Mahmut Cemil İnce

Mahmut Cemil İnce

Tevhid ve siyaset

Tevhid ve siyaset

Tevhid nedir?

Tevhid, kainattaki tüm mevcudiyetin üzerine kurulu olduğu temeldir. Allah azze ve celle'nin birliğine iman etmek ve teslim olmaktır. Zihnin, kalbin, ruhun, bedenin ve dahi tüm varlığın; Allah azze ve celle'nin bir oluşuna teslim olmasıdır.

Rububiyet ve uluhiyet hususunda insanın Allah azze ve celle'den başka bir ilah tanımamasıdır. Allah azze ve celle'nin yaratan, yaşatan, rızık veren, kanun koyan, zaferi ve yenilgiyi takdir eden, izzet sahibi yegane güç oluşuna iman ve itaat etmektir.

İnsanın varlık gayesi haddizatında bir olan Allah azze ve celle'ye tamamen teslim olmak, O'na kulluk etmektir. İnsanın ve insanlığın tüm gayesi, tevhidin gerek şahıs bazında gerekse aileden devlete tüm toplumsal oluşumlar bazında yaşayışa egemen olmasıdır. Yani tevhidin gerçekleşmesidir.

***

Peki ya siyaset nedir?

Kelime anlamı olarak "siyaset", temelini at terbiye etmekten, at eğitmekten alır. Buna göre siyaset atları eğitmek, ehlileştirmektir. Kelimenin etimolojik kökeni buraya dayanmaktadır. Kısacası siyasetin kelime kökeni bildiğimiz "seyislik"ten gelmektedir.

Zaman içerisinde bu kelime, insanların işlerini idare etme anlamına gelecek şekilde kullanılmaya başlanmıştır. Bugün anladığımız manasıyla siyaset kelimesi, insan topluluklarını ve devlet gibi yapıları idare etmek anlamında kullanılmaktadır. Yani siyaset, ideal anlamda, insan topluluklarının maslahatlarını gerçekleştirmek amacıyla onları yönetmektir. Meşru siyaset de budur. İslami anlamda, siyaset, Allah azze ve celle'nin kullarının ahiret ve dünya maslahatlarını gerçekleştirmek üzere onları idare etmektir. Rasulullah sallallahu aleyhi vesellem'in hadislerinde bu kelime bildiğimiz anlamda "halkın işlerini yönetme" manasında kullanılmıştır.

TDV İslam Ansiklopedisi'nin ilgili maddesindeki tanımı, meselenin daha iyi anlaşılabilmesi bakımından, olduğu gibi aktarmak istiyorum:

"Sözlükte “bir nesneyi düzgün ve iyi durumda bulunması için özenle gözetip korumak; hayvanı ehlileştirmek, atı terbiye etmek” gibi anlamlara gelen siyâset, “toplumun işlerini üzerine alma, yürütme, yönetme işi, insan topluluklarını yönetme sanatı” şeklinde tanımlanır (Fîrûzâbâdî, Kāmûsü’l-muhît, “svs” md.; , “svs” md.; Kāmus Tercemesi, II, 938-939). Siyaset kelimesi ve türevleri Kur’an’da geçmez; hadislerde ise hem “at terbiye etme” hem de “halkın işlerini yönetme” mânalarında kullanılır (, II, 297; VI, 347, 352; Buhârî, “Enbiyâʾ”, 50; Müslim, “İmâre”, 44). Fıkıh literatüründe, kamu otoritesinin dinin genel ilkelerine ters düşmeyecek düzenlemeler ve uygulamalar yapması da çoğu zaman siyaset kelimesiyle ifade edilir."

***

Bu doğrultuda, yazımızın başlığına dönecek olursak, "tevhid ve siyaset" demek ile kastımız, bu iki kavram arasındaki irtibata temas etmektir.

İnsanın varlık gayesinin tevhidin gerçekleşmesi olduğunu ifade etmiş, siyasetin de insanları idare etme sanatı olduğunu vurgulamıştık. Bu doğrultuda ortaya çıkan netice, siyasetin gayesinin de aslında tevhidin gereklerinin tahakkuk ettirilmesi olduğu yönündedir. Siyaset, yani insanların idaresi, tevhidin gerçekleşmesine yönelik olmalıdır. Siyaset, insanların hem ahirette hem de dünyada Allah azze ve celle'nin razı olacağı bir neticeye kavuşmaları için onları sevk ve idare etmektir.

Bu açıdan Müslüman bir idarecinin ilk ve tek vazifesi esasen tevhidin gerçekleşmesine yöneliktir. Yani Müslüman bir idareci hem kendi şahsı açısından hem de kendilerinden sorumlu olduğu kimseler bakımından Allah azze ve celle'ye kulluğu sağlamakla yükümlüdür. Tıpkı Allah azze ve celle'nin şu buyruğunda görüldüğü gibi:

"O kimseler ki kendilerine yeryüzünde iktidar, mevki versek namazı dosdoğru kılarlar, zekatı verirler, iyiliği emrederler ve kötülükten men ederler. İşlerin sonu ancak Allah'a varır." (Hac Suresi, 41'inci ayet)

Şer'i siyaset, yani siyasetin İslami olanı bu gereklilik üzerine mebnidir. Esasen Müslüman bir idarecinin diğer bütün sorumlulukları bu gereklilikten doğmaktadır. Örneğin şu gibi sorumlulukları ele alalım:

- Sınırların korunması
- Devlet kurumlarının güçlendirilmesi
- Şeriatın tatbiki ve adalet mekanizmasının kurulması
- İç ve dış politikanın yürütülmesi
- Kamu maliyesinin ve tasarruf tedbirlerinin icrası
- İktisadi sistemin imarı

Tüm bunlar elbette Müslüman bir idarecinin sorumluluklarıdır. Müslüman bir idareci bunları sağlamakla memurdur. Fakat tüm bunlar aslında bizatihi tevhidin gerçekleşmesi gereğinden doğarlar. Yani bu sorumluluklar yerine getirilir ki insan toplulukları Allah azze ve celle'ye kulluk edebilsinler, O'nun rızasına erişecek bir hayat yaşayacak bir imkana ulaşabilsinler. İnsan ile şeytan ve kendi nefsi arasındaki yollar zorlaşsın. İnsan ile Allah azze ve celle'nin rızası arasındaki yollar ise kolaylaşsın. Şöyle ki:

- Şayet sınırlar korunmazsa saldırgan düşman Müslümanlara tasallut eder de onları İslami ve insani bir hayat yaşayamaz hale getirir.
- Şayet devlet kurumları güçlü olmazsa bu durum yolsuzluk, zulüm, sapkınlık getirir.
- Şayet şeriat ve adalet olmazsa insanlar birbirlerine zulmeder, insanların bir kısmı diğerlerini haksız yere köleleştirir ve kanını döker.
- Şayet iç ve dış politika gereğince yerine getirilmezse düşmanlar İslam beldesini güçsüz bulur ve ona tasallut ederler. Müslümanlar düşmanlarının güçsüzlüklerinden yararlanamazlar, denge siyaseti yürütemezler. Saldırganlara açık hale gelirler.
- Şayet kamu maliyesine, tasarrufa ve iktisadi sisteme önem verilmezse insanlar arasında sömürü düzeni kurulur, yoksulluk artar, insanlarda kin, nefret ve haset çoğalır.

İşte tüm bunlar insanın hem ahiretini hem de dünyasını tehlikeye atacak türden şeylerdir. Müslüman bir siyasetçi bu sorumlulukları yerine getirerek aslında tevhidin gerçekleşmesini sağlamaya yönelik bir çaba içerisine girmektedir. Aynı şekilde tevhidin gerçekleşmesine yönelik çabalar da bu gereklilikleri hayata geçirmektedir.

Bu minvalde İslami siyaset veyahut şer'i siyaset, tevhidin gerçekleşmesi ve şeriatın tatbik edilmesi gerekliliğini merkezine almak durumundadır. Zira siyasetin varlık sebebi de tıpkı insanın kendisinin varlık sebebi gibi tevhiddir. İnsanların hallerinin tevhide doğru dönmesini sağlamak üzere onları idare etmektir.

***

Yazıyı noktalamadan evvel iki ayrı hususa temas etmek istiyorum. Bildiğiniz üzere son günlerde Suriye ve şeriat tartışmaları gündemde. Bu tartışmalara girmek istememekle beraber, tartışmanın iki ayrı ucunda bulunan ve bazı noktaları gözden kaçırdığını düşündüğüm kıymetli Müslüman kardeşlerime nasihatte bulunmayı arzuluyorum.

İlk husus şöyle: Yazıda da belirttiğimiz üzere, bırakalım bizim kısacık ömürlerimizi, ne zaman başladığını ve ne zaman nihayete ereceğini bilmediğimiz şu yüz binlerce senelik kainatın yegane amacı Allah azze ve celle'ye kulluk etmektir. Tevhiddir. İslam'dır. Allah azze ve celle'ye teslim olmaktır. Günahlarımız, kusurlarımız, aksaklıklarımız elbette olacaktır. Fakat bunlar bizi hakikatten alıkoymamalıdır.

Bugün elbette Müslümanların birçok problemi var. Bilhassa son iki asırdır güçten düşmüş haldeyiz ve düştüğümüz yerden kalkmaya çalışıyoruz. İşgalden kurtulmaya, toplumlarımızı ıslah etmeye, güçlenmeye, devlet kurumları inşa etmeye, teknolojik hamlelerde bulunmaya çalışıyoruz. Başımızda İsrail gibi nice bela var. Tüm bunlarla karşı karşıya olmak bizleri bazen meselelere Allah azze ve celle'ye kulluk bilinciyle bakmaktan uzaklaştırıyor. Nefsimiz bazen bizlere yanlış işler yaptırıyor. "Stratejik kazanımlar elde etme" ve "siyaseten güç kazanma" gibi düşüncelerle İslami uygulamalar hususunda tavizler vermek gibi bir zihniyete bürünebiliyoruz. Asıl maslahatın tevhid olduğunu, kulların tevhid üzere idare edilmesi olduğunu unutuyoruz. Bu son derece yanlış bir hal ve samimi Müslümanların bu hal üzere olmaması gerekiyor. Şayet Müslümanlar caiz olmayan yollarla dünyevi kazanımlar elde edecek olsalardı bu denli zahmete ve sıkıntıya katlanmak, bu denli kurban vermek gerekmezdi. Bunu bizatihi Allah Rasulü sallallahu aleyhi vesellem yapardı ki kendisine taviz vermesi karşılığında krallık dahi teklif edilmişti.

İkinci hususa gelince: Siyasetin meşru şekilde yapılması, Müslümanların maslahatlarına ulaşmanın en önemli yollarından biridir. Müslümanların aslen caiz olan işleri sanki caiz değilmiş gibi algılayarak onlardan uzak durması, elde edecekleri ahiret ve dünya kazançlarını kendilerinden uzaklaştırma riski barındırmaktadır. Bu açıdan neyin meşru, neyin ise haram olduğu hususunda ilim sahiplerinin istişaresine başvurmak gerekir.

Siyasetin meşru olan şekli, yani insanların tevhid üzere kalmasını, İslamlaşmasını, kalplerine imanın yerleşmesini sağlayacak bir siyaset, kendisine has tarzı sebebiyle kimi zaman insanlardan bazısına hoş gelmeyebilir. Özellikle içerisinde iman heyecanı taşıyan kişiler, siyaset icabı atılan bazı adımlardan ve verilen tavizlerden rahatsızlık duyabilir. Elbette bununla kastım, yapılması asla caiz olmayan bazı işlerin yapılması, çeşitli haramların işlenmesi ve bunların meşru gösterilmesi değil. Bilakis, Hudeybiye Anlaşması esnasında yaşananlar gibi olayları kast ediyorum.

O günde Ömer radiyallahu anh'ın Ebubekir radiyallahu anh ve Rasulullah sallallahu aleyhi vesellem ile yaşadığı diyaloglar malumdur. Keza o gün anlaşma imzalandıktan sonra sahabeler öyle bir ruh haline bürünmüştür ki, Rasulullah sallallahu aleyhi vesellem onlara kurbanlarını kesmelerini emrettiği halde hepsinde bir duraksama sezilmiştir. Öyle ki Rasulullah sallallahu aleyhi vesellem "ümmetim bana itaat etmedi ve helak oldu" korkusuyla çadırına girmiş, Ümmü Seleme radiyallahu anha annemiz O'na dışarı çıkıp kurbanını kesmesini, ashabının da kendisini gördükten sonra aynısını yapacağını söylemiştir. Rasulullah sallallahu aleyhi vesellem böyle yapınca ashabı da O'nun emrini takip etmiştir. Siyer'de de görüldüğü gibi bunlar müminlerin başına gelebilecek hususlardır. Fakat işte bu anlaşma vesilesiyle müminler Medine'de daha da güçlenmiş ve kısa bir süre içerisinde Mekke'yi fethedecek duruma gelmişlerdir.

Kastım şu ki, bazı şartlarda Müslümanlar, güç ve kuvvetle elde edemedikleri şeyleri siyaset ve hikmetle elde edebilirler. Örneğin kendileri güçsüz durumdayken kendilerine saldırmak isteyen bir düşmanı caydırmak için "dinin aslından olmayan" bazı konularda tavizler vermeleri mümkündür. Örneğin Rasulullah sallallahu aleyhi vesellem, Medine'nin kuşatıldığı Hendek Gazvesi sırasında bu yönde bir adım atmıştır.

Medine'yi kuşatan müşriklerin ittifakını bozmak için Rasulullah sallallahu aleyhi vesellem, Gatafanlılara Medine'nin yıllık hurma mahsulünün üçte biri karşılığında savaştan çekilmelerini teklif etmiştir. Bu noktada görüşmeler yürütülmüş, Gatafanlılar ilk olarak mahsulün tamamını istese de daha sonra teklifi kabul etmişlerdir. Rasulullah sallallahu aleyhi vesellem ardından bu görüşmeyi, Evs ve Hazrec kabilelerinin liderleri Sa'd bin Muaz radiyallahu anh ve Sa'd bin Ubade radiyallahu anh ile istişare etmiştir. Onlar bunun Allah azze ve celle'nin emri mi yoksa Rasulullah sallallahu aleyhi vesellem'in görüşü olduğunu mu sormuş, Rasulullah sallallahu aleyhi vesellem bunun kendi görüşü olduğunu söylemiştir. Bunun üzerine onlar da müşriklere karşı direnebileceklerini ve böyle bir anlaşmaya ihtiyaçları olmadığını belirtmiş, anlaşma yapılmamıştır.

Yani Rasulullah sallallahu aleyhi vesellem burada Müslümanların kuşatmadan kurtulması, Allah azze ve celle'nin kullarının selameti, tevhidin uzun vadedeki maslahatı için bir siyaset yürütmüştür. Bunu kafirlerin birliğini bozmak ve Müslümanların zaferini sağlamak için yapmıştır.

Hülasa, tevhid ve siyaset birbirlerine zıt kavramlar değildir. Bilakis siyaset, şer'i sınırlara uygun yürütüldüğü takdirde, tevhidin gerçekleşmesi hususunda Müslümanlar için güzel bir araca dönüşebilir. Yine de asli aracın Allah azze ve celle yolunda cihad olduğu, bunun için her zaman güç kazanmaya çalışmak gerektiği hiçbir zaman unutulmamalıdır. Kafirlerden ve küfür sisteminden beri durmak gerektiği hakikati ihmal edilmemelidir ki avamın hali tevhidden şirke, itaatten isyana bir seyir içerisine girmeye başlamasın.

Rabbim Müslümanların basiretini ve ferasetini artırsın. Kafirler topluluğuna karşı bizlere yardım etsin.


Bu değerlendirmede yer alan ifadeler yazarın kendi görüşleridir ve Mepa News'in editöryel politikasını yansıtmayabilir.

Bu yazı toplam 2623 defa okunmuştur
Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Yorumların her türlü cezai ve hukuki sorumluluğu yazan kişiye aittir. Mepa News, yapılan yorumlardan sorumlu değildir. Her bir yorum 600 karakterle (boşluklu) sınırlıdır.
1 Yorum
Mahmut Cemil İnce Arşivi