Dr. Mehmet Sürmeli

Dr. Mehmet Sürmeli

İşte tevhid

İşte tevhid

Kelime-i tevhide iman eden bir kimse imanın bir bütün olduğuna kabul eder, iman edilecek hususlardan hiçbirini dışta bırakamaz. İmanın bütünlüğü hususunda bu bilinci sürekli hâle getiremeyen insanlar, hiç beklenmedik bir zamanda, bir kopma veya imanı parçalama gafletinde bulunabilirler. İmanla küfrü tek gönülde bulundurma sapıklığını yaşayabilirler.

Hâlbuki Rasulullah sallallahu aleyhi vesellem, bunun imkânsızlığını şu hadisiyle açıklığa kavuşturmuştur:

"İman ve küfür (aynı anda) bir kimsenin gönlünde bir araya gelemezler."[1]

Kur'an-ı Kerim, bu duruma "imanla şirki birbirine karıştırmak" adını vermektedir.[2] Şirkle imanı aynı kalbe koymak gibi bir sapkınlığı yaşamayanlar Kur'an-ı Kerim'de şöyle övülmüştür:

"Onlar iman ettiler ve imanlarına hiçbir şekilde şirk bulaştırmadılar. (Dünya ve ahirette) güven içerisinde olanlar ve (mutlak) doğruyu bulanlar bunlardır."[3]

Bu ayetteki "zulüm" kavramını "şirk" olarak tefsir eden Hz. Peygamber'dir.[4] Bu tefsire göre mü'minler için, şirkten uzak bir iman idealize edilmiş ve övülmüştür. Zira böyle bir imanın sahibi, hayatın her alanında ve önemli olayların çözümünde Allah Teâlâ'dan başkasına müracaat etmez.[5]

İmana şirk/zulüm bulaştırmamak; hayatı anlamlandırırken beşerî düşünceleri dinleştirmemek, ideolojik bakıştan kaçınmak, İslâm'a karşı başka bir dünya görüşünü tercih etmemek, hayatı anlamlandırırken dinin genişlik boyutunu gözden kaçırmamak demektir. Kısacası Allah'ın emir alanına sınırlama getirmemektir. Saymış olduğumuz bu yanlışlara düşenler imanlarına şirk karıştırmış olurlar ki karşılığı küfürdür.

Medine'ye hicretten sonra bazı Müslümanlar Kur'an-ı Kerim'le beraber başka milletlerin muharref kitaplarını okuyup öğrenmeyi ve onların içeriğini de hayatlarına katmayı arzu etmişlerdir. Muharref Tevrat'la beraber Kur'an öğrenimini eş zamanda yapan Hz. Ömer radiyallahu anh, öğrendiklerini Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem'e arz etmek isteyince, Rasulullah sallallahu aleyhi vesellem'in rengi değişmiş ve sonra da "Aranızda Musa olsaydı, siz de bana değil de ona tabi olsaydınız, yine de dalalette olurdunuz"[6] uyarısını yapmıştır.

"Çünkü ümmetlerden siz benim payıma; peygamberlerden de ben sizin payınıza düştüm."[7] buyurarak böyle bir davranışa onay vermemiştir.

Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem, bu uygulamaya onay verecek olsaydı, bu yapılan eylem bir sünnet olacak ve bunun arkasına sığınarak insanlar gerekli alt yapıyı oluşturmadan zihinlerini yanlış fikirlere ve batıl dinlere açacaklardı.

Yahudilikten ihtida eden bir grup Müslüman, Rasulullah sallallahu aleyhi vesellem'e "Kur'an'la beraber Tevrat'ı da okuyup ikame etmeyi" teklif ettiklerinde Yüce Allah, bu karmaşık uygulama isteğine müdahale etmiş ve "Ey iman edenler! Her şeyinizle (ve hayatınızın her alanında) Müslüman olunuz."[8] buyurmak suretiyle bölünmüş, tevhidîlikten uzak ve Kur'an-ı Kerim'den onay almayan bir yaşayış şeklini kabul etmemiştir.[9]

Verilmek istenen mesaj gayet nettir: Biraz Müslümanlık, biraz Yahudilik, biraz ideolojik hayat tarzı diye bir karışım İslâm'ın tevhid ilkesine aykırıdır. Sentezci bir din anlayışı asla kabul edilemez. Din bir bütündür. İslâm'ın tek bir hükmünü bile inkâr edenin Müslümanlıkla bir ilgisi kalmaz.

İman konusunda hiçbir parçalanmayı kabul etmeyen Allah Teâlâ, şu uyarıyı yapmıştır:

"Ey iman edenler! Allah'a, resulüne ve peygamberine indirdiği kitabına iman edin. Kim Allah'ı, meleklerini, kitaplarını, resullerini ve ahiret gününü inkâr ederse muhakkak ki o derin bir sapıklığa düşmüştür."[10]

Ayet-i kerimeden anlaşılıyor ki iman edilecek hususlardan birisini inkâr etmek, bütün Kur'an-ı Kerim'i inkâr etmek gibidir. Abdullah b. Mes'ud radiyallahu anh, konuyla ilgili görüşünü çok net olarak ifade etmiş ve şöyle buyurmuştur:

"Kim Kur'an-ı Kerim'in bir harfini inkâr edecek olsa bütün Kur'an'ı inkâr etmiş olur.[11] Çünkü Kur'an Allah'ın (c.c.) kelamıdır ve O'ndan bir şey reddeden Allah'ı(n emirlerini ve yasalarını) reddeder."[12]

Nitekim Hz. Peygamber'in sallallahu aleyhi vesellem irtihalinden sonra bazı Arap kabileleri "Biz İslâm'ın tüm emirlerini yerine getiririz fakat zekât vermeyiz" dediklerinde Hz. Ebubekir radiyallahu anh, bu yaklaşımın imana bir yüzdeleme getirmek olduğunu bildirmiş ve zarûrât-ı diniyeden bir tek hükmü inkâr etmenin tüm İslâm'ı inkâr anlamına geleceğini söylemiştir.

İmana ve İslâm'a böyle yüzdeli bir yaklaşımın insanı küfre götüreceğini ve sahiplerini dinden çıkaracağını bildirerek "Zekât malın hakkıdır. Allah'a yemin olsun ki Rasulullah'a vermiş olduğunuz bir oğlağı bile zekât olarak vermeyecek olursanız onu vermeyenlere savaş açarım."[13] demiştir. Söylediğini de yapmış ve tüm İslâmî emirleri kabul edip zekâtın meşruiyetini kabul etmeyenler mürted sayılmış ve onlara karşı savaş ilan edilmiştir.

Böyle bir davranış ne zaman ve hangi mekânda yapılırsa yapılsın dini ve bu dinin kaynağı olan Kur'an-ı Kerim'i parçalamaktır. Allah Teâlâ bu durumu şöyle açıklığa kavuşturmuştur:

"Biz, (bir kısmına inanıp bir kısmına inanmamak veya yürürlükten kaldırmak için kitaplarını) bölük bölük yapan (Yahudi ve Hristiyan)lara uyarıcı azap indirdiğimiz gibi (yine azap indiririz). Onlar Kur'an'ı (kendilerine uydurmak için, kabul edilecek ve edilmeyecek olanlar diye) bölük bölük ettiler."[14]

Bütün bu ayetlerden ve Rasulullah'ın sallallahu aleyhi vesellem hadislerinden yola çıkan İslâm uleması şu hükmü ortaya koymuştur:

"Kim Allah'ın Kitab'ından bir kelimeyi inkâr ederse Kitab'ın tamamını inkâr etmiş olur."[15]

İmanda bütünlük konusuyla ilgili İmam Maturidi (ö. h: 333): "Peygamberlerden her hangi birisinin verdiği haberi yalanlayan kâfir olur" demiştir."[16] Aynı konuyla ilgili benzeri bir hüküm de şudur:

"Her kim ki şeriatın hükümlerinden herhangi bir şeyi inkâr ederse, La ilâhe illallah / Allah'tan başka İlah yoktur buyruğunu (tevhidi) iptal etmiş olur."[17]

Bu görüşleri almamızın amacı, Müslümanlara imanın bölünme kabul etmediğini kavratmak ve insanlara ideolojik bakışla imanın sentez edilemeyeceğini kavratmaktır. Esasında insanımızın da ülkemizin de kurtuluşu ve siyasal hidayete erişi tevhidin böyle üst seviyede kavranmasındadır.

[1] İbni Hanbel, Müsned, (tah: Muhammed Şakir, h. no: 8576), XVI, 244.

[2] Bak: Yusuf 12/106.

[3] En'am 6/82.

[4] İbni Kesîr, Tefsiru'l-Kur'ani'l-Azim, II, 145.

[5] Sülemî, Hakaiku't-Tefsir, c. I, s. 206.

[6] Hz. Peygamber bu hadisiyle esas vurguyu kendisinin son peygamber oluşuna yapmıştır. Konuyu bu çerçevede değerlendirmek gerekir.

[7] İbni Hemmam, Musannef, X, 314; İbni Hanbel, Müsned, III, 470; İbni Hamza, Esbab-ı Vürud-il Hadis, II, 1402.

[8] Bakara 2/208.

[9] Taberî, Câmiu'l-Beyân, II, 337.

[10] Nisa 4/136.

[11] İbni Hemmam, Musannef, h. no: 15946, VIII, 422.

[12] İbni Hanbel, Kitâbü's-Sünne, s. 27.

[13] Buharî, 24, Zekât, 2, II, 110.

[14] Hicr 15/90-91.

[15] Maturidi, Muhammed b. Muhammed, Te'vilât'ü ehl'i-s Sünne. C. III, s.501.

[16] Maturidi, Te'vilât'ü ehl'i-s Sünne. C. III, s.493.

[17] Serahsi, Usülu's-Serahsi, c. I, s. 73.


Bu değerlendirmede yer alan ifadeler yazarın kendi görüşleridir ve Mepa News'in editöryel politikasını yansıtmayabilir.

Bu yazı toplam 2172 defa okunmuştur
Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Yorumların her türlü cezai ve hukuki sorumluluğu yazan kişiye aittir. Mepa News, yapılan yorumlardan sorumlu değildir. Her bir yorum 600 karakterle (boşluklu) sınırlıdır.
Dr. Mehmet Sürmeli Arşivi