Ahmed Şara'nın İsrail ile hassas denge siyaseti
Esed rejiminin geçtiğimiz Aralık ayında devrilmesi ve ardından Ahmed Şara yönetiminin yükselişe geçmesi, Suriye ile İsrail arasındaki ilişkilerin normalleşebileceği yönündeki spekülasyonları alevlendirdi.
Bu spekülasyonlar, ABD Başkanı Donald Trump'ın Beyaz Saray'a dönmesi ve daha fazla ülkeyi İsrail ile ilişkileri normalleştirmeye ikna etme çabalarını yoğunlaştırmasıyla daha da arttı.
Geçen yılın sonlarında Şara ilk kez İsrail'e seslenerek İsrail ordusunun Suriye topraklarına yönelik saldırılarını kınadı. İsrail'in Suriye ile 1974 yılında vardığı ateşkes anlaşmasını ihlal etmesine atıfta bulunarak, Şam'ın bu anlaşmaya bağlı kalacağını söyledi. Esed rejiminin devrilmesinin, İsrail'in iddia ettiği "İran destekli silahlı gruplar tehdidi" meselesini sona erdirdiğini ileri sürdü.
Ahmed Şara geçen ay verdiği mesajı yineleyerek İsrail'in Suriye'deki eylemlerini haklı göstermek için kullandığı bahanelerin artık geçerli olmadığını ifade etti. Suriye'nin 1974 ateşkes anlaşmasına bağlılığını bir kez daha teyit etti ve BM güçlerini kabul etmeye hazır olduğunu kaydetti.
Bazı uzmanlar bu açıklamaları İsrail ile olası bir yumuşamanın işaretleri olarak yorumlasa da, daha yakından incelendiğinde normalleşmenin uzak ve ihtimal dışı bir olgu olduğu ortaya çıkıyor.
Değişen retoriğe rağmen, normalleşmenin önündeki yapısal, siyasi ve tarihi engeller mevcut bağlamda aşılamaz. İsrail ve ABD'deki bazı kesimler normalleşmeyi istese de sahadaki gerçekler çeşitli nedenlerle bunu neredeyse imkansız kılıyor.
Normalleşme yönünde atılacak herhangi bir adım Suriye'nin ulusal egemenliğine ihanet ve işgalci bir güce taviz olarak algılanacaktır. Halen otoritesini sağlamlaştırma sürecinde olan bir yönetim için böyle bir adım, ülke içindeki meşruiyetini ve inandırıcılığını zayıflatabilir.
Derin yaralar
Çatışmanın yaraları derin ve İsrail'le ilişki kurma fikri, işgale karşı direnişi temel bir ulusal değer olarak gören pek çok Suriyeli için nefret edilen bir şey.
Dahası, normalleşme Suriye toplumu içindeki çatlakları daha da derinleştirecektir. Ülke yıllardır süren savaşın yaralarını sarmaya devam ediyor ve sosyal dokusu halen kırılgan. İsrail ile ilişki kurmak, pragmatizme ve ekonomik iyileşmeye öncelik verenler ile İsrail'e karşı direnişi müzakere edilemez bir ilke olarak görenler arasında yeni bir fay hattı yaratacaktır.
Böyle bir kutuplaşma ülkeyi daha da istikrarsızlaştırabilir, yeniden inşa çabalarını engelleyebilir ve potansiyel olarak iç çatışmaları yeniden alevlendirebilir.
Bir diğer kritik faktör de normalleşmenin tetikleyebileceği önceliklerdeki potansiyel değişimdir. Pek çok Suriyeli için Golan Tepeleri'nin kurtarılması temel bir ulusal hedef olmaya devam ediyor; ancak şu anda öncelik ülkeyi yeniden inşa etmek, istikrar ve refaha ulaşmak. Normalleşme, ülkeyi yeniden inşa etmek yerine İsrail'le yüzleşmeye öncelik veren bir toplum kesimini bir araya getirebilir.
Bu da sonuçta silahlı grupların yeniden canlanmasına ya da yeni direniş hareketlerinin ortaya çıkmasına yol açarak kaynakların ve dikkatin ülkenin yeniden inşasına yönelik temel çabalardan başka yöne çekilmesine neden olabilir. İstikrar ve kalkınmaya muhtaç bir ülke için böyle bir değişim ters etkiye neden olabilir ve savaşın sona ermesinden bu yana kaydedilen kırılgan ilerlemeyi rayından çıkarabilir.
Bölgesel dinamikler normalleşme ihtimalini daha da karmaşık hale getirerek İran'ın Suriye'de yeniden yapılanması için bir fırsat yaratabilir. Benzer şekilde, Türkiye ve Suudi Arabistan gibi diğer bölgesel güçler de sonucu şekillendirmek için müdahalede bulunabilir ve zaten istikrarsız olan duruma yeni bir karmaşıklık katmanı ekleyebilir.
İsrail'in kendi politikaları ve tercihleri de büyük bir engel teşkil ediyor. Normalleşme tek taraflı bir süreç değildir. Tarihsel olarak İsrail, BM Güvenlik Konseyi kararlarının çoğuna uymadı ve diğer ülkelerle anlaşmalara girdiğinde bile genellikle taahhütlerini yerine getirmedi.
Suriye örneğinde, İsrail'in işgal altındaki Golan Tepeleri'ni geri vermeye ya da Suriye'nin egemenlik sorunlarını çözmeye istekli olduğuna dair hiçbir işaret yok. İsrail'den anlamlı adımlar gelmediği sürece normalleşmenin gerçekleşmesi mümkün değildir.
Stratejik hakimiyet
Dahası, İsrail parçalanmış bir Suriye'yi tercih edebilir çünkü bu sayede birleşik bir düşmanla mücadele etmek zorunda kalmadan bölgedeki stratejik hakimiyetini ve işgal altındaki Golan Tepeleri üzerindeki kontrolünü sürdürebilir.
Normalleşme, İsrail'in işgal ettiği toprakları geri vermek gibi önemli adımlar atmasını gerektirecektir ki İsrail bu konuda hiçbir isteklilik göstermemiştir. Bunun yerine İsrail, Suriye'nin iç sorunlarla meşgul olduğu ve bölgesel olarak kendini gösteremediği statükoyu tercih edecektir.
Ahmed Şara'nın İsrail'le ilgili açıklamaları, Suriye'nin iç istikrarına ve yeniden inşasına çatışmaya girmekten daha fazla öncelik veren stratejik bir hamle olarak yorumlanabilir. Bu yaklaşım, yeni yönetimin Suriye'nin askeri kapasitesinin yıllar süren savaş ve İsrail saldırganlığının ardından ciddi şekilde azaldığı bir dönemde İsrail ile çatışmaya girmenin anlamsızlığını kabul ettiğini göstermektedir.
Şara'nın söylemi aynı zamanda İsrail ile bir çatışmanın sadece net bir zafer elde etmekte başarısız olmakla kalmayıp aynı zamanda Suriye'nin iç bölünmelerini şiddetlendirebileceği ve ulusu yeniden inşa etme ve uluslararası tanınma ve meşruiyet kazanma çabalarını engelleyebileceği anlayışını yansıtıyor.
Bu pragmatik duruş, Suriye'nin uluslararası izolasyona neden olabilecek eylemlerden kaçınırken ülke içinde otoritesini sağlamlaştırmaya odaklanmasını sağlar. Bu bağlamda, Ahmed Şara'nın açıklamaları normalleşmeye açık olunduğu sinyalini vermekten ziyade Suriye'nin toparlanması için istikrarlı bir ortam yaratma amacını taşıyor ki bu da İsrail ile gelecekte yapılacak müzakereler ya da yüzleşmeler için gerekli bir ön koşul.
Dahası, Ahmed Şara'nın İran destekli silahlı grupların Suriye topraklarından çıkarılmasına yaptığı vurgu ikili bir amaca hizmet ediyor. Bölgesel aktörlere ve uluslararası topluma Suriye'nin artık İran etkisi için bir kanal olmadığı konusunda güvence verirken, yeni yönetimi Esed rejiminin politikalarından da uzaklaştırıyor.
Bu değişim, Suriye'nin yeniden inşası için elzem olan bölgesel ve küresel güçlerle ilişkilerin geliştirilmesinin önünü açabilir. Ancak aynı zamanda Şara yönetiminin sürdürmesi gereken hassas dengenin de altını çiziyor: İşgale karşı direnişi temel bir ulusal değer olarak gören bir halkın taleplerini karşılarken İsrail ile çatışmadan kaçınmak.
Bu anlamda Şara'nın açıklamaları, Suriye'nin savaş sonrası gerçeklerinin karmaşıklığı içinde, acil bir çatışmadan ziyade uzun vadeli istikrarı gözeterek yol almaya yönelik planlı bir çabadır.
Middle East Eye için kaleme alınan bu yazıdaki ifadeler yazarın kendi görüşleridir. Mepa News'in editöryel politikasını yansıtmayabilir.