İsmail Bahadır

İsmail Bahadır

Cihadi harekete bir bakış - 10: Erken dönemde ABD'nin pozisyonu

Cihadi harekete bir bakış - 10: Erken dönemde ABD'nin pozisyonu

Cihadi akımın güç kazanmaya başladığı ilk dönemde dünyanın siyasi görünümü, ayrıca sosyal ve İslami anlayışlar, şüphesiz bugün olduğundan ziyadesiyle farklıdır.

Dost-düşman algılarının, tarafların pozisyonlarının, siyasi ve ideolojik önceliklerin de bugünün dünyasından ve bugünün şartlarından farklı olmasını normal karşılamak gerekir.

Yazı dizimizin bu bölümünde ABD ve Batı'nın bu erken dönemde, yani 1970'lerin sonları ve 1980'lerin başlarında, cihadi harekete karşı aldığı pozisyonu inceleyeceğiz.

Batı'nın durumu

Bahsedeceğimiz tarihi süreci tam olarak değerlendirebilmek için öncelikle bu süreçte Batı blokunu oluşturan devletlerin nasıl bir durumda olduğunu anlamamız gerekir.

İslam aleminin işgal edildiği ilk süreçte karşımıza çıkan Batılı aktörler arasında ABD yoktur. Bu dönemde İngiltere, Fransa ve Rusya öne çıkmaktadır. ABD ise daha ziyade okyanusun ötesindedir. Kuzey ve Güney Amerika ile Pasifik bölgesindeki askeri-siyasi hamlelere odaklanmaktadır. İslam aleminin işgali yukarıda bahsettiğimiz klasik güçlerce icra edilmiş, işgalin tamamlandığı Birinci Dünya Savaşı'na ABD katılmış olsa dahi süreçteki rolü oldukça az olmuştur. Keza İslam aleminin suni rejimlerle yeniden şekillendirildiği süreçte de ABD'nin etkisi İngiliz-Fransız etkisinin yanında sıfır derecesindedir.

ABD'nin Avrupa'da ve İslam aleminde etkisini artırması ise daha ziyade İkinci Dünya Savaşı sonrası dönemin bir gerçeğidir. İkinci Dünya Savaşı'nda Avrupa ve Avrupa'nın klasik güçleri gerek askeri gerekse iktisadi açıdan toparlanmalarını güçleştirecek ölçüde ağır darbeler almış ve küresel hegemonyayı ABD ile Sovyetler Birliği'ne kaptırmışlardır. Bu durumu sömürge topraklarının bağımsızlıklarını kazanmasında ve 1956 Süveyş Krizi'nde görmek mümkündür. Özellikle Süveyş Krizi sonrasında İngiltere ve Fransa'nın artık Ortadoğu'da belirleyici güçler olmadıkları anlaşılmış, bunların yerlerini ABD almıştır. Yani ABD'nin İslam alemine karşı aktif pozisyonunun başladığı yıllar daha ziyade İkinci Dünya Savaşı sonrasıdır.

Buna ek olarak, Batılı güçlerin İslam alemindeki varlığını sembolize eden İsrail ile ABD arasındaki ilişkiler de bir başka değerlendirme konusudur. Her ne kadar Siyonist hareket ile ABD arasındaki ilişkiler 20'nci yüzyılın başlarında başlamış olsa da ABD-İsrail ilişkilerinin daha ziyade 1960'lardan sonra güçlendiği dikkat çeker. Bilhassa İsrail'in Arap ordularına karşı peş peşe zaferler kazandığı 1967-1973 süreci ve iktidarın ilk kez sol kesimden sağa, yani İşçi Partisi'nden Likud'a geçtiği 1977 yılı, ABD'nin İsrail'e desteğini daha da artırmıştır.

Kısacası, ABD'nin İslam alemindeki bugünkü konumu birden bire ortaya çıkmamıştır. Bilakis bugünkü işgal ve saldırganlığın iki yüzü vardır:

- Bunların ilki, İslam aleminde İngiliz ve Fransızlar gibi 19-20'nci yüzyıl güçlerince başlatılan işgalden ve tesis edilen rejimlerden müteşekkil statükonun devralınmış olmasıdır.

- İkincisi ise 1950'lerden itibaren kademe kademe artırılan bir müdahalecilik ve bölgeye "nizam verme" düşüncesidir ki bu tavır zaman içerisinde, özellikle 1990'larla beraber açık bir saldırganlığa dönüşmüştür. Bu durumda birçok farklı parametrenin etkisi olduğu gibi 1990'larla beraber Sovyetler Birliği'nin yıkılması ve Amerikan hegemonyasının rakipsiz kalması da rol oynamıştır.

ABD'nin erken dönem pozisyonu

Cihadi akımın ABD'ye, ABD'nin cihadi akıma karşı takındığı tavır işte tam da bu atmosferde ortaya çıkmıştır.

Cihadiler için düşman listesi elbette kabarıktır:

- İslam alemindeki yerel rejimler ve bunların destekçisi olan dış güçler.

- Sovyetler Birliği ve İslam aleminde doğrudan ona bağlı olan komünist rejimler.

- ABD ve onunla bağlantılı olarak Batı bloku ile İsrail.

Burada dikkat çekilmesi gereken bir nokta, İslam alemindeki yerel rejimlerin 1970-1980 dönemlerinde hem ABD hem de Sovyetler Birliği'nden destek almakta olduğudur. Mısır rejimi bunun bir örneğidir. Ayrıca Sovyetler Birliği İslam alemine karşı aktif saldırıları ve dine yönelik aleni hücumları dolayısıyla daha öncelikli bir düşman olarak görülmüştür. Yerel rejimleri yıkmaya dair düşüncelere ağırlık verilmiştir.

ABD ise bu dönemde aktif bir saldırı içerisinde görülmediğinden daha ziyade ikinci plandadır. Zira İslam dünyasını aktif olarak işgal eden taraf Sovyetler Birliği'dir. Başta Afganistan olmak üzere İslam dünyasındaki ve Arap ülkelerindeki komünist saldırı durdurulacak, Sovyetler Birliği destekli rejimler yıkılacak ve ardından İslami rejimlerin tesisiyle İsrail'e karşı savaşa girişilecektir. ABD'nin bu dönemde İslam alemindeki etkinliğini perde gerisinden yürütüyor olması ve aktif süreçlere radikal söylemlerle katılmaması, düşmanlığı kendi üzerine net olarak çekmemesiyle neticelenmiştir.

Afganistan'da Sovyetler Birliği'ne ve kendi ülkelerindeki rejimlere karşı savaşla meşgul olan cihadi akımlar için ABD'ye yönelik doğrudan bir eylemin mümkün olmadığı da söylenebilir. Zira ABD bu dönemde sahada yoktur. Türkiye, İran, Suriye, Lübnan ve eski İngiliz sömürgesi olan Körfez ülkelerinde faaliyeti bulunmakla beraber ABD, varlığını daha ziyade istihbari ve iktisadi düzeylerden ibaret tutmuştur.

ABD ile cihadi akım arasındaki savaşa ve geçmişine yazı dizimizin ilerleyen bölümlerinde temas edeceğiz. Ancak bu bölüm için söylenmesi gereken, ABD bu yıllarda her ne kadar bir düşman olarak görülse dahi cihadi akımla arasındaki aktif çatışmanın henüz başlamamış olduğudur. Bu sebeple hem ABD hem de cihadiler daha öncelikli düşmanlarıyla rekabet halindedir. Ancak cihadilerin Sovyetler sonrasında ABD'yi gözlerine kestirmiş olduğu açıktır. Tıpkı ABD'nin de Sovyetler sonrası cihadileri gözüne kestirmiş olduğu gibi. Bu yıllarda cihadiler Mısır'da, Arabistan'da, Suriye'de, Filistin'de ve diğer yerlerde kendilerine işkence eden istihbarat teşkilatlarıyla ABD arasındaki açık bağlantının farkındadır.

ABD de bu eksende cihadi akımın erken döneminde, İslam alemindeki kendi çıkarlarını sağlama alacak bir rota izlemiştir.

Bu rotayı birkaç eksende izah edebiliriz:

- İlk olarak ABD için asıl tehdit olan Sovyetler Birliği'ne odaklanılması ve henüz küçük bir tehdit olan cihadi akımın sonraki plana atılması.

- Cihadilerin yıkmaya çalıştığı yerel rejimlere destek verilmesi ve iç baskı yoluyla bunların kontrol altına alınması.

- Sovyetler Birliği'ne karşı olan cihadi süreçler karşısında her iki tarafın da yıpranacağı bir strateji benimsenmesi. Yani cihadilerin Sovyetler Birliği'ni Afganistan'da mağlup etmesi, ancak bir yandan da yerel rejimlerin korunması için cihadilerin Afganistan'da toplanarak imhasına çalışılması. Bunun sağlanması için ilerleyen dönemde Afgan gruplar arasındaki iç çatışmalardan faydalanılması. Ki bu çatışmaların çıktığı 1992-1996 yılları arasında, cihadi akım mensuplarından ülkede bulunanlar bölgeyi terk ederek farklı coğrafyalara çekilecektir.

Nihayetinde ABD kendi stratejisinin başarılı olması ve rakibi olan Sovyetler Birliği'nin kan kaybetmesi için cihadi akımın onları yıpratmasına göz yumması anormal bir durum değildir. Ancak burada vurgulanması gereken husus, bu dönemde ABD'nin cihadi akımı desteklediğine yönelik iddialardır ki bunların abartılı yaklaşımlar olduğu açıktır.

Buradaki yanlış anlaşılma genel itibarıyla iki kesimin birbiriyle karıştırılmasından ileri gelmektedir: Bir yanda ABD'nin Afganistan'da daha çok Pakistan üzerinden destek olduğu Afgan "mücahit" gruplar vardır. Diğer yanda duran cihadi akım ise desteğini İslam aleminden bağışlarla sağlayan, varlıkları daha küçük çaplı olan, çoğunluğu Araplar ve diğer yabancı savaşçılardan oluşan bir kesimdir. Bu iki kesim birbirinden farklıdır.

Kaldı ki 1973-1992 yılları arasında Afgan halkının olağanüstü fedakarlıklarla sürdürdüğü bir savaşı ABD'nin çok kısıtlı yardımlarının parantezine alarak bir ithamda bulunmak da tarih bilen ve vicdan taşıyan kimsenin içerisine girmeyeceği bir yanılgıdır. Keza, Amerikan propagandasının işleyişini bilen bir kişi, ABD'nin gerçekten destek olmak istediği bir kesim hakkında "Rambo"vari filmleri bu denli reklam etmeyeceğini de anlayacaktır.

Bu dönemin özeti tam olarak bu şekildedir. ABD, cihadilerin güçlenmesini arzulamamış, onlara karşı savaşan yerel rejimlerle ittifaklar kurmuş, özellikle Mısır ve Suudi Arabistan rejimlerini cihadilere karşı desteklemiştir. Bir yandan da kendi stratejik hedefleriyle cihadilerin hedeflerinin kesiştiği noktaları kullanmaya gayret etmiştir. Cihadilerin, muhtemelen "ölüp gitsinler ve ABD destekli rejimlere zorluk çıkarmasınlar" diye Afganistan'a gidişlerine göz yumulması da bu türdendir. Ancak ABD'nin bu kesimi desteklediğine hatta "yarattığına" dair söylemlerin magazinsel söylemler olduğunu ve gerçeği anlamak için gereken ilmi ızdıraba katlanmayı göze alamayanlar tarafından ileri sürüldüğünü söylemek gerekir.

ABD'nin erken dönemde benimsediği bu pozisyon Sovyetler Birliği'nin güçten düşmesiyle değişmeye yüz tutmuştur. ABD'nin cihadileri cephe hatlarında imha etme stratejisi başarılı olamamış, bunun ardından ABD destekli rejimlere yönelik cihadi tehdit büyümüş, ABD'nin müdahaleleri aktif bir hal almıştır ki bu da cihadi akımla ABD arasındaki savaşın başlangıcına işaret etmektedir.

Bu süreci bilahare değerlendireceğiz.

Yazı dizimizin sonraki bölümünde ise Ortadoğu'dan Afganistan'a cihadi akımın erken dönemdeki tarihçesinden söz etmeye çalışacağız.


Bu değerlendirmede yer alan ifadeler yazarın kendi görüşleridir ve Mepa News'in editöryel politikasını yansıtmayabilir.

Bu yazı toplam 1759 defa okunmuştur
Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Yorumların her türlü cezai ve hukuki sorumluluğu yazan kişiye aittir. Mepa News, yapılan yorumlardan sorumlu değildir. Her bir yorum 600 karakterle (boşluklu) sınırlıdır.
2 Yorum
İsmail Bahadır Arşivi