Giorgio Cafiero

Giorgio Cafiero

ABD-Suudi Arabistan-İsrail üçgeninde normalleşme bilmecesi

ABD-Suudi Arabistan-İsrail üçgeninde normalleşme bilmecesi

Suudi Arabistan'ın Washington Büyükelçisi Prenses Reema binti Bender es Suud, geçen ay Colorado'da düzenlenen Aspen Fikirler Festivali'nde NBC muhabiri Andrea Mitchell'e konuştu. Büyükelçi, Suudi Arabistan'ın İsrail'i "bütünleşmiş bir Ortadoğu'ya ait olarak tasavvur ettiğini" söyledi.

Suudi Arabistan'ın 2030 vizyonu paralelinde Riyad'ın "gelişen bir İsrail" ve "gelişen bir Filistin" arzuladığını belirten Suudi diplomat, "Vizyon 2030, birleşmiş, bütünleşmiş, gelişen bir Ortadoğu istiyor ve İsrail de bu plan içindeydi. Biz büyüyen bir Kızıldeniz ekonomisi istiyoruz." diye de sözlerine ekledi.

Reema, Suudi Arabistan'ın İsrail ile normalleşmeye değil bütünleşmeye odaklandığını vurguladı. Suudi Büyükelçi, "Biz normalleşmeden bahsetmiyoruz, hepimizin egemen haklara ve egemen devletlere sahip olduğu, ancak ortak ve müşterek çıkarlarımızın olduğu Avrupa gibi bir blok olarak birleşmiş, bütünleşmiş bir Ortadoğu'dan bahsediyoruz. Yani bu normalleşme anlamına gelmiyor. Normalleşme şudur: Sen orada oturuyorsun, ben burada oturuyorum ve bir şekilde bir arada yaşıyoruz, fakat ayrı ayrı. Entegrasyon ise halklarımızın iş birliği yapması, işletmelerimizin el ele vermesi ve gençlerimizin gelişmesi anlamına geliyor." dedi.

Prenses Reema ayrıca Mitchell'e, Başbakan Binyamin Netanyahu liderliğindeki mevcut İsrail hükümetinin politikalarının Ortadoğu'da kalıcı ve sürekli bir barışa varma çabalarını baltaladığını ifade etti. Suudi Arabistan'ın Washington Büyükelçisi Reema işgal altındaki Batı Şeria'daki durumu, bilhassa da yasa dışı Yahudi yerleşimlerinin genişlemesi açısından "son derece endişe verici" olarak nitelendirdi.

Büyükelçi, "Bence çatışma o kadar uzun süredir devam ediyor ki psikolojik ve duygusal açılardan aşılması çok zor duvarlar örüldü. Bana isterseniz naif deyin ama bence insanların insanlıktan yana inanç ve umut beslemelerinin ve çatışmaları bu ruhla ele almalarının zamanı geldi. Ben bu noktada olduğumuzu düşünmüyorum." dedi.

Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) ve Bahreyn'in 2020 yılında İsrail ile diplomatik ilişkilerini normalleştirmesinden bu yana, ABD ve İsrail'de Suudi Arabistan'ın Abu Dabi ve Manama'nın adımlarını takip edebileceği yönünde sayısız tartışma yapıldı. Prenses Reema'nın geçen ay yaptığı açıklamalar göz önüne alındığında bu spekülasyonlar daha da arttı.

Hem Donald Trump hem de Joe Biden yönetimleri, Ulusal Güvenlik Danışmanı Jake Sullivan ve Dışişleri Bakanı Antony Blinken'ın yakın zamanda Suudi Arabistan'a yaptıkları son ziyaretler sırasında dile getirdikleri iddialarda da vurgulandığı üzere, Riyad'ı İsrail ile normalleşen ülkeler arasına katmaya çalıştı.

ABD ve İsrailli yetkililerin Suudi Arabistan'ın Tel Aviv ile neden diplomatik ilişki kurmasını istediğini anlamak zor değil. Suudi Arabistan'ın Arap ve İslam dünyasındaki liderlik rolü dikkate alındığında, Riyad'ın İbrahim Anlaşmaları'na katılması en hafif tabirle, İsrail için büyük bir diplomatik zafer anlamına gelecektir.

ABD'nin eski Yemen Büyükelçisi Gerald Feierstein, New Arab ile yaptığı bir röportajda, "Netanyahu hükümeti için Suudi Arabistan normalleşmesi, Filistin çatışmasının artık İsrail'in bölgede kabul edilişine bir engel teşkil etmediği argümanını güçlendirecek ve Netanyahu'nun uluslararası arenada dört dörtlük bir aktör olduğu imajını da sağlamlaştıracaktır." dedi.

Washington'un Suudi Arabistan'ın İsrail'le normalleşmesini tercih etmesindeki menfaatleri bir kenara, Riyad'ın mevcut şartlar altında İbrahim Anlaşmaları'na dahil olması uzak bir ihtimal.

Başkan Joe Biden ve ekibinin normalleşme hakkında oldukça gerçekçi bir yaklaşım sergilediği görülüyor. Aslında, Biden'ın kendisi 9 Temmuz'da CNN muhabiri Fareed Zakaria'ya, ABD'nin Suudi Arabistan-İsrail normalleşmesi müzakerelerinden "çok uzakta" olduğunu ve henüz "konu hakkında konuşulacak çok şeyin bulunduğunu" söylemişti.

Sorunun İran boyutu

Suudi Arabistan ve İran, Çin ara buluculuğunda 10 Mart'ta diplomatik ilişkilerini yeniden tesis etmeden önce birçok analist, Riyad ve Tel Aviv'in, İran'ın Arap bölgesindeki davranışlarından duydukları ortak endişelerin Suudi Arabistan'ı İsrail'le normalleşmeye iteceğini tartışıyordu.

İsrail'in Suudi Arabistan-İran normalleşme anlaşmasından memnuniyet duyulmaması konusunda Ortadoğu ve Kuzey Afrika'da yalnız olması sürpriz değildi. Riyad ve Tahran'ın yeni bir yumuşama dönemine giriş yapmasıyla, İsrailliler, Yahudi devleti ve Körfez İş Birliği Konseyi (KİK) üyelerinin İran'a karşı birleşmesi olasılığını yeniden değerlendirmek durumunda kaldı.

Feierstein "İran'ın bölgesel güvenliği ve istikrarı tehdit edeceğine dair ortak endişeler halen var, ancak Suudiler askeri harekat veya ek yaptırımlarla tehdit etmekten ziyade, kendi endişelerini Tahran'la diyalog yoluyla gidermeye karar vermiş görünüyor." değerlendirmesinde bulundu.

ABD'li eski diplomat "Bu bağlamda, İsrail'in devam eden askeri güç kullanma tehditleri, Suudi Arabistan'ın gerilimi düşürme konusundaki çıkarlarını baltalamaktadır ve İsrail'in askeri harekatı pratiğe dökmesi halinde Suudileri umutsuz bir şekilde kaçınmaya çalıştıkları bölgesel bir çatışmaya sürükleme tehdidinde bulunmaktadır." diye konuştu.

Suudi Arabistan'ın fayda-kazanç analizi

Riyad açısından, mevcut şartlar altında İsrail'le normalleşmenin olası tüm maliyetleri, normalleşmenin olası yararlarından daha ağır basacak gibi görünüyor. Suudi Arabistan'ın İbrahim Anlaşmaları'na katılması ülkenin, Veliaht Prens ve Başbakan Muhammed bin Selman'ın Washington'daki imajını inkar edilemez bir şekilde güçlendirecektir.

Ancak normalleşmenin Cemal Kaşıkçı'nın Ekim 2018'de öldürülmesinin hemen ardından gerçekleşme ihtimali daha güçlü bir teşvik olabilirdi. Şimdiyse durum farklı.

Bu noktada Suudi Krallığı, Washington'da herhangi bir itibar ıslahı elde etme konusunda umutsuz değil. Rusya'nın Ukrayna'yı işgali, küresel enerji ve gıda güvenliği krizleri ve Sudan'daki çatışmalarla ilgili çok sayıda uluslararası gelişme, Suudi Arabistan'ın enerji, diplomasi ve bunlara benzer alanlardaki uluslararası rolünün merkezi duruşunu pekiştirdi.

Biden'ın bir yıl önce Cidde'ye yaptığı ziyaret ve diğer üst düzey Amerikalı yetkililerce Suudi Krallığı'na yapılan ziyaretler, Muhammed bin Selman'ın Kaşıkçı cinayeti sonrası eski saygınlığına kavuşma konusunda ne ölçüde ilerleme katettiğini gösteriyor.

Aynı zamanda Suudi Arabistan ABD'yi, Riyad'ın hem Batı hem de Doğu'da ittifaklar, ortaklıklar ve dostluklar açısından birçok başka seçeneği olduğu konusunda da bilgilendiriyor. Muhammed bin Selman'ın Fransa, Yunanistan ve Türkiye ziyaretlerinin yanı sıra Çin Devlet Başkanı Şi Cinping'in 2022 ve 2023 yıllarında Riyad'a gidişi, bu durumu özetler nitelikte.

Suudi Arabistan Krallığı'nın Amerika'ya ihtiyacı olduğu kadar ABD'de de Suudi Arabistan'a ihtiyaç duyduğu ve Muhammed bin Selman'ın bu noktayı Washington'a net olarak göstermek için elindeki kozu kullandığı tartışılabilir.

Hülasa, Riyad'ın Washington'daki imajını güçlendirmek için İsrail'in 1949-67 sınırlarına dönmesi ve Filistinlilere başkenti Doğu Kudüs olan bir devlete sahip olmasına izin vermesi karşılığında tüm Arap Birliği üyeleriyle tam teşekküllü normalleşme öneren Arap Barış Girişimi'nden (API) vazgeçmek gibi risk içeren bir aksiyon almaya ihtiyacı yok.

Gizli ilişkiler

Riyad'ın API'ya bağlılığına rağmen, Suudi Krallığı ve İsrail, savunma, ekonomi ve jeopolitik alanlarda onlarca yıldır süren de-facto ilişkileri derinleştirmeye devam etti.

Feierstein TNA'ya verdiği demeçte, "Artık resmi olarak ABD Merkez Kuvvetler Komutanlığının bir ortağı olan İsrailli askeri yetkililer, Suudilerle ve diğer KİK mevkidaşlarıyla düzenli olarak temas halindeler ve bu da ortak planlama ve tatbikatlara katılmalarını sağlıyor. İki ülkenin donanmaları, Şubat 2022'de Kızıldeniz'de ABD liderliğinde düzenlenen Uluslararası Denizcilik Tatbikatı'na (IMX 2022) katıldı. Suudilerin NSO Group'tan tartışmalı Pegasus siber-casus teknolojisi dahil 250 milyon dolar değerinde olduğu düşünülen İsrail casus yazılımları satın aldığı belirtiliyordu." dedi.

Suudiler ve İsrailliler, her iki hükümet de karşılıklı olarak bu tür anlaşmaların avantajlı olduğunu düşündüğü bir zamanda, çeşitli anlaşmalara doğru yelken açtılar. Örneğin, Suudi Arabistan'ın İsrailli şirketlerin Suudi hava sahasını kullanmasına izin verme kararı, Suudi-İsrail ilişkilerinde bu tarz dinamiklere işaret ediyor.

Feierstein, "Mevcut gizli ilişkiler, Suudilere herhangi bir bedel ödemeden İsrail'le ilişkilerden istedikleri tüm faydaları elde etmesini sağlıyor. Bazı gözlemciler, normalleşme anlaşmasının ikili ekonomik ilişkilerde büyük bir genişlemeye kapı aralayacağını tartışıyor. Ancak, Çin, ABD ve Batı ile derin ekonomik ilişkilere sahip olan, Londra ve New York sermaye piyasalarının yanı sıra dünyanın en gelişmiş teknolojilerine halihazırda erişimi olan Suudilerin İsrail özel sektörüne erişimin bu kadar önemli olduğunu neden düşündükleri konusu pek de açık değil." şeklinde konuştu.

Nihayetinde, Suudi Arabistan'ın İsrail'in aşırı sağcı hükümetiyle normalleşme maliyetinin buna değeceği yönündeki değerlendirmesinde yakın zamanda değişikliğe gitmesi ihtimali belirsiz görünüyor.

BAE veya Bahreyn'in aksine Suudi Arabistan, dünya genelindeki Müslümanlar açısından bir liderlik rolüne sahip. Bu Suudi iktidarınının "Hâdimü'l-Haremeyn" olarak görülmesinden kaynaklı. Filistin meselesinin Afrika'dan Güneydoğu Asya'ya ve Avrupa'dan Ortadoğu'ya birçok Müslüman için önem teşkil ettiği inkar edilemez.

API'yı geçerli saymamak ve Filistinlileri hesaba katmadan İsrail'le tam teşekküllü diplomatik ilişkiler kurmak, Suudi Krallığı'ndan ve dünya genelindeki Müslüman ülkelerde toplum tarafından hiç benimsenmeyecek bir adım olurdu.

İsrail'in Cenin'de işlediği son cürümler -ki Suudi Arabistan ve Arap Birliği üyeleri bunları yakın zamanda kınamıştı- Riyad'ın böyle bir adımının halklar nezdinde bulacağı olumsuz karşılığın boyutunu artırdı. Suudi yöneticileri için bu halkların kanaatleri oldukça önemlidir. Muhammed bin Selman, kral olmasından sonra bile, bu faktörü göz ardı edemeyecektir.

İsrail'deki siyasi ortam da ayrıca konu ile ilişkili. Texas A&M Üniversitesi Bush Devlet ve Kamu Hizmeti Okulu'nda Suudi Arabistan uzmanı olan Gregory Gause III, "İsrail hükümetinin Filistinlilere yönelik politikası, Suudi Arabistan veya diğer Arap devletleri açısından İbrahim Anlaşmaları'na dahil olmayı daha da zor kılacaktır." diyor.

Üst düzey eski bir ABD diplomatı olan Ferial Saeed, TNA'ya yaptığı açıklamada, Suudi Arabistan prensipte "önemli ekonomik, siyasi ve stratejik faydalar" elde etmek için İsrail'le normalleşmek isteyebileceğini ancak Riyad'daki yetkililerin "tarihteki en katı İsrail hükümetine uyum sağlamak için uzun süredir gündemde olan iki devletli çözüm ön koşulundan feragat etmeye hazır olmadıklarını." ifade etti.

Saeed, Suudi Arabistan'ın dış ve iç politikalarının Arap dünyası genelindeki halklar arasında nasıl elle tutulur bir destek gördüğünü gözlemlediğini belirtti. Bunun büyük ölçüde bölgede yaşayanların bu politikaları "umut ve istikrar getiren, ABD'ye meydan okuyan politikalar" olarak görmesinden kaynaklandığını söyledi.

Saeed'e göre bu yüzden Suudi Krallığı'nın "Filistinliler için önemli bir şey elde etmesi gerekecek, aksi takdirde Krallık normalleşmeyi büyük ölçüde reddeden Arap halkları arasında yeni kazandığı itibarını kaybetme riskini alacak." Saeed'e göre ayrıca "Filistin sorunu artık Arap dünyasında merkeze alınan bir mesele değil fakat bu yeni bölgesel bağlamda ve Riyad'ın jepolotik güç olma arzusu göz önüne alındığında önem kazanacaktır. Üçüncü bir intifada Riyad üzerinde yoğun baskıya yol açacaktır."

İbrahim Anlaşmaları özelinde büyük bir ABD-Suudi pazarlığı mı masada?

ABD'nin Suudi Arabistan'ın yakında İsrail ile normalleşmesi için yeterince yüksek bir bedel ödeyip ödeyemeyeceği sorusu gündeme taşınmaya değer.

Riyad, Suudi Arabistan'ın İbrahim Anlaşmaları'na katılması karşılığında "123 Anlaşması" imzalanmadan, Amerikan nükleer teknolojisine erişim ve Washington'dan sağlam güvenlik garantileri ile daha gelişmiş ABD silahlarının gerekliliğine işaret etti. Ancak Suudiler bu teklifleri çok yakın bir zamanda Washington'un karşılamasını beklememeli. Biden'ın da yakın zamanda Zekeriya'ya dediği gibi, "sivil nükleer güce sahip olabilmeleri ve/veya güvenliklerinin garantörü olabilmek için bir araç sağlayıp sağlamayacağımız konusu... Bence bu biraz uzak bir ihtimal".

Washington her ne kadar Riyad'ın Tel Aviv'le ilişkilerini normalleştirmesini istese de ABD'nin en azından yakın gelecekte bu tarz yüksek bir bedel ödemeyi göze alacağı şüpheli. ABD'nin normalleşme için Suudi Arabistan'ın taleplerini karşılama ihtimali sorulan Dr. Gause "Böyle bir senaryonun ihtimal dâhilinde olduğunu sanmıyorum" diyor.

Saeed "Suudilerin talepleri gerçek, fakat burada, Washington'da neyin ihtimal dahilinde olduğu ve Biden'ın İsrail'i bölgeye tamamen entegre edilmesinin temel taşı olan önem derecesi yüksek İbrahim Anlaşmaları'nı güvence altına almada ne kadar ileri gideceğini görmek için nabızları yoklama unsuru da var" ifadesini kullanıyor.

Ancak Biden yönetimi ekibi, Riyad'ın bu tür taleplerini kabul etse bile, bu teklifin ABD Kongresi'nde engele takılma ihtimali var.

Feierstein TNA'ya verdiği demeçte şu ifadeleri kullandı:

"ABD merkezli PGA ve Suudi destekli LIV Golf gibi iki profesyonel golf kuruluşunu birleştirmeye dair özel iş anlaşması üzerine Kongre'de yakın zamanda yaşanan histeri, Kongre'deki Suudi Arabistan fobisinin etkisini vurgulamaktadır ve bu Suudi Arabistan'ın talepleri üzerine yapılacak herhangi bir tartışmayı kesinlikle etkileyecektir.

ABD'nin Suudi Arabistan'ın taleplerini reddetmesi de, Riyad için eşit derecede değerli olabilir, zira normalleşmenin başarısızlığının mesuliyetini kendisinden ziyade Washington'ın omuzlarına yükleyecektir."


Giorgio Cafiero tarafından kaleme alınan ve New Arab'da yayınlanan bu değerlendirme Mepa News okurları için tercüme edilmiştir. Değerlendirmede yer alan ifadeler yazarın kendi görüşleridir ve Mepa News'in editöryel politikasını yansıtmayabilir."

Bu yazı toplam 1454 defa okunmuştur
Önceki ve Sonraki Yazılar
Giorgio Cafiero Arşivi