Kaan Çeben

Kaan Çeben

Yarım asırlık istismarın tarihi: Kuklacının haritası

Yarım asırlık istismarın tarihi: Kuklacının haritası

Birinci Bölüm: ABD'nin Geleneksel Cihadi Stratejiyi Değiştirme Çabaları

11 Eylül olaylarının ardından Amerika, ordusu ve uçaklarıyla İslam dünyasına büyük bir saldırı başlattı. İslam coğrafyasının dört bir yanını alevler sararken, bu saldırılar karşısında reaksiyon gösteren direnişçi kişi ve fikirler de yeşermeye ve yayılmaya başladı.

Afganistan işgali sırasında gerçekleşen Tora Bora kuşatmasından sonra yüzlerce direnişçi geri çekilerek Afganistan, Pakistan, Irak, Yemen, Mağrip ve Somali gibi ülkelere yayıldılar. Dünyanın dört bir yanına yayılan bu direnişçiler Amerika ile müttefiklerine yönelik çok cepheli bir mücadele başlattılar.

Bu süreci takip eden yıllarda Amerika, direniş hareketinin büyümesini engellemeye çalıştı ama başaramadı. Orta Doğu coğrafyasında askeri müdahaleler arttıkça ekonomik kayıplar da arttı. İşgalden on yıl sonra Amerika öyle bir ekonomik çöküş yaşadı ki, askeri harekatını sürdüremeyecek hale geldi.

Amerikalı siyasetçiler, kalan güçlerini korumak için bölgeden çekilmenin şart olduğunu düşünmeye başladılar. Yeni başkan seçilen Obama'dan, savaşı sahada kaybediyor olsalar da, en azından medyatik bir zafer kazanması istendi. Obama yönetimi ise bölgedeki askeri gücünü artırarak zafer elde etmeye çalıştı, ama yine başarısız oldu. Sonra savaşın istihbarat ayağını yoğunlaştırdı, ama bu çabalar da sonuç vermedi.

Yıllar süren istihbarat çabaları sonunda, Usame bin Ladin'in yeri tespit edildi ve Pakistan'ın Abbottabad kentinde suikastle öldürüldü. Amerika, bu olayı medyatik bir zafer olarak kullandı ve Afganistan'dan aşamalı çekilme sürecini başlattı. Medyanın verdiği mesaj ise şu oldu: "Küresel cihad, lideri Usame bin Ladin'in ölümüyle sona erdi." Medyaya verilen bu mesajla hem ABD askerinin bölgeden çekilmesi süreci rahatlatılacak, hem de kamuoyuna Afganistan operasyonunun başarı ile sonuçlandığı iddiası pompalanabilecekti.

Fakat Usame bin Ladin suikastının üzerinden yıllar geçmesine rağmen küresel cihad tehdidi sona ermedi. Aksine, Arap Baharı'nın ardından küresel cihadın temsilcileri, halk devrimleriyle bütünleşmeye çalıştı ve onları kendi liderliğinde belirlenen hedeflere yönlendirmeye başladı. Kısa sürede Libya, Yemen, Tunus ve Suriye'de önemli yollar kat etti.

Arap Baharı esnasında yaşanan bu gelişmeler Amerika'yı paniğe sürükledi. Küresel cihadın temsilcilerine karşı yürütülen bu savaş kolay olmayacaktı. Bu örgütle yapılacak mücadelenin en zorlu yanı ise, ortaya koydukları fikir ve strateji ile yapılacak olan mücadele olacaktı.

Küresel cihadi hareketin "yılanın başını vur" stratejisi

Amerika'nın küresel cihad hareketi ile yaşadığı en büyük sorun, özellikle El Kaide'nin "yılanın başını vur" (yani Amerika'yı) stratejisini benimsemiş olmasından kaynaklanmaktadır.

Çünkü El Kaide'ye göre ABD,

  • Diktatör rejimleri ayakta tutan
  • İsrail'i koruyan
  • İslam'ın devlet olmasını engelleyen asıl düşmandır.

Küresel cihad ekolünün düşüncesine göre, İslam dünyası Amerikan hegemonyasından kurtulmadıkça bölgenin gerçek manada bir özgürlük elde edebilmesine imkan yoktur. El Kaide, mecbur kalmadığı sürece yerel düşmanlarla (diktatör rejimler, Rafızi-Şiiler, seküler laikler) çatışmayı zaman kaybı olarak görmekteydi. Önceliği Amerika'nın çökertilmesinde görüyordu. Onlara göre Orta Doğu halkları bu bilince erişmediği için ikinci plandaki savaşlar "ertelenebilir" bir kisvedeydi.

Kürese cihad fikrine göre yerel düşmanlar yalnızca Amerika'nın kuklalarıdır. Önce ipleri elinde tutan gerçek kuklacı (Amerika) devrilmelidir. Ancak bu hedefe ulaşıldığı takdirde yerel kuklalarla savaşın neticesi alınabilir. Diğer yandan Amerikalıların desteği devam ettiği sürece, yerel güçlerle yapılan savaşlar uzadıkça uzayacak, elde edilen kazanımların kıymeti kendi hedeflerine giden yolda onlar için tatmin edici olmayacak ve küresel cihad hareketinin fikri propagandasını yapmasına engel olacaktı. Nitekim halkı Amerika gibi bir düşmanın karşısında cephelendirmek ile yerel güçlerin karşısında cephelendirmek arasındaki fark, direniş fikrinin yayılmasını yavaşlatabilirdi.

Bu strateji sebebiyle Amerika, küresel cihad fikrinin altyapısını yok etmeye yöneldi. Bu düşünceyi benimseyen tüm figürleri hedef listesine aldı. Çünkü bu liderlerin tasfiyesi, El Kaide'nin bu düşünceden vazgeçmesini sağlayacak, ve yerine istihbarat merkezlerindeki masalarda yazılmış yeni bir strateji geçirilebilecekti.

Savaşın Batı'ya taşınması

Batı dünyası, küresel cihadın temsilcilerinin savaşı İslam topraklarından alıp Batı şehirlerine taşımasıyla, II. Dünya Savaşı'ndan beri en zor dönemine girmişti. Artık savaş Washington, Londra, Madrid, Berlin ve Paris sokaklarında yaşanıyordu. Batı dünyasında ruhsal çöküntüler, özellikle kadınlar ve çocuklar arasında hızla yayıldı. Müslüman çocukların korku dolu gözlerle izlediği patlamalar artık Batı halkları için de sıradan hale gelmişti.

Bu, Amerika ve Avrupa'yı derinden sarsan bir stratejiydi. Bu stratejinin en kısa sürede direnişçilerin meydana getirdiği çevrelerden, cemaat ve oluşumlardan silinip temizlenmesi gerekiyordu. Nitekim bu düşüncelerin zihinlerden silinmesi için yoğun bir program başlatıldı.

Amerika ve Batı, söz konusu direnişçi gruplarla doğrudan savaşmanın ekonomilerini tüketeceğini ve kendilerini çöküşe sürükleyeceğini çok iyi biliyordu. El Kaide'nin stratejisi yok edilmeden bölgeden çekilmenin Amerika ve İsrail için yıkım anlamına geleceğinin de farkındaydılar.

Dolayısıyla Amerika, bölgeden güvenli şekilde çekilmek için yeni bir stratejiye başvurmak zorunda kaldı.

Yeni Amerikan stratejisi: İç savaşlar

Yeni stratejiyle hedeflenenler genel olarak şunlardı:

  • Müslüman ülkelerde kaos yaratmak.
  • Sünnilerle Şiiler arasında uzayıp gidecek mezhep savaşları çıkarmak.

Şayet Şii nüfus yoksa, bu defa İslami gruplar arasında savaş kışkırtılacak veya aşiretçilik ve bölgecilik körüklenecekti. Bu şekilde direnişçiler, Amerika'yı hedef almaktan vazgeçip birbirleriyle savaşmaya sürüklenecekti.

Bu strateji Yemen'de uygulandı. Amerika, yönetimi Husilere bıraktı. Yemen'de bulunan El Kaide güçleri de böylece Şiilere karşı savaşla meşgul edildi. Lakin El Kaide tüm Zeydileri hedef almak yerine yalnızca silahlı Husi milisleriyle savaşma yoluna gitti.

Suriye sahasında ise zayıf karakterli irili ufaklı gruplar silah ve para desteği ile güçlendirilmiş ve Nusret Cephesi'nin o yıllarda çabaladığı "birleşme" çağrılarına katılmamış, aksine Nusret Cephesi'ne karşı savaşmaları konusunda teşvik edilmişlerdi. Bu oluşumlar istihbarat misyonlarının vaatlerine kanmanın bedelini ağır ödediler ve yok olup gittiler. Buna çok benzeyen bir başka hikaye de Libya'da yaşanmıştı.

ABD'nin geri çekilme sırasındaki uygulamaları

Amerika'nın bölgeden çekilmeden önce yapması gereken iki temel şey vardı:

  1. Direnişçileri Şiilerle yıpratıcı ve uzun vadeli bir savaşa sokmak,
  2. Dünyadaki tüm küresel direnişçi grupları, artık "yılanın başını (Amerika) vurma stratejisi"nin geçersiz olduğuna ikna etmek. Bunun yerine ise doğru ve faydalı olan savaşın yerel güçlerle olan savaş olduğunu dikta edip, direnişçileri İslami bir devletin ancak bu yerel güçlerle yapılacak bir savaş sonrasında kurulabileceğine ikna etmek. Bunu desteklemek için de Amerika ile olan savaşın Müslümanları yıllar boyunca zora soktuğunu, kışkırtılan düşmanın daha da saldırganlaşarak her defasında daha güçlendiğini söyleyip durdular.

Bu iki şart gerçekleştiği taktirde Amerika'nın bölgeden çıkış yapması çok daha güvenli bir zemin üzerinde gerçekleşecekti. Amerika bu hedeflere ulaşmak için iki tehlikeli adım attı:

Râfızîlerin Sünni bölgelerde iktidara getirilmesi: Bu, Irak'ta başarıyla denenmişti. Irak'ta Rafizi bir yönetimin varlığı, burada Sünni küresel direnişçi oluşumunun önüne geçmişti. Şimdi bu model Yemen'de uygulanmaya çalışılmaktadır.

Şii ibadethanelerinin bombalanması: Bu saldırılar ya paralı askerlerce (Blackwater) ya da aldatılmış Müslümanlarca yapıldı. Amaç, Şiiler arasında Sünni direnişçilere yönelik öfkeyi kabarttıkça kabartmak ve savaşı alevlendirmekti.

Nihai hedef: Geleneksel küresel cihad stratejisini değiştirmek

Amerika'nın asıl hedefi, geleneksel küresel cihadın fikir yapısını kendi istediği yöne doğru dönüştürmekti. Direnişçiler, "önce Amerika'yı vur" stratejisini terk etsin ve yerine yeni bir strateji benimsesin istediler. Arzulanan bu yeni stratejinin temelinde şu fikir vardı: "Amerika gözetiminde bir İslam devleti kurmak mümkündür!"

Bu yeni stratejiye göre:

  • Amerika ve Batı ile savaşmaya gerek yoktu, zira böyle bir savaş Batı dünyasını manipüle ederek başımıza daha büyük belalar açıyordu.
  • Yerel düşmanlarla savaş yeterli ve daha verimli bir mücadeleydi.
  • Geçici bir süreliğine de olsa Amerika ile çıkarlarımız örtüşebilirdi. Bu örtüşme neticesinde Amerikalılardan "İslam devleti" kurma konusunda taviz koparılabilirdi. Amerikalılara, kurulacak İslam devletinin kendi kontrollerinde olacağı garantisi (aldatma amacıyla da olsa) verilebilirdi. Böylece yeterli güce ulaşınca Amerika ile olan ilişkiler yeniden masaya yatırılırdı ve kendi yolumuzu o zaman çizerdik.

Böylece:

  • Direnişçiler Amerika'yı hedef almayı bırakacak,
  • Tüm dünyadan direnişçi gençler bu "devlete" göç ederek Batı'daki tehdidi bitirecek,
  • Küresel cihad hareketinin yapısı ve stratejisi başarısız ilan edilecek,
  • Tüm tecrübeli savaşçılar bir bölgede toplanacak ve Amerika'nın onları dilediği zaman dilediği şekilde imha edebilmesinin yolu sürekli açık olacaktı. Bu bölge takip edilebilir ve izlenebilir bir yapıda olacağı için de cihadi ağlar de devamlı olarak kontrol altında tutulabilecekti.

Amerikalılar kendi kurguladıkları bu oyunda üzerlerine düşen rolü günümüzde hala yerine getiriyorlar. Buradaki mühim nokta, bu rüzgara kapılan direnişçilerin, "Amerikalıları geçici de olsa kullanmakta oldukları" zannının devam etmesidir. Batı misyonlarının gösterdiği ustalık, bu zannı mümkün olduğunca diri tutmaktır. Zira bu zan diri kaldığı sürece istihbarat misyonları tüm vakıayı kendi çıkarları doğrultusunda ilmek ilmek örmektedirler. Süreç boyunca da zaaf sahibi yöneticilerin zayıflıklarını acımasızca kullanarak kendilerine hizmet edecek bir iskelet yapısı kurarlar. Tüm işler bittiğinde samimiyetle İslam'a ve Müslümanlara hizmet etmek üzere kurulmuş olan yapılar, geri dönülemez bir şekilde artık Amerikalıların güdümüne girmiştir. Anlattığım bu örneklendirme, en az yarım asır boyunca her 5-6 yılda bir coğrafyamızda tekerrür eden bir örneklendirmedir. Üzülerek söylemeliyim ki bu net tekerrüre rağmen, yarım asır sonra bugün, hiç olmadığı kadar bu tuzağın içine düşmeye can atan bir ümmetle karşı karşıyayız.

İkinci Bölüm: Siyasi Yöntemi Kullanan İslamcı Düşüncenin İstismar Edilmesi

11 Eylül öncesi "Siyasal İslam" imajı

11 Eylül öncesinde Müslüman Kardeşler anlayışı temelinde var olan siyasal İslami düşünce, Amerika ve Batı'nın bir numaralı düşmanıydı ve bu yapının herhangi bir İslam ülkesinde iktidara gelmesi gerekirse zorla engellenmekteydi. Batı'nın Müslüman Kardeşler'e olan düşmanlığı, liderlerinden ötürü değil, kuruluşundan itibaren ilan ettikleri İslamî projeden ve perspektiften kaynaklanıyordu. Bunun açık örnekleri arasında Batı'nın Cezayir'deki İslami projeyi bastırmak için yaptığı darbeler, Necmeddin Erbakan'ın hareketine karşı Türkiye'de yürütülen süreçler ve Sudan'daki şeriat yönetiminin devrilmesi gibi süreçler yer alır. Bu engelleme süreci boyunca zalim yöneticiler Müslüman Kardeşler ve diğer siyasi yapılara musallat edildi, liderleri hapse atıldı, hem partilerin hem de şahısların siyasi faaliyetleri engellendi. İş bittiğinde meydanda göstermelik özgürlükler dışında hiçbir şey bırakılmadı.

Ancak Batı'nın "Siyasal İslam" olarak nitelendirilen düşünceye yönelik kanaatlerinde büyük değişiklik meydana getiren sürpriz bir olay yaşandı: 11 Eylül saldırıları ve Küresel direniş hareketinin öne çıkması...

11 Eylül sonrasında Amerika "teröre karşı savaş" ilan etti, İslam dünyasını işgal etmeye başladı ve küresel cihad hareketini bitirmek için her alanda baskı kurdu. Askeri, siyasi ve ekonomik olarak El Kaide'yi yok etmeye çalıştı. Gerek Afganistan işgalinin ağır askeri yükü, gerekse de Orta Doğu coğrafyasının genelinde yürütülen yoğunlaştırılmış istihbarat misyonları, Amerikan ekonomisine büyük kayıplar verdirdi. Bu maddi yükün acil bir şekilde hafifletilmesi ve misyonların devamının sağlanması gerekiyordu. Bu ihtiyaç Irak işgaline kapı açtı. Böylece Irak işgal edildi ve yıllarca yağmalandı. Doğal kaynaklarına el kondu, ailesiz bırakılan çocuklar kaçırılarak organ mafyalarına, fuhuş çetelerine para karşılığı satıldı. Amerika Irak'ta tarihte eşine az rastlanır bir trajedi yaşattı. Buradan elde ettiği maddi geliri ise İslam dünyasının işgaline devam edebilmek için fon olarak kullandı.

Lakin Irak'ın işgali Amerika için bir dönüm noktası olduğu gibi Orta Doğu halkları için de bir dönüm noktası oldu. Bu işgal bölgede bir reaksiyon oluşturdu ve gençler arasında Amerika'nın saldırganlığına karşı aynı şekilde direniş ortaya koyan bir tepkinin gelişmesine sebep oldu. Amerikan işgali Müslümanların kalbinde derin bir yara açtı ve gençler arasında "cihad ve direniş" kültürü yayılmaya başladı.

İşgalin devam ettiği yıllar içerisinde Amerika kürese cihad hareketi ile mücadelesinde başarı sağlayamadı. Önceden küresel cihadi direnişçi unsurları ile yalnızca Afganistan'da savaşırken artık Afrika kıtasına doğru yayılmakta olan bir fikirle bir çok ülkede mücadele etmek zorunda kalmıştı.

Buradaki kırılma noktası, bu mücadele boyunca Amerika'nın yalnızca bir terör örgütüyle değil, bir fikriyatla savaştığını fark etmesidir. Üstelik bu tehlikeli fikriyat Müslümanlar arasında hızla yayılıyordu. Askeri yöntemlerle bu fikri yok etmenin mümkün olmadığını anlayan Amerika farklı bir bakış ile bir medya savaşı başlattı. Ancak bunda da başarısız oldular.

Çareyi, Amerikan yönetimine danışmanlık yapan RAND Corporation'a başvurmakta buldular. RAND'ın sunduğu en tehlikeli strateji şuydu: "Radikal İslam" ile "Ilımlı İslam"ı savaştırmak. Çünkü Müslüman halklar, baskıcı rejimlerden bıkmış ve "radikal fikirlerle" sempati kurar hâle gelmişti.

RAND'ın önerisi şuydu: Ilımlı İslam'a sınırlı siyasi özgürlük tanıyın ki insanlar silahlı cihada yönelmesin, siyasete ümit bağlasın ve siyaset mekanizmasının kendi içindeki çarklara eklemlenip oyalanıp dursunlar.

Amerika, bu doğrultuda bazı ülkelerde siyasal İslami düşünceye sahip kesimlerin iktidara gelmesine göz yumdu. Bu model Müslümanların ekseriyetine cazip geldi, silahlı mücadeleye kıyasla daha umut verici görüldü. Sonrasında Arap Baharı geldi ve Amerika bu halk hareketlerini aynı amaçlarla destekledi. Halklar, ihtiyaç duydukları özgürlüğün ancak batı demokrasisi ile gelebileceği fikri konusunda ikna edilmeye başlandı. Rabbani ulemanın sessizliği, insanların dünya nimetlerine ve kolay bir hayata karşı zaafları ve demokrasinin şeriata geçişte araç olarak kullanılabilecek bir "nimet" olduğunu zanneden ultra-zeki (?) din adamları sebebiyle insanlar bu fikirsel çıkmazın içerisinde sıkışıp kaldılar.

İlk örnek Tunus'ta yaşandı. Amerika, Zeynel Abidin'in devrilmesini destekledi ve siyasal İslami harekete iktidar şansı tanıdı. Sonra Mısır'da Mübarek devrildi, seçimler yapıldı ve iktidar yine Müslüman Kardeşler'e geçti. Amerika, bu süreçte stratejisinin işe yaradığını düşündü. Tam bu vetireye denk gelen Usame bin Ladin'in öldürülmesini ise küresel cihadi direnişin artık bittiği yönünde propaganda aracı olarak kullandı.

Ama Kaddafi'nin Libya'da halka karşı savaşması bu süreci bozuyordu. Zira Kaddafi kendi yönetimine karşı ayaklanan sivil direnişçileri silahla bastırmaya çalıştı. Eli kanlı bir diktatörün kendi halkına karşı radikal bir tutumla ve silahla saldırıyor olması, bu siyasi gidişatı değiştirdi küresel cihadi harekete bir olanak sağladı. Çünkü Libya'daki gençler diğer bölgelerin aksine barışçıl bir şekilde iktidara gelemediler ve silaha sarılıp kendilerini savunma ihtiyacı duydular. Bu atmosfer, El Kaide unsurları tarafından kolayca devşirilebilecek maslahatlar getirmekteydi. Amerika, olayların büyümesinden ve yeni bir küresel cihadi neslin oluşmasından korktuğu için Libya'ya askeri müdahalede bulundu. Kaddafi rejimini doğrudan yıkarak cihadi grupların alan kazanmasına mani oldu. Zira silahla saldıran bir diktatöre karşı halkın tamamını tek bir çatı altında birleştirmek El Kaide için daha kolay bir hedefti. Fakat Kaddafi ortadan kaldırılıp El Kaide unsurlarının karşısına "özgürlükçü ve demokrat" kitleler çıkarılırsa, halk içinde daha net bir bölünme sağlanabilir ve El Kaide'nin taraftar toplaması ve atmosferi kendi lehine çevirmesi imkansızlaşırdı. Yani Amerika, Kaddafi'yi öldürterek bir küresel cihadi fikrin yayılmasına neden olacak iklimi bertaraf etmiş oldu.

Ancak Amerika'nın Libya'da doğrudan askeri müdahalede bulunarak Kaddafi'nin öldürülmesine yardımcı olması da yetersiz kaldı. Libya ve Yemen'de başarısızlıklar devam etti. El Kaide Yemen'de de büyük güç kazandı. Sonuç olarak küresel cihadi direnişçiler, Mali, Hadramut, Bingazi ve Sina gibi birçok bölgede tam hâkimiyet kazandı. Bu durum Amerika için büyük bir darbe oldu. Çünkü "Siyasal İslam ile Radikal İslam'ı bastırma" stratejisi çöküyordu.

Amerika'nın yeni stratejisi sahada iki engelle karşılaştı:

  1. Küresel cihadi örgütlerin esnekliği ve halk hareketlerine nüfuz edebilme yeteneği.
  2. Körfez ülkelerinin ve İsrail'in, Siyasal İslami grupların iktidara getirilmesi karşısındaki memnuniyetsizliği.

Yaşadığı başarısızlıkların ardından Amerika bir süre izleyici konumuna geçti ve Körfez sermayesinin Yemen, Mısır, Libya ve Suriye'de duruma müdahil olmasına izin verdi. Ama temel amacı hâlâ aynıydı: Geleneksel küresel cihad fikrini ve varlığını ne pahasına olursa olsun bitirmek.

Amerika'nın Siyasal İslami grupları kabullenmesi zorunluluktan kaynaklanıyordu, çünkü bunlar cihadiler gibi dirençli ve kontrol edilemez değildi. Ama Körfez ülkeleri ve özellikle İsrail, Müslüman Kardeşler'in iktidarda olmasını istemiyordu. Bunun Körfez ülkeleri açısından en önemli sebebi, bu rüzgarın kendi ülkelerinde de esmeye başlamasına karşı duydukları korkudur. Kralların tahtlarını kaybetme korkusu... İsrail açısından bakıldığında ise korkutucu olan, Müslüman Kardeşler iktidarı ile gelebilecek olası bir İslami uyanışın, İsrail'in varlığına yönelik tehdidi artırması riskidir. Bu menfaat birliği, İsrail ile Körfez'in örtülü iş birliğini de beraberinde getirmiştir. İlişkileri normalleştirme hikayelerinin başlangıç noktası da tam burasıdır.

Sonuç olarak, Amerika'nın "Siyasal İslam'ı kullanarak Radikal İslam'ı bastırma" stratejisi, yukarıda da bahsettiğim iki büyük engelle karşılaştı:

  1. Geleneksel küresel cihadilerin sahada güçlü kalması.
  2. İsrail ve Körfez ülkelerinin muhalefeti.

Bu yüzden Amerika yeni bir strateji geliştirme kararı aldı. Yeni stratejinin özü şudur:
"Radikal İslam'ı, daha da radikal olan İslam'la bastırmak!"

Amerika, yeni stratejisi kapsamında IŞİD'i medyada öne çıkardı, güçlerini ve başarılarını parlatmaya-abartmaya başladı. Bu medya çabasıyla istenen, IŞİD'in geleneksel küresel cihadın temsilcilerini zayıflatması, liderlerini itibarsızlaştırıp devre dışı bırakmasıydı. Bu yüzden artık Amerika "ılımlı" yapılara ihtiyaç duymamaya başladı. Neticede bazı istisnalar dışında her bölgede tek tek hepsinin ipi çekildi.

Üçüncü Bölüm: Aşırıcılığın İstismar Edilmesi

IŞİD'in parlatılması ve yeni stratejiye hizmet etmesi

Amerika, yeni stratejisini uygulamak için bazı grupları özel olarak destekledi. Onların önünü açtı. Bu sayede bu grupları küresel cihadi grupları yenebilecek ya da meşruiyetlerini sorgulatabilecek bir güce ulaştırdı.

IŞİD'in fikirlerinin temel dayanakları şunlardı:

  • Yakın düşmanla savaş uzak düşmanla savaştan önceliklidir. Yani rejimlerle savaş Batı ile savaşmaktan önceliklidir.
  • Mürtedlerle savaşmak, Hristiyanlarla ve Yahudilerle savaşmaktan önceliklidir.
  • Şiilerle savaşmak, Hristiyanlarla ve Yahudilerle savaşmaktan önceliklidir.
  • Önce devlet kurmak, sonra dış düşmanlarla savaşmak gerekir.
  • Halifeye biat etmeden dış düşmanla savaşmak caiz değildir.

Bu düşünceler dünyanın dört bir yanında yaşamakta olan pek çok Müslüman genci etkiledi. Birçoğu, farkında bile olmadan geleneksel küresel cihadi hareketin aleyhine çalışmaya başladı. Gerçekte ise Amerika'nın stratejik yaklaşımı, bu gençleri içeride, yani yerelde bir savaşa sürükleyerek oyalamaktı.

IŞİD'in başarıları, Amerika'nın kendilerini içerisine doğru sürüklediği sinsi bir tuzaktı. Amaç Müslüman gençleri cezbetmek, sonra hepsini bir noktada ve tek seferde yok etmekti. Nitekim böyle de yaptılar.

Bu, Amerika'nın IŞİD'i kendi çıkarı için istismar edebildiğini, bu süreç bittiğinde ise onu tasfiye edebileceğini gösterdi.

Amerika, geleneksel küresel cihad hareketini yok etmek ve mezhep savaşlarını körüklemek için IŞİD'in ismini abarttıkça abarttı. Amaçlarına ulaştıktan sonra ise bu dosyayı yaktı. Böylece, modern tarihin en büyük İslam karşıtı komplosu tamamlanmış oldu.

Bu süreç boyunca şu yollar izlendi:

  • Gençlerin topluca IŞİD bölgelerine çekilerek bir netice getirmesi mümkün olmayan konvansiyonel savaşlarda yok edilmesi planlandı.
  • El Cezire'nin ve Batı medyasının IŞİD'i abartılı şekilde sunması, gençleri bu oyuna çekmek için bir tuzaktı.
  • Kobani savaşı ve hava saldırıları, IŞİD'in bölgeye dışarıdan gelen Müslüman gençlerden oluşan savaşçılarını temizleyip yerlerine istihbaratçıları yerleştirmek için bir oyundu.
  • Küresel cihadın fikri temeldeki direnişi ve tüm bu olanlara karşı çıkması Batı'nın yeni planını bozuyordu. Bu yüzden IŞİD medyası üzerinden küresel cihadi düşüncenin alimlerine ve liderlerine saldırılar yapıldı. Onları itibarsızlaştırma üzere kurulu bir yol izlendi. Bununla birlikte Ebu Katade el-Filistinî, Hani Sibaî, Ebu'l Münzir eş-Şinkîtî, Süleyman el-Ulvân, Şeyh Abdulaziz et-Tarîfî gibi alimler de IŞİD medyasına hedef oldular.

IŞİD'in medya stratejisinin istismar edilmesi

IŞİD, genel cihadi çizgiden sapmış olan kendi yöntemini yaymak amacıyla kademe kademe uygulanan bir medya stratejisi izledi. Bu strateji iki tür platforma yaslanmıştır. Resmi medya organları ve yardımcı-gayriresmi medya organları.

IŞİD, yeni bir görüş veya fikir empoze etmek istediğinde önce bunu yardımcı medya yoluyla dile getirdi. Ardından bu görüş, örgütün sosyal medyadaki "saf destekçi kitlesi" tarafından yaygınlaştırılırdı. Yaygınlaşan bu yeni görüşlerin, örgütün tabanı tarafından nasıl karşılandığı dikkatle takip edildi. Eğer bu yeni görüş destekçiler tarafından olumlu karşılanırsa bir diğer aşamaya geçildi ve resmî medya kurumları tarafından da benimsenerek ve kamuya açıklandı.

Örneğin:

  • Nusret Cephesi ile yaşanan ayrılığın başlangıcında bu süreç izlendi. Önce yardımcı medya, Nusret Cephesi'ni ve liderlerini hedef aldı.
  • Sonra bu tutum örgütün sosyal medyadaki "sanal destekçileri" tarafından tekrar tekrar servis edildi.
  • Ardından resmî medya üzerinden saldırılar geldi.
  • En sonunda, sözcüleri Ebu Muhammed el-Adnani bizzat bu isimleri doğrudan hedef aldı.

Aynı şey El-Kaide lideri Eymen ez-Zevahiri'ye karşı da yapıldı. Zevahiri, cihadi kesim içerisindeki fikri ağırlığı sebebiyle, küresel cihadi fikri yıkma hedefinde olanların saldırdığı bir numaralı isimdi.

  • İlk olarak yardımcı medyada eleştiriler başladı.
  • Ardından sosyal medya üzerinden bu eleştirilerin yayılması ve kulak aşinalığı oluşturulması sağlandı.
  • Sonra resmî yayınlarda ve en son örgütün sözcülerinin açıklamalarında konu açıkça dile getirildi.

Benzer şekilde:

  • Taliban ve Molla Ömer de hedef alındı.
  • Ardından Ebu Muhammed el-Makdisi ve Ebu Katade el-Filistinî için de aynı taktik uygulandı.

Bu sistemli medya politikasıyla IŞİD, geleneksel küresel cihadi hareketi itibarsızlaştırmak ve onun yerine birçok vecihten şüphelerle dolu bir cihad anlayışını yerleştirmek istediler. Böylece doğru ile yanlışı birbirine karıştırarak insanları aldattılar.

IŞİD'in liderliği iki tehlikeli faktöre güvenmekteydi:

  1. Takipçilerinin cehaleti ve zayıf ilmî donanımı.
  2. Destekçilerinin kolayca manipüle edilebilmesi ve göz alıcı sloganlarla ve vaatlerle kandırılabilmesi.

Bu tür sığlık ve saflık devam ettiği sürece, Müslüman halklar önümüzdeki yıllarda da sert ve yıkıcı şoklarla karşılaşmaya devam edeceklerdir. Zira kandırılıp manipüle edilmesi imkansız gibi görünen tecrübeli direnişçiler, hiçbir tecrübesi olmayan genç güruhlardan çok daha fazla bu işin içerisine çekildiler. Böyle insanların uzun yıllar boyu böyle direniş gruplarının içerisinde yer almaları, kendilerinin bu rüzgara kapılmasına engel olamadı. Geriye ise yıllarını bu direniş ortamlarında geçiren bu kişilerin, aslında bu yıllar boyunca hiçbir şeyi tam ve doğru olarak öğrenmediklerini itiraf etmelerinin çetin sindirimi kaldı.

Aşırıcılık mikrobu ve Cezayir

Cezayir örneği bu konuda çok öğreticidir. Cezayir'de halk, direnişçileri çok sever, evlerini onlara açar, çocuklarının ve kadınlarının nasibini dahi kesip onlara yedirirdi. Ancak temelsiz ve aşırı fikirlere sahip çevrelerin cihadi grupların yönetimini ele geçirmesiyle birlikte katliamlar başladı. İlk başta halk bu haberleri inkâr etti, inanmak istemedi. Fakat zamanla gerçekler ortaya çıktı ve halk büyük bir hayal kırıklığı yaşadı.

Bu dönemde direnişçilerin içerisinde yer alan kişilerden biri olan Atıyyeullah el-Libi bir hatırasını şöyle anlatır:

"Zuvabri grubundan (aşırıcıları ve liderlerini kast ediyor) kaçarken bir köye girdik. Orada bir çocukla karşılaştık, onunla şakalaştık ve onu sevdik. Annesi bu sahneyi görünce bağırarak geldi, çocuğunu kucakladı ve eve kaçıp kapıyı kapattı."

Atiyetullah el-Libi bu olay karşısında ağladığını söyler. Bir zamanlar halk onlara hizmet etmek için yarışırken, şimdi sakal bile halkta korku uyandırır hale gelmiştir.

Atıyyetullah devam eder:

"Radikallerin işlediği suçlar yüzünden halk, istihbaratla iş birliği yapmaya başlamış, mücahidlerin yerini ihbar eder hale gelmişti. Hatta devlet halka silah dağıtarak onları mücahidlerle savaştırmıştı. Böylece Cezayir'deki cihad, tarihî bir felakete dönüşmüş ve Fransa'nın kuklaları, halk desteğini yok etmeyi başarmıştı."

Bugün hâlâ, Arap Baharı'nın verdiği özgürlüklere rağmen Cezayir'de direnişçiler halkı harekete geçirememektedir. Çünkü önceki kuşakların yaşadığı insanî travma, hâlâ kolektif hafızada yerini korumaktadır.

Tarih tekerrür ediyor

İstihbarat misyonları tarafından yönlendirilen bu tür düşünceler, bugün daha gelişmiş ve karmaşık bir biçimde geri dönmektedir. Hedef artık yalnızca belirli bir grup değil, tüm Müslümanlardır.

Yaşanan "güç sarhoşluğu", "sinema kalitesinde propaganda filmleri" ve "sahte fetvalarla süslenmiş meşruiyet" perdesi artık yok. İnsanlar bir serap peşinde koştuklarını iş işten çoktan geçtikten sonra fark ettiler. Geriye ise temizlenmesi belki de onlarca yıl sürecek bir enkaz kaldı.

Kendilerinin istediği kisvede olmayanlara karşı yapılan kan dondurucu öldürme yöntemleri ve bu görüntülerin özellikle kaydedilip servis edilmesi tesadüf değildir. Bunların uzun vadeli psikolojik etkiler üretmesi hesaplanmış ve akabinde harekete geçilmiştir.

Batı'nın ulaşmak istediği sonuç tam olarak budur. Zira bu çizgi, savaşın Hristiyan ve Yahudilere değil, Müslümanlara doğru yöneltilmesi fikrini sistemli şekilde temellendirmektedir.

Bu bozuk düşünce yapısına göre, hedef sözde mürtedler ve "sahte mücahid olan" Müslümanlardır. Şüphesiz ki bu durum coğrafyamız için son derece korkutucu bir senaryodur.


Bu değerlendirmede yer alan ifadeler yazarın kendi görüşleridir ve Mepa News'in editöryel politikasını yansıtmayabilir.

Bu yazı toplam 1694 defa okunmuştur
Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Yorumların her türlü cezai ve hukuki sorumluluğu yazan kişiye aittir. Mepa News, yapılan yorumlardan sorumlu değildir. Her bir yorum 600 karakterle (boşluklu) sınırlıdır.
2 Yorum
Kaan Çeben Arşivi