küresel ekonomiye ağır bir darbe vuran koronavirüs pandemisi ekonomileri büyük ölçüde daraltmış, küresel çapta durgunluğa yol açmıştı.

Pandemi sona ermesine rağmen küresel ekonomi üzerindeki olumsuz etkileri halen bitmiş değil. Bu açıdan Ukrayna'daki savaş ise fırsatı altın tepsine sunacaktı. ABD başta olmak üzere Batılı ülkelerdeki silah fabrikaları ve bununla bağlantılı olarak tüm ekonomik sektörler tam zamanlı üretime geçti. Fabrikalarda yoğun bir mesai başladı. Top mermisinden tanka, zırhlı muharebe aracından uçaksavar füzelerine ve diğer askeri kalemlere dek onlarca milyar dolarlık ekipman Ukrayna'ya akıtıldı. Buna benzer bir gelişme Birinci Dünya Savaşı döneminde yaşanmış, savaş öncesinde ortaya çıkan ekonomik durgunluk savaş ekonomisi ve askeri üretim sayesinde aşılabilmişti.

Bu durumu tam çerçevesiyle anlamak gerekiyor:

ABD başta olmak üzere Batılı ülkelerin Ukrayna'ya silah vermesi iki sonuçtan birini doğuruyor: Ya stoklardaki silahların sevkiyatı yahut yeni silah üretimi. Stoklardaki silahların sevkiyatı da yerlerinin doldurulmasını gerektirdiğinden bu da yeni üretim anlamına geliyor. Ayrıca büyüyen paranoya sebebiyle artan savunma harcamaları da bu kapıya çıkıyor. Peki bunun anlamı ne?

Bunun anlamı, devletlerin vatandaşlarından ve diğer ulusal kaynaklardan elde ettikleri gelirleri silah şirketlerine aktararak silah satın alması ve bunları Ukrayna'ya göndermesi. Yani ulusal kaynakların silah tüccarlarına aktarılması.

Tabi bu durum sadece silah tüccarlarını değil diğer ekonomik alanları da etkiliyor. Artan üretim ekonomik durgunluğun da geride bırakılmasına yol açıyor. Sadece bu bile ABD ve Batı için oldukça büyük bir kazanım.

Bu konuda bahsedilmesi gereken bir diğer husus ABD ile Avrupa, bilhassa kıta Avrupası arasındaki hassas dengeler.

ABD ile Avrupa arasındaki güvenlik ilişkileri, küresel güç dengesinde Avrupa'nın ciddi şekilde zayıfladığı İkinci Dünya Savaşı sonrasından bu yana çalkantılı bir geçmişe sahip oldu. Kıta Avrupası'nın iki büyük aktörü olan Almanya ile Fransa'nın yanı sıra İngiltere ve İtalya gibi güçler, İskandinav ülkeleri, Baltık ülkeleri, Doğu Avrupa ülkeleri, Balkan ülkeleri kendi güvenlik risk ve değerlendirmelerine sahip oldular. Bu durum Avrupa ile ABD arasındaki ilişkilere de sirayet etti.

Avrupalı devletler kendi aralarındaki siyasi ve iktisadi birlikteliği askeri bir güce tahvil etmek için girişimlerde bulunmuş olsa da bu yönde somut bir adım atılamadı. Özellikle Fransa bu askeri güce liderlik etmek için ihtiraslı girişimler sergiledi. Ancak Fransa'nın iktisadi, siyasi ve askeri gücü bu konuda yeterli gelmedi. Bu konuda Avrupa'yı peşinde sürükleyebilecek derecede iktisadi ve siyasi potansiyele sahip Almanya ise ABD etkisinden bağımsız olamadığı ve bu doğrultuda ciddi bir askeri gücü bulunmadığı için bekleneni veremedi.

Ukrayna işgali başladığı dönemde Avrupa, özellikle Donald Trump'ın ABD Başkanı olduğu döneminde Avrupa'ya bu konuda yaptığı baskıların etkisini tecrübe etmekte ve tartışmalar yaşamaktaydı. Ukrayna işgali, söz konusu riski belirgin bir şekilde Avrupa'nın önüne çıkardı. Avrupa'daki Rus tehdidinin ABD desteği olmadan aşılamayacağı anlaşıldı. Özellikle Avrupa ülkelerinin kendi güvenlikleri konusunda koordinasyon içerisine giremediği, hepsinin farklı yörüngelerde ilerlediği görüldü:

- Rus tehdidini yakından hisseden İskandinav, Baltık ve Doğu Avrupa ülkeleri açık bir Rusya aleyhtarlığını benimsedi.

- Olan bitenle pek ilgilenmeyen Güney Avrupa ülkeleri büyük ölçüde konudan uzakta kaldı. Rus gazına uygulanan ambargolar neticesinde Ortadoğu ve Kuzey Afrika ülkelerinden gaz ithalatının gerekmesi Akdeniz'e kapısı olan bu ülkeler için bir fırsat oldu.

- Rusya ile özellikle enerji konusunda bağımlı bir ilişkisi olan Almanya, kendi içerisinde siyasi bir bağımsızlığı ve egemenliği bulunmayışı sebebiyle, süreçte ciddi ikilemler yaşadı. Büyük ölçüde ABD'nin baskılarının peşinde sürüklenmek zorunda kaldı ve ilişkilerde dengeyi koruyamadı.

- Fransa, Almanya'nın sahip olmadığı bağımsız pozisyona sahip olduğundan daha dengeli ve kendi çıkarlarını önceleyen bir duruş benimseyebildi. "Avrupa'nın ağabeyi" pozisyonuna bürünmek istese de ne ABD'nin ne de Rusya'nın Fransa'yı yeterince ciddiye almayışı ciddi bir imaj zedelenmesine yol açtı.

- İngiltere politikasını büyük ölçüde ABD ile entegre etmeye devam etti. Ancak ABD'nin aksine, Norveç Denizi ve Kuzey Denizi üzerinden doğrudan bir Rus tehdidiyle karşı karşıya kaldı. Yine de kendisini Kıta Avrupası'nın sorunlarından bir nebze de olsa uzakta, ABD ile Avrupa arasında konumlandırmayı başardı. Buna rağmen Rus etkisine karşı aktif bir tavır alma mecburiyetinden kurtulamadı.

Sözün özü Ukrayna'daki savaş Avrupa'nın içindeki fay hatlarını daha belirgin hale getirirken güvensizliği ortaya çıkardı ve ortak bir askeri tavrın eksikliği ciddi derecede hissedildi.

Küresel savaş riski ciddi

Küresel güç rekabeti İkinci Dünya Savaşı'ndan bu yana aktörler arasında topyekun bir çatışmaya yol açmadı. Kore'den Vietnam'a, Küba'dan Doğu Avrupa'ya kadar farklı bölgelerde taraflar karşı karşıya gelse de bu çatışmalar bugünkü gibi bir karşılaşma doğurmamıştı.

Bu yönüyle Ukrayna Savaşı, küresel savaş riskini oldukça artırıyor.

Bunun anlamı, onlarca yıldır Müslümanların topraklarına taşınmış durumda olan savaşın ve güvenlik tartışmalarının yeniden başka bölgelere taşınacağı. Bu bölgeler arasında Avrupa, Rusya, Çin ve Amerika topraklarının olması Müslümanların üzerinden yükleri kaldıracak bir husus olma potansiyeli barındırıyor.

Kimse masum değil

Bu noktada İslam alemi açısından baktığımızda, savaşın taraflarından kimsenin masum ve mazlum olmadığını açıkça görebiliyoruz.

Savaşın her iki tarafı da sivillere yönelik ağır ihlallere imza atıyor. Sivil katliamları, işkenceler, zorla askere alma politikaları, İslam'a ve Müslümanlara yönelik ihlaller hususunda iki tarafın da karnesi oldukça kötü.

Hal böyleyken Müslümanların da herhangi bir tarafın destekçisi olmak gibi ahlaki bir pozisyon almaya yönelik yükümlülüğünden bahsetmek zor. Ukrayna işgale ve tecavüze uğramış olduğundan bir nebze de olsa daha mağdur görülmesi mümkün. Fakat kendisini, Müslümanlarla savaş halindeki kitlelere ve onların geleceğine entegre etmiş olması, meseleyi daha farklı bir boyuta götürüyor.

Savaştan ne beklenmeli?

Sonuç olarak, İslam alemi açısından bakıldığında savaşın neler getirebileceğine dair de kısa bir değerlendirme yapılabilir.

Savaşın nasıl neticeleneceğini tahmin etmek zor. Ancak iki ekstrem ucu, yani Rusya'nın ve Ukrayna'nın (Batı'nın) zafer ihtimalini ayrı ayrı değerlendirirsek bu ikisinin arasındaki diğer olasılıkları da genel olarak görebiliriz:

- Rusya kaybederse, geniş bir coğrafyaya yayılan Rus devletini bir arada tutan tek unsur olan askeri ve bürokratik güç ortadan kalkacak ve bu da Rus devletinin hayatiyetini tehdit edecektir. Kanaatimce Rusya'nın tamamen parçalanması ve etkisini kaybetmesi Batı'nın istemeyeceği bir şeydir. Ancak Rusya'nın kısmen parçalanması ve geniş topraklardaki etkisini kaybetmesine göz yumulabilir.

Bu açıdan Belarus, Kafkaslar, Orta Asya ve Sibirya gibi bölgelerde Rusya Federasyonu'ndan kopuşlar görülebilir. Bu durum şüphesiz Rusya'nın boyunduruğu altında yaşayan Kafkas asıllı (Çeçen, Dağıstanlı vs.), Tatar Türkü ve diğer Türk Müslümanlar için bağımsızlık fırsatları anlamına gelebilir. Benzer bir şekilde Suriye gibi topraklarda da Müslümanların durumu rahatlayacaktır. Ancak belirtmek gerekir ki Rusya'nın yokluğundan doğacak boşluk büyük ölçüde doldurulabilir bir boşluktur ve yüksek ihtimalle Batı tarafından bu boşluklar doldurulacaktır.

- Eğer Ukrayna, yani Batı ve ABD kaybederse, sonuçlar çok beklenmedik bir şekilde cereyan edebilir. Batı'nın genişlemesi uzun yıllar sonra ilk kez duracak, Batı bloku içerisindeki parçalanmalar daha da belirginleşecek ve kriz derinleşecektir. Rusya, Ukrayna'nın ardından Doğu Avrupa'ya, İskandinav ve Baltık devletlerine tehdit olmaya devam edecektir. Avrupa'da Rus yanlılığı artacak, Avrupa devletleri ABD ile Rusya arasındaki denge pozisyonlarına daha fazla dikkat edecektir. En büyük etki ise kuşkusuz Ukrayna'ya yapılan milyarlarca dolar yardımın boşa çıkmasının ardından iktisadi alanda cereyan edecektir. Küresel satıhta Amerikan hegemonyası ciddi bir imaj kaybına uğrayacak, bu durum Rusya ve Çin'i güçlendirecek, tek kutuplu dünya algısı artık resmen ve alenen son bulacaktır.

Bu hususta ilk olarak vurgulamak gerekir ki İslam alemi, her iki tarafı da aşırı derecede şerli olan bu savaşta kimseyi destekleme mecburiyetinde değildir. İslam alemi Rusya'nın da ABD'nin de kaybetmesinden birçok şey elde edebilir ki bunu Müslümanların hazırlık düzeyi belirleyecektir. Fakat şu hususları vurgulamakta fayda görüyorum.

Rusya'nın, ABD ile kıyaslandığı zaman, İslam alemi için arz ettiği tehdit -en azından şimdilik- çok daha kısıtlı. Bu birçok noktada tezahür ediyor:

- ABD'nin Müslümanlarla savaş halindeki küresel Anglo-Siyonist, kapitalist, demokratik sistemin amiral gemisi pozisyonunda olması.

- Küresel sistemin iktisadi gücünün, teknolojik faaliyetlerinin, üretim kapasitesinin, sermaye merkezinin ABD'de bulunması.

- İslam alemiyle savaş halindeki irili ufaklı her bir rejimin (İsrail'den Etiyopya'ya kadar) Amerikan emperyalizmi tarafından destekleniyor olması.

- ABD ve Batı dünyasının İslam alemine karşı verdiği kültürel, sosyal ve akademik savaş. Batı dünyası bu yönde bir potansiyele sahipken Rusya'nın böyle bir gücü bulunmuyor. Batı dünyası eşcinsel akımları, ılımlı İslam algısını, İslam'ı özünden saptıran yapıları aktif olarak destekliyor. Rusya da şüphesiz böyle bir güce sahip olmak isterdi ancak böyle bir güçten, hatta bu gücü var edecek bir zihniyet potansiyelinden mahrum.

- ABD'nin sahip olduğu devasa kaynaklar. Yalnızca askeri harcamalar bakımından ele alacak olursak 2023 yılında küresel çapta askeri bütçeler şu şekilde:

    - ABD: 867 milyar dolar (NATO ile beraber yaklaşık 1.3 trilyon dolar)
    - Çin: 292 milyar dolar
    - Rusya: 86.4 milyar dolar

Bu durum ABD'nin barındırdığı potansiyeli ve yol açtığı tehdidi net olarak gösteriyor.

Sözün özü

İslam alemi, küresel satıhta verilen bir hayatta kalma mücadelesi içerisinde bulunuyor.

Bu açıdan Müslümanlar küresel medyanın manipülasyonlarına ve çeşitli çevrelerin etkilemelerine aldanmamalı ve kendi gayelerini net olarak görmeli. İslam aleminin şu anda ihtiyacı olan şey küresel çatışmaların kendi beldeleri dışında cereyan etmesi ve kendilerini sömürmekte olan devletlerin güç kaybetmesidir. Bunlar olurken Müslümanlar işgali sonra erdirme, İslami nizam tesis etme ve bağımsızlıklarını elde etme konusunda çalışmalarına devam etmelidir.

Ukrayna'daki savaş İslam alemi için büyük ve ciddi bir fırsattır. Müslümanlar bu fırsatı, şu ya da bu tarafı desteklemeyerek veya bu savaşa bigane kalarak heba etmemelidir.

Aksine Müslümanlar Ukrayna'da olup bitenleri, bunların tarihi, siyasi, iktisadi, askeri ve stratejik sebep-sonuçlarını, küresel çaptaki etkilerini derinlemesine tahlil etmelidir. Bu doğrultuda İslam'ın küresel siyasi ve stratejik maslahatlarını gözeterek hazırlık içerisinde olmalıdır. Aksi takdirde bir fırsat daha tarihin sayfaları arasında yok olup gidecektir.


Bu değerlendirmede yer alan ifadeler yazarın kendi görüşleridir ve Mepa News'in editöryel politikasını yansıtmayabilir.

Bu yazı toplam 2206 defa okunmuştur
Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Yorumların her türlü cezai ve hukuki sorumluluğu yazan kişiye aittir. Mepa News, yapılan yorumlardan sorumlu değildir. Her bir yorum 600 karakterle (boşluklu) sınırlıdır.
1 Yorum
Selim Demir Arşivi