İslami Çalışma Dersleri 14: İslami sistem hedefli kadro hareketi
Bu serinin 14'üncü ve son dersi olan bu derste, İslami sistem hedefli kadro hareketi meselesini anlatıp serimizi noktalayacağız.
İslami sistem mefhumundan kastımızın, Allah azze ve celle'nin dininin sadece şahsi alanda değil, siyasi ve sosyal başta olmak üzere tüm beşeri alanlarda egemen olması olduğunu ifade etmiştik. Zira bu din hem insana ferden egemen olmak için, hem sosyal hayata egemen olmak için, hem de siyasi düzene egemen olmak için gönderilmiş bir dindir.
Yani "İslami sistem hedefli kadro hareketi" dediğimiz zaman, Allah azze ve celle'nin dininin hem şahıslara, hem sosyal hayata, hem lokal hem de küresel siyasete egemen olmasını hedefleyen, bu uğurda mücadele veren bir kadro hareketinden söz etmiş oluyoruz. Yani kitlesel bir hareket olan İslami hareketin öncüsü olacak kadrolardan bahsediyoruz.
Söz konusu kadro hareketinin, insanlar ve sistemler üzerinde etkili olan her türden gücü elde edecek bir kadro olması gerekiyor. Yani bu kadro hareketi, insan hayatının her türlü yönünü kapsayacak bir kadro olmakla yükümlü.
Hayatı kuşatmak ve güç elde etmek
İnsan hayatının çeşitli yönleri var ve bu yönler üzerinde farklı güçler hakim durumda.
Buna bazı örnekler verelim. Sabahtan akşama kadar ortalama bir insanın yaşadığı bir hayat üzerinden gidelim:
Bugünlerde çoğumuz sabah uyandığımızda telefonumuza bakıyoruz veya televizyonu açıyoruz. Bu artık insan yaşayışının "normal" addedilen bir parçası olmuş durumda. Telefona bakınca, haberleri inceleyince adına "medya" denilen bir güçle muhatap oluyoruz. Farklı güçlerin elindeki medya organları bize farklı şeyler söylüyor, farklı hikayeler anlatıyor. Çeşitli mevzulara inanmamızı, bazı şeylerin iyi olduğunu, bazı şeylerin kötü olduğunu bize söylüyor. Bazı insanları kötü, bazılarını iyi gösteriyor. Neyin normal, neyin anormal olduğunu bize anlatıyor. Tüm bunlarda bu medya organlarının tek ölçüsü var: Kendilerini kontrol eden güçlerin çıkarları, istekleri ve arzuları. Bizlere bu güçlerin istedikleri şeyleri anlatıyorlar.
Ardından dışarıya, alışverişe çıkıyoruz. Market raflarında çeşitli ürünler var. Hepsi küresel veya yerel çeşitli üreticilere ait. İnsanların geneli, hangi ürünün reklamı daha çok yapılıyorsa, hangisi daha meşhursa ona yöneliyor. İhtiyacı olmasa bile, reklamlar vasıtasıyla kendisine gerekli veya iyi gösterilen, nefsine hitap eden lüks ürünleri satın alıyor. Ödemesini çoğunlukla şu ya da bu bankaya ait kartlarla yapıyor.
Sokakta yürürken afişler görüyor. Kendisine reklamlar yapılıyor.
Okula gittiğinde dünya genelinde geçerli olan belli başlı müfredatlar temelinde kendisine bilgi veriliyor. Onlarca milyon öğrenci gibi o da anlatılan aynı şeyleri dinliyor.
Televizyon ekranlarına bakarken, oynanan tiyatrolar ve filmleri belirli düşüncedeki senaristler yazıyor, belirli düşüncedeki oyuncular oynuyor. Kitap okurken belli yayıncılara, belli yazarlara yöneliyor.
Bir sağlık sorunu yaşadığında fikrine danıştığı doktorların, bir bina yaptıracağında akıl aldığı mimarların, teknik bir mesele olduğunda kendisini yönlendirecek mühendislerin hepsi üç aşağı beş yukarı belirli bir zihniyetin ürünü.
Hülasa, burada kastettiğimiz şey şu: Sosyal hayatın bazı esasları var. İnsan yaşantısı belli başlı temeller üzerinden şekilleniyor. Medya, üretim araçları, para, eğitim, üniversiteler, tiyatrolar, yayınevleri, gazeteler, dergiler, televizyon yayınları, radyo yayınları, internet yayınları, şiirler, kitaplar, şarkılar, futbol maçları, siyasi partiler... Tüm bunlar istemesek dahi insan hayatının şekillendirici güçleri. Bu geçmişte de böyleydi.
Örneğin Mekke'de gündelik hayata egemen olan putlar ve put hizmetkarı aileler vardı ve bunlar topluma yön veriyordu. Şairler, tüccarlar, bilginler insanları belirli kanaatlere yönlendiriyordu. Belirli ailelerin liderleri yaşama egemendi. Bugünün toplumunda da insanların anlayışlarını şekillendiren güç odakları var.
İşte bizim bu güç odaklarını elde etmemiz ve insan yaşayışını kuşatmamız gerekiyor. Bu sayede İslami egemenliği hayatın her alanına işlememiz icap ediyor. Bizim İslami sistem hedefli kadro hareketimizde sosyal hayata şeriatın, yani Allah'ın dininin egemen olması için bu saydığımız ve daha akla gelebilecek bütün sosyal alanları idare edebilecek, sosyal alanlarda insanlara bir şeyler sunabilecek ve insanların hayatına sosyal açıdan düzen verebilecek kadrolara ihtiyacımız var. İnsanların zihniyetlerini İslami bir biçimde kurgulayacak kişilere ihtiyacımız var.
İslami sistemin siyasi hayata egemenliği açısından da uluslararası ilişkiler, iktisat, yerel ve uluslararası siyaset, diplomasi, iç güvenlik, hukuk gibi akla gelebilecek tüm alanlarda işlerin yürütülmesini sağlayacak kadrolara ihtiyaç var. Bunlardan kastımız elbette yapılması caiz olmayan işleri yapmak, küfür sistemi içerisinde bulunmak değil. Tüm bunları İslami şekilde yapabilecek, bunların İslami kısmını insanlara anlatabilecek ve İslami sistemi yürütebilecek bir kadro yetiştirmek.
Sağlık alanında, ticaret alanında, ormancılık alanında, madencilikte, denizcilikte, askeriyede, teknolojide, mühendislikte ve akla gelebilecek her türlü uzmanlık gerektiren alanda bu kadroları üretmek... Çünkü bir devlet bunlar ile ayakta durur.
Güç ancak böyle elde edilir. Biz eğer İslami çalışmalarda ayakta durabilecek bir güç olmak istiyorsak, İslami egemenliği tesis etmek istiyorsak, her açıdan güçlü olmamız gerekir. Daha önce söylediğimiz duruş ve ilişkiler açısından olduğu gibi güç, imkan, para ve iktidar açısından da güçlü olmamız icap eder.
Sistemi çalıştıracak insanlar
Bizler eğer "Allah'ın hükmü yeryüzüne egemen olacak" diyorsak, bu sistemi ayakta tutabilecek, şeriatı yaşayabilecek ve yaşatabilecek, Allah azze ve celle'nin şeriatına göre tüm bu işleri yürütebilecek insanlara ihtiyacımız var.
Bir toprak parçasında bir devlet kurulduğu zaman, oranın bir idarecisi, Adalet Bakanı, bir Sağlık Bakanı, bir Başbakanı, bir Dışişleri Bakanı olması şart, değil mi? Veya örneğin İngilizce bilen, Arapça bilen, diğer dünya dillerine hakim, bu konularda uzman olan insanlar olması gerekiyor. Tarih bilen, sosyoloji bilen, siyaset bilen insanlar olması gerekiyor. İnsan yönetmeyi, organize etmeyi bilen insanlar olması gerekiyor.
Alt kadrolardan bahsetmiyorum, alt kadroları zaten süreç içerisinde insanlar genel olarak dolduracaktır. Ancak üst kadrolarda yetişmiş insanların olması alt kadroları şekillendirir.
Veya örneğin bir sağlık politikası olması gerekir, değil mi? Doktorların hakları ne olacak, doktor-vatandaş ilişkisi nasıl sağlanacak, sağlık konusunda İslami yaklaşım nasıl olmalı, ilaçlar nasıl üretilmeli, aşılar nasıl kullanılmalı, sağlık altyapısı nasıl oluşturulmalı, köylere nasıl hizmet götürülmeli gibi sorular İslami şekilde cevaplanmalı.
Veya örneğin uluslararası ilişkiler konusunda... Bugün maalesef, İslami bir sistem hedefi olduğunu belirten bizlerin çoğu bırakın diplomatik ilişkileri yürütebilmeyi, genel uluslararası ilişkiler hakkında yeterli bilgimiz dahi yok, yabancı dillere hakimiyetimiz dahi yok. Hal böyleyken bizler bırakalım bir sistemi idare etmeyi, kendimizi dahi idare edemeyiz.
Biz İslami sistem merkezli bir hareket olduğumuzu iddia ederken uluslararası ilişkileri bilmiyorsak, diplomasinin nasıl yapılacağını bilmiyorsak ve bunu yapacak kapasitede kadrolarımız yoksa nasıl yol alabiliriz? Yarın bir gün bir fırsat doğduğunda o fırsatı değerlendiremeyiz. Çünkü o kadroyu daha önceden hazırlamamış oluruz.
Bu açıdan Siyer'den de bir örnek verebiliriz. Bildiğiniz üzere Rasulullah sallallahu aleyhi vesellem, İslam'a davet için farklı milletlere elçiler yolluyor. Her millete de onların özelliklerine uygun seçilmiş elçiler gönderiyor.
Bizans dış görünüşe önem verdiği için, Bizans kralı Herakliyus'a gönderdiği elçi dış görünüşüyle öne çıkan, yakışıklılığıyla bilinen bir sahabi olan Dihye bin Halife el Kelbi radiyallahu anh olmuştur.
Mısır hitabete önem verdiği için, Mısır valisi Mukavkıs'a gönderdiği elçi güçlü hitabetiyle tanınan Hâtib bin Ebu Beltea radiyallahu anh olmuştur.
Persler güçlü ve zorba olduğu, güce önem verdiği için, Pers kisrasına gönderdiği elçi korkusuzluğu ve kahramanlığıyla bilinen Abdullah bin Huzafe es Sehmi radiyallahu anh olmuştur.
Tüm bu elçilerin seçilmesindeki ince düşünce bizlere Rasulullah sallallahu aleyhi vesellem'in bizatihi kendisinin tutumuna dair değerli bilgiler vermektedir. Ayrıca İslam'ın o dönemdeki kadrolarının ne kadar donanımlı kimselerle dolu olduğunu da göstermektedir.
Kadro ve kitle
Müslümanların hem bir kitle hem de bir kadro hareketi olabilmesi gerekir.
İslami bir hareketin, gerek kendi işlerini, gerekse ileride devletleşme sürecine girdiğinde o devletin işlerini İslami bir şekilde yürütebilmesi için, bu işlerin teknik detaylarından ve inceliklerinden anlayan kadrolara ihtiyacı olacaktır. Teknik hususlarda bilgi sahibi kimselere, ayrıca alimlere ihtiyacı olacaktır.
Ve bu kadrolar olmazsa, o İslami hareketin –veya benzeri diğer hareketlerin– bu fırsatları değerlendirmesi, bu boşlukları doldurması ve Müslümanca bir sistem inşa etmesi mümkün olmaz.
Bu sebeple bizim, "duruş ve ilişki" ile "inkılap merkezli ıslahat çalışması"ndan sonra ortaya koyacağımız üçüncü esas, "İslami sistem hedefli kadro hareketi"dir.
Peki bu kadro hareketinin manası nedir? Bu kadrolar nasıl yetişebilir, süreç içerisinde ne yapabilir? Bu, meselenin temel sorularından biridir. Çünkü bu kadroların yetişmesi sürecinde en temelde yer alan husus eğitimdir. Eğitim ve kadrolaşma meselesi günümüzde halen İslami yapıların en temel sorunları arasında yer alıyor.
Burada iki uç olduğunu görüyoruz. Bir uç, eğitim ve kadrolaşmadan tamamen el etek çekerek kendi içerisine kapanıyor ve toplumu etkileme potansiyelini kökten kaybediyor. Diğer uç ise eğitim ve kadrolaşma konusunda o kadar ileri gidiyor ki İslami özelliklerini kaybederek dejenere oluyor.
Bu noktada şu ayeti kendimize kılavuz yapmamız gerekli:
"Kulları içinde Allah'tan ancak alimler korkar." (Fatır Suresi, 28)
Bu açıdan bizim takva ve ruhsat arasındaki ölçüyü belirlemek için alimlerin rehberliğine ve ilmin hakikatine sığınmamız gerekiyor. Müslümanların bu konularda ilim sahibi olması gerekiyor ki takvanın kapsamına neyin girip neyin girmediğini bilebilsinler. Takva adı altında aslında haram olmayan veya bir problem oluşturmayan şeylerden uzaklaşmasınlar.
Burada yapılacak işler ve yapılmayacak işler arasında şöyle bir ayrım ortaya koyulabilir. İşleri ikiye ayırmak gerekir. Birinci kısım, esas itibariyle İslam'ın esasıyla çelişen, yapılması kati surette caiz olmayan işlerdir. Küfür sistemleri içerisine dahil olmak, bunların yürütülmesinde yer almak, Allah'ın hükmü dışındaki şeylerle hükmetmek gibi.
İkinci kısım ise esas itibariyle İslam'ın özüyle çelişmeyen, İslam'ın özüne uygun biçimde de yapılabilecek işlerdir. Müslümanların bir kadro hareketi inşası için bu işlere girmesi, bunların inceliklerini öğrenmesi, bu alanlarda yeterli bilgi sahibi olmaya çalışması ve yükselmesi gerekir. Elbette İslami sınırlar içerisinde, İslami kaygılarla ve daha önce "duruş" olarak tabir ettiğimiz çerçeveyi korumak kaydıyla.
Bir kadro hareketi ortaya koyabilmek için, yani toplumu, devleti, siyasi işleri, sosyal işleri, kültürel meseleleri her açıdan yönetebilmek ve insanları Allah'ın şeriatı doğrultusunda yönlendirebilmek için Müslümanların bir kadro oluşturması gerekir. Bu kadronun oluşturulmasının tek yolu da eğitimdir. Eğitim sürecinde Müslümanların zayi olmaması için azami gayret sarfetmek şarttır ki Müslümanların evlatları sistem içerisinde kaybolup gitmesinler.
Bunun en temel yolu ise onlara bir şuur ve yön verebilmektir. Ayrıca onları bir cemaat kültürü içinde yaşamaya alıştırmaktır. İçinde bulunduğumuz İslami camialarda yarının mühendisleri, doktorları, hukukçuları, tüccarları, diplomatları, medyacıları, sermaye sahipleri yetişmelidir.
İki problemli nokta
Bu aşamada problemlerin ortaya çıkmasına sebebiyet veren iki problemli noktadan bahsedebiliriz. Kadro yetiştirme düşüncesini öne çıkaran kesimlerde yaşanan problemlerin temel olarak bu iki noktadan kaynaklandığını görüyoruz. İlk problem noktası, bunların esası itibarıyla İslam ile çelişen durumlar içerisine de dahil olmalarıdır ki bu kesinlikle kaçınılması gereken bir şeydir. İkinci problem noktası ise, daha önce vurguladığımız gibi, inkılap merkezli bir bakış açısına sahip olmamaktır. Bu iki problem ifsadın kapısını aralar.
Bu problemler mevcutsa maalesef Müslümanlar İslam için kadro yetiştirdiğini düşünürken, aslında mevcut batıl sistemler için kadro yetiştirmeye başlar. Yetiştirdikleri insanlar da bir süre sonra zaten kafa olarak kendilerinden kopup başka yerlere, kendi menfaatine, ya da mevcut düzene hizmet etmeye başlar. Bu da elbette "İslami hedefli kadro hareketi" dediğimizde istemediğimiz, istemeyeceğimiz bir durumdur.
O yüzden bu süreçte kadrolara bir cemaat kültürü ve şuur verebilmek, yaptıkları işi neden yaptıklarını iyice anlatabilmek ve öğretebilmek çok mühim bir meseledir. Eğer bu olmazsa, eğer bunu yapamazsak, dediğimiz gibi bu insanlar maalesef daha farklı noktalara sürüklenebilirler.
Bu kadrolar ortaya çıktığı zaman Müslümanlar boşlukları doldurabilir, gelecekte ortaya çıkacak fırsatları değerlendirebilir ve işin aslı, bir güç merkezi oluşturmaya başlar. Yani sosyal hayattan siyasi hayata, fikri hayattan kültürel hayata hükmeden güç odakları oluşturabilir. Bu gücü İslami sistem yolunda kullanabilir. Gücün merkezi İslamileştikçe diğer insanların da bu merkez etrafında dönmeye başladığına yakinen şahitlik ederiz.
Kastımızı tam olarak anlatmak için Ömer radiyallahu anh'ın şu sözlerini aktararak serimizi noktalayalım:
Zeyd bin Eslem'in babasından naklettiğine göre Ömer radiyallahu anh bir gün dostları ile otururken onlara sordu:
- "Allah'ın kabul edeceği tek bir dileğiniz olsa ne isterdiniz?"
Biri şöyle cevap verdi:
- "Ben bu oda dolusu gümüşüm olmasını ve onu Allah yolunda harcamayı isterdim."
Bir başkası şöyle dedi:
- "Bu oda dolusu altınım olmasını ve onu Allah yolunda harcamayı isterdim."
Bir diğeri şöyle söyledi:
- "Bu oda dolusu mücevherim olmasını ve onu Allah yolunda harcamayı isterdim."
Herkes dileğini söyledikten sonra "Ey Ömer, peki sen ne isterdin?" diye sordular. Ömer radiyallahu anh şöyle söyledi:
"Ben de isterdim ki şu oda Ebu Ubeyde bin Cerrah, Muaz bin Cebel ve Huzeyfetu'l Yemani gibi adamlarla dolu olsun da onları Allah yolunda görevlendireyim." (İbn Sa'd, Tabakat 3/480)
Bu şekilde ders serisini noktalamış olduk. Dualarımızın sonu, alemlerin Rabbi olan Allah azze ve celle'ye hamd etmektir.
Faydalı olması temennisiyle. Es selamu aleyküm ve rahmetullahi ve berekatuh...
Bu değerlendirmede yer alan ifadeler yazarın kendi görüşleridir ve Mepa News'in editöryel politikasını yansıtmayabilir.