Joseph Massad

Joseph Massad

İsrail'in Gazze savaşı Batı'nın Filistinlilere duyduğu nefreti nasıl açığa çıkardı?

İsrail'in Gazze savaşı Batı'nın Filistinlilere duyduğu nefreti nasıl açığa çıkardı?

Devam etmekte olan Filistin-İsrail savaşı, İsrailli Yahudilere yönelik büyük bir Batı desteğinin yanı sıra, Batı siyasi yelpazesinin her kesiminden Filistinlileri "bitirmek" için yapılan soykırım çağrılarını da beraberinde getirdi.

Nitekim, Filistinlilere sempati duyan sesler dahi 7 Ekim'de İsrailli hapishane gardiyanlarına karşı gerçekleştirilen firarı kınadı. Ayrıca, kafası kesilen bebekler ve tecavüz gibi tuhaf iddialar da dahil olmak üzere İsrail propagandasını benimsemekte acele ettiler. Ancak daha sonra bu uydurma haberler, yayılmasına yardımcı olan CNN ve Los Angeles Times gibi batılı yayın organları tarafından sessizce geri çekildi.

Batı'nın Filistinlilere yönelik bu fanatik nefreti ve İsrail hayranlığı çoğu Arap'ı, hatta Batı'yı Filistin halkının baş düşmanı olarak görenleri bile şok etti.

Son kırk yıl boyunca liberal ve batı yanlısı Arap entelektüeller, iş adamları ve siyasi elitler arasında batılı liberallerin ve hatta bazı muhafazakarların Filistinlilere bakış açılarının değiştiği ve daha az düşmanca davrandıkları yönünde yaygın bir yanlış kanı vardı.

Ancak son otuz yılın büyük bir bölümünü, Batı'nın Filistinlilere yönelik algısındaki bu değişimin, Filistinlilerin katliam kurbanı olmaktan öteye gidememesiyle sınırlı olduğunu savunarak geçirdim. Ancak bu, sadist sömürgecilerine karşı direnme hakları için Batı'nın bir desteğine dönüşmedi ve gördükleri herhangi bir sempati, kaç Filistinliyi öldürdüğüne bakılmaksızın İsrail'e verilen ölümsüz Batı desteğiyle her zaman bir arada var oldu.

Katı bir gelenek

Batılı beyazların Filistin halkını hor görmesi 19. yüzyıla kadar uzanan katı bir gelenektir. O dönemde yerli Filistinliler, Filistin'de koloniler kurmak isteyen beyaz Amerikalı, İngiliz ve Alman Protestan fanatiklere karşı direniyordu. İngilizler ayrıca Avrupalı Yahudileri Protestanlığa döndürme ve Filistin'e koloni kurmaları için gönderme projesini de desteklemişti. Ancak bu proje sınırlı bir başarı elde edince, Yahudi Siyonizmi'nin yükselişine yol açtı.

Yahudi Siyonistler, 19. yüzyılın sonlarından itibaren, Filistin'i yerleşimci sömürgeleştirme projelerini gerçekleştirmek için yenilgiye uğratmayı, öldürmeyi ve sürmeyi amaçladıkları Filistin halkına karşı da benzer bir küçümseme gösterdiler.

İngiliz Balfour Deklarasyonu ve Birinci Dünya Savaşı'ndan sonra Balfour'un vaadini benimseyen Milletler Cemiyeti, Filistin halkını en iyi ihtimalle bir baş belası, en kötü ihtimalle de Avrupalı Yahudilerin Avrupa'dan Filistin'e sömürgeci olarak transferini güvence altına almak amacıyla vazgeçilebilir olarak görüyordu.

Avrupalı ve Amerikalıların Filistinlilere yönelik ırkçı küçümsemeleri, İkinci Dünya Savaşı öncesinde beyaz olmayan halklara yönelik geleneksel beyaz sömürgeci tutumlarından geliyordu. Savaştan sonra ve Avrupalı Yahudilerin soykırıma uğramasının ardından, aynı Avrupalı Hıristiyanlar ve onların Siyonist Yahudi müttefikleri, Hıristiyan Avrupa'nın işlediği suçların bedelini Filistinlilere ödetecek, onları vatanlarını işgalci Siyonistlere teslim etmeye zorlayacaktı.

Siyonistler 1948'de halkın çoğunluğunu sürdükten sonra, bir kez daha vazgeçilebilir olan Filistinliler, BM kararlarında da belirtildiği gibi, "Arap mülteci sorunu" olarak görülmeye başlandı ve unutularak tarihin çöplüğüne atıldı.

Kararsız sempati

Filistinlilerin statüsü daha sonraki yıllarda değişmiş gibi göründü. Yeni bir dinamizm, ABD ve Avrupa'da Filistinlileri normalde karakterize eden durağan kavramların içine sızmış gibi görünüyordu. Batılı siyasi yelpazenin dört bir yanından yorumcular ve politika yapıcılar Filistinliler hakkında daha önce dile getirmedikleri görüşleri ifade etmeye başladılar.  

Batı'da Filistinlilerin nitelendirilmesindeki bu değişiklikler, Batı'nın ahlak(sızlık)ının yeniden ayarlanmasından değil, 1960'ların ortalarından itibaren Filistin halkını dünya siyasetinin ön saflarına taşıyan gelişmelerden kaynaklandı.

Bağımsızlığını kazanmak için İsrail sömürge rejimine saldırmaya başlayan Filistin gerilla hareketinin yükselişi, ardından İsrail'in 1982'de Lübnan'ı acımasızca işgali ve ardından gelen katliamlar ve 1987-1993 ilk Filistin ayaklanması veya İntifada gibi olaylar, Filistinlilerin Batı'daki statüsünde belirli bir değişime yol açmıştır.

Filistinli gerillaların 1968-1981 yılları arasındaki sömürge karşıtı operasyonları göz önüne alındığında, yirmi yıl boyunca Batı'nın ahlaki radarına giremeyen Filistinliler, sömürgeci Batı'nın bir uzantısı olarak görülen barışçıl İsrail'e saldırdıkları için artık vahşi teröristler, hatta "hayvanlar" olarak kınanıyordu.

Ancak Eylül 1982'deki Sabra ve Şatilla katliamlarından sonra, katledilen Filistinli sivillerin görüntülerinin ana akım dergilerin kapaklarında yer almasıyla birlikte, Batılı siyasi yorumcuların Filistinlilere bakışları eleştirel ve düşmanca olandan eleştirel ve dostça olana doğru değişmeye başladı.

Değişen düşmanlık ve dostluk seviyeleri temel farklılıkları yansıtıyor gibi görünse de, aslında aynı temel varsayımları paylaşıyorlardı. Örneğin muhafazakar Amerikalı siyasi yorumcu George Will gibi düşmanca bir eleştirmen, Filistin devletine ve kendi kaderini tayin hakkına karşı çıkıyor ve İsrail'in çıkarları olarak gördüğü şeyleri şiddetle savunuyordu. Yine de Will, katliamlardan sonra Filistinlilere sempati duyduğunu gösteren bazı sözler sarf edebilmiştir: "Filistinliler artık kendi Babi Yar'larını, Lidice'lerini yaşadılar. Beyrut katliamı Ortadoğu'nun ahlaki denklemini değiştirerek yeni bir acı simetrisi yarattı."

Büyük ölçüde silahsız olan ilk Filistin ayaklanmasının ardından Batılı yorumcular ikircikli bir tutum sergilemiş, sömürgeciliğe karşı savaşan silahsız bir halka sempati duymuş ancak İsrail'in sömürgeci askerlerini tehlikeye attıklarında onları kınamaya devam etmişlerdir. O zamanlar New York Times gazetesinde liberal bir köşe yazarı olan müteveffa Anthony Lewis, Will'den farklı olarak ana akım yelpazenin diğer ucunda yer alıyordu. İntifada sırasında Filistinlilerin haklarına nitelikli destek verdi.

Ancak Lewis, Filistinlilerin bazı haklarını tanımasına rağmen, 1990 yılında Yaser Arafat'tan, FKÖ üyesi bir örgüt olan Filistin Kurtuluş Cephesi'nin Tel Aviv yakınlarında İsrail kıyılarına düzenlediği ve herhangi bir İsrailli can kaybına yol açmayan misilleme amaçlı gerilla saldırısını kınamasını talep etti.

Ancak Lewis, birkaç gün önce Rishon LeZion'daki bir otobüs durağında İsrailli bir silahlı adamın Gazze'den gelen yedi Filistinli işçiyi katletmesi ve ardından İsrail ordusunun Batı Şeria'da aralarında 14 yaşında bir çocuğun da bulunduğu 19 Filistinliyi öldürmesi ve 700 kişiyi yaralamasının ardından dönemin İsrail Başbakanı İzak Şamir'den böyle bir talepte bulunmadı.

Lewis ve İsrail'in gayretli destekçilerinin görüşleri arasındaki tek fark, Filistinlilerin gerçek fiziksel mağduriyetleri, -ölümler, yaralanmalar, sınır dışı edilmeler, gözaltılar ve işkenceler- ile ilgilidir. Lewis Filistinlileri, İsrail şiddetinin nesneleri olan fiziksel pasif kurbanlar oldukları sürece desteklemiştir. Ancak desteği bu sınırı çok fazla aşmadı. Aktif bir özne rolü üstlenen Filistinliler, nesnelerin küstahça özne rolünü üstlenmesine neredeyse öfke duyan kınamalarla karşılanırdı. Bu yüzden Filistinliler o zaman da bugün de direndiklerinde "barbar" ve "şeytani" olarak yaftalanıyorlar.

Burada 1948 sonrası Batı'nın Filistinlilere yönelik tutumunun gelişimini anlamaya başlıyoruz: 1948-1968 döneminde tamamen aşağılama ve reddetme ile başlayan, 1968-1981 döneminde yoğun kınama ve düşmanlığa dönüşen, 1982-1987 döneminde Filistinli katliam kurbanlarına yönelik bir miktar sempatinin tezahürü ve nihayet 1987-1993 döneminde ikircikli sempati ve kınama. 1993 sonrası dönemde, ikircikli sempati ve kınamanın bu son yinelemesi baskın olacaktır.

Fanatik nefret

Birçok Filistinli ve Arap için, Batı'nın Filistinlilere yönelik kararsızlığı, sempatisi sınırlı olsa da, umut verici bir dönüşüm olarak görünüyordu. Heyecanlı liberal Filistinli entelektüeller, iş adamları ve siyasi elitler bu kararsızlığın Filistin mücadelesinin ilerlemesine yardımcı olacağını düşünüyordu.

Ancak Filistinlilerin bu liberal heyecanındaki sorun, Batı'nın bu ikircikli tavrının doğasının yanlış tanınmasıdır. Filistinlilerin batı ahlakında nereye oturduğunu belirleyen temel inançların Filistinlilerin ne yapıp yapmadıklarından değil, Avrupalı Yahudilerle nasıl ilişki kurduklarından kaynaklandığını kavrayamadılar.

Batılıların Yahudileri Filistin'le ilişkili olarak nasıl gördüklerini ve Avrupalı Yahudilerin Arap dünyasında, özellikle de Filistinliler tarafından nasıl görüldüklerini belirleyen, Avrupalı Yahudilerin Batı'daki statüleridir. Batı'da Avrupalı Yahudiler Nazilerden ve Holokost sonrası Avrupa'nın dehşetinden kaçan mülteciler, bir yok etme savaşından kurtulanlar ve İngilizlerin Araplara verdiği taahhütlerin kurbanları olarak tasvir edilirken, Filistinliler Avrupalı Yahudilere kendi yaşadıkları tecrübelerden hareketle bakmaktadır.

Filistinliler için Avrupalı Yahudiler mülteci olarak değil, tek amaçları Hitler'in iktidara gelmesinden yarım asır önce başlayan Siyonist sömürgeci emellerini gerçekleştirmek için mümkün olan her yolla Filistin'e el koymak olan işgalciler olarak gelmişlerdir.

Bu nedenle Filistinliler Avrupalı Yahudileri çaresiz mülteciler olarak değil, katliamlar yapan silahlı sömürgeciler olarak görmektedir. Edward Said'in "Kurbanlarının Gözünden Siyonizm" adlı klasik eserinde anlatmak istediği de bu bakış açısıdır.

Bu nedenle İsrail'in şiddetinin çoğu Batı'da Avrupalı Yahudilerin İsrail öncesi statüleriyle "açıklanırken", Filistin direnişi de Filistinlilerin topraklarının Siyonist sömürgeci işgal tarihi üzerinden değil, aynı Yahudilerin aynı statüleri üzerinden değerlendiriliyor. 

İsrail'in eylemleri, Nazi rejiminden ve Holokost'tan kaçarak Filistin kıyılarına ulaşan, ancak bu kez Filistinli Araplar ve onları son ve tek sığınaklarından kovmaya niyetli komşu ülkelerden Araplar tarafından bir başka şiddetli "antisemitik" kampanya ile karşı karşıya kalan Yahudilerin statüsünden kaynaklanıyormuş gibi sunuluyor. Dolayısıyla İsrail'in şiddeti, zaman zaman üzücü olsa da, aslında her zaman kendini savunmaya yönelik olarak görülmektedir.

Aynı şekilde, işgalci yabancı sömürgecilere karşı her zaman nefsi müdafaa niteliğinde olan barışçıl ya da şiddet içeren Filistin direnişi de Siyonist sömürgecilere karşı direnişten ziyade Yahudi mültecilere karşı yürütülen "antisemitik" kampanyanın bir parçası olarak açıklanmaktadır. Bu da bazı Batılıların İsrail baskısının kurbanları olarak Filistinlilere sempati duyarken, Filistinlilerin sömürgeci ve ırkçı İsrail rejimini devirmeyi başarabilecek herhangi bir direniş biçimine sempati duymadıkları anlamına gelmektedir.

Aksa Tufanı

Filistin direnişinin "Aksa Tufanı" operasyonunun yol açtığı son deprem, tüm siyasi çizgilerden Batılıların varsayılan bir pozisyona, yani yerli Filistinlilerin direnişini açıkça kınama ve en azından 1948'den beri boyun eğdirdikleri yerli bir halkın direnişinin değil, Nazi benzeri antisemitlerin bir başka Holokost tipi şiddetinin kurbanları olarak tasvir edilen Avrupalı sömürgecilerini destekleme pozisyonuna geri dönmelerine neden oldu.

Batı'nın İsrail'e verdiği bu destek, sivillerin üzücü ve dehşet verici ölümleri karşısında Batı'nın duyduğu dehşet duygusundan değil, bu sivillerin "İsrailli Yahudi siviller" olmasından kaynaklanmaktadır.

İsrail'in on binlerce Filistinliyi ve diğer Arapları kasıtlı olarak öldürmesi karşısında Batı'da hiçbir zaman benzer bir dehşet ifadesi olmamıştır.

Filistin direnişinin bu suç teşkil eden küstahlığının intikamının, İsrail Cumhurbaşkanı Isaac Herzog'un iddia ettiği gibi, Gazze'deki tüm Filistinlilerin Dresden benzeri bombalanması ve İsrail'e direnmeye cüret ettikleri için tüm Filistinlilerin sorumlu tutulmasıyla alınması gerektiğini savunanlar var.

Bu anlatılan tarihi detaylar göz önünde bulundurulduğunda, Batı'nın Filistin halkına yönelik nefretinin Arap dünyasındaki herhangi birini şok etmesi için çok az neden var. Bu fanatizm 19. yüzyıldan beri süregelmektedir. Şoka uğrayan Araplar, katliam kurbanları olarak Filistinlilere yönelik bazı Batılı sempatileri Filistin direnişine ve özgürlüğüne destek olarak algılamış görünüyorlar.

Oysa İsrail zulmünün kurbanları olarak Filistinlilerin durumuna sempati duyan Batılı liberallerin çoğu, Filistinlilerin İsrail'in 1948'den bu yana kurduğu ırkçı sömürge sistemini yıkma haklarını nadiren savunmuştur.

Bu hakkı savunan az sayıdaki kişi ise Filistinlilerin sömürgeci ırkçılığı ve baskıyı "barışçıl" yollarla -belki de İsrail tanklarına çiçek atarak ya da Birleşmiş Milletler'e mektup yazarak- yıkmalarını istemektedir.

Batılıların sempati ifadeleri en fazla, İsrail'i herhangi bir misilleme şiddetiyle tehdit etmeden, Filistinlilerin durmak bilmeyen İsrail sömürgeci şiddetinin kurbanları olarak asil bir şekilde katlanmaları gerektiğine inandıkları bir baskıyı hafifletmeye yöneliktir.

Filistinliler 7 Ekim'deki saldırıyı yaptıkları anda, tüm sempati ortadan kayboldu.


Middle East Eye'da yayınlanan bu görüş yazısı Mepa News okurları için Türkçeleştirilmiştir. Yazıda yer alan ifadeler Mepa News'in editöryel politikasını yansıtmayabilir.

Bu yazı toplam 2721 defa okunmuştur
Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Yorumların her türlü cezai ve hukuki sorumluluğu yazan kişiye aittir. Mepa News, yapılan yorumlardan sorumlu değildir. Her bir yorum 600 karakterle (boşluklu) sınırlıdır.
1 Yorum
Joseph Massad Arşivi